Demir Ökçe - Jack London Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Demir Ökçe kimin eseri? Demir Ökçe kitabının yazarı kimdir? Demir Ökçe konusu ve anafikri nedir? Demir Ökçe kitabı ne anlatıyor? Demir Ökçe kitabının yazarı Jack London kimdir? İşte Demir Ökçe kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...
Kitap Künyesi
Yazar: Jack London
Çevirmen: Levent Cinemre
Orijinal Adı: The Iron Heel
Yayın Evi: İş Bankası Kültür Yayınları
İSBN: 9786053607946
Sayfa Sayısı: 320
Demir Ökçe Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Jack London’ın Demir Ökçe’si distopya edebiyatının ilk örneği olarak kabul edilir. Günümüzden yüz yılı aşkın bir zaman önce kaleme aldığı eserinde London, çok eski ama hiç eskimeyen bir hikâyeyi konu edinir. Ezen ve ezilen mücadelesi tüm çıplaklığıyla gözler önündedir. Amerika Birleşik Devletleri’ni pençesine almış olan Oligarşi, namıdiğer Demir Ökçe tüm şiddeti ve gaddarlığıyla emekçilerin üzerine yürümektedir. Tröstler, ekonomik ve siyasi ilişkiler, faşist devlet yapılanması sanki daha o zamandan yirminci yüzyılda insanlığın yaşayacağı acı olayların habercisi gibidir...
Demir Ökçe Alıntıları - Sözleri
- "Yarım yamalak bilgi sahibi olanların cehaletinin çok tehlikeli bir şey olduğu söylenir; ne kadar da doğruymuş."
- “Biz insanlığın sevdalılarıydık.”
- "Hayatım boyunca onun gibisine rastlamamıştım."
- Huzursuzluğumun nedeni belli. Düşünüyorum da düşünüyorum; zihnimi bir türlü durduramıyorum.
- "Zihnim benim krallığımdır."
- “Bu kez yenilgiye uğradık, ama her zaman yenilmeyeceğiz. Çok şey öğrendik.”
- “Lakin bir gün gələcək ki, zəhmətkeş arılar hər tərəfdən hücuma keçib dünyanı ziyankar tənbəllərdən xilas edəcək”.
- "Sadece sevgi günahtan üstün, ölümden güçlüdür."
- "İçinde yaşadığım toplumu, insanların yüzleri üzerinden daha yakından görmeye ve derinlerdeki ürkütücü gerçekleri fark etmeye başlamıştım."
- Güven ve inancın bu kadar az olduğu bu yerde bütün çabalarımızı güven ve inanç üzerine kurmak zorundaydık. Sık sık ihanete uğruyorduk. İnsanlar zayıftır.
- "Bütün okumalarım, araştırmalarım bana gösterdi ki hak başka şeydir, hukuk başka şey."
- "Hükümetlerinizi, saraylarınızı, sürdüğünüz sefaları sizden alacağız."
- "Yabani Kızılderililer bile kapitalist sınıf kadar vahşi ve acımasız değildir."
- Düşünüyorum da düşünüyorum; zihnimi bir türlü durduramıyorum.
- "Kapitalist sınıf kötü yönetimin tek suçlusudur."
