Az - Hakan Günday Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Az kimin eseri? Az kitabının yazarı kimdir? Az konusu ve anafikri nedir? Az kitabı ne anlatıyor? Az kitabının yazarı Hakan Günday kimdir? İşte Az kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Hakan Günday
Yayın Evi: Doğan Kitap
İSBN: 9786050900682
Sayfa Sayısı: 360
Az Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Az...
Küçük bir kelime, büyük bir roman. Diyebilirsin ki, bir insanı, fotoğraflarından ve hakkındaki haberlerden ne kadar tanıyabilirsin? Haklısın. Belki de çok az... O zaman şöyle demeliyim: Seni az tanıyorum... Az... Sen de fark ettin mi? Az dediğin, küçücük bir kelime. Sadece A ve Z. Sadece iki harf. Ama aralarında koca bir alfabe var. O alfabeyle yazılmış onbinlerce kelime ve yüzbinlerce cümle var. Sana söylemek isteyip de yazamadığım sözler bile o iki harfin arasında. Biri başlangıç, diğeri son. Ama sanki birbirleri için yaratılmışlar. Yan yana gelip de birlikte okunmak için. Aralarındaki her harfi teker teker aşıp birbirlerine kavuşmuş gibiler. Senin ve benim gibi...
11 yaşında bir tarikat şeyhinin oğluyla evlendirilen korucu kızı Derda ile hapisteki bir gaspçının aynı yaştaki oğlu "mezarlık çocuğu" Derda'nın bir mezarlıkta kesişen hayatlarının, bu iki çocuğu kırk yıl boyunca her tür şiddetle yontup birbirlerine hazırlayışının, (bütün anlamlarıyla) Yazı'nın bu iki çocuğu birleştirmesinin hikayesi. Çocuk şiddeti, hayatın şiddeti, aşkın şiddeti, inancın şiddeti, hırsın şiddeti üzerine, A'dan Z'ye şiddet üzerine, dilin ve yazının şiddetiyle bir roman...
(Tanıtım Bülteninden)
Az Alıntıları - Sözleri
- Bazı insanlar böyledir, diğerlerine göre çok daha kırılgan olurlar...
- "Herkesin öyle bir hikâyesi yok muydu? Başlayıp da bitiremediği. Çünkü kimsenin dinlemediği. İçine atmak, diye bir şey varken, anlatmaya ne gerek vardı?"
- "Ağla!" demişti. "İstediğin kadar ağla yavrum. Çünkü bir daha ağlamayacaksın."
- • “Bu hayatta kimseye hiçbir şeyi tam olarak anlatamayacağını anlamıştı.”
- • “Ve herkes görünene aldanmaya hazırdı. Çünkü görünene aldanmak, hayatı dayanılır kılmanın ilk şartıydı.”
- Travmatik olan hayattı. Hepsi. Bütün hayat. Her şey.
- Çünkü Oğuz Atay'ı da okudum. Seni de tanıdım... Diyebilirsin ki bir insanı fotoğraflarından ve hakkındaki haberlerden ne kadar tanıyabilirsin? Haklısın belki de çok az... O zaman şöyle demeliyim... Seni az tanıyorum... Az... Sen de fark ettin mi? Az dediğin küçük bir kelime. Sadece A ve Z. Sadece 2 harf. Ama aralarında koca bir alfabe var. O alfabeyle yazılmış on binlerce kelime ve yüz binlerce cümle var. Sana söylemek isteyip de yazmadığım sözler bile o iki harfin arasında. Biri Başlangıç, diğeri son. Ama sanki birbirleri için yaratılmışlar. Yan yana gelip de birlikte okunmak için. Aralarındaki her harfi teker teker aşıp birbirlerine kavuşmuş gibiler. Senin ve benim gibi. Bu yüzden, belki de, az çoktan fazladır. Belki de az, hayat ve ölüm kadardır! Belki de, seni az tanıyorum demek, seni kendimden çok biliyorum demektir. Bilmesem de öğrenmek için her şeyi yaparım demektir. Belki de az her şey demektir. Ve Belki de benim sana söyleyebileceğim tek şeydir.
