diorex
sampiyon

Boynu Bükük Öldüler - Yılmaz Güney Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Boynu Bükük Öldüler kimin eseri? Boynu Bükük Öldüler kitabının yazarı kimdir? Boynu Bükük Öldüler konusu ve anafikri nedir? Boynu Bükük Öldüler kitabı ne anlatıyor? Boynu Bükük Öldüler PDF indirme linki var mı? Boynu Bükük Öldüler kitabının yazarı Yılmaz Güney kimdir? İşte Boynu Bükük Öldüler kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 24.04.2022 08:00
Boynu Bükük Öldüler - Yılmaz Güney Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Yılmaz Güney

Yayın Evi: İthaki Yayınları

İSBN: 9786053755159

Sayfa Sayısı: 416

Boynu Bükük Öldüler Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

1972 Orhan Kemal Roman Ödülü

“Boynu Bükük Öldüler, Nevşehir Cezaevi’nde, siyasiler koğuşunun en dip köşesinde, rutubetli bir duvara komşu bir ranzada,

geceli gündüzlü on altı aylık bir çalışmanın ürünüdür. Ranzamdan hiç indirmediğim küçük bir masam vardı. Yatma zamanı gelince, ayak ucuma çeker, ayaklarımı altına sokar, uyurdum. Çoğunlukla, anlattığım insanları görürdüm düşlerimde, onlarla yaşardım.”

-Yılmaz Güney-

Yılmaz Güney, çok iyi tanıdığı köy gerçekliğini ve köylüleri olduğu gibi anlatıyor; ama elbette bir roman yapısı içinde, elbette yakından tanıdığı, yaşadığı insan ve toplum gerçeklerini seçerek, düzenleyerek… Yılmaz Güney inandırıcı olmayı biliyor.”

–Fethi Naci-

Boynu Bükük Öldüler Alıntıları - Sözleri

  • Çok uzak bir ölüm bile, insana kendi acısını getirir.
  • İçine bir burukluk çöktü mü: ''Benim sadık yârim kara topraktır,'' diye başlardı türküsüne.
  • Bizde insanız ama evimiz yok,insan evsiz olur mu ?
  • Şunun sırasında hepimiz insan değil miyiz? İyilik, iyilik! Başka bir şey kalmaz geride. Ne para, ne pul, ne mal, ne mülk. Hepsi boş bunların, hepsi.
  • Her renk bir özlemi, bir yaşantıyı özetler
  • Unutma!aynı gökyüzü altında bir direniştir yaşamak
  • Sevdanın buruk yalnızlığını ve özlemlerin en sıcağını yaşıyordu. Bu, kendi dışında başka bir varlık olmak gibi bir şeydi.
  • Çocukları çok seviyorum, ama onları bu dünyaya getirip acı çektirme hakkına sahip değiliz.
  • Ne yapacağını bilemeyen çaresiz insanın acı umutsuzluğudur bu.
  • Çok güz gelecek, çok çiçekler açacak, solacak, kuşlar gelecek, gidecek ve masal böyle sürecek.
  • Yaşanmış anlar, yaşanılana buruk bir tat katar. Yaşamak, geçmişin sevinciyle beslenip bir derinlik, bir ayrıcalık kazanır.
  • Canımızı sıkmayan şey mi kaldı be Derviş? Burnumuzu sıksan canımız çıkacak.
  • Yaşamanın tüm acıları, hayalleri, umutları, hepsi birden akıyordu. Damla damla akıyordu yüzüne.
  • Kimsesizin ardından gidenide olmazmış
  • - Biz de zamanında kendimizi öldürdük. İki güzel söze ömrümüzü verdik...