Demir Ökçe İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Baskıcı Bir Rejime Karşı Devrim Mücadelesi: Demir Ökçe: “Geleceğin resmini görmek istiyorsan, bir insan yüzüne basmış bir postal getir gözlerinin önüne, sonsuza dek.” – yazar/george-orwell Amerikalı yazar yazar/Jack-London, 1876’da San Francisco’da doğdu. Gerçek ismi John Griffith Chaney olan yazarın hayat öyküsü oldukça trajik. Anne baba sevgisinden uzak kalan London, 14 yaşında okulu bırakarak maceralarla dolu bir hayata “yelken” açtı. Teknesiyle açıldığı denizlerde kaçak olarak istiridye avladı, Japonya’da fok avlayan çeşitli gemilerde tayfalık yaptı, altın aramak için Kanada’ya gitti, vahşi doğayla tanıştı, California Üniversitesi’ndeki eğitimini de yarıda bıraktı, çiftçilik ve savaş muhabirliği yaptı ve sosyalizmi savundu. 40 yıllık yaşamına sayısız iş ve anı sıkıştıran London, 1916’da hayata gözlerini yumdu. İntihar ettiği de söylentiler arasındadır. Kanada’ya gittiği yıllarda anılarını kaleme almaya başlayan London, okumaya tutkun biriydi. Kısa bir süre sonra yazarlığa olan yeteneğinin farkına vardı ve kısa öyküler yazmaya başladı. Kendisini tüm dünyada meşhur eden kitap ise “kitap/vahsetin-cagrisi--279623” oldu. Ardından gelen “kitap/beyaz-dis--275214“te de yine benzer bir tema çerçevesinde yazan London, kurtların doğasını zengin bir edebi üslupla anlattı. Bu eserleriyle satır aralarında insanın doğasını da resmetmeyi başardı. “Sınıf ve kast sistemi üzerine kurulmuş bütün düzenler, kendi çöküşlerinin tohumlarını da içlerinde taşır.” “kitap/martin-eden--1614” gibi bir başyapıta imza atan London, öldüğünde arkasında daha birçok başarılı roman, öykü ve novella bıraktı. “Demir Ökçe” isimli bu romanında siyasi bir pencereden bakan yazar, bu kez sarsıcı bir distopya armağan etti dünya edebiyatına ve aradan yüz yıldan fazla bir zaman geçmesine rağmen eserin gücünü aynı şekilde koruduğunu söylemek mümkün. Günümüzde “Kara Dörtleme” olarak anılan yazar/yevgeni-ivanovic-zamyatin'in kitap/biz--175770'i, yazar/aldous-huxley'nin kitap/cesur-yeni-dunya--1057'sı, yazar/george-orwell'ın kitap/1984--262221'ü ve yazar/ray-bradbury'nin kitap/fahrenheit-451--1687'i, Jack London’ın “Demir Ökçe”sinden sonra kaleme alınmışlardır. Bu 4 roman, günümüz Türkiye’sinde London’ın romanından daha fazla okunmaktadır ve net olarak ifade edilmelidir ki, 4 yazar da Jack London’a çok şey borçludur, zira her birinin romanlarında işlediği ana tema ilk olarak Demir Ökçe’de işlenmiştir. Totaliter bir rejime başkaldırmak ve devrim mücadelesi başlatmak gibi kabataslak ifade edebileceğimiz unsurlara ek olarak, daha ince birçok nokta yine önce Jack London tarafından usul usul işlenmiş ve daha sonra Zamyatin, Huxley, Orwell ve Bradbury’nin romanlarına konuk olmuşlardır. Çok sattıkları için öncelikli olarak bu 4 roman örnek verilse de, başta yazar/Kurt-Vonnegut, yazar/J-g-ballard, yazar/margaret-atwood ve yazar/ursula-k-le-guin gibi yazarlar olmak üzere distopya alanında kalem oynatmış daha birçok yazarın ana esin kaynakları London’dır şüphesiz. Fakat tüm bunlar “aşırma” değil, “esinlenme”dir ve edebiyat tarihi, birbirlerinin omuzlarında yükselen nice dev yazardan oluşur. “Yaptıklarının doğru olduğuna kesinlikle inanmışlardı. Hiçbir soru işareti, hiçbir çekince yoktu kafalarında. Toplumun kurtarıcıları olduklarına, insanları kendilerinin mutlu ettiklerine inanmışlardı. Üstelik bütün o bilgelikleriyle onların ve sadece onların istihdam yaratmaması halinde emekçi sınıfın nasıl ızdırap çekeceğine dair dokunaklı resimler vardı kafalarında.” İlk olarak 1908’de yayımlanan Demir Ökçe’nin bir “günlük-roman” olduğunu belirtmek gerek. “Ernst Everhard” isimli bir anakaraktere sahip olan roman, aslında Everhard’ın eşinin anılarından oluşuyor. Yıllar sonra bir ağaç kovuğunun içinde bulunan “Everhard Elyazmaları”, devrim mücadelesinin verildiği yıllardan çok sonra, ancak 27. yüzyılda basılıyor ve geçmişte yaşananların bir referansı olarak halka sunuluyor. Amerika Birleşik Devletleri’nde geçen öykü, insanlık tarihinin en eski meselelerinden birine ev sahipliği yapıyor. Ezilenler ve onları ezenleri anlatıyor Jack London. Yaşanan bu zulmü siyasi bir perspektifle okurlarına aktarırken, aynı zamanda zulme karşı onurlu duruşu ve devrim mücadelesini de yine olanca gerçekliğiyle anlatıyor. Faşist bir oligarşinin hakim olduğu ülkede işçi sınıfının burjuva yöneticiler ve postalların altında ezilişine tanıklık ediyoruz. “Demir Ökçe” adı verilen bu siyasi organizma, ülkenin ve halkın ciğerlerine dek nüfuz etmiştir ve yaşanan bu baskıcı ve gerici ortamda hak ettiği şartlardan uzak yaşayan insanlar, bir kahramanın önderliğinde onurlu bir devrim mücadelesi başlatırlar. Bu kişi Ernst Everhard’dır ve devrim ateşini yakan da bizzat kendisidir. “Uğursuz savaş bulutları toplanmaya başlamıştı. Bütün dünyayı içine alacak bir felaket için sahne hazırdı. Çünkü bütün dünya sıkıntılı bir dönemden geçiyordu; işsizlik artıyor, orta sınıflar giderek yok oluyor, dünya pazarında çıkar çatışmaları sürüyor ve sosyalist devrimin ayak sesleri duyuluyordu.” Despotizmin, korku imparatorluğunun ve sınıfsal eşitsizliğin sürdüğü her siyasi rejim, günün birinde halkın içinden cesur kahramanları karşısında bulacaktır. Dünya tarihinin geçmişi böylesi örneklerle doludur ve London’ın romanında yaptığı da tam olarak budur. Sosyalizm ekseninde öyküsünü anlatan yazarın kapitalizme sert darbeler indirdiğini görüyoruz. Elindeki bütün imkânlarla proleteryanın üzerine yürüyen tröstlerin karşısında Ernst gibi sert bir kaya bulmaları elbette beklenmedik bir şeydir. Ernst’ün fikirlerine değer veren işçi sınıfıyla birlikte güç kazanan devrimin hedefine emin adımlarla ilerlemesi, romanın sonundan bağımsız olarak takdir edilmesi gereken unsurlardan biridir. Everhard Elyazmaları’nın yarıda kalmış olması bizlere olayları belli bir noktaya kadar anlatsa da, 27. yüzyılın dünyasında geçen romanda bu başkaldırının vardığı sonucu da görmüş oluyoruz. Özetle, Demir Ökçe haklı bir mücadelenin romanı olduğu kadar, bir aşk romanıdır da aynı zamanda. İyi ve kötünün yıllara meydan okuyan savaşının, özgürlüğe ulaşma çabasının, ezilenlerin başkaldırısının, halk ve iktidar çatışmasının, eşitlik arayışının, daha iyi bir dünya arzu eden insanların onurlu ve dik duruşunun romanıdır. Cesaretin, çabanın, hayalin ve inancın anlatısıdır. 113 yıl önceden günümüze ayna tutan eşsiz bir distopya örneğidir. Amerikan edebiyatının en usta kalemlerinden birinin elinden çıkan bir başyapıttır. Her edebiyatseverin okuması elzem olan kitaplardan biridir kısacası. “İnsanlıktan da toplumdan da bihaberdiler ama yine de milyonlarca aç insanın ve ellerine düşen diğer milyonlarca insanın kaderi üzerinde söz sahibidirler. Tarih bir gün onların yüzüne acı acı gülecek.” Not: Eseri, yazar/levent-cinemre çevirisiyle, İş Bankası Kültür Yayınları baskısından okudum. London eserlerini en iyi Türkçeleştiren kişinin Cinemre olduğu söylenir genelde. Okumayı düşünenlerin ilk tercihi olmalı kesinlikle. Keyifli okumalar dilerim. (Bahri Doğukan Şahin)
Sermayenin denetimsiz gücü altında ezilenler: “Demir Ökçe”, bence üç nedenle dünya klasikleri arasında yer almayı ve kuşaklar boyu okunmayı hak ediyor: Birincisi, 1906 yılında yazımına başlanan romanın ilk distopya örneği olarak edebiyat tarihine geçmesi. Öyle ki, yazar/george-orwell’in “kitap/1984--100”ü, büyük ölçüde London’un “Demir Ökçe”sinden esinleniyor. İkincisi, şaşırtıcı derecede başarılı gelecek öngörüleri içermesi; ki daha 1900lerin başında, savaşlar ve faşist rejimler ufukta görünmezken, London’un bu doğru tahminleri siyasetteki uzmanlığını ve topluma yakınlığını gösteriyor. Üçüncüsü, ve bence en önemlisi, kapitalizmin ana vatanından, bu düzeni kıyasıya, acımasızca, sansürsüz, korkmadan eleştirebilen cesur yazarı. Böyle bir yazara şapka çıkarılır öncelikle… MS 2600 yılında Anthony Meredith isimli bir akademisyenin bulduğu, yüzyıllar öncesine ait notlar vasıtasıyla bilinmeyen geçmişe, 1912-1932 yılları arasına gidiyoruz. Vahşi kapitalizmin şekillendiği ve sosyalizm ile savaşının pik noktasına ulaştığı bu yıllarda yaşananlar, oligarşik tiranlar tarafından bilinçli olarak tarih sahnesinden silinmiş ve yüzyıllar boyunca gelen tüm nesillerden özenle saklanmış. Avis Everhard’ın, dönemin ünlü sosyalist liderlerinden Martin Everhard’ın eşinin, günlük benzeri notlarını takip eden Meredith gizli kalmış bu döneme ışık tutmakla kalmıyor, aradan geçen 600 yılda değişen bir çok olguyu da dipnotlarla okuyucusuna aktarıyor. Bu sayede bizler hem tarihte yaşanan bu büyük savaşımı, hem de izleyen dönemde insanlığın nasıl evrildiğini Meredith’in yazılarından takip ediyoruz. Burjuva sınıfına mensup, tanınmış bir akademisyenin kızı olan ve üniversite eğitimi alan Avis ile Martin’in aşkına romanın ilk bölümünde şahit oluyoruz. Avis’in aksine düzenli bir eğitim almamış, kendi kendini eğitmiş, çocukluğundan itibaren beden gücü ile çalışan nalbant ustası Martin, birebir yazarımızın kopyası adeta. Zira Jack London da aynı Martin gibi yoksul bir ailede dünyaya gelen, çocukluğundan itibaren bedenen çalışmak zorunda kalan akıllı, yetenekli ve azimli bir işçi ve büyük toplulukları etkileyen başarılı bir sosyalist lider. Yazarın bu zorlu yolculuğunda yaşadığı -ve “kitap/martin-eden--1614” isimli romanında daha fazla yer verdiği- kimi travmaları “Demir Ökçe”de de Martin üzerinde görüyoruz -tembel ve akılsız bulduğu burjuvayı aşağılaması, giyim-kuşam ve görünüşüne gösterdiği aşırı özen, fiziki gücünü ön plana çıkarması gibi-. Martin de, aynı gerçek hayattaki London gibi, sosyalist partide aktif rol alıyor, toplantılara katılıyor, etkin konuşmaları ile herkesi kendine hayran bırakıyor. Nitekim romanın bu ilk kısmı yazar/Karl-Marx’ın ekonomik kuramından hayli etkilenmiş Martin’in kilise mensuplarını ve küçük burjuvayı söz düellosunda nasıl bozguna uğrattığını -ve bu esnada Avis’i kendine nasıl aşık ettiğini- anlatıyor. Romanın ikinci kısmı, evlenmeye çalışan bu gençlerin ve yakınlarının hayatlarının nasıl adım adım mahvedildiğini