Cehenneme Övgü - Gündüz Vassaf Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Cehenneme Övgü kimin eseri? Cehenneme Övgü kitabının yazarı kimdir? Cehenneme Övgü konusu ve anafikri nedir? Cehenneme Övgü kitabı ne anlatıyor? Cehenneme Övgü PDF indirme linki var mı? Cehenneme Övgü kitabının yazarı Gündüz Vassaf kimdir? İşte Cehenneme Övgü kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Gündüz Vassaf
Çevirmen: Ömer Madra
Çevirmen: Zehra Gençosman
Tasarımcı: Mehmet Nazım
Tasarımcı: Hakkı Mısırlıoğlu
Yayın Evi: İletişim Yayınları
İSBN: 9789754707069
Sayfa Sayısı: 279
Cehenneme Övgü Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Bazı eleştirmenlerin “şeytanın avukatı” sıfatını yakıştırdıkları Gündüz Vassaf’ın “gözden geçirilmiş ve genişletilmiş yeni baskısı”yla sunduğumuz Cehenneme Övgü’sü, içimizde büyütüp yaşattığımız küçük ‘totaliter dünyalar’ımızı afişe ediyor, daha doğrusu ‘yüzümüze vuruyor’. Totalitarizmin -anne karnındaki bebeğin beslenmesi gibi- bireyle toplumu bağlayan göbek bağıyla semirdiğini, hayata ilişkin algılarımızı ve kimi dayatılan kimisini de gönüllü olarak kabul ettiğimiz kavramları irdeleyerek gösteriyor. Cehenneme Övgü, yazarın kendiyle hesaplaştığı, herkesi de hesaplaşmaya çağıran, hatta kışkırtan bir kitap.
Cehenneme Övgü Alıntıları - Sözleri
- İnsanlar neden çocuk sahibi olur? Mutlu olacaklarını sandıkları için mi? Çocuk sahibi olmak mutluluktur, öyle mi? Hayır! Çocuksuz mutlu olmayan kişi, çocukla da mutlu olamaz. Bir başka insanın sırtından mutluluk talep etmeye hakkımız yok. Mutluluk her yerdedir. Ancak her yerde mutluluğu bulan kişi bir çocukla da mutlu olabilir.
- Yaşamın anlamı gece duyumsanır ve sorgulanır. Kimse bunu öğle yemeği sırasında tartışmaz.
- Daha 'merhaba' dediğimiz anda, ''Bu ilişkiden ne gibi bir fayda sağlayabilirim acaba?'' düşüncesi geçer aklımızdan. İlişkiler,insanın evrensel ''birlikteliği'' üzerine kurulmaktan çok, kesin amaçlar üzerine inşa edilir.
- "Her zaman sarhoş olmalı. Her şey bunda: Tek sorun bu. Omuzlarımızı ezen, sizi toprağa doğru çeken Zaman'ın korkunç ağırlığını duymamak için, durmamacasına sarhoş olmalısınız. Ama neyle? Şarapla, şiirle ya da erdemle, nasıl isterseniz. Ama sarhoş olun."
- Yaşamın anlamı gece duyumsanır ve sorgulanır. Kimse bunu öğle yemeği sırasında tartışmaz. Yaşam, gecenin konusudur.
- İnsanlar neden çocuk sahibi olur? Mutlu olacaklarını sandıkları için mi? Çocuk sahibi olmak mutluluktur, öyle mi? Hayır! Çocuksuz mutlu olmayan kişi, çocukla da mutlu olamaz. Bir başka insanın sırtından mutluluk talep etmeye hakkımız yok. Mutluluk her yerdedir. Ancak her yerde mutluluğu bulan kişi bir çocukla da mutlu olabilir.
- Yaşadığımız, kokladığımız, gördüğümüz, dokunduğumuz her anın bir daha gelmeyeceğini hissettiğimiz anlar o kadar az ki. Yaşamı böylesine özel, böylesine benzersiz kılan şey, her şeyin yalnızca bir kez olması. Bunu algılamak, ölümün bilincine varmakla mümkün olabilir ancak. Ölümün bilincinde olmayan insan, yaşadığının bilincinde de değildir. Her anımız ölüm unutkanlığı içinde geçiyor.