Boynu Bükük Öldüler İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Köylü'nün horozu, Ağa'nın horozunu yenecek!: "Bir gece yatıyorduk, uyandırdı bizi. Ben gidiyorum arkadaşlar, dedi. O gün Durmuş Ağa horoz için azarlamış onu, bir güzel de dövmüş sonra. Buna içerlemiş çocuk. O gece gitti. Giderken de dedi ki: Ben, dedi, bir gün bu Yenice'ye döneceğim, diyar diyar gezeceğim, iyi bir horoz bulup alacağım, dedi. Horoz alacakmış da Durmuş Ağa'nın horozunu dövdürecekmiş. Böylece öç alacakmış..."(gonderi/54989704) Kitapta ilk başkaldırıyı başlatan Arap Seyfi oluyor. Bu yalnızca bir başkaldırı değil. Köylünün içinde biriktirdiği isyan, bir horoz kadar değer görmeyen köylünün feodaliteye isyanıydı... Fakirliğin, ezilmişliğin büsbütün dünyaya egemen olan zulmün yaktığı yürekleri en derine kadar hissediyoruz... Fakiriz, ama gururluyuz klişesinin aslında kullanıldığı kadar basit bir cümle olmadığını, o gururu kalbine kadar hissettiren kitap yer yer bunu kimi cümleler ile açıkça anlatıyor "Sana yalan gelir, dışarda boş tencere kaynattım, el derdimizi bilmesin, yiyecekleri yok da aç yatıyorlar, demesinler diye..."(gonderi/54988910) Dışarıda el laf etmesin diye boş tencere kaynatmak?! Bir gün bizde nasiplenebilecek miyiz bu gururdan?... "Dört duvarlı, basık tavanlı bu yeryüzü bölüntüsünde kişiler kendi paylarına düşen eskimeyi hiç farkında olmadan zamana bırakıyorlardı. Durdukları yerde eskiyorlar, azar azar tükeniyorlar, azar azar ölüyorlardı. Ve günün birinde de, hayatlarını büsbütün, birkaç kişinin anısına dağıtıp bu dünyadan çekilip gideceklerdi."(gonderi/55132197) Belki de kitabın tüm mesajı bu bölümdeydi. Bize vermek istediği mesaj, bilinçlenin diyen mesaj bunda gizliydi... Aslında ben hala incelemeye nerden başlayacağıma karar veremiyorum, o kadar dolduruyor ki insanı bu kitap... Halil'i mi, Emine'yi mi, Osman Emmi'yi mi, Kamber'i mi oğlu Remzi'yi mi, Seyfi'yi mi?... Hangi karakter üzerinde yoğunlaşsam karar veremedim bile... Çakal diye tabir edilen Omar karakteri bile o kadar doldurdu ki içimi... Halime'sinin kanına giren, Emine'nin kanına giren ağa oğlu Selim'i öldüren, intikamını alan, başkaldıran Omar, yalnızca bir ırz düşmanına değil aynı zamanda ağalara da başkaldırmıştı... Selim'i öldüren Omar'ın "Bundan gayrı boynum bükük değil." demesi, bize daha ne kadar açık mesaj verebilir bilemiyorum... Bir horoz yüzünden Ağa'dan azar işiten, dayak yiyen, Ağa'nın horozunu yenecek bir horoz bulmak için, intikamını almak uğruna köyden ayrılıp 5 yıl çalışıp didinen Seyfi'ye ne demeli peki? Halil'in, Emine'nin kurtuluşu, köylünün uyanışı Seyfi'nin bu gururlu hırsı sayesindedir. Bir horozun bu kadar anlam taşıması oldukça tuhaf bir üzüntü veriyor bizlere... Kamber Dayı'nın Remzi'yi okutma çabası, ağaların Kamber'i oğlunun yanında rencide etmesi,"Bizim de ciğerimiz var" demesi, gözü dolmuş Kamber'in oğluna teselli vermesi, Remzi'nin okul için saatlerce yol yürümesi, umudun ne olduğunu açık bir dille anlatıyor: Okumak!... Nihayetinde Ağa'sının bunca zulmüne dayanamayıp oğlunu okutabilmek için köyü terkeder Kamber. Osman Emmi'ye değinmeden edemeyeceğim, sen ne güzel bir detaysın... Aliye'sine kavuşamayıp hastalığına yenik düşüp ölen Hıdır'dan sonra Eski ve tek dostu Kamber'in ayrılışını kaldıramayan kalbi oracıkta pes eder... Dostunun ayrılışına dayanamayıp can vermek, ne bileyim dokunuyor işte... Ve gelelim en çok ismi geçen karakterlere... Halil ve Emine... Babası Mahmut'un deyişiyle talihsiz Emine, boynu bükük Emine... Boynu bükük kelimesi 30'dan fazla geçiyor kitapta... Hatta o kadar geçiyor ki bir bölümde taşın bile boynu bükük, denilir... Yılmaz Güney, diğer yazarlar gibi baş karakteri kusursuz göstermiyor hatta yeri geldiğinde Halil'in saçma davranışlarına sinir oluyorsunuz. Aslında bu durum bile Yılmaz Güney'in "köylü"yü ne kadar gerçekçi anlattığını gösteriyor. Diğer yazarlar gibi alışılagelmiş köylü profilini çizmiyor veya yüceltmiyor... Taa içinden ve en gerçekçi haliyle anlatıyor. İki sevdalı var işin içinde zaten sevda araya karıştı mı her şey değişiyor... Kamber Dayı'nın da Halil'e dediği gibi "Bu sevda bahar gibidir Halil'im; adama her yan güllük gülistanlık görünür, kokulu görünür, hoş görünür. Adamı esrik eder, mahveder. Bir de bunun yazı var, kışı var. İnsan ömrü hep bahar değildir yavrum..."