aktarıyor. Vahşi, kuralsız kapitalizmin karteller ve tröstler vasıtasıyla küçük esnafı, kar baskısı ile ise işçileri acımasızca ezdiği o dönemde, sosyalizmin toplumdaki desteğinin yükselmesi ile oligarşi için korku çanları çalıyor. Malum oligarşikler için mal her daim insanların canından tatlı olduğundan, topluma korku salmak amacıyla faşist yönetimin ilk adımları atılıyor; devlet görevlileri rüşvete boğuluyor, basın ele geçiriliyor, yargı adamına göre işliyor, malını mülkünü kaybedip dımdızlak ortada kalıvermek ya da yok yere hapishaneye/tımarhaneye kapatılmak günlük sıradan vukuatlar haline geliyor. Everhard’ların bireysel acıları eşliğinde bizi bu gelir dağılımı bozulmuş, huzursuz toplumda gezintiye çıkarıyor. Romanın üçüncü ve son kısmı sosyalistlerin meclise girmesi sonrası yaşananları anlatıyor. Tehlikenin iyice büyümesi, oligarşiyi daha acımasız ve keskin tedbirler almaya itiyor. Kendi ordularını kuruyorlar -bizim alıştığımız şekli ile mafya ile işbirliği yapıyorlar-, istihbarat için tüm devlet imkanlarını kullanıyorlar, provokasyonlarla ortalığı ateşe verip suikastler düzenliyorlar. Sosyalist kesim de boş durmuyor; onlar da yer altına inip örgütleniyor ve ezilmeden, güç kaybetmeden ayakta kalma ve silahlı direniş gösterme planları yapıyor. Sonunda kaçınılmaz şekilde bir iç savaşa evrilen bu huzursuzluk ortamında herkes kaybediyor, en çok kaybeden tabii ki yine en güçsüzler oluyor. Sosyalizm yeniliyor ve adı tarihten siliniyor. Jack London’ı çarpıcı kılan bir çok faktör var bu eserinde. Öncelikle öngörüleri muazzam, yakın zamanda gerçekleşecek dünya savaşlarını şaşırtıcı doğrulukta tahmin ediyor. Tabii bunda yazar/Karl-Marx’ı doğru anlamış olmasının etkisi de çok büyük; sanayinin ürettiği ancak ülke içinde düşük ücretler nedeniyle tüketilemeyen artı değerin yurt dışına satılması zorunluluğunu ve bunun ülkeler arasında yeni bir sömürge savaşı -günümüzdeki adı ile pazar paylaşımı- yaratacağını Marx söylemişti, Jack London da içinde yaşadığı gerilimli ortamdan hareketle bu çılgınlığın yaklaştığını tahmin etmiş olmalı. Sosyalist parti toplumda yükseldikçe oligarşinin devlet aygıtını rüşvetle arkasına alıp faşist yönetimleri destekleyeceği öngörüsü de muazzam; 40 yıl sonra ülkemizle birlikte Yunanistan'ı, Avrupa’nın büyük ülkelerini -Almanya, İtalya ve İspanya-, tüm Güney Amerika’yı, uzakdoğunun kilit noktalarını etkisi altına alan faşizm rüzgarı, sosyalizm korkusu ile her ülkede belirlenen şerefsiz canavarlara para musluklarının sınırsız açılması ile önü alınamaz hale gelmişti. Türkiyemizde Atatürk’ün vefatının hemen sonrası defalarca kez yaşadıklarımızın aynısı: grevler, grev kırıcılar, aşırı milliyetçi örgütler, kimliği belirsiz saldırılar, gündem değiştirme amaçlı suikastler, baskınlar, kundakçılık, sürekli tehdit, topluma sızmış ajan-provakatörler, dini kurumların siyasi pozisyon alması, düzeni sağlamak için askerin duruma el koyması ve ne hikmetse hep solcu liderleri işkencede susturması… London’ın aktardıkları bize hiç uzak değil. Bu arada bu yaşananlar, resmi tarihlerinde pek sözü geçmese de, Amerikalılar için de hiç yabancı değil. Rusya’da komünizmin yükselmesinden itibaren taa Glastnost’a kadar Amerika Birleşik Devletleri’nde de sosyalistler takip edilmiş, maddi olarak zora sokulmuş, kimi zaman vatan hainliği ile suçlanmış ve özellikle büyük sermaye tarafından damgalanmışlardı. Dönemin Hollywood’u bu günlere güzel bir örnektir; sol ideolojili hiçbir film yapılmazken sol görüşlü yönetmen ve oyuncular adı konmamış film kartelince dışlanmışlardı. "Senato ve Bakanlar Kurulu, amaçsız, bomboş bir tiyatronun oyuncularıydı.” demiş Jack London. Günümüzde, bir Apple’ın birçok ülkenin gayri safi milli hasılasını katladığı bir dünyada, sermayenin gücünün giderek artarken siyaset nasıl şekillenecek, ben de merakla bekliyorum. Ama Trump, Macron, Boris Johnson örnekleri, gelişmiş ülkelerde bile bu boş tiyatronun devam edebileceği sinyalini veriyor. (AkilliBidik)
Fəhlələr vs Plutokratlar: Kitabı güc-bəla ilə sona çatdırdım. Öncəliklə qeyd edim, kitab Ernest Everhard adlı sosialist inqilabçının həyatının həyat yoldaşının gözündən təsvir edilməsi ilə qələmə alınıb. Mən avtobioqrafik əsərləri sevirəm, fərqi yoxdur, gerçəkdir yoxsa xəyali. Amma o qədər mübaliğələrlə dolu bir kitab idi ki, yeməyə dad verən bu duz, artıq olanda yeməyi yenilməyəcək vəziyyətə gətirdiyi kimi kitabı da oxucudan uzaqlaşdıracaq səviyyəyə gətirib. Çox maraqlıdır ki, yazar/george-orwell bu kitab haqqında mənfi rəy yazıbmış və mən buna kitabı bitirdikdən sonra arxa hissədə - annotasiya hissəsində rast gəldim və fikrimdə yanılmadığımı bir daha təsdiqlədim. Kitab oxunulmazmı, əlbəttə oxunar. Tarixi nöqteyi-nəzərdən sizə çox yaxşı, təsir bağışlayacaq bir kitabdı. Amma nacizanə qeyd edim ki, yazar/Jack-London bu kitabı çox ama çox tərəfli yazıb. Bu isə oxucuda ikrah hissi oyadır, hələ də kapitalist bir dövrdə yaşayırıqsa (Xəyyam)
Kitabın Yazarı Jack London Kimdir?
12 Ocak 1876’da San Francisco’da doğdu. Gerçek adı John Griffith Chaney’dir. Evlilik dışı bir çocuk olarak dünyaya gelen Jack London, soyadını, henüz sekiz aylıkken annesinin evlendiği John London adlı savaş gazisinden aldı. Maddi sıkıntılar nedeniyle küçük yaşta okulu bırakıp gazete satıcılığı, tayfalık, balıkçılık, istiridye korsanlığı, gazetecilik, sahil koruma devriyeliği gibi çeşitli işlerde çalıştı ve Amerikan işçi sınıfını tanıdı. 1894’te serserilik suçlamasıyla otuz gün hapis yattı. Hapisten çıktıktan sonra hayatını değiştirmek arzusuyla liseye kayıt yaptırdı. Lise öğrenimini bir senede tamamlayarak 1896 yılında Kaliforniya Üniversitesi’ne girdi. Bir dönem okuyabildiği üniversiteden maddi zorluklar sebebiyle ayrıldı. 1897’de Klondike bölgesinde altın arayanlara katıldı ama bir yıl sonra yine yoksul ve işsiz olarak geri döndü. Yoğun bir çalışma programı hazırlayarak şansını yazarlıkta denemeye karar verdi. Soneler, baladlar, nükteli fıkralar, anekdotlar, korku ve serüven öyküleri yazmaya başladı. 1909’da yazdığı Martin Eden bu dönemi yansıtması bakımından otobiyografik izler taşır. İlk kitabı Kurt Dölü (1900) büyük ilgiyle karşılandı. Aynı yıl Elisabeth Maddern ile evlendi ve bu evlilikten iki kızı oldu. Ancak bu beraberlik uzun ömürlü olmadı ve 1904’te sona erdi. Charmian Kittredge ile ikinci evliliğin ardından 1916’da Kaliforniaya’daki çiftliğinde hayatını kaybetti. London yazarlık kariyeri boyunca elliye yakın kitap yazdı ve döneminin en çok okunan yazarlarından biri oldu. Yazdıkları, yaşadıkları etrafında şekillenmiş, sosyalizmin de etkisiyle toplumcu bir dünya görüşüne ulaşmıştır. Başlıca eserleri arasında Beyaz Diş, Martin Eden, Uçurum İnsanları, Vahşetin Çağrısı yer alır.