- • “Birini bekliyorum. Ama kim, bilmiyorum.”
- • “Ben ölüyüm ! Bunu anlayabiliyor musun ? Ölü ! Sadece daha gömülmedim, o kadar.”
- Belki de hayat, yanlış anlayınca güzeldi. Sadece yanlış anlayınca. Ama her şeyi..
- • “…insanların sokakta yürürken, günde bir kez de olsa umut kelimesini bir tabelada okumaya ihtiyaçları var.”
- Ve bütün insanlar hayat tarafından dövülür, nadiren de ödüllendirilirdi.
- • ‘Kim seçiyor acaba’ dedi içinden. Hangi hayalin gerçek olacağını? ‘O hayali kuran mı, yoksa o hayali kurduran mı?’
- Ölseydi bir sorun yoktu. Ama ne yazık ki hayatta kaldı
Az İncelemesi - Şahsi Yorumlar
AZ'ın tarifsiz ÇOK'luğu ...: Kasvetli bir Ankara sabahına uyanıyorum. Hava, gerçekten soğuğu sevebilen benim gibi insanlar için huzur verici görünüyor. Bu güzel pazar gününe onlarca aktivite sığdırabilirdim, bir sürü plan yapabilirdim ama haftalardır tek düşündüğüm şey ‘’pazar günü Hakan Günday okuyacağım’’ düşüncesi koca bir günümü ayırmak için aslında güzel bir sebep. Kahvaltımı yapıyorum, biraz koşmak için parka gidiyorum. Birazdan başıma geleceklerden habersizim. Koştukça nefesimin açılması sağlığım açısından çok önemli bir hâl alıyor çünkü birazdan nefesimin kesileceğinden, bir kitabın kalbimle alay edeceğinden de habersizim. Eve gelip kitabımı ve notlar alırım diye kullandığım defterimi alıp parka çıkıyorum. Hava birden güzelleşiyor ve keyifli bir okuma aktivitesi için bütün şartlarım hazır, kitabın kapağını açıyorum. Hiç olmadık bir anda içinizde bazı hisler belirir ya hani, henüz kitabın çok başında çok sakin ilerlerken birden içime bir huzursuzluk çöküyor. Yoksa çevremden duyduğum, birkaç kişiye sorup karşılığında ‘’Hakan Günday okumak çok zordur, miden , kalbin, beyin kaldırmayabilir’’ diyenler haklılar mı? Bunun cevabını almak için saatlerce beklemeyeceğimden emin bir şekilde okumaya devam ediyorum. Tıpkı Dostoyevski okurken yaşadığım tarzda bir huzursuzluk bu ama Dostoyevski okurkenki hislerim daha çok psikolojik sebeplere dayalı. Şimdi ise karşımda 11 yaşında bir kız çocuğu görüyorum. Huzursuzluğum artıyor, sayfalar geçtikçe korktuğum başıma geliyor. Şimdi söyleyeceklerimi yargılayabilirsiniz; kitabın içine bir anda sakalı karnına kadar uzamış, dinci bir tavır takınan, her on cümleden yirmisi Allah olan karakterler giriyor. İçinde din olan her şeyden korkmuşumdur. Çünkü ‘’din’’ altında yapılan öyle kötü, korkunç, açıklanamaz, yıkıcı şeyler gördük ki insanlar olarak din içeren şeylerden, dinci insanlardan korkuyoruz. Bunlardan birisi 11 yaşındaki kızımıza talip olunca oturduğum çimenlerde huzursuzca hareket ediyorum. İsmi Derdâ olan bu güzel kızın olması gereken yer bir park, okuldaki bir sınıf, saklambaç oynanan sokak olması gerekirken; kendini bir anda kocaman bir adamın elinde buluyor Derdâ. Daha mahallesinden çıkamamