Benim Adım Kırmızı - Orhan Pamuk Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Benim Adım Kırmızı kimin eseri? Benim Adım Kırmızı kitabının yazarı kimdir? Benim Adım Kırmızı konusu ve anafikri nedir? Benim Adım Kırmızı kitabı ne anlatıyor? Benim Adım Kırmızı kitabının yazarı Orhan Pamuk kimdir? İşte Benim Adım Kırmızı kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...
Kitap Künyesi
Yazar: Orhan Pamuk
Yayın Evi: Yapı Kredi Yayınları
İSBN: 9789750825927
Sayfa Sayısı: 520
Benim Adım Kırmızı Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Orhan Pamuk’un “En renkli ve iyimser romanım” dediği "Benim Adım Kırmızı", yazarın dünyada şimdiye dek en çok satan romanı oldu; Fransa ve İtalya’da yılın kitabı seçildi, dünyada bir romana verilen en prestijli ödüllerin başında gelen Uluslararası IMPAC Dublin ödülünü kazandı. Eski resim sanatımız, Doğu ve Batı’nın dünyayı görme biçimleri, aşk ve ölüm hakkında unutulmaz bir tarihi roman olan bu çağdaş klasiği, ilk yayımlanışından 15 yıl sonra, yazarın sonsözü ve kapsamlı bir sanat-tarih kronolojisiyle birlikte sunuyoruz.
"Benim Adım Kırmızı", hem Orhan Pamuk’un en çok dile çevrilen ve en çok hayranlık duyulan eseri hem de modern edebiyat tarihimizin dünyada en çok okunan kitabı.
Orhan Pamuk’un “en renkli ve en iyimser romanım” dediği "Benim Adım Kırmızı", 1591 yılında İstanbul’da karlı dokuz kış gününde geçiyor. İki küçük oğlu birbirleriyle sürekli çatışan güzel Şeküre, dört yıldır savaştan dönmeyen kocasının yerine kendine yeni bir koca, sevgili aramaya başlayınca, o sırada babasının tek tek eve çağırdığı saray nakkaşlarını saklandığı yerden seyreder. Eve gelen usta nakkaşlar, babasının denetimi altında Osmanlı Padişahı’nın gizlice yaptırttığı bir kitap için Frenk etkisi taşıyan tehlikeli resimler yapmaktadırlar. Aralarından biri öldürülünce, Şeküre’ye âşık, teyzesinin oğlu Kara devreye girer. İstanbul’da bir vaizin etrafında toplanmış, tekkelere karşı bir çevrenin baskıları, pahalılık ve korku hüküm sürerken, geceleri bir kahvede toplanan nakkaşlar ve hattatlar sivri dilli bir meddahın anlattığı hikâyelerle eğlenirler. Herkesin kendi sesiyle konuştuğu, ölülerin, eşyaların dillendiği, ölüm, sanat, aşk, evlilik ve mutluluk üzerine bu kitap, aynı zamanda eski resim sanatının unutulmuş güzelliklerine bir ağıt.
“Türk romancısı Orhan Pamuk, Avrupa’ya roman nasıl yazılır, gösteriyor.”
FRANKFURTER ALLGEMEINE
Benim Adım Kırmızı Alıntıları - Sözleri
- Yüreğimin ne dediğini anlayamadığım için mutsuzum ben.
- Hep birlikte ağlamak ne de güzeldir.
- Ne zormuş insan olmak, daha da çetini insan gibi bir hayat.
- Hak ettiğim, hak ettiğimiz sevgiyi ne zaman verecekler bize?
- Ölüler aleminde gövdesiz bir ruh nasıl gerçek bir mutluluk sebebiyse yaşayanlar arasında da en büyük mutluluğun ruhsuz bir gövde olacağını ne yazık ki kimse ölmeden anlayamıyor.
- Sen çok uzaklardayken bile resmine bir bakan seni yakınındaymış gibi içinde hisseder. Yaşarken seni hiç görmemiş olanlar bile senin ölümünden yıllar sonra sanki sen karşılarındaymışsın gibi seninle göz göze gelebilirler.
- Ne kadar da güzeldir çocukken haksızlığa uğrayıp, yatağa yatıp ağlaya ağlaya uyuyakalmak.
- İçinizde kalbinize nakşeylediğiniz bir sevgilinin yüzü yaşıyorsa eğer, dünya hâlâ sizin evinizdir.
- Ölüm her şeyin sonu değil; bu kesin. Ama bütün kitapların yazdığı gibi, inanılmayacak kadar acı verici bir şey.
- Ah ne kadar da güzeldir çocukken haksızlığa uğrayıp, yatağa yatıp ağlaya ağlaya uyuyakalmak!
Benim Adım Kırmızı İncelemesi - Şahsi Yorumlar
"En Renkli Ve En İyimser Romanım": Bir ölünün, kendi ölümünü ve sonrasını anlatmasıyla başlıyor Orhan Pamuk'un en iyimser romanı. 'Cinayetle başlayan roman iyimser olur muymuş hiç?' demeyin, oluyor işte :) Romanın içeriğinden de bahsedeceğim ama, anlatım biçimi alışılmışın dışında ve ilgi çekici olduğundan, bundan özellikle bahsetmek istiyorum sizlere. Bizler genelde, okuduğumuz kitabın kahraman veya hâkim bakış açısı ile bir kişi tarafından anlatılmasına alışığızdır. Bu romanda ise olaylar, tüm karakterler tarafından anlatılıyor. (Evet, tüm karakterler :) Orhan Pamuk, kitapta elli dokuz başlık açmış ve bu başlıkların her biri şu şekilde; "Benim adım ....." "Bana ..... derler" "Ben ....." Başlıkta kendini tanıtan kim ise, romanı kaldığı yerden o anlatmaya devam ediyor. (Bu arada, kitabın isminin nereden geldiğini de anlamışsınızdır sanırım) Beni daha iyi anlamanız için romanın 'İÇİNDEKİLER' kısmını şöyle bırakıyorum... https://resimyukle.io/r/BKOEeCubZ8 Hemen üste bıraktığım fotoğrafa baktıysanız eğer, anlatıcıların hepsinin insan olmadığını da fark etmişsinizdir. Bazen bir köpek, bazen bir ağaç, bir para, şeytan ve hatta ölüm bile anlatıcılarımızdan birisi. Yazarımızın 'En renkli ve en iyimser' deme sebebini, en çok bu bölümlerde seziyoruz :D Hem çok hoşuma gittiğinden, hem de sizlere az da olsa göstermek istediğimden, bahsettiğim bu bölümlerden küçük kesitler yazmak istiyorum. |BEN, KÖPEK| "Gördüğünüz gibi, azı dişlerim o kadar sivri ve uzundur ki ağzıma zorlukla sığarlar. Bunun bana korkutucu bir görüntü verdiğini biliyorum, ama hoşuma gidiyor. Bir keresinde bir kasap azı dişlerimin büyüklüğüne bakıp: 'Ayol bu köpek değil domuz' demişti. Bacağından öyle bir ısırdım ki onu, dişlerimin ucunda, yağlı etinin bittiği yerde uyluk kemiğinin sertliğini hissettim." |BEN, PARA| "Buraya gelmeden önce bir dönem yoksul bir ayakkabıcı çırağının kirli çorabının içinde on gün geçirmiştim. Zavallı her gece yatağında benimle elde edebileceği şeylerin bitmez tükenmez bir dökümünü yaparak uyurdu. Ninni gibi tatlı bu uzun şiirin mısraları bana paranın girmediği delik kalmadığını kanıtlamıştır." İçerikten kısaca bahsetmek istiyorum. Romanımız 1591 yılında İstanbul'da, karlı dokuz kış gününde geçiyor. Başta da söylediğim gibi, olaylar bir nakkaşın cinayete kurban gitmesiyle başlıyor. Onu öldüren nakkaş arkadaşı ise bahsettiğimiz gibi "Katil Diyecekler Bana" başlığı altında roman boyunca bizimle konuşuyor ve kim olduğunu tahmin etmemizi istiyor bizlerden :D Kitabın bir kısmı bu katili bulma çabasıyla, bir polisiye havasında geçerken, bir kısmında da usta nakkaşlardan birinin güzel kızının zorlu aşk hayatını okuyoruz. Yazarın bir konferansta, kitapla ilgili konuşmasını da şuraya bırakıyorum. Meraklılar göz atabilirler. https://youtu.be/hyEAueaS8nI Başka bir incelemede söylediğim ve Orhan Pamuk okurlarının bildiği gibi yazarımız, romanlarına kendinden özellikler katmayı çok seviyor. Hatta genelde kitaplarının sonunda kendisi bizzat Orhan Pamuk olarak, karakterlerin eski bir dostu, bir tanıdığı veya buna benzer şekillerde karşımıza çıkıyor. Bu kitapta da hoşuma giden bir ayrıntıyı paylaşmak istiyorum. Kitaptaki güzel kızın adı olan Şeküre, aynı zamanda yazarımızın annesinin adı. Şeküre'nin iki oğlunun isimleri ise Orhan ve Şevket. Sanırım Orhan Pamuk'un kardeşinin adının Şevket Pamuk olduğunu söylememe gerek kalmadı :D Yazarımız, bu kitabın sonunda da, kendisiyle roman arasında bir şekilde bağlantı kurmayı başarmış. Kitabın önemli bir kısmı eğlenceli bir şekilde okunsa da, nakkaşlık sanatıyla ilgili, bazı bölümlerde fazla ayrıntıya girilmesi okuma hızınızı yavaşlatabilir. Not: Orhan Pamuk, bu romanında özellikle bazı cinsel konularda çok açıksözlü davranmış. Okurken bana genellikle gülünç gelse de, belli bir yaş altının bu kitabı okumak için biraz daha beklemesi gerekir diye düşünüyorum. (Sadece anlattığım konuda düşünmeyin, genel olarak Orhan Pamuk okumak ve okuduğunu anlamak için birazcık da büyümek gerekir benim fikrimce. Çocuk yaştakilere pek hitâp ettiği söylenemez) Son olarak beğendiğim şu iki alıntıyla incelememi bitiriyorum. Keyifli okumalar... "Mutluydum, mutluymuşum; şimdi anlıyorum." gonderi/124492989 "Ne zormuş insan olmak, daha da çetini insan gibi bir hayat." gonderi/125533380 (FATİH)