(gonderi/55032839) Ki hep baharı yaşamadı bu sevda... Ama Emine, sen ve sadakatin; bir kadının sevgi konusunda erkeği nasıl ezip geçtiğini o kadar açık ediyorsun ki, hemcimsenden iyice nefret ettirdin, utandırdın... Hem ne demiş atalarımız "Jin heye ji sed mêrî çêtir e"... Yani, kadın vardır yüz erkeğe bedel... Sanırım atalarımızın kastettiği kadın profili sensin. Çalışamayan babası yerine 3 erkek kadar çalışan, sevdasında emeğinde, direnişinde bu kadar yiğit olmak... Kadın nedir sorusuna iyi bir cevapsın. Erkeklere de, tabiri caizse odun Halil'e de bir tokatsın... Her şeye rağmen Halil'den vazgeçmeyen sevdiği kişinin içi rahat etsin diye ölümü bile göze alabilen bir varlık. Halil belki "Ama ölsem ağlarsın değil mi Halil?" soruna cevap vermedi ama ağlattın bizleri be... Halil'i de yabana atmayalım tabi yetim ve öksüz Halil Kadir Ağa'nın elinde büyümüş bir Halil elbette kolay vazgeçemiyordu kendisini büyüten ağadan... Zaten kimse eceliyle ölmemiş Halil'in soyundan(gonderi/55106596) anası kurtarmış... Yıllar sonra ailesinden tek kalan Halil'i de öldürmeye gelirler, Halil merttir gelen iki kişiyi de yaralayıp içindeki intikam hırsını az da olsa dindirmiştir. Cesurdur Halil... Zaten isyan kanında varmış. Ağa'nın tecavüzcü oğlu Selim uzun atlama yarışında hava atarken köylüye, Selim'e meydan okuyup kazanan Halil kendini iyice ele vermişti bu konuda... Aliye'ye vurulan Hıdır, sen de Emine gibi sevgine sadıktın, Aliye'ye hiç mi hiç bu sevgini haketmedi... Emine'ye sonradan vurulan Ali, sen de çok güzel sevdin... Ve Seyfi... Ne güzel bir anda çıktın sen... Elinde kel horozla intikam almaya gelmiştin 5 yıl aradan sonra, horozu için seni döven Ağa'dan... Ama gel gör ki Ağa'lık ya bu feodalite ya bu, intikam alabilmen için bile para ortaya atman gerekti. Belki de o an tüm hevesin kırıldı ama köylü uyanmaya başlamıştı. İntikamını alman için kendi aralarında para biriktirmeleri bir uyanışı temsil ediyordu... Bir horoz ne kadar etki edebilir bir hayata demeyin. Çok etkiler... Hele ki bu hayat fakirliğin, ezilmişliğin pençesindeyken... İnancın, azmin ne olduğunu, neler getirebileceğini iyi anlattın bize... Horozun ve inancın tüm köylüye umut, Halil ve Emine'ye yol oldu... Yıllar yılı ağaların elinin altında yaşayan köylüler bir horoz ile uyandı... Bir horoz kadar değeri olmayanlar günü gelecek size hakettiğinizi verecek elbet... Umutla... İncelememi daha fazla uzatıp sizi sıkmak istemedim. Çok fazla eksiltili cümleler kurduğumun ve spoiler verdiğimin farkındayım, ama inanın sizi dopdolu hissettirecek duygu seline kaptıracak bu kitabı okuyunca bana hak vereceksiniz. Cezaevinde 16 aylık bir sürede yazdığı bu roman ilk romanı olmasına rağmen bu kadar etkileyici yazabilmesi, inandırıcı olması oldukça şaşırtıcı. Ki zaten Yılmaz bu kitabı nasıl yazdığını şu sözlerle dile getirmişti: "Boynu Bükük Öldüler, Nevşehir Cezaevi’nde, siyasiler koğuşunun en dip köşesinde, rutubetli bir duvara komşu bir ranzada, geceli gündüzlü on altı aylık bir çalışmanın ürünüdür. Ranzamdan hiç indirmediğim küçük bir masam vardı. Yatma zamanı gelince, ayak ucuma çeker, ayaklarımı altına sokar, uyurdum. Çoğunlukla, anlattığım insanları görürdüm düşlerimde, onlarla yaşardım.” Kitabı okurken biz de canlandırıyoruz bu insanları gözümüzde, biz de yaşıyoruz... İncelememi hayranı olduğum ve idol gibi gördüğüm Yılmaz Güney'i bir diğer adı Çirkin Kral'ı överek bitirmeye kalkışmak isterdim ama bu sonunu getiremeyeceğim kadar uzun sürerdi. İncelemem elbette bu kitabı dile getirmeye yetmeyecek eksikliktedir. Hatalarım vardır eksikliklerim vardır mutlaka. Bunun için af buyrun. Seni unutmadım, unutturmayacağım Çirkin Kral. Ruhun şad olsun... Şuraya da sizler için Yılmaz Güney'in sevdiğim bir şiirini bırakıyorum. Hoş kalın, özgür kalın... "Bu duvarlar yetmiyor bizi ayırmaya bilesin... Bu parmaklıklar, bu demir kapılar, bu hava, inan... Bazen bir yumrukta yıkacak kadar güçlü, Bazen bir serçe kadar güçsüzsem, bir nedeni vardır... Hangi zorluğu yenmemiş insanoğlu. Hele taşıyorsa içinde bu insanca sevgiyi. Güzel günler zorlu duraklardan geçer sevdiğim. Damla damla birikiyor insan. Damla damla sevgili... Bir gün akıp gideceğiz hayata... Duvarlar yıkılacak, açılacak bütün kapılar bilesin. Benim yüreğim sensin şimdi, seni vurur durur... Ve yine damla damla çoğalıyorsun içimde." (Dijwar)

