Bir Sürgün - Yakup Kadri Karaosmanoğlu Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Bir Sürgün kimin eseri? Bir Sürgün kitabının yazarı kimdir? Bir Sürgün konusu ve anafikri nedir? Bir Sürgün kitabı ne anlatıyor? Bir Sürgün kitabının yazarı Yakup Kadri Karaosmanoğlu kimdir? İşte Bir Sürgün kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Yakup Kadri Karaosmanoğlu
Yayın Evi: İletişim Yayınları
İSBN: 9789754705652
Sayfa Sayısı: 360
Bir Sürgün Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Genç bir doktorun Abdülhamid devrinde Paris’e kaçışı, aşk yüzünden hastalanması, gurbette geçen yoksul hayatı. Paris’e ve Parisli’ye bir hicviye.
Yirminci yüzyılın ilk yarısında büyük bir üretkenlikle dergilere yazdığı şiir, öykü, makale ve eleştri türü yazılarla Türk edebiyatı sahnesine adımını atan Yakup Kadri Karaosmanoğlu, romanları, hikayeleri, denemeleri, oyunları ve anılarıyla, en önemli edebiyatçılarımız arasında yer alır. Üslup özellikleri bakımından Yakup Kadri'nin 1910'dan 1974'e dek verdiği eserler Türkçe'nin geçirdiği bütün evreleri yansıtır. Eserlerinin konu ve fikir zenginliği de dil özelliklerinin çeşitliliğinden aşağı kalmaz. Yakup Kadri'nin Fransız edebiyatı etkisinde başlayan yazarlığı, 1920'lerden sonra özgün bir sese kavuşarak siyasi ve sosyolojik konulara, tarihe, dönem çatışmalarına ve birey psikolojisi irdelemelerine yönelir. Fecr-i Ati'den yetişmiş ama bunu izleyen elli yıl boyunca toplumsal koşullar, tarihi süreçler ve bireysel portreleri romanın dokusuna işlemek için roman tekniğiyle de boğuşmuş bir yazar olan Karaosmanoğlu'nun eserleri, hala tüketilmemiş ayrıntılarının tartışılıp incelenmesi gereken zengin bir "panoroma"dır.
Bir Sürgün Alıntıları - Sözleri
- Alışamadım. Sonra, bu < Yarın ne olacak ? > , < Yarın ne yapacağım ? > endişesi beni bir dakika rahat bırakmıyor .
- Çünkü inanmak insanlar için ezeli bir ihtiyaçtır.
- Ben, haddi zatında egoistin biriyim. Fakat birine karşı kalbimde bir sempati, bir meyil hissetim mi dünyanın en fedakâr insanı olurum.
- İnsanlardan nefret etmesem, onlara acımam lazım gelirdi. Acımak ; kuvvetli bir karakteri uçurumlara sürükleyebilir.
- Daracık bir hayat çemberi içinde dönüp duruyorum, dönüp duruyorum.
- ...yüreğine yolunu şaşırmış bir küçük çocuğun ıstırabı düştü.
- Meğer asıl sürgün buymuş. Milyonlarca kişilik bir insan yığını içinde, kim olduğu, nereden geldiği, nereye gideceği, ne yaptığı, ne yapacağı hiç bilinmeyen ;daha doğrusu, hiç kimsenin vazifesinde olmayan yalnız ve garip bir adam...
- ...ona hiçbir şey vadetmemiş, hiçbir ümit vermemişti. Fakat bundan daha büyük bir şey yapmıştı; onun ıstırabını anlamış, endişelerini paylaşmış, ona her felaketten daha müthiş olan yalnızlığını unutturmuştu.
- Sevince isterim ki her şey aşka göre olsun, onun kanunlarının dışına çıkmasın. Hatta bu kanunlar bizi bazen kendi mahvımıza, kendi yok oluşumuza mahkûm etse bile gene ona boyun eğmekte sebat etmeliyiz .
- İnsan denilen mahlûk haddi zatında bütün hayvanların en kötüsü, en faziletsizi, en ihtiraslısı, en egoisti, en şeriri değil miydi ?
- Böyle bir vaziyet karşısında insana gülmek mi düşer, ağlamak mı bilmiyorum.
- "Okursunuz, okursunuz dostum. İnsana kitaptan iyi arkadaş olur mu?"