"Benim Adım Orhan Pamuk.": "Benim adım Orhan Pamuk. Türk edebiyatında ilk ve aynı zamanda Miraç Çağrı Aktaş ya da Beyza Alkoç gibi isimler alamazsa büyük ihtimalle tek Nobel Edebiyat Ödüllü yazarıyım, öyle kalacağım. Her şeyden önce modern roman anlayışı çizgisinde eserler yazmış, bu eserleriyle Dünya'da Nobel dışında da belirli ödüller almış lakin dilimin sivriliği ve değindiğim noktalardaki biraz haksız yaklaşımım için asla sevilmeyen, kıymeti bilinmeyen birisiyim. Eserlerimde Doğu-Batı çatışmasına, Sanat Tarihine, sonu iç burkan aşk hikayelerine ve sosyolojik tespitlere sıkça rastlayabilirsiniz. Bazı eserlerimde dilim ağır, bazı eserlerimde ise oldukça sadedir. Cevdet Bey ve Oğulları, Masumiyet Müzesi, Kar, Kırmızı Saçlı Kadın ve Kara Kitap önde gelen kitaplarımdandır. En iyi kitabım Kara Kitap'tır. Bundan daha iyi bir eser yazacağımı kendim bile düşünmüyorum. Şu anda incelemesini okuduğunuz Benim Adım Kırmızı'da pek rastlayamayacağınız türden kitapların birisidir. Bu kitabım benim en renkli ve en iyimser romanımdır. Kitap bir cinayetle başlıyor, nasıl iyimser bir roman olabilir dediğinizi duyuyorum lakin nasıl olduğunu üstün romancılığımla göreceksiniz. Kitabın konusu ve içeriğine gelecek olursak ama orda durun, siz gelmeyin. Ben geleyim, size anlatayım. Siz okurları kitaptaki yoğun üslubumla zaten yoracağım, daha şimdiden yormayayım.. Kitabım 1591 yılının 9 günlük karlı bir kış dönemini anlatıyor ve olaylar İstanbul’da şekilleniyor. Kitabın ana olay örgüsü Kara ve onun teyze kızı olan Şeküre’nin aşkı etrafında dönse de asıl verilmek istenen mesajlar padişahın emri ile usta nakkaşların Frenk(batı) etkisiyle yaptıkları resimleri topladıkları bir kitap uğruna yapılanlar üzerinden veriliyor. Padişahın kitabı bitirmek ile görevlendirdiği “Enişte” kitapta bulunacak resimleri bitirdiği sırada bir katil tarafından öldürülüyor ve kitabın en etkileyici resmi çalınıyor. Hikaye böyle devam ediyor.. Kitabım 60 dile çevrilmiştir ve dünya çapında birçok ödüle layık görülmüştür. Kitabımın her bir bölümünde anlatıcı hikayenin kahramanı haline gelmekte ve olaylar anlatıcının bakış açısına göre sizlere aktarılmaktadır. Kitabımda kendi yorumlarını romana ekleyerek hayal ve gerçeğin bir harmanını oluşturanlardan birisi da benim. Böylece hikayenin gerçeklik algısını değiştirerek postmodernist yapıda yazdığım bu romanı sizlere bu şekilde sundum. Kitabımın önemli noktalarından birisi de postmodernizimdir. Postmodernizim , modernizmin sonrası ve ötesi anlamında bir tanımlama olarak kullanılmaktadır ve modern düşünceye ve kültüre ait temel kavram ve perspektiflerin sorunsallaştırılmasıyla ve hatta bunların yadsınmasıyla birlikte yürütülmektedir. 20. yüzyılın ortalarında ortaya çıkan postmodernizm; mimari, felsefe, edebiyat, resim gibi alanlarda kendini göstermiştir. Bu kavram 1960'lı yıllardan itibaren kullanılmaktadır. Cevdet Bey ve Oğulları eserimden bu yana postmodernizmin izlerine rastlarsınız. Bu romanımda bahsi geçen dört usta nakkaşın her biri postmodernite dört büyük düşünürünü temsil ediyor. Postmodernitedeki tabiriyle gerçeğin arayıcısı konumunda bulunan “Kara” usta nakkaşlar ile teker teker sohbet ederek her birinden ayrı ayrı üç tane hikaye dinliyor. Hikayeler ile birlikte vermek istediğim mesajı kapalı olarak siz okurlara aktarırken içerik değil biçimi ön plana çıkardım ve romanda anlatılan olay geri plana attım. Kitabımla ilgili önemli diğer bir husus ise 16. Yüzyıl Osmanlı'sı. O yıllardaki insanların yaşayış tarzları, toplumun zihniyeti hakkında birçok güzel yazı okuyacaksınız. Aralara sizleri dinlendirmek için hikayeler de serpiştirdim. Böylelikle yorulmayacaksınız ve sıkılmayacaksınız. Kitabımla ilgili kendimi eleştirmek istiyorum. Bu romanda da kanıtladığım üzere ben Türk Milletini gerçekten tanıyamadım. Kitabımda belirttiğim gibi "Türk insanı böyle yapmazdı, böyle düşünmezdi.." gibi kısımlarda bunu görebilirsiniz. Affedin, Türk insanına maalesef fazla haksızlık ettim.. Eh, biraz da kendimi öveyim. Ölümsüz eserlerime bir yenisini ekledim, siz zaten övmüyorsunuz beni; bari ben kendimi öveyim. Kitabım, üzerinden geçen yaklaşık yirmi üç yıla rağmen hala çok satılan kitaplar arasında yer almaya devam etmektedir. Kitaba kutsal kitaplardan alıntılar ekleyerek ne kadar da cesaretli olduğumu siz okurlara gösterdim. Ülkemizin önemli yayınevlerinden birisi olan İletişim Yayınları’ndan çıkan bu kitabım birçok ödül almıştır. Bunları şöyle sıralayabiliriz: 2002 – Prix du Meilleur Livre Etranger (Fransa) 2002 – Premio Grinzane Cavour (İtalya) 2003 – International lMPAC Dublin Literary Award (İrlanda) 2006 – Yılın En İyi Romanı Ödülü (Çin) Kendimi övmek gibi olmasın da 1.5 milyarlık nüfusuyla Çin gibi bir ülkede en iyi roman ödülünü alabilecek başka bir babağiyit var mı? Miraç Çağrı Aktaş'ı tenzih ediyorum. Kendisinden çok korkuyorum, beni geçebilir... Benden bu kadar sevgili okurlarım. Özellikle Sanat Tarihi ile ilgilenen okurların keyifle okuyacağı bu romanımı sizlere elbette tavsiye ediyorum. Benim kitabımı okuma şerefine nail olacağınız için kendinizi çok şanslı hissedin lütfen. :d Ben, hiç sevmediğiniz ve eleştiri oklarını hiç üzerinden indirmediğiniz Orhan Pamuk; sizlere keyifli okumalar diliyorum." Evet dostlar. Benim adım K. Kitapta olaylar her kahramanın kendisini anlatmasıyla devam ediyor. Böyle olduğu için de kitabın yazarının da kendini yorumlamasıyla bu serüven son bulsun istedim. Az buçuk kestirmişsinizdir, kurmaca bir yazıydı. "En renkli ve en iyimser romanım." ifadesi dışında her cümle kurmacaydı. Böyle değişik bir şey denemek istedim. Kitapla ilgili bilinmesi gereken hususları da araya serptim. Esen kalın, kitaplarla kalın.. (Kadir Tribbiani)
Öncelikle Orhan Pamuk’a bu kitabı yazma cesaretinden dolayı hayranlığım daha da arttı ve sevilmemesinin, kendisine karşı oluşturulan önyargının ve karalama kampanyasının başlamasının en büyük sebeplerinden birinin kitap içindeki bazı kısımlar olduğunu belirtmek isterim. Neler var mesela bu kısımların içinde: Kur’an’a uymayan hadislere yaptığı göndermeler, 4 hak mezhep diye kendilerini tahtta oturtmuş ve kendilerine biz hak mezhebiz diyen mezheplerin aslında kendi aralarında olan tutarsızlıklarını, uyuşmazlıklarını kurgu içinde başarılı cümleler içinde göstermesi ve bunları da Kur’an’dan ayetler ile çürütmesi takdire şayan gerçekten. Bir köpeğe bile Müslümanlar ve Kur’an arasındaki bağı, ilişkiyi aslında olan uzaklığı çok güzel örneklendirmiş ve tabii ki de bu örneklerini ayetler ile kuvvetlendirmiş. Maalesef ülkemizdeki belli bir kesim Müslüman olmasına rağmen, uydurmalara, dogmalara, hurafelere inandığı için karşısına ayetler ile ispatlar sunulunca rahatsız olurlar; ama uydurmalara vs. inandıkları için de başka bir uydurmadan yola çıkılarak bir roman yazarının da, yazar/Salman-Rushdie ‘nün Şeytan Ayetleri isimli kitabı için ölümünü hak görürler hatta ülkemizde de çevirisini yapmak isteyen büyük bir kişiyi de Sivas’ta otelde “Allah’ım bu senin ateşin” diyerek yakmayı kendilerine hak görürler, keşke bu düşüncelerden kurtulabilsek de yazarlar da belki o zaman düşüncelere dokundurma gereği duymazlar. Benim Adım Kırmızı, 1591 yılının kış aylarında, zamanın İstanbul sokaklarında, bir kahvehanesinde, bir evinde hatta sarayın hazine odasında geçen 9 günlük bir hikâye. Orhan Pamuk, Benim Adım Kırmızı kitabını en iyimser kitabı olarak tanımlıyor ama acaba sonradan en iyimser kitabı kitap/kafamda-bir-tuhaflik--25226 olmuş mudur onu da ayrı merak ediyorum, Benim Adım Kırmızı da denildiği kadar içinde fazlası ile iyimserlikler bulunduran bir kitap, ki ülkemiz ve dünya için de böyle olacak ki Orhan Pamuk’un en çok dile çevrilen kitabı, en çok hayranlık duyulan kitabı ve edebiyatımızın en güzel modern edebiyat örneklerinden biridir şüphesiz. Kitap içinde çok güzel edebi cümleler barındırıyor hatta Orhan Pamuk bu cümlelerinde köpeği, ağacı, parayı, kırmızı rengini hatta Şeytanı da konuşturarak (şeytan bölümündeki tespitler çok iyiydi) kurguyu bizlere sunuyor ama bu güzel cümlelerin içinde de üreme organlarının argodaki isimlerinin hiç beklenmedik anlarda yazılmasına gerek var mıydı diye de düşünmeden edemiyorum; bir taraftan bu kısımları karakterlere yakıştırırken bir taraftan da romana yakıştıramadım. Kitabın bir başka