- Şarapla, şiirle ya da erdemle, nasıl isterseniz. Ama sarhoş olun.
- Deli, uygarlığın anti-kahramanı olacaktır. Standartlaştırma ve totalitarizmin her yere ve her şeye nüfuz etmesine rağmen hâlâ deli olmayı başarabilenler, gerçekten çok güçlü ve eşsiz bireylerdir.
- Hepimiz, belirsizce belirlenmiş bir sürecin parçasıyız. Sürer gideriz. Kimi zaman akıntıyla birlikte, kimi zaman akıntıya karşı kürek çekerek. Kimi zaman direnir, boğuluruz.Kimi zaman yorgun düşeriz, çıkarız sudan. Boğulsak da suyun üstünde de kalsak, önemi yok. Hepsi yaşam çünkü.
- "Özgürlük, güç merkezleri tarafından sunulan şıklardan birini özgürce seçmekle sınırlı."
- Zekâ, güzellik, adalet, sevgi, özgürlük gibi şeyler ölçülemez ve kıyaslanamaz.
Cehenneme Övgü İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Geçen sene okuduğum bu kitabı ara ara açar kısa okumalar yaparım. Geçenlerde kitabın ölümle ilgili bölümüne denk geldim. Genel bir incelemeden ziyade kitaptaki bu bölümün bende uyandırdıklarını paylaşmak istedim. Keyifli okumalar. ''Doğduğunda sen ağlamıştın, herkes bayram etmişti. Öyle bir hayatın olsun ki öldüğünde herkes ağlasın sen bayram et.'' Kızılderili Atasözü Dünyada ilk ölüm hadisesi Kabil’in kardeşi Habil’i öldürmesiyle gerçekleşmiştir. Yani anlayacağınız ilk ölüm doğal sebeplerle değil, bir cinayet sonucunda vuku bulmuştur. Hem de kardeşin kardeşi öldürmesiyle. Bu bile esasında dünyanın ne menem bir yer olduğu hakkında bize ufak bir ipucu verecektir. Her şeyiyle bel bağladığımız bu dünya Allah’ın Adem’i cezalandırmak için gönderdiği dünya değil midir? Bu açıdan bakıldığında insanlık olarak bulunduğumuz konumun ciddi bir çelişkiden ibaret olduğunu görebiliriz. Celladına aşık insanlar gibiyiz. Dünyanın keskin dişlerine boynumuzu uzatmış öylece bekliyoruz. Sıramızı beklerken yanımızdakilerin durumu da açıkçası bizi pek ilgilendirmiyor. İlgilendirmemekten ziyade olanların karşısında adeta üç maymunu oynuyoruz. Görmüyor, duymuyor ve bilmiyoruz. Kendimizi sürekli bir şeylerle meşgul edebilmenin amacı ve gayreti içerisindeyiz. Radyasyondan koşarak kaçmaya çalışmak gibi bizim bu halimiz. Önünde sonunda bizi yakalayacak olan o ölümden kaçmanın yollarını arayıp duruyoruz. Ölümü hayatımızın akışında bir yere koymuyor, aksine onu unutabilmek için tam manasıyla karıncalar gibi didiniyoruz. Fakat unuttuğumuz bir şey daha var. Ölüm onu hiç düşünmeyenleri dahi ziyaret edebilecek kadar düşüncelidir. Bilinmezlerle dolu olan bu hayat sinemasının başrolünü her defasında ölüm üstlenmemiş mi? Ölüm üstlendiği bu rolü hiç şaşmadan en iyi şekilde icra ede gelmiş tarih boyunca. Fakat insan olarak bizler bu filmin neresindeyiz? Figüran olmayı reddedenler daima bir iz bırakmış. Baki kalan bu kubbede o hoş sadayı bırakabilmenin peşine düşmüşler. Bugün bu isimler fikirleriyle olsun, eserleriyle olsun kanlı canlı bir insanmış gibi aramızdalar. Peki biz neredeyiz? Tabiri caizse saman gibi bir hayatımızın olduğunun farkında mıyız? Bu gidişli gelişli dünyada bizim konumumuz tam olarak nedir? Bir gece kulübünün giriş kapısında yer alan ‘’unutmak için içeceksen ödemeyi önceden yap’’ uyarısı özetliyor belki de tüm bu ahvalimizi. Günlük hayatımıza şöyle bir dönüp bakarsak kendimizi sürekli bir şeylerle meşgul ettiğimizin farkına varırız. Televizyon, sosyal medya, alkol, sonu gelmeyen eğlenceler, cümbüşler… Dışarıdan bakıldığında her ne kadar farklı şeylermiş gibi görünse de hepsinin sanki aralarında gizli bir anlaşma yapmışçasına ortaklaşa üstlendiği bir görev var: Unutturmak. Ölüm fikrinin bizi çıldırtmıyor oluşu da tam olarak bundan kaynaklı. Sürekli bir unutma faaliyeti içerisindeyiz. Ölümü unutma süreci ise en temel zihni süreçlerimizden biri olmuş durumda. Bu unutma süreci içerisinde yalnızca ölüm fikrinden değil insanlığımızdan da uzaklaşıyoruz esasında. Çünkü ölümü unuttuğumuz nispette insanlığımızdan da bir şeyler kaybediyoruz. Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayanlar en nihayetinde hiç yaşamamış gibi ölmeye mahkum oluyorlar. Çünkü bu insanlar ölüm fikrinin uçup gidici olan hayatımıza kattığı o anlamdan mahrum kalıyorlar. Sabah evden çıktığımızda annemiz olsun, eşimiz olsun ya da bir başkası olsun ona şöyle bir kıyıdan köşeden selam verir, kapıyı açar çıkar gideriz. Belki bunu bile yapmaz yılan gibi kıvrılırız o sıcacık yuvamızdan selamsız sabahsız. Fakat ölüm fikrinin hayatımızda bir yeri olmuş olsaydı işte o zaman mis kokusunu içimize çeke çeke karşımızdakine sımsıkı sarılırdık. Ticaretle uğraşıyorsak müşterimizi kazıklamanın yollarını aramaktan vazgeçerdik mesela. Siyasetçiysek millete bir yığın insan gözüyle değil her birinin bir başka dünyayı ihtiva ettiği anlayışıyla yaklaşırdık. Öğretmensek eğer, ‘‘memleketi ben mi kurtaracağım kardeşim’’ demeyi bir kenara bırakır ve her bir çocuğun bu memleket için bir umut ışığı olabileceği hayaliyle gül bahçelerine çevirirdik sınıflarımızı. Her ne iş üzereysek onu en iyi şekilde yapmaya çalışırdık anlayacağınız. En ufak bir canlıya dahi zarar vermekten imtina ederdik. Çünkü bilirdik ki tepemizde dönüp dolaşan ölüm adlı o bumerang her neye zararımız dokunduysa filmin sonunda bize misliyle ödetecek. Yalnızca içinde bulunduğumuz toplumun değil dünyanın bugün neden bu halde olduğuna dair bir fikrimiz oluşmuştur sanırım. Bunca hayal kırıklıkları, savaş, kan, vahşet, gözyaşı… İnsanlık olarak tüm bunlar unutkanlığımızın bir cezasıdır bizlere. O zaman ölümü düşünelim dünyayı kurtaralım tarzı bir anlayış değil benimkisi. Keşke bu kadar kolay olsa her şey. Ölümü düşünmek, onu hayatımızın merkez noktasına koymak bir şeyleri değiştirecektir elbette. Ama her şey de o bir şeyden başlamaz mı? Şairin bir kitabında yer alan ‘’Kötülükleri bitiremeyiz belki ama iyilikleri çoğaltabiliriz’’ ifadesi yolumuzu aydınlatmalı. Yazımızın en başında da dediğim gibi ilk ölümün kardeşin kardeşi katlederek gerçekleştiği bu diyarda kötülük olmasın demek tam manasıyla bir saf niyetlilik olacaktır. O halde öncelikli olarak kendi içimize bir yolculuk yapacak, kendi dünyamızı değiştireceğiz. Kendi dünyasında en ufak bir şeyi dahi değiştiremeden başkalarını değiştirme sevdasına kapılanların akıbetlerinden ibret alacağız. Daha sonra iyilikleri çoğaltabilmek umuduyla yaşayacak ve bu amaç uğruna ter dökeceğiz. Bugün açlıktan ölmek üzere olan bir çocuğun yanaklarından süzülen o gözyaşının tüm dünyadan büyük olduğunu anlayacağız böylelikle. Evine iki kuruş para götürebilmek umuduyla inşaat köşelerinde çalışan o yetimin omuzlarındaki yükün dünyadan daha ağır olduğunu kavrayacağız. Bir Filistinlinin üzerine doğru gelen tankı durdurmak için elinde tuttuğu o sapanın kaç nükleer bombaya denk geldiğini hesaplamak için kafa yoracağız. Tüm bunlardan sonra eğer kalmışsa üzerimizde yürek diye taşıdığımız o şeyden bir eser ve hala duruyorsa tepemizde akıl diye tuttuğumuz kırık dökük pusula, düşe kalka bulacağız kaybettiğimiz o merhamet yurdunu. İşte ölümü düşünmek budur. Bizden başkalarının da bu gezegende var olduğunu, tek derdi olanın biz olmadığını tüm zerrelerimizce anlamak ve hissetmek… Dert diye isyan ettiğimiz şeylerin bir hiç mesabesinde olduğunu görebilmek. Hayatımızın son demlerinde ‘’rüzgar gibi geçti’’ dememek için ölümün her şeyi silip süpürdüğü bu dünyada bir iz bırakabilme kaygısıyla iyilikleri çoğaltabilmenin peşine düşelim. Çünkü ölümün bir diğer adı da unutulmaktır. (Batuhan Bozkaya)
“Cehenneme Övgü- Gündelik Hayatta Totalitarizm” ya da İngilizce ismiyle “Kendilerimizin Tutsakları” 22 yıllık bir kitap. Hayatım boyunca bir çok defalar gerek alıntılarıyla, gerekse övgüleriyle karşılaştım Gündüz Vassaf’ın bu eseriyle. Okumak ama bu dönemde fırsat oldu. Gündüz Vassaf’ın hayatı zaten yazarın künyesinde yazıyor. Boğaziçi Üniversitesinde öğretim üyesiyken 12 Eylül’den sonra istifa ederek ülkeden ayrılmış bir Psikolog yazarımız. Ve kitabın isminden de anlaşılabileceği üzere bolca totalitarizm eleştirisi var bu kitapta. Ama bildiğimiz tanımın dışında çıkarak ufkumuzu biraz aralamaya çalışıyor totalitarizm konusunda Vassaf. Kitabın adı Cehenneme Övgü, bir nevi John Milton’un Kayıp Cennet’i gibi bir şey bekleyebiliriz belki şeytanı öven. Ya da “sizinle cennette olmaktansa cehennemde yanarım daha iyi” türünde son zamanlarda bolca kullanılan-aslında akıldan geçirilen- bir düşünceyle uyumlu olabilir bu kitap belki. Ama bu kitabın sadece ilgi çekmesi için konulmuş ismi aslında, evet cennet cehennem karşılaştırması da var kitapta diğer birçok şeyin yanında. Ama yazarın asıl amacı daha önce hiç düşünmediğimiz konularda zihni açarak, tehlikeli (?) düşünceleri genç dimağlara nüfuz ettirmek. Gündelik hayatımızda totalitarizm 19 ayrı konu üzerinden hayatımızdaki somut ve soyut totaliter öğeleri inceliyor -sorular soruyor aslında. Sonda da bir yarım sayfada yapmamız gerekeni söylüyor. İsterseniz bu on dokuz konuya kısa kısa bakalım İlk bölüm zaten kitabın bunca yıldır hala bir başucu kitabı olarak tanımlanmasına yol açan kısım belki de. Alıntıların büyük bir kısmı buradan geliyor. Ha bu arada kitabın tam anlamıyla bir alıntı membaı olduğunu söylememe gerek yok herhalde. Gündüz Vassaf burada, o mükemmel üslubuyla, Geceyi totaliter gündüzün karşısına koyarak içimizdeki bir şeyleri tetikliyor. Evet işte bu diyoruz. Zalimin zulmü varsa, sevenin de gecesi var. Sonra cehenneme övgü başlıyor. Kiliseden örneklerle cennetin – ya da dünyada cennetin- totaliter düzenin aracı olduğunu yönetme araçlarından birisi olduğunu, cehennemin ise özgürlük ve yaratıcılığın simgesi olduğunu söylüyor kısaca Vassaf. Üçüncü bölümde kelimelerin etrafımıza kurduğu demir parmaklıkları anlatıyor yazar. Yalnız burada ilk bölümde Geceye ait olduğunu söylediği, “Seni Seviyorum” cümlesinin totalitarizmin başka bir aracı olduğunu anlatırken biraz kafamızı bulanıklaştırıyor. Delilerden en iyi anlayanlardan birisi olarak 20.yüzyılın delilerinin de artık özgür olmadığını söylüyor dördüncü bölümde de. Nerede o eski deliler kıvamına geliyoruz biraz. Psikiyatrinin gücü gözümüze sokuluyor bu bölümde de. 19 bölüm epey uzun sürecek böyle, hızlanıyorum biraz müsaadenizle. Evlerimiz, kutu gibi , odaların isimleri bile bize bir şeyler dayatmak için. Ya kahramanlar, gerçekten ihtiyacımız var mı özgür bir toplumda kahramanlığa. Bilgi her yerde, üzerimize püskürtülen, gerçek olup olmadığını bile anlayamadığımız bu selden de kurtulmalı mıyız ki? Ya cinsiyet, seks- her dönemde günahların en büyüklerinden, ayrımcılıkları körükleyen, insanları vahşete iten bu kimlikler totaliterlerin oyuncakları değil midir? Seçimler var bir de, abarttığımız bir başka gerçek. Seçmeme hakkımız yok mu bizim, diğer seçeneği dışlamama hakkı . Biz ve onlar olarak ayırmama hakkı insanları. Seçmek özgürlük mü gerçekten? Hainler var bir de, dönekler, cehennemin en dibindekiler. Cervantes’e göre iğrenç insanlar. Peki Cervantes’in kendisi hiç ihanet etmemiş taraf değiştirmemiş mi? Ya bi bir nevi hain değil miyiz? Ölümü yadsımamız mı lazım, içselleştirmemiz mi? Sanatı inkâr edebilir miyiz, yoksa totaliter bir oyuncak mı sanat da, mükemmellik esas mı sanat için? Anlaşmazlıklar, uyumsuzluklar totalitarizmin düşmanı mı? Başka bir bakıştan gerçekten hoşlanmıyor mu bizi hizaya getirmek isteyenler? Ya hedef, amaç, bunun için yapılan her şey, tüm planlarımız – tüm çabalarımız, o da mı totalitarizme hizmet ediyor? Çevremizdeki her şey gibi düğmelerle kumanda edilecek miyiz ilerde biz de? Peki şu anda öyle olmadığına emin miyiz? Fotoğraf çekmek de bizi totalitarizme mi taşıyor? Ya insan kibri, insan aklı, insan aklının kibri? Homo Sapiens olmak otomatik olarak totaliter olmak