- Hayatı; birtakım nazariyeler ve düsturlarla böyle içinden çıkılmaz bir muamma haline sokuş neden? İnsan niçin, kendini hayatın tabiî kanunlarına terk edip yaşamaktan kaçıyor?
- Fakat ne hikmettir bilmem,üredikçe itibarımız azalıyor.
- Bütün hayatınız ne kadar değersiz, ne kadar yapma hummalar içinde yıpranıp gidiyor...
Bir Sürgün İncelemesi - Şahsi Yorumlar
İnceleme, Atilla Özkırımlı'nın 1979 yılında kitap hakkında yazmış olduğu "Bir Sürgün Üzerine" adlı incelemesi esas alınarak hazırlanmıştır. Bir Sürgün gerek tek başına, gerekse Yakup Kadri'nin romanlarını oluşturduğu bütün İçinde önemli bir yer tutar. Meşrutiyetin gerçekleşmesinde önemlice payları olan Jön Türkler, bunların Paris'teki yaşayışları ve eylemleri romanın çatısını oluşturur. Doktor Hikmet'i Marsilya'ya götüren gemi 25 Temmuz 1904'te İzmir'den kalkar. Paris'e geçen Dr. Hikmet orada bir yıl kalacak, Paris'teki ittihatçılarla tanışacaktır. Ama Yakup Kadri, Doktor Hikmet'in serüvenini anlatırken 1904-1905 tarihlerini vermesine karşın daha geniş bir zaman dilimine yayılır. Romanın içeriği ile ilgili kimi belirleyici ayrıntıları bu yıllar içinde olmuş gibi aktarır. Sözgelimi romanın ikinci kişilerinden Ragıp Bey Paris'teki ittihatçıların çekişmelerini, bölünmelerini somutlamk için İttihat ve Terakki'nin 1902 Paris kongresi'nden söz eder: "Geçenlerde sözümona bir Jön Türk Konferansı yapalım dediler. Ağızlarına yüzlerine bulaştırdılar. Az kalsın tokat tokada yumruk yumruğa gelecektiler. Neymiş o? Sen Prens Sabahattin Bey taraftarymışsın, ben Ahmet Rıza Bey taraftarıymışım. A Efendim, aramızda hiç de vatan, millet taraftarı olan yok mu? Her gün vatan millet diye hant hant ötersiniz, vatan, millet yolundaki fedakarlığınızı, feragatinizi ne vakit göstereceksiniz? Şimdiden yer kavgası. Günün birinde bunlar bir de işbaşına gelirlerse tasavvur edin artık siz bir kere curcunayı..." Başka bölümlerde ise 1905 sınırı da aşılarak sonraki olaylara değinilir. Daha Doktor Hikmet'in kaçışı sırasında Pire limanında karşılaştığı Jön Türk neşriyat acentası Cemal'in kendisine verdiği gazetelerden "Terakki"yi Prens Sabahattin Paris'te 1906'da çıkarmıştır. Sanki romancı kahramanını Paris'te uğrayacağı düş kırıklıklarına hazırlıyor gibidir. Burada dikkat edilmesi gereken nokta Yakup Kadri'nin, Jön Türkler'den söz ederken hep eleştirel bir tutumu benimsemiş olmasıdır. Bu tutum yukarıdaki alıntıda görüldüğü gibi, salt Jön Türkler arasındaki çıkar çekişmelerinden, siyasal görüş ayrılıklarından kaynaklanmaz. Romanın başkişisi Doktor Hikmet, Samipaşazade Sezai dışında hemen hepsini ideolojik açıdan yetersiz, bilgisi sınırlı, kavrama yeteneğinden yoksun kişiler olarak görür .Jön Türkler'in bu hareketlerini "gözü kapalı bir Avrupa medeniyeti hayranlığı ve bu medeniyete dair kalıplaşmış birtakım kanaatler" olarak yorumlar. Bu yargı bizi Roma'nın ana sorunsalına getirir. Çünkü Doktor Hikmet'in hayranlığı, Paris'e geldiği günden başlayarak yalnız sarsılmakla kalmamış, yerini yeni bir arayışa bırakarak bir düşünce bunalımına düşmesine, dolayısıyla bireysel mutsuzluğa sürüklenmesine yol açmıştır. Genelde Tanzimat'tan sonra Türk aydınının yaşadığı, Batılılaşma hareketinin ürünü olan ikiliktir bunun