güzel yönü de bu derece edebi boyutu yüksek kısımları heyecanlı bir şekilde okutabilmesi çünkü kitaba bir nevi polisiye roman da diyebiliriz, aslında kitabı okurken katili de arıyoruz ve katili ararken aslında gizliden gizliye de Orhan Pamuk bizimle dalga geçiyor, alttan ve çaktırmadan bak katil bu derken sonra “yok hayır bu kişi kesinlikle katil olamaz” dedirtiyor, acaba Orhan Pamuk günümüzde geçen saf bir polisiye roman yazsa nasıl olurdu? Roman konusu gereği içinde bolca resim ve nakkaş sanatına yer veriyor ve bu nakkaşların da farklı farklı düşüncelerini bizlere okutuyor. Osmanlı nakkaşlarının, bir kısmının kendilerine Acem Diyarı’ndan geçen belli başlı resim sanatından uzaklaşmalarını, minyatür sanatına duyulan ilginin yavaş yavaş azalması ile beraber Rönesans resim anlayışına ve Frenk ressamlarına özenen nakkaşların, kimi nakkaşlara göre de Frenk ressamlarını taklit etmelerini anlatıyor. İşte bu bölümlerde Acem resim sanatının artık geride kaldığının belirtilmesi ve Frenk resim sanatına duyulan ilginin başlaması ve artmasını konu etmesi ve konu etme şekli de kimi eleştirmenler tarafından Orhan Pamuk’a oryantalist tanımlaması yaptırmıştır hatta bu kitabın bizlere değil de batı için yazıldığı fikrini ileri sürüp batıda da kazandığı ödülleri göstererek görüşlerini ispatlama gereği duymuşlardır ama minyatür sanatının gerçekte de bitip Rönesans dönemi resimlerinin artık topraklarımızda yaygınlaşmasından da belli olacağı üzere bu ifadelerin aslında Orhan Pamuk’a sadece birer hakaret olduğu açıkça kendini belli etmektedir. Orhan Pamuk bunları anlatırken de zamane nakkaşlarının sorunlarına değinip kurgu içinde düşüncelerini ve kararlarını bizlere okutuyor, nedir mesela zamanın nakkaşlarının en büyük sorunları: resim sanatının en büyük günahlardan biri olarak görülmesi, nakkaşların yaptığı eserlerde bireysel tarzlarının olamaması ve bununla beraber Frenk ressamlarında yükselişte olan bireyselliğine ve tarzlarını resimde belirtebilmeleri denilebilir. Mesela dikkat edersek eğer resim sanatına az çok ilgi duyanlar özellikle eski ressamların eserlerine baktığında kimin eseri olduğunu tahmin edip bilebiliyorlar, benim en rahatlıkla tanıyabildiğim ressam içindeki karamsar havadan dolayı Hieronymus Bosch’tur ama tarihimizdeki minyatür sanatı maalesef böyle değildir, ders kitaplarımızdan tutun da birçok yerde müzelerde vs. minyatür eser görmüşüzdür ama hepsi sanki bir tek fırçadan çıkmış gibidir, çizenin herhangi bir bireyselliğini bırakma, tarzını belirtebilme özelliği minyatür sanatında yokmuş maalesef ve aslında düşününce de bu durum sanatçı için gerçekten de acı bir durumdur, kitapta da karakterimizin ağzından okuduğum “Üslup diye tutturdukları şey, kişisel bir iz bırakmamamıza yol açan bir hatadır yalnızca” cümle ile bu acıyı daha da kuvvetli hissedebildim. Kara Kitap’ta uzun cümle örnekleri ile gördüğümüz Orhan Pamuk bu kitabında özellikle iki cümlede bu özelliğini daha da arttırmış ve 186. sayfada başlayan bir cümleyi 364 kelime ile 188. sayfada sonlandırırken, 291. sayfada başlayan bir cümleyi ise 199 kelimede aynı sayfada sonlandırmış. Kitabın bir de radyo tiyatrosu olarak uyarlaması mevcutmuş ve hala bulamadım maalesef. Kitabın son cümlesi ise ayrı bir güzeldi, sırf son cümlesi için bile okunması gereken bir kitap. Orhan Pamuk'u daha yakından tanımak için: https://www.youtube.com/watch?v=AHNm0ptOMnA (mithrandir21 / Uğur)
Kitabın Yazarı Orhan Pamuk Kimdir?
Ferit Orhan Pamuk (d. 7 Haziran 1952, İstanbul), Türk yazar. Birçok başka edebiyat ödülünün yanı sıra 2006 yılında Nobel Ödülünü kazanarak bu ödülü alan en genç yaşta alan iki kişiden biri olmuştur. Kitapları altmış dile çevrildi, yüzü aşkın ülkede yayımlandı ve 11 milyon baskı yaptı. 2006 yılında TIME dergisi tarafından dünyanın en etkili 100 kişisinden biri seçilen Pamuk, Nobel edebiyat ödülünü alan ilk Türk'tür.
Yaşam öyküsü
Orhan Pamuk yazarlığa 1974 yılında başladı. 1979 yılında ilk romanı olan "Karanlık ve Işık" ile katıldığı Milliyet Roman Yarışmasında birincilik ödülünü Mehmet Eroğlu ile paylaştı. Bu romanı ancak 1982 yılında Cevdet Bey ve Oğulları adıyla yayımlandı. 1983 yılında bu kitapla Orhan Kemal Roman Ödülüne layık görüldü.