mı demek? Evrimimiz bunu mu gerektiriyor? Peki ya çocuk yapmak, böyle bir dünyaya çocuk getirmek mi, getirmemek mi daha özgür bir düşünce? Ortalara doğru bir parça didaktikleşen – ama kesinlikle sıkıcı olmayan- yazarın kalemi kitabın sonlarında o ilk sayfaların bizi saran havasına bürünüyor tekrar. Zaman (Anı yakalamaya çalışmayıp anı yaşamak, anın içinde kaybolmak) ve Aşk (Aşkta totalitarizm) bölümleri de su gibi akıyor. Kitapta sorulan bunca soruya, ortaya çıkan sorunlara Baudaliere’in dizeleriyle karşılık veriyor son olarak yazar. Spoiler elbette, ama isteyen bakabilir:) (gonderi/11454543) Kitap bu kadar, bilindik şeyler, yeni şeyler, ufuk açıcı şeyler, zorlama şeyler, gereksiz şeyler, mucize şeyler, bazı şeyler… kitaptan ne alacağı okura bağlı. Kesinlikle göz ardı edilebilecek bir eser değil. Eskide kalmış da diyemeyiz, öyle bir toplumda yaşıyoruz ki insanlar Odysseia’da bile bir şeyler bulabiliyor günümüzle bağdaşabilecek. Gündelik hayatımızla ilgili farklı bir bakış arayanlar ya da Gündüz Vassaf’ın yetkin anlatımını ve mükemmel tespitlerini merak eden herkes okuyabilir bu kitabı. (Erhan)
Kitabı okumadan önce Totalitarizm'in ne demek olduğunu bence bilmemiz gerek. Bu yüzden Okumadan önce küçük bir araştırma yaptım. Totalitarizm, bireysel özgürlüklerin tamamen kısıtlandığı, devlete itaatin şart olduğu, tüm yetkilerin merkezileştirildiği bir yönetim şeklidir. +Totalitarizm bütüncüllük ise, totaliter düzen tüm toplumu belirli bir ideoloji doğrultusunda yönlendiren, kullanan ve bunun için de baskıcı yöntemler devreye sokan siyasal bir sistemdir. Ben kitabı okurken farkında olmadan dünyanın totaliter düzenine nasıl hapsolduğunu, daha önce hiç düşünmediğim konuların ne kadar önemli olduğunu gördüm. Her bölümü birbirinden etkileyiciydi benim için. Resmen aydınlanma yaşadım. Özgürüz dediğimiz halde aslında bireysel özgürlükten ne kadar uzak olduğumuzu, hayatın her alanında totalitarizmle iç içe yaşadığımızı yazar o kadar iyi anlatmış ki. +İnsan ne zaman özgür kalır? Evlerin yerleşim şeklinin bile bir kurala göre belirlendiği bu toplumda, bu gezegende ne kadar özgür olabiliriz? Seçme özgürlüğümüz var mıdır? Alışageldiğimiz kuralların hepsini sorgulayan ve yargılayan bir kitap. Bu tutumun hayatımızda ne kadar da yer ettiğini kitabı okuyunca daha iyi anlıyorsunuz. 20 bölümden oluşan kitap bize gerçekten hayatı sorgulama fırsatı sunuyor. Bazı yerlerinde yer yer görüşlerine katılmayabilirsiniz, ben çelişkiler de yaşadım ama kitabın bütününe bakarsak fikir ayrılıkları olsa dahi bence gerçekten okunması gereken bir kitap. Kitabı bitirdikten sonra derin düşüncelere daldığım kesin... İyi okumalar! (Ayşe Coşar ️️)
Cehenneme Övgü PDF indirme linki var mı?
Gündüz Vassaf - Cehenneme Övgü kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Cehenneme Övgü PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Gündüz Vassaf Kimdir?