Halil yetim ve öksüz bir çocukken ağa onu büyütür ve askere gönderir. Halil askerden döndüğünde tüm yaptığı iyilikler için kendini ağaya borçlu hisseder. Bunun için onun tarlasında ırgat olarak çalışır. Bir gün çocukluğu beraber geçmiş olan Emine'yi görür ve güzelliği karşısında mest olur. Hiç o işlere bulaşmak istemeyen Halil, gönlüne söz geçirememiştir. Emine'yle ilgili hayal kurar fakat sonra maddi durumları aklına gelir ve hayal etmeyi bırakır. Onların sevdaları masumdu fakat masumluğuna leke süren ağanın oğluyla aşkları yara alır. Boynu Bükük Öldüler ağalık, köy, köylünün geçim sıkıntısı üzerine durmuştur. Tarımda makineleşmeyle köylünün düştüğü zor durumu gözler önüne sermiştir. Yılmaz Güney'in amacı ne kadar gerçekliği tüm çıplaklığıyla anlatmak olsa da kadın karakterin tam bir ezik olması, namus kavramını iki bacak arasına yüklemesi gerçekliğin değerini düşürmüştür. Çünkü çok korkak bir kadın bile haksızlık karşısında bir tepki verebilir. Sırf bu yüzden kitabı çok beğenemedim. Edebiyatla kalın. (Melek Kaçak)