nedeni. Dr. Hikmet belli bir bilinç düzeyine ulaşamadığı için düşünsel bir birleşime varamayan, Batı'ya hayran ama Doğu'dan da kopamamış Osmanlı aydınının çıkmazıdır. Bu çıkmazın bireyin benliğinde yarattığı çatışma ise Batıcı aydının dramını hazırlayacaktır. İşte Bir Sürgün'de, Doktor Hikmet'in kişiliğinde sergilenen de bu dramdır. Romanın başında bir bira bardağından arta kalmış su çemberi içinde dönüp duran karıncayla Doktor Hikmet'in hayatı arasında kurulan bağlantı söz konusu dramın ilk ipuçlarını verir. Sürgün olarak bulunduğu İzmir'deki dünyasının kutupları sınırlı ve belirlidir. Evi ve işyeri dışında Doktor Hikmet'in zamanını geçirdiği yerler yabancıların devam ettiği bir kahve ve birahane ile yine yabancı yayınların satıldığı bir kitapçıdır. Bu çemberden çıkış, yıllardır gönlünde bir yüksek emel gibi taşıdığı, gizli niyetini kurduğu düşün gerçekleşmesiyle olasıdır. Kaçmak, düşlerinin Paris'ine gitmek tek çözümdür. Böylece Doktor Hikmet'in kaçma gerekçesinin temelde siyasal bir nedene dayanmadığını görürüz. Gerçi bir sürgündür, özgürlük istemektedir; ama ne sürgünlüğü siyasal bir eylemin sonucudur ne de özgürlüğü isteyişi siyasal bir amacın ürünü. Giderek sürgünlüğün nedenini bile açık seçik bilmez. Kurtulmak istediği, Kordon'un sidik ve çürük meyve kokan loş kaldırımları, Krmeraltı'nın pis, sünepe görünümü, kısacası onu boğan çevre, yaşadığı ortamdır. Ama Paris'e ayak bastığı an onu bir düş kırıklığı beklemektedir. Gerçekle hayal, edebiyatla hayat arasındaki ilişkiyi kuramamanın, gerçekliği somut olarak, yaşayarak değil soyut bir biçimde kavramının sonucudur bu. Çevresi ile ilişkileri en aza indirilmiş, arkadaşsız yalnız geçen çocukluk ve gençlik yıllarının yarattığı İçine kapanık bir kişiliğin, hayatla karşılaşınca ürkmesi, umutsuzluğa, karamsarlığa kapılması ise doğaldır. Kaçış, içinde yaşanılan ortamdan bir kurtuluş olarak görülmüşse, düşlere sığınılmışsa amaca ulaşıldığı an bir başka kaçış başlayacaktır ister istemez. Düşle gerçeğin çatışmasıdır buna yol açan ama kaçılacak yer de kalmamıştır artık. Asıl kısır döngü de budur. Aşılamadığı an çözülme başlayacak, hayattan kopulacak, ölüme doğru bir tırmanış kaçınılmaz olacaktır. Doktor Hikmet'in serüveni de bu çizgiyi izler. Düşlerinin Paris'ini bulamayışı, Jön Türkler'in sığlığı ve belirli bir ideolojiye tutunamama, kadınlarla ilişkilerinde acemiliğin yanı sıra duygusallıktan kurtulamayış, parasız kalınca sevdiği kızın kendisini terk etmesi yıkıma götürür onu. Görünürde Doktor Hikmet'in dramıdır bu. Ama daha önce de söylediğim gibi, temelde bir dönemin, bu dönemde yetişen bir kuşağın öyküsüdür. Koşulları, düşünsel çabaları, arayışları ve eylemleriyle çıkış yolunu bulmaya çalışan ama yanlış teşhis koyduğu için amaçta da yanılan ve böylece kendini olumsuzlayan bir kuşağın öyküsü. Bu nedenle bir sürgünü salt Dr. Hikmet kişiliği ile tanıdığımız bir Osmanlı aydınının ruhsal yıkımının anlatımı olarak almak ya da otobiyografik özellikler taşıyan bir yapıt olarak görmek yanlış olacaktır. Üstelik romanın sanatı açısından eksikleri, kusurları varsa, bu yine Bir Sürgün'de bulabileceğimiz nedenlerden ötürüdür. İçeriğinin günümüz açısından önemi ise, bizi, Türkiyeli olamayan Osmanlı aydınının bugüne de sarkan temel yanılgısını düşünmeye çağırıyor olmasıdır. (S.Süheyl)
Bazen önyargılarımız bizi bir kitaptan uzaklaştırabilir. Dili ağır diye tahmin ettiğim yazarların aslında düşündüğüm gibi olmaması ne garip. Yakup Kadri kesinlikle eski Türkçe diyebileceğimiz kelimeleri bol bol kullanıyor ama bu sizi Doktor Hikmet’in Paris macerasından bir an bile koparmıyor. Kahramanla beraber yol almak o kadar keyif verdi ki! Kesinlikle okunmalı dediğim bir yazar ve eser oldu. (Gizem Nur Tulunay)
Bir Sürgün ,ben gibi: Peki ya bizim aşkın sürgününde kitaplara dalmamiz avutmak için gökyüzünü seyretmemiz,deryada sürgünüm ne zaman bitecek can yakmaya devam etmek kalbine ayrı bir haz ve mutluluk mu veriyor?Veriyorsa canın sagolsun yanarız lakin hiç olmazsa gecenin güneşe hasreti giderdiği gibi ,sesini gülüşünü gözlerini savrulan saçlarını ömrümden esirgeme...Bu saatten sonra bu kalbe başka kadro bekleme .... .... Kordon boyunun sıcak kaldırımları üstünde akşamın ilk gölgeleri uzanmaya başlamıştı. Doktor Hikmet, garsona üçüncü şopunu ısmarladı ve yanan avuçlarını masanın mermerine dayadı. Hararetini hicbirseyle gideremiyordu... Her Perşembe izinli olarak Guraba Hastanesi'nden çıkınca sevgilisiyle sözleştiği yere koşan bir aşık gibi "Abajolinin" mağazasına seğirtir ve hafta içinde gelmiş neşriyattan ne görürse hepsinin üstüne ayrı bir tehalükle atılırdı... Doktor Hikmet in sürgünde ,aşk derecesinde kitap dergi merakı ile sürükleyecek... Yakup kadri sürükleyici bir yazar ve ilk andan itibaren bağlıyor. Zaten edebiyatın en önemli yazarlarımızdan olmasının sebebi boş yere değil. Devamını merak ediyorsunuz.Kitap güzel.Otobiyografik roman. (Matematiği Matemde Biri)
Bir Sürgün PDF indirme linki var mı?
Yakup Kadri Karaosmanoğlu - Bir Sürgün kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Bir Sürgün PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Yakup Kadri Karaosmanoğlu Kimdir?
27 Mart 1889´da Kahire´de doğdu. İlköğrenimine ailesiyle birlikte gittiği Manisa´da başladı. 1903´te İzmir İdadisi´ne girdi. Babasının ölümünden sonra annesiyle yine Mısır´a döndü, öğrenimini İskenderiye´deki bir Fransız okulunda tamamladı. 1908´de başladığı İstanbul Hukuk Mektebi´ni bitirmedi. 1909´da arkadaşı Şehabettin Süleyman aracılığıyla Fecr-i Âti topluluğuna katıldı. 1916´da tedavi olmak için gittiği İsviçre´de üç yıl kadar kaldı. Mütareke yıllarında İkdam gazetesindeki yazılarıyla Kurtuluş Savaşı´nı destekledi. 1921´de Ankara´ya çağrıldı ve bazı görevler verildi.
1923´te Mardin, 1931´de Manisa milletvekili oldu. Bir yandan da gazeteciliğini ve roman yazarlığını sürdürdü. Kadro Dergisi 1932´de Vedat Nedim Tör, Şevket Süreyya Aydemir, Burhan Asaf Belge ve İsmail Hüsrev Tökin ile birlikte Kadro dergisinin kurucuları arasında yer aldı. Savunduğu bazı görüşler aşırı bulunduğu için Kadro dergisinin 1934´te yayımına son vermek zorunda kalmasından sonra Tiran elçiliğine atandı. Daha sonra 1935´te Prag, 1939´da La Haye, 1942´de Bern, 1949´da Tahran ve 1951´de yine Bern elçiliklerine getirildi. 27 Mayıs 1960´tan sonra Kurucu Meclis üyeliğine seçildi. Siyasal hayatının son görevi 1961-1965 arasındaki Manisa milletvekilliği oldu. 13 Aralık 1974´te Ankara´da öldü.
Yazı Hayatı: Karaosmanoğlu yazarlığa Ümit, Servet-i Fünun, Resimli Kitap gibi dergilerde başladı. Fecr-i Âticiler´in `sanat şahsî ve muhteremdir` görüşünü paylaştığı ve `sanat için sanat` yaptığı bu ilk döneminde Nirvana adlı bir oyun, makaleler, denemeler, düzyazı şiirler ve öyküler yazdı. Balkan Savaşı ve I. Dünya Savaşı sırasında ülkenin durumu, sanat anlayışını değiştirmesine yol açtı. Türk toplumunun çeşitli dönemlerdeki gerçekliğini sergilemek istediği için bir ikisi dışında eserlerinde belli tarihi dönemleri ele aldı. Kiralık Konak I. Dünya Savaşı öncesinin, Hüküm Gecesi II. Meşrutiyet´in, Sodom ve Gomore Mütareke döneminin, Yaban Kurtuluş Savaşı yıllarının, Ankara Cumhuriyet´in ilk on yılının, Bir Sürgün II. Abdülhamid döneminin işlendiği romanlardır. Panorama 1923-1952 yıllarını kapsar. Karaosmanoğlu 1920´lerden sonra iyimser bir devrimci görünümündeyken, sonra umutlarını yitirerek romancılığını devrimci yönde kullanmaktan vazgeçmiştir. 1955´ten sonra da anı kitaplarından başka bir şey yazmamıştır.Romanları arasında en ünlüleri Nur Baba, Kiralık Konak ve Yaban´dır. Nur Baba Nur Baba, Karaosmanoğlu´nun ilk romanıdır. 1922´de kitap olarak çıkmadan önce gazetede yayımlanmıştır. Ama yazılışı ondan sekiz dokuz yıl öncesine gider. O yıllar Karaosmanoğlu´nun Eski Yunan ve Latin edebiyatıyla ilgilendiği ve Çamlıca´daki bir Bektaşi tekkesine devam ettiği dönemdir. Nur Baba´yı Euripides´in Bakkhalar´ından esinlenerek ve tekkedeki gözlemlerine dayanarak yazmıştır.
Roman, öykü ve makaleleri ile Türk toplumunun Tanzimattan bu yana geçirdiği değişiklikleri anlatmış bir yazardır. Asıl ününü romanları ile sağlayan yazarın en ünlü romanları Nur Baba, Kiralık Konak ve Yaban'dır. Edebiyat yaşamının başında Fecr-i Ati edebiyat topluluğunun kurucu üyeleri arasında yer almış; daha sonra bireyci düşüncelerden uzaklaşarak toplumculuğu kabul etmiş bir yazar olarak değerlendirilir. Milli Mücadele yıllarında ve sonrasında etkin bir siyasal yaşam sürmüştür. Milli Mücadeleden itibaren Atatürkün yakın arkadaşları arasında yer almış; TBMM II., IV., XII. dönemlerde milletvekilliği yapmıştır. Kadro Dergisi'nin kurucularındandır. Dergi, devrin yöneticileri ile fikir ayrılığına düşüp Kemalizmi değiştirmekle suçlanarak kapanmasından sonra diplomat olarak yurtdışında çeşitli görevlerde bulunmuştur. Anadolu Ajansı'nın kurucularındandır, ömrünün son yıllarında ajansın yönetim kurulu başkanlığını yapmıştır.