Jack London Kitapları - Eserleri
- Beyaz Diş
- John Barleycorn
- Martin Eden
- Demir Ökçe
- Ay Vadisi
- Demiryolu Serserileri
- Vahşetin Çağrısı
- Deniz Kurdu
- Uçurum İnsanları
- Alın Teri
- Şampiyon
- Dehşet Ülkesi
- Güneşin Oğlu
- Yanan Günışığı
- Kız, Kar ve Kan
- Düş Ülkelerine Yolculuk
- Sevginin Katıksızı
- Tanrılar ve Köpekler
- Suikast Bürosu
- Kurt Dölü
- Denizin Çağrısı
- Midas'ın Müritleri
- Yıldız Gezgini
- Ölüme Boyun Eğmeyen Adam
- Ataların Tanrısı
- Beyaz Sessizlik
- Can Yoldaşı
- Devrim
- Dönek
- Gece Doğan
- Halk Avcısı
- İnsanın Sadakati
- Meksikalı
- San Fransisco'nun Güneyi
- Sınıf Farkı
- Makaloa Hasırı Üzerinde
- Bana Göre Hayatın Anlamı
- Hawaii Öyküleri
- Büyük Serüven
- Kurt Kanı
- Yakalanış
- Öyküler
- Uzak Diyarlarda
- Bir Kuzey Macerası
- Gece Geçen Serseriler
- Gemide İsyan
- Geleceğin Hikayeleri
- Beyaz Cehennem
- Büyük Evin Küçük Hanımefendisi
- Beyaz Diş - Madam Bovary
- Şafak Kızı
- Beyaz Diş - Esrarlı Ada
- Yumruk
- Buzun Çocukları
- Bin Düzine Yumurta
- Adem'den Önce
- Oyun
- Ateş Yakmak
- Acemi Gece
- Vahşetin Çağrısı (Çizgi Roman)
- Kumarbazlar Cenneti
- Vahşetin Çağrısı - Beyaz Diş
- Ateş Yakmak
- Hayatın Kanunu
- Demir Yolu Çocukları
- Kızıl Veba
- Büyük Sorgu
- Mapuhi’nin Evi
- Ölümcül Dalgalar
- Kadın Denen Mucize
- İlk Savaş, İlk Zafer
- İnsanlığın Sürüklenişi
- Kepaze
- Çinago
- Bütün Dünyanın Düşmanı
- Alice Ruhunu Açınca
- Kahekili’nin Kemikleri
- Dağ Adamı
- Bir Dilim Biftek
- Kırmızı
- Tek Özgürlüğüm
- Güneşe Doğru
- Lost Face And Other Stories
- Theft
- Tom Pomplun
- Kaval Kemikleri
Jack London Alıntıları - Sözleri
- “Sanki kendimin dışında durmuş da kuşkuyla kendime bakıyor gibiydim.” (Deniz Kurdu)
- Henüz çıldırmadım ama çıldırmaya başladığım zaman beni görün;))) (Büyük Evin Küçük Hanımefendisi)
- Yaşlılık zamanlarımızda dine ihtiyaç duyarız Alice. Din bizi yumuşatır, diğer insanların zayıflıklarına, özellikle de nerede sabah orada akşam hovardalık ettikleri ve ne yaptıklarını bilmedikleri gençlik zamanlarında gösterdikleri zayıflıklara karşı daha hoşgörülü ve affedici olmamızı sağlar. (Alice Ruhunu Açınca)
- Ömrüm boyunca gövdemle hayvan gibi çalıştım ve ne kadar çok çalıştıysam çukurun dibine o kadar fazla yaklaştım. (Tom Pomplun)
- °• İnsan her zaman hayattan talep ettiğinin daha azını alır . (Uçurum İnsanları)
- Dünyaya egemen olan kanunu iyi biliyordu: zayıflar ezilir, güçlülere itaat edilirdi. (Beyaz Diş)
- “Bana o gözleriyle bir dakika içinde, bin yılda kitaplarda okuyabileceğimden daha çok şey söylüyordu.” (Büyük Sorgu)
- Bundan şu çıkıyordu ki bir kişi dostluğun d'sini bile bilmez ama soylu biri olabilir! (Uzak Diyarlarda)
- İnsanlar neden şarap içer, at biner, aktristleri tutar, papaz ya da kitap kurdu olur? Öyle isterler de ondan. İşte sana cevap. Hepimiz, elimizdeyse, hoşlandığımız şeyleri yapmak isteriz, elde edelim etmeyelim, istediğimiz şeylerin peşinden koşarız. (Sevginin Katıksızı)
- Güneş her sabah doğar. (Makaloa Hasırı Üzerinde)
- Korkak olduğu için, zorbalığı da korkaklığıyla uyumluydu. (Can Yoldaşı)
- Derler ki, bu aşk hayattan bile daha kıymetliymiş, aşık olanlar böyle söyler. Bir kadın ya da erkek, birini dünyadaki herkesten daha fazla severse, o zaman aşık olduğunu anlar. Böyle denir ama kelimelerle açıklamak fazlasıyla zor. Sadece bilirsin işte, o kadar. (Kadın Denen Mucize)
- “Kalbimde sana duyduğum hisler yıldızlar kadar parlak ve çok, bunu ifade edebilecek bir dil yok. Sana nasıl anlatabilirim ki? Oradalar... Görüyor musun?" (Kadın Denen Mucize)
- Tekdüzelikten uzak olması belki de serseri yaşantısının en güzel yanıdır. Topluluklar hâlinde yaşayan serserilerin ülkesinde, yaşamın yüzü sık sık biçim değistirir. (Demir Yolu Çocukları)
- Yaşamaktan mutluyum, kendi akıl ve gücümden mutluyum, işleri yapmaktan mutluyum, kendim için yapmaktan. Bundan başka yaşamak için bir neden olabilir mi? Kendimden ve yaptığım işlerden keyif almayacaksam, neden yaşayayım? (Buzun Çocukları)
- “Aramızda küçük bir tartışma yaşadık ve yapabileceğimiz en iyi şey, bunun bu kadarla kalmasını sağlamak.” (Vahşetin Çağrısı (Çizgi Roman))
- Kötü olan iyi olanı bozar, her şey birlikte iltihaplanır. (Uçurum İnsanları)
- Bugün n'oluyor, ilkokuldan sonra ortaokul, lise, sonra üniversite, sonra ya memur oluyoruz ya doktor moktor, bildiğimiz serüvenleri de sadece kitaplardan öğreniyoruz. (İlk Savaş, İlk Zafer)
- Hayat hayal kırıklıklarıyla dolu ve öyle olmalı zaten. En tatlı et kıtlıktan sonra gelen ve en yumuşak yatak da zor bir avdan sonra yatılandır. (İnsanın Sadakati)
- Kazanılacak bir oyun gibi gördükleri şeyi yıllarca oynayan insanları izledim. Sonunda kaybettiler... (Dönek)