Yılmaz Güney, çok iyi tanıdığı köy gerçekliğini ve köylüleri olduğu gibi anlatıyor; ama elbette bir roman yapısı içinde, elbette yakından tanıdığı, yaşadığı insan ve toplum gerçeklerini seçerek, düzenleyerek… Yılmaz Güney inandırıcı olmayı biliyor.” (Engin Aktan)

Boynu Bükük Öldüler PDF indirme linki var mı?

Yılmaz Güney - Boynu Bükük Öldüler kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Boynu Bükük Öldüler PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Yılmaz Güney Kimdir?

Babası Siverekli Zaza, annesi ise Vartolu bir Kürt olan Yılmaz Güney, özellikle Çirkin Kral dönemi sonrasında çektiği ve önemli bir sinemacı olarak kabul edilmesini sağlayan Cannes ödüllü Yol, Sürü, Umutsuzlar gibi filmleriyle tanınır.

Yılmaz Güney'in gerçek adı Yılmaz Pütün'dür. Kendi ifadesine göre Pütün kırılması zor sert meyve çekirdeği demektir. 1937 yılında, köylü bir ailenin iki çocuğundan biri olarak dünyaya geldi. Babası Siverek Desman Köyü'nden olup Annesi Muş'un Varto ilçesindendir. Kendisi Adana'da büyümüş ve Adana birçok filmine konu olmuştur. Adana'da bir süre Kemal ve And Film şirketlerinin bölge temsilcisi olarak çalıştı. Üniversite okumak üzere İstanbul'a gitti ve Atıf Yılmaz ile tanıştı. Bu süreçte bir yandan da hikâyeler yazıyordu. Daha sonra Atıf Yılmaz'ın da desteğiyle sinemada çalışmalarına başladı.

Yılmaz Güney, 1959 yılında Atıf Yılmaz'ın yönetmenliğini yaptığı "Bu Vatanın Çocukları" ve "Alageyik" isimli filmlerin hem senaryosunu yazar hem de filmlerde rol alır ve oynar. "Karacaoğlan'ın Karasevdası"nda da yönetmen yardımcılığı yapar. Yeni Ufuklar ve On Üç gibi dergilere de öyküler yazan Yılmaz Güney, bir öyküsünde komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle yargılanır ve 1961 yılında bir buçuk yıl hapis cezasına mahkûm olur.

İki yıl sonra tekrar kaldığı yerden devam eden Yılmaz Güney, o dönemde daha çok macera filmleri çeker. Filmlerinde ezilen, hor görülen bir "Anadolu çocuğunun" otoriteye başkaldırısı vardır. Bu dönemde Çirkin Kral lakabını alır. Bu dönemdeki en önemli filmi Lütfü Akad'ın yönettiği ve kendisinin yazdığı "Hudutların Kanunu"dur. Bu dönem boyunca oyunculuğunu geliştiren Yılmaz Güney, abartısız ve yalın oyunculuk anlayışı bu dönemde artık oturtmuştur.

Yılmaz Güney, 1971 yılında Efraim Elrom'un öldürülmesinden sorumlu olan başta Mahir Çayan olmak üzere diğer Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi üyelerini sakladığı gerekçesiyle 2 yıl hapse ve sürgüne mahkûm edildi. Yılmaz Güney içeride kaldığı süre boyunca sinema ve sanat ile ilgili fikirlerini; şiir ve öykülerini o dönemde çıkarmaya başladığı Güney dergisinde yayınlamıştır.

1974'te cezaevinden çıktı. İki yıldan fazla cezaevinde kalan Yılmaz Güney aynı yıl "Arkadaş" filmini çekti. Yine aynı yıl "Endişe" adlı filmi çekerken Yumurtalık ilçesindeki bir gazinoda ilçe yargıcı Sefa Mutlu'yu öldürmekten tutuklandı ve 25 Ekim'de Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nde başlayan yargılamaların sonucu 13 Temmuz 1976'da 19 yıl hapis cezasına çarptırıldı.

Beş yıl hapis yattıktan sonra 9 ekim 1981 tarihinde izinli olarak çıktığı Isparta Yarı Açık Cezaevinden yurtdışına firar etti. Yılmaz Güney'in hapisten kaçışı da filmlerini anımsatmıştır. Hapse girmeden önce çekmiş olduğu "Şeytanın Oğlu" filminde: bir günlük bayram izininde dışarı çıkan ve kayıplara karışan bir adamın hikâyesini anlatmıştır. Filmine benzer bir yaşantı tecrübe etmiştir. Bir günlük izin ile hapisten çıkan Güney, Antalya'nın Kaş ilçesinden Yunanistan'a bağlı Meis adasına, oradan da İsviçre'ye kaçmıştır. Daha sonra Fransa'ya geçer ve yaşamının geri kalanını orada geçirir.