Yakup Kadri Karaosmanoğlu Kitapları - Eserleri
- Yaban
- Kiralık Konak
- Sodom ve Gomore
- Ankara
- Atatürk
- Hep O Şarkı
- Nur Baba
- Vatan Yolunda
- Ergenekon 1 - Milli Mücadele Yazıları
- Hüküm Gecesi
- Gençlik ve Edebiyat Hatıraları
- Politikada 45 Yıl
- Panorama
- Milli Savaş Hikayeleri
- Tiyatro Eserleri
- Bir Serencam
- Ahmet Haşim
- Bir Sürgün
- Zoraki Diplomat
- Anamın Kitabı
- Hikâyeler
- Erenlerin Bağından
- İzmir'den Bursa'ya
- Alp Dağları'ndan ve Miss Chalfrin’in Albümünden
- Atatürkçülük Nedir
- Pasifik Seçme Öyküler Dizisi 4
- Okun Ucundan
- On Dördünde Bir Adam
Yakup Kadri Karaosmanoğlu Alıntıları - Sözleri
- "...sevmek, daima sevmek!" diyordu."Sonuna kadar, her şeye rağmen, ezalar, cezalar, hummalar ve gözyaşları içinde ve hastalıklar ve ölümler önünde daima sevmek." (Kiralık Konak)
- Onun için insanlığın yegâne şiarı (işareti) yüksek bir edebî zevk sahibi olmaktı. (Ahmet Haşim)
- "Dakikalar birer altın külçesidir; ey fani! Her külçenin altınını sızdırmadan bırakma!" (Okun Ucundan)
- Bu kitabın neşrinden maksat, ne aleyhimizdekileri lehimize çevirmeye çalışmak, ne milletin kalbindeki gayz ve kini yeniden tutuşturmaktır; herkesten ziyade kendimizin habersiz olduğumuz Türk mazlumluğunun derecesi hakkında bizzat kendimizi aydınlatabilmektir. (İzmir'den Bursa'ya)
- Bütün hayatınız ne kadar değersiz, ne kadar yapma hummalar içinde yıpranıp gidiyor... (Bir Sürgün)
- Çünkü inanmak insanlar için ezeli bir ihtiyaçtır. (Bir Sürgün)
- Ben, ne zamanın insanıyım? (Hep O Şarkı)
- Ben, el ayak çekildikten sonra odamın kapısını sürmeleyip kitaplarımla baş başa kalmak saatini dört gözle beklerim. Çünkü, bu ömrümün bütün hazin sergüzeştini ve yaşadığım anın ağır sıkıntısını unuttuğum tek saattir. (Yaban)
- İşsiz ve yalnız saatleri o kadar çoktur ki bu küçük ayna için onun yegâne ve daimî bir meşgalesidir, diyebiliriz. (Hikâyeler)
- kırılıp dökülen benim gönlüm (Hep O Şarkı)
- Ağa Han’ın en büyük ve hatta başlıca gelir kaynağı gerilik ve cehalettir. Asya milletleri ve bunun en karanlık bir cüz’ü olan İsmaililer, Kemalist Türkiyesi’nin yaymaya çalıştığı aydınlıkla bir kere uyanıp gözlerini açtılar mı ve yılda bir kerre yarı Tanrı olarak tanıdıkları Ağa Han’ın ağır cüssesini çeken kantar ortadan kalktı mı, vay bizim milletler arası milyonerin haline!.. Artık ne birini bırakıp öbürünü aldığı genç matmazellerin boyunlarına sıra sıra inci gerdanlık takabilir, ne Cannes’teki, Nice’deki konaklarda yan gelip oturabilir. Geçmiş ola artık bu villaların, bu şatoların, bu konakların kapısında bekleyen “Rolls Roys”lara da. İşte, Ağa Han, Tahran’ın Pakistan Büyükelçisi Raca Gazanfer Han’la beraber Türkiye’de irticaı böyle bir akıbeti önlemek için istiyordu. Zira, hissediyor ve biliyordu ki, Kemalist inkılâpçılığı maddi ve manevi sömürgeciliğin sonu demektir. (Zoraki Diplomat)
- "Saatler, dakikalar bir türlü geçmesini bilmiyordu." (Panorama)
- Ona göre, sevgi öncesizdi, sevgi sonrasızdı (Ankara)
- Batan bir gemide bile,herkes kumanda mevkiini ele geçirmek istiyor. (Atatürk)
- “ Sevmek daima sevmek! Karşımızdakinden hiçbir şey beklemeksizin, daima kendimizden vermek, esef etmemek, pişman olmamak, sevmek, daima sevmek ! “ (Nur Baba)
- “Onlar gibi olmak, onlar gibi giyinmek, onlar gibi yiyip içmek, onlar gibi oturup kalkmak, onların diliyle konuşmak… Haydi bunların hepsini yapayım. Fakat, onlar gibi nasıl düşünebilirim? Nasıl onlar gibi hissedebilirim?” (Yaban)
- Gel, demek isterdim ona ; gel sevgilim , daha yakına . Kaç zamandır hasretinle yanıp tutuşmaktayım. (Hep O Şarkı)
- Her şey unutulup geçer diyenlere inanmayınız: Bizim şimdiki ruhumuz dünkü hâdisatın muhassalasıdır. (Bir Serencam)
- "İnsan, evet, insan;" diyordu, "ona ne oldu? Onu ne yaptılar? (Panorama)
- "Sevmeden sevilmek kadar büyük bir ruh işkencesi yoktur." (Hüküm Gecesi)