Pamuk'un daha sonra yazdığı kitaplar da çok sayıda ödül kazandı. İkinci romanı olan Sessiz Ev 1984 yılında Madaralı Roman Ödülünü kazandı. Bu romanın Fransızca tercümesi de 1991 yılında Prix de la Découverte Européenne ödülüne hak kazandı. 1985 yılında yayımlanan tarihi romanı Beyaz Kale ile 1990 yılında ABD'de Independent Award for Foreign Fiction ödülünü kazandı ve yurtdışında tanınmaya başlandı. Orhan Pamuk, 2002 yılında yayımlanan Kar kitabını, Türkiye'nin etnik ve politik meseleleri üzerine kurulu bir politik roman olarak tanımlamaktadır. Kar romanı Amerika'da 2004 yılında "yılın en iyi 10 kitabından biri" olarak gösterilmiştir. Yıllar geçtikçe Orhan Pamuk'un Türkiye dışındaki ünü artmaya devam etti. 1998 yılında yayımlanan Benim Adım Kırmızı 24 dile çevrildi ve 2003 yılında İrlanda'nın ünlü International IMPAC Dublin Literary Award ödülünü kazandı.
Romanlarının dışında, yazılarından ve söyleşilerinden seçmelerin ve bir hikâyesinin yer aldığı Öteki Renkler (1999) ve Ömer Kavur'un yönettiği Gizli Yüz adlı filmin senaryosu (1992) vardır. Bu senaryo, 1990 yılında yayımladığı Kara Kitap romanındaki bir bölümden yola çıkılarak yazılmıştır.
Orhan Pamuk ABD'de yayımlanan Time dergisinin 8 Mayıs 2006 tarihli sayısının "Time 100: Dünyamızı Biçimlendiren Kişiler" başlıklı kapak yazısında tanıtılan 100 kişiden biri oldu. 2007 Mayıs'ında yapılan 60. Cannes Film Festivali'nde jüri üyeliği yapmıştır.
Nobel Ödülü
Orhan Pamuk 12 Ekim 2006 tarihinde Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanarak Nobel Ödülü kazanan ilk Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak tarihe geçmiştir. Akademi'nin 12 Ekim 2006 günü saat 14:00 civarında yayımladığı,
“ 2006 Nobel Edebiyat Ödülü 'Kentinin melankolik ruhunun izlerini sürerken kültürlerin birbiriyle çatışması ve örülmesi için yeni simgeler bulan' Orhan Pamuk'a verilmiştir. ”
şeklindeki basın bildirisiyle Nobel Edebiyat Ödülü'nün Orhan Pamuk'a verildiği resmen açıklandı. Pamuk 7 Aralık 2006'da, İsveç Akademisi'nde Babamın Bavulu başlığı altında hazırladığı Nobel konuşmasını Türkçe yaptı, Türkçe bilmeyen izleyiciler ellerindeki çeviri metinden konuşmayı takip etti, birçok televizyon kanalı konuşmasını canlı yayınladı. Orhan Pamuk ödülünü 10 Aralık 2006 günü Stockholm Konser Salonu'nda düzenlenen ödül töreninde İsveç kralı XVI. Carl Gustaf'ın elinden aldı.
Romancılığı
Orhan Pamuk'un romancılığı postmodern roman kategorisinde değerlendirilmektedir. Eleştirmen Yıldız Ecevit Orhan Pamuk'u Okumak adlı kitabında onun avangard romancılığını değerlendirmektedir. Özellikle Beyaz Kale, Kara Kitap, Yeni Hayat, Benim Adım Kırmızı'dan yola çıkarak bize kendisini ve olayların gelişimini anlatır. Aynı şekilde edebiyat tarihçisi Jale Parla da Don Kişot'tan Günümüze Roman adlı kapsamlı yapıtında, Benim Adım Kırmızı'dan hareketle Orhan Pamuk'un eserlerini karşılaştırmalı edebiyat bağlamında irdeler. Parla'ya göre Pamuk, Türk romanının aldığı önemli dönemeçlerin sahibi olan bir yazardır. Doğu-batı sorunsalıyla estetik düzeyde hesaplaşmaya yönelen Ahmet Hamdi Tanpınar ve Oğuz Atay gibi önemli yazarlardan birisidir Pamuk, bu sorunsalı kültürel ve felsefi içerimleriyle edebiyatına taşımış, özellikle Kara Kitap'ta bu tema bağlamında önemli, çok katmanlı bir edebi metin örneği sergilemiştir.
Eleştiriler
Orhan Pamuk'un Nobel Edebiyat Ödülünü kazanması değişik tepkilerle karşılaştı. Ödülün Pamuk'a Türkiye tarihi ile ilgili demeçleri dolayısıyla verildiği iddiasında bulunuldu. Orhan Pamuk Nobel ödülünü almadan on ay önce 19 Aralık 2005 Cumhuriyet Gazetesi'nde yayımlanan Erol Manisalı'nın "Orhan Pamuk Nobel'i Garantiledi" başlıklı yazısı Pamuk'un ödülü almasının ardından popülerleşti ve Orhan Pamuk'un Nobeli hakkındaki olumsuz eleştiriler bu yönde gelişti. TRT'de Banu Avar'ın hazırlayıp sunduğu "Sınırlar Arasında" adlı belgeselin Pamuk'un Nobel ödülünü almasından bir gün sonra yayımlanan bölümünde Pamuk, Nobel ödülleri ve İsveç ile ilgili olumsuz eleştiriler yer aldı. Demirtaş Ceyhun hazırladığı imza metninde Orhan Pamuk'un kitaplarını "Amerikan patentli postmodern romanlar olarak" adlandırmış ve "Nobel ödülünün Pamuk'a verilmiş bir ücret" olduğunu söylemiştir. Basında Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in Orhan Pamuk'u kutlamadığına dikkat çekildi. Ödüle yabancı basından olumsuz eleştiriler de gelmiş, ödülün siyasi sebeplerden dolayı verildiği belirtilmiştir.