Cezaevinde sinema ile olan ilgisi devam etti. Bu dönemde senaryolarını yazdığı ve Zeki Ökten tarafından çekilen "Sürü" ile yurt dışında ve yurt içinde büyük ilgi gören ve Şerif Gören tarafından çekilen "Yol" filmleri büyük ses getirdi. Cezaevindeyken GÜNEY adlı bir sanat-kültür dergisi çıkardı. Yol'un kurgusunu tekrar yaptı ve Cannes Film Festivali'nde ödül aldı. Yurt dışına kaçtıktan sonra Fransa'da "Duvar" filmini çekti. Güney'in, 1976 yılında Ankara Merkez Kapalı Ceza ve Tutukevi'nde tanıklık ettiği, çocuklar koğuşunda çıkan ve tüm cezaevine yayılan bir isyanın sinemaya aktarıldığı "Duvar" onun son filmi olmuştur.

Son yıllarını Paris'te geçiren Güney, mide kanseri nedeniyle 9 Eylül 1984'te yaşamını yitirdi ve Paris'te toprağa verildi.

Yılmaz Güney Kitapları - Eserleri

  • Boynu Bükük Öldüler
  • Salpa
  • Sanık
  • Hücrem
  • Arkadaş
  • Soba, Pencere Camı ve İki Ekmek İstiyoruz
  • Ölüm Beni Çağırıyor
  • Selimiye Mektupları
  • Gençlik Öyküleri
  • Umut
  • Yol
  • Sürü
  • Oğluma Hikayeler
  • Ağıt
  • Acı
  • Baba
  • Zavallılar
  • Umutsuzlar
  • Hudutların Kanunu
  • Bir Gün Mutlaka
  • Seyyit Han
  • Aç Kurtlar
  • Endişe
  • İnsan, Militan ve Sanatçı Yılmaz Güney
  • Siyasal Yazılar
  • Duvar
  • Yunan Bıçağı
  • Sonsuz Bekleyiş
  • Selimiye Üçlüsü