Liseyi İstanbul Robert Koleji'nde tamamladıktan sonra 1968'de George Washington Üniversitesi'nde psikoloji eğitimi gördü. 1977'de Ankara Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nden doktorasını alan Vassaf, uzun bir süre Ankara Üniversitesi Mediko-Sosyal Merkezi'nde öğrencilere psikolojik danışmanlık yaptı. Uluslararası Psikologlar Konseyi yönetim kurulu üyeliğinde bulunan Gündüz Vassaf, 12 Eylül askeri darbesinden sonra öğretim üyeliği yaptığı Boğaziçi Üniversitesi'nden istifa etti. Türkiye’de Psikologlar Derneği’nin kurucu üyelerinden olmasının yanı sıra 12 Eylül’e kadar Uluslararası Af Örgütü’nün İstanbul Şubesi başkanlığında, Tüm Öğretim Üyeleri Derneği (TÜMÖD) yönetim kurulunda yer aldı. O tarihten sonra Kassel, Marburg ve Bremen üniversitelerinde öğretim üyesi, Kanada McGill Üniversitesi Center for Developing Area Studies’de “konuk” akademisyen, Amsterdam’da Averroes Stichting’de klinik psikolog, Viyana’da Institute für Höhere Studium ve Avrupa Bilim Vakfı’nda da konuk araştırmacı olarak çalıştı. Halen çalışmalarını, Amerika Birleşik Devletleri'nde, doğduğu şehir olan Boston, Massachusetts'de sürdürmektedir.
Yazar, psikoloji alanındaki eserlerinden çok, tarihe farklı bir bakış açısıyla yaklaştığı çalışmalarıyla tanınmaktadır. Radikal gazetesinde Uçmakdere başlığıyla köşe yazıları kaleme almıştır. İnsan, tarih, sosyoloji, popüler kültür konularında her Pazar yayınlanan "Gerçek Orada Bir Yerde" adlı programda Murat Belge ve Şerif Mardin ile birlikte yer aldı.
Gündüz Vassaf Kitapları - Eserleri
- Cehenneme Övgü
- Cennetin Dibi
- Mostari
- Kimliğimi Kaybettim, Hükümsüzdür!
- Türkiye Sen Kimsin?
- Medeniyet, Kültür, Sanat
- Annem Belkıs
- Leventnâme
- Tarihi Yargılıyorum
- 40 Yıl Önce 40 Yıl Sonra Amerika - Rusya
- Daha Sesimizi Duyurmadık
- İstanbul'da Kedi
- Boğaziçi'nde Balık
- Nazım
- Ne Yapabilirim?
- Yol Arkadaşım
- Sınırsız
- Mehmet'in Babası Nâzım
Gündüz Vassaf Alıntıları - Sözleri
- Toplumsal patolojiye dönüştü satın alma ihtiyacımız. *sırf en pahalısı diye satın alınan ürünler var. (Medeniyet, Kültür, Sanat)
- “Çok yıllar sonra, 50’lerin başında oğlum Gündüz ile beraber Tepebaşı’nda tramvaya bindik, Şişli’ye veya Taksim’e gideceğiz. Yalnız bir kişilik oturacak yer vardı ben de oraya Gündüz’ü oturtup kendim ayakta durdum. Derken biletçi geldi. “Bu çocuk kimin?” dedi. Benim deyince, “Peki” dedi “öyleyse sen otur oraya, çoçuğu da kucağına al.” Oysa Gündüz büyüyordu. Onu bebek gibi kucağıma almak büyük çocuk olduğu için gururunu kırar hala ufak bebek yerine koymak gibi olurdu. Onu yapmak istemedim “İsterseniz ona da bilet keselim” dedim.” (Annem Belkıs)
- insana özgü anlaşamamanın acizliği zorunlu kılar otoriteye mahkumiyetini. (İstanbul'da Kedi)
- Tolstoy, Anna Karenina romanına şu ünlü cümlesiyle başlar: “Mutlu aileler birbirlerine benzer. Mutsuz ailelerin mutsuzluğu kendilerine özgüdür.” (Tarihi Yargılıyorum)
- "Devletlerin toprak köşe kapmacasında isimlerimiz bile bizim değil." (Mostari)
- Hepimizin aynı saatte, aynı yaşta, aynı hızda öğreneceğimiz üzerine kışla mimarisini kurmuş bir eğitim sistemi daha ne kadar sürebilir? (Medeniyet, Kültür, Sanat)
- Kayış kapar kolumuzu Kırılan kemik, kan. Hani şimdi bizim soframıza Haftada bir et gelir Ve çocuklarımız işten eve Sapsarı iskelet gelir. Hani şimdi biz; İnanın güzel günler göreceğiz çocuklar Güneşli günler göreceğiz. Motorları maviliklere süreceğiz çocuklar Işıklı maviliklere süreceğiz... (Nazım)
- Annelerimiz, babalarımız, sonra da öğretmenlerimiz kutsaldır mesela. Dinler, dersler, aile terbiyesi bize onların nasıl yüce insanlar olduklarını anlatır. Sonra büyürsünüz ve diyelim çocuk psikolojisi dalında ihtisas yaparsınız. Bu sefer çocukluğunuzda, okulda size ezberlettirilen şiirlerle yücelttiğiniz analar, babalar karşınıza birer canavar olarak çıkarlar. Kimi çocuğunun ırzına geçmiş, çocuk başından geçeni yıllarca içine gömmüştür. Kimi çocuğunu, onlar kendi kendilerini büyütürler havasında, hiç kaale almamış; kimi de çocuklarına, altında hayat boyu ezileceği hedefler koymuştur. Öğretmenlerin beylik laflarla süslenen dokunulmaz yüceliği başka bir yalandır. Çocukların çoğu haksızlığın ne olduğunu ilk onların sınıftaki gaddarca davranışlarından öğrenir. (Medeniyet, Kültür, Sanat)
- “Beraberken de özgür olabiliriz,özgürken de bağlılıkla sevebiliriz diyor.” (Annem Belkıs)
- dini olsaydı hayvanların insan olurdu şeytanları. (İstanbul'da Kedi)
- Dünya evrenin merkezidir, kıyısına da gitme boşluğa düşersin diyorlar .peki diyoruz daha sonra yok öyle değilmiş diyorlar..ona da peki.bilim gibi tarihte de önceden inanıp sonradan safsata diye baktıklarımızın haddi hesabı yok.. (Cennetin Dibi)
- Cami sayısının hızla arttığı Türkiye’de en son ne zaman kütüphane açıldı? Ya da ara sıra uğrayabileceği bir kütüphanenin eksikliğini hisseden kaç kişi tanıyoruz? (Türkiye Sen Kimsin?)
- ...Ama Türkiye'de tahsilime devam ettiğimde bize evrensel olarak öğretilen insan psikolojisinin, insan zekasının, davranışlarının, aslında hep Amerikan insanı ya da Amerika'da yapılan laboratuvar araştırmalarına göre açıklandığını görünce, bu ülkenin dünya gücü olmasının sırf zenginliği ya da askeri gücüyle açıklanamayacağını gördüm. Hangi davranışımızın normal, hangi vasfımızın zekice olduğu, Amerika'da oluşturulan normlara göre kararlaştırılıyordu. (40 Yıl Önce 40 Yıl Sonra Amerika - Rusya)
- Her şey tanrı adına yapıldığından karşı çıkan yok. (Cennetin Dibi)
- Ben yanmasam sen yanmasan biz yanmasak, nasıl çıkar karan- -lıklar aydın- -lığa.... (Nazım)
- Biz Tükettikçe Eksiliriz. (İstanbul'da Kedi)
- Bizi yönetmeye kalkışanlara güvenimizi yitirmemiz aslında kendimize olan güvenimizin belirtisi. (Kimliğimi Kaybettim, Hükümsüzdür!)
- Almanya'da 16 yaşında bir Türk kızının Ankara Radyosu'na yazdığı bir mektuptan: "... tek arkadaşım Türkiye'nin Sesi Radyosu'dur. İki yıldır buradayım. Annem ve babam beni sokağa bile bırakmıyor, bütün ev işlerini bana yaptırıyorlar. Bir yere giderken, beni evde kilitliyorlar. Konuşacak kimsem yok. Hep radyo dinliyorum." (Daha Sesimizi Duyurmadık)
- Kötümserliğe kapılıp edilgenleştikçe, değişim erteleniyor, düzen sürüyor. Değişim biziz. (Ne Yapabilirim?)
- değerle deşer insan insanı. sevdiler mi silah yaparlar sevgiyi. (İstanbul'da Kedi)