Orhan Pamuk'un eserlerinde Atatürk hakkında kullandığı üslup ve yazıları da kimi eleştirilere uğradı.
Bir kısım edebiyatçı Orhan Pamuk'un eserlerindeki bazı bölümlerin diğer yazarlara ait başka eserlerden fazlasıyla esinlendiğini savunmakta, özellikle bazı romanlarındaki belli kısımların diğer kitaplardan neredeyse tamamen alıntı olduğunu öne sürmektedir. Hürriyet Gazetesi yazarı Murat Bardakçı 26 Mayıs 2002 tarihinde belgeleri ile yazarı sahtecilik ve intihal ile suçlamıştır. Murat Bardakçı'ya göre Orhan Pamuk'un Benim Adım Kırmızı romanı, hikâyesi ve anlatım şekli ile Amerikalı yazar Norman Mailer'in Ancient Evenings adlı romanının bir kopyasıdır. Ayrıca suçlamalara göre Orhan Pamuk'un Beyaz Kale adlı romanı Mehmet Fuat Carım'ın Kanuni Devrinde İstanbul isimli eserinden birebir pasajlar içermektedir. Orhan Pamuk günümüze dek bu konuyla ilgili herhangi bir açıklamada bulunmamıştır.
Orhan Pamuk'un Sri Lanka'da düzenlenecek olan Edebiyat Festivaline katılması Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü (Reporters sans frontières) tarafından eleştirildi. Örgüt Orhan Pamuk'u ve festivale katılmak isteyen diğer edebiyatçıları Sri Lanka'daki baskıları meşru hale getirmekle suçladı.
Orhan Pamuk davası
Yazar Orhan Pamuk, Das Magazin adlı haftalık İsviçre dergisine verdiği bir röportajda, "Bu topraklarda 30 bin Kürt ve 1 milyon Ermeni öldürüldü. Benden başka kimse bundan bahsetmeye cesaret edemedi" açıklamasında bulununca hakkında TCK'nın 301. maddesinden ‘Türklüğe hakaret’ davası açıldı.
16 Aralık 2005'de ilk duruşması yapılan Pamuk davası Adalet Bakanlığı'ndan beklenen yazı gelmediği için 7 Şubat 2006 tarihine ertelendi. Şişli Asliye Ceza Mahkemesi, bu tür davalar için Adalet Bakanlığı'nın yazılı izninin gerektiğini belirterek izin verilip verilmediğinin sorulması için bakanlığa yazı yazılmasına karar verdi ve duruşmayı da 7 Şubat'a erteledi. Duruşmanın ertelenmesi kararına AB yetkililerinden tepkiler geldi. Dava günü Şişli Adliyesi önündeki Pamuk ve yabancı yetkililere yönelik protesto gösterileri, Türkiye ve dünya basınında önemli yer tuttu.
AB - Türkiye Karma Parlamento Eş Başkanı Joost Lagendijk, "hükümet, parlamentoya değişiklik yasası getirebilir. Yapılacak şey budur. Türkiye'nin imajına büyük bir zarar vermiştir. Avrupa'da kötü bir imaj doğmuştur. Ünlü bir yazar hakkında dava açarsanız, dışarıda milliyetçiler bu yazarı dövmek için arabasına saldırırsa, burada ciddi bir sorun vardır" dedi.
AP Türkiye Raportörü Camiel Eurlings de, hükümetin yazar Orhan Pamuk davasını düşürmesi gerektiğini belirterek, hükümet reform taahhüdüne sadık kalmalı şeklinde konuştu.
Türkiye ile AB arasında ciddi gerilime neden olan Orhan Pamuk’un hakkındaki dava 22 Ocak 2006 tarihinde düştü.
Adalet Bakanlığı, Şişli İkinci Asliye Ceza Mahkemesi'ne gönderdiği yazıda, Yeni Ceza Yasası gereği izin yetkisi olmadığını hatırlatarak, Pamuk'un yargılanması için Adalet Bakanlığı’nın izin verdiğine ilişkin belge bulunmadığı gerekçesiyle davanın düşmesine karar verdi.