Yılmaz Güney Alıntıları - Sözleri

  • Hayat denilen kavgaya girdik. Çelik adimlarla yürüyoruz.! (Bir Gün Mutlaka)
  • Sevgili... Sen de o mahzun yüzünle aklımın mühürüsün... (Selimiye Mektupları)
  • 03-09.12.1973 günlü ve 1169 sayılı L'Express'te "Umut" başlığı altında G.J. imzasıyla yayınlanan yazıda şöyle deniliyor: Sinemalarımızda bir Türk filminin oynaması, hemen dikkatimizi çekecek kadar ender rastlanan bir olaydır. Hele yapımcısı, ülkesinde 20 aydır, cezaevlerinde çürüyen bir tutukluysa. Ya UMUT? İyi bir ad. L'Express (Umut)
  • İnsanları düşünmeye iten, doğasal ve toplumsal ihtiyaçlardır. İnsanlar canları istedikleri için şöyle ya da böyle düşünemezler. Onları, birbirlerinden farklı düşünmeye iten maddi zorunluluklar vardır. Bu nedenler, insan iradesinden bağımsız, varolan nesnel ko­şulların ürünüdürler. Bu koşullardan kaynaklanan zorunluluklar da düşünmenin, düşüncenin, tutum ve davranışlarımızın maddi teme­lidir. (Siyasal Yazılar)
  • Kendimize soralım: Biz kimiz, neyiz, sınıflar arası mücadelede siyasal, ideolojik, kültürel anlamda neyi, hangi değerleri temsil ediyoruz? (Siyasal Yazılar)
  • Biz önceden küçük şeylerle mutlu olan insanlardık. Sonra aklımıza sevda diye bir şey soktular, toparlanamadık... (Sonsuz Bekleyiş)
  • "Sermayenin, gelişen, egemenliğe oynayan en gerici kesimin bugünkü gücü, gelişen halk hareketleri karşısında, uzun vadeli hesaplar yaparak çıkarlarını korumaya yetmiyor, kısa vadede büyük kârlar peşinde koşmak zorundadır o. Bu yüzden kitle hareketleri, grevler, boykotlar, işgaller, halkın uyanışı işine gelmeyecektir. Çünkü kitle hareketleri, artan işsizlik, hayat pahalılığı, kaçınılmaz olarak kapitalist sömürü ile uzlaşamaz sınıf ve tabakaları, devrimin gerekliliğine inandıracaktır. Peki ne yapacaktır sermaye? Baskıya ve zulme başvuracaktır. Kendine en uygun siyasi sisteme başvuracaktır. Bunun adı faşizmdir. "Kahrolsun faşizm!" (Sanık)
  • "Yağmur altında bilmediğim sokaklarda, bir ıslıkla delicesine dolaşmak yahut şapkasını rüzgara kaptırmış bir adamın haline gülmek ihtiyacına duyduğum şu anda, sıcak salebimi yudumluyorum." (Gençlik Öyküleri)
  • Sen dik dur..! Biz unutursak da, Sosyalistler unutmaz seni... (Hücrem)
  • Bazen sevinivermek için öylesine küçük şeyler yetiyor ki insana. Belki sevinmeyi özlemiş olmamızdandır bu. (Selimiye Mektupları)
  • Yazgıdan başkası olmaz oğul. Yüreğine taş basacaksın çaresiz. (Seyyit Han)
  • Emperyalizmin, çeşitli eğilimlere sahip, ulus­lararası tekelci burjuvazinin farklı mihraklarına bağlı işbirlikçi yerli tekellerin, toprak kapitalist­lerinin, toprak ağalarının, bankacıların, aracıla­rın, büyük tefecilerin - bezirgânların, hacıların, hocaların, şıhların ve her türlü soyguncu serma­yenin ve gericiliğin yoğun sömürüsü ve bas­kısı altında ezilen, yoksul, geri bir ülkenin dev­rim acemisi çocuklarıyız (Selimiye Üçlüsü)
  • Kimin saflarında olacağız? Bağımsızlık, demokrasi ve özgürlük isteyen; insanın insana kulluğuna son verilmesini isteyen halkların devrimci saflarında mı, yoksa bağımsızlığa ve demokrasiye karşı çıkan, sömürüyü bir tasma gibi halkların boğazına geçirip onları köleleştiren ve düzeni korumak için her türlü baskı ve zülmü "meşru" gören halk düşmanı saflarda mı? (Siyasal Yazılar)
  • Çocukları çok seviyorum, ama onları bu dünyaya getirip acı çektirme hakkına sahip değiliz. Biz insanlar hayvanlardan beteriz. Kendi zevkimiz için onlara acı çektirmeye hakkımız yok. (Arkadaş)
  • Canım, Sevdiğim, Yüreğim Bu duvarlar yetmiyor bizi ayırmaya bilesin... Bu parmaklıklar, bu demir kapılar, bu hava, inan... Bazen bir yumrukta yıkacak kadar güçlü, Bazen bir serçe kadar güçsüzsem, bir nedeni vardır... Hangi zorluğu yenmemiş insanoğlu. Hele taşıyorsa içinde bu insanca sevgiyi. Güzel günler zorlu duraklardan geçer sevdiğim. Damla damla birikiyor insan. Damla damla sevgili... Bir gün akıp gideceğiz hayata... Duvarlar yıkılacak, açılacak bütün kapılar bilesin. Benim yüreğim sensin şimdi, seni vurur durur... Ve yine damla damla çoğalıyorsun içimde. ataç ikon (Sonsuz Bekleyiş)
  • Karanlığa saplanmış tüm düşüncelerimi aydınlatacak bir ışığa ihtiyaçım vardı... (Gençlik Öyküleri)
  • ...grev yapsak düzelir mi? (Bir Gün Mutlaka)
  • Kimsesizin ardından gidenide olmazmış (Boynu Bükük Öldüler)
  • "Kavgayı göze almadan barış da olmaz." (Oğluma Hikayeler)
  • Onu ilk gördüğü günü hatırlıyordu. Onunla geçen sıcak ve unutul­maz günleri, ürpertiler duyarak... Birbirinden kopuk anılar, düşünüldükçe daha canlılık ka­zanıyor, birbirini tamamlayan yeni anıları doğuruyordu. (Umutsuzlar)

Yorum Yaz