Ödülleri
1979 Milliyet Roman Yarışması Ödülü Karanlık ve Işık (iki yazar arasında paylaşıldı)
1983 Orhan Kemal Roman Ödülü Cevdet Bey ve Oğulları
1984 Madaralı Roman Ödülü Sessiz Ev
1990 Independent Yabancı Roman Ödülü (Birleşik Krallık) Beyaz Kale
1991 Prix de la Découverte Européene (Fransa) Sessiz Ev (Fransızca çevirisi nedeniyle)
1991 Antalya Altın Portakal film festivali en iyi senaryo Gizli Yüz
1995 Prix France Culture (Fransa) Kara Kitap
2002 Prix du Meilleur Livre Etranger (Fransa) Benim Adım Kırmızı
2002 Premio Grinzane Cavour (İtalya) Benim Adım Kırmızı
2003 Premio rinzane Cavour (İtalya) Benim Adım Kırmızı
2003 International Impac-Dublin Literary Award (İrlanda)
2005 Prix Médicis Etranger (Fransa) Kar
2005 Alman Yayıncılar Birliği'nin Barış Ödülü (Almanya)
2005 Richarda Huch Ödülü (Almanya)
2006 Le Prix Méditerranée étranger Ödülü (Fransa) Kar
2006 Nobel Edebiyat Ödülü (İsveç)
2006 Washington University'nin Seçkin Hümanist Ödülü (Amerika Birleşik Devletleri)[24]
2006 Commandeur de l'ordre des arts et des lettres (Fransa)
2008 Ovid Ödülü (Romanya)
2010 Norman Mailer Yaşam Boyu Başarı Ödülü (Amerika Birleşik Devletleri)
2012 Sonning Ödülü
Fahri Doktoraları
2006 Tiflis Üniversitesi
2007 Berlin Serbest Üniversitesi
2007 Boğaziçi Üniversitesi
2007 Georgetown Üniversitesi
2007 Tilburg Üniversitesi
2007 Madrid Üniversitesi
2008 Floransa Üniversitesi
2008 Beyrut Amerikan Üniversitesi
2009 Rouen Üniversitesi
2010 Tiran Üniversitesi
2010 Yale Üniversitesi
2011 Sofya Üniversitesi
Onur üyelikleri
2005 American Academy of Arts and Letters Onur Üyesi (Amerika Birleşik Devletleri)
2008 Social Sciences of Chinese Academy Onur Üyesi (Çin)
2008 American Academy of Arts and Sciences Onur Üyesi (Amerika Birleşik Devletleri)
Orhan Pamuk Kitapları - Eserleri
- Masumiyet Müzesi
- Kar
- Cevdet Bey ve Oğulları
- Sessiz Ev
- Beyaz Kale
- Kara Kitap
- Gizli Yüz
- Yeni Hayat
- Benim Adım Kırmızı
- Öteki Renkler
- İstanbul
- Babamın Bavulu
- Manzaradan Parçalar
- Saf ve Düşünceli Romancı
- Ben Bir Ağacım
- Kafamda Bir Tuhaflık
- Şeylerin Masumiyeti
- Kırmızı Saçlı Kadın
- Hatıraların Masumiyeti
- Balkon
- Babalar, Analar ve Oğullar
- Turuncu
- Ara Güler's İstanbul
- Veba Geceleri
- Evden Kaçmanın Yolları
- Seçilmiş Əsərləri
- Üç İstanbul Romanı: Kara Kitap - Masumiyet Müzesi - Kafamda Bir Tuhaflık
Orhan Pamuk Alıntıları - Sözleri
- Yeni yazarlar denemek lazım.bazen gerekli sakinlik için yenilik için (Hatıraların Masumiyeti)
- Her şeyin budalalık olduğunu biliyor, gene yaşıyorum. (Babalar, Analar ve Oğullar)
- Kafamda bir tuhaflık var, ne yapsam bu alemde yapayalnız hissediyorum kendimi. (Kafamda Bir Tuhaflık)
- . Bütün bilincim silinsin, geçmişimden hiçbir iz kalmasın, gelecekten ve beklentilerimden de hiçbir iz kalmasın istiyorum. . (Sessiz Ev)
- Ama mutsuzluk gerçek bir intihar nedeni olsaydı Türkiye’deki kadınların yarısı intihar ederdi. (Kar)
- Mutluluk nedir ? ''Bütün bu yokluğu, ezikliği unutabileceğin bir dünya bulmak. Birisini bütün bir dünya gibi tutabilmek..' (Kar)
- "Ölümden korkuyorum." (Beyaz Kale)
- Eğer orada yeterince uzun bir süre yaşamışsak bir şehir hatıralarımız için bir çeşit müze olur. (Hatıraların Masumiyeti)
- Ben, beni kimse görmediği zaman en çok kendim oluyorum. (Kırmızı Saçlı Kadın)
- Roman sanatı,kendimizden bir başkası gibi ve başkalarından kendimiz gibi söz açabilme hüneridir. (Saf ve Düşünceli Romancı)
- “Ruhum hem bir eşyanın ruhu hem de bir saatin. Karanlıkta ışıldar ve aydınlıkta kendi içine kapanınca ben de kendi içime dönerim.'' (Şeylerin Masumiyeti)
- Ah ne kadar da güzeldir çocukken haksızlığa uğrayıp, yatağa yatıp ağlaya ağlaya uyuyakalmak! (Benim Adım Kırmızı)
- İnsan ne kadar sıkılırsa o kadar hayal kurar. İyi yazabilmem için, iyi sıkılabilmem; iyi sıkılabilmem için de hayatın içine girmem gerekir. (Öteki Renkler)
- Ahmet keyifle: “Canım burası Türkiye!” dedi. “Gerçeğin kendisiyle değil, kötü bir taklidiyle karşı karşıyayız!” (Cevdet Bey ve Oğulları)
- Bir kadına uygulanan en sert şiddet sarılmak olmalıydı. (Kar)
- Mutluluğumuzun ve mutsuzluğumuzun nedeni yaşadığımız hayattan çok, ona verdiğimiz anlam. (Babamın Bavulu)
- Zaten okumak yazarın harflerle anlattığı şeyleri aklın sessiz sinemasında bir bir resimlendirmekten başka nedir ki? (Kara Kitap)
- İnsan Dostoyevski’yi hem kendini kaptırarak hem de hayatın tam böyle olmadığını düşünerek okur. (Saf ve Düşünceli Romancı)
- Çocuk olmak istiyordum! (Beyaz Kale)
- "Tekrar, mutluluğun kaynağı, garantisi ve ölümüdür!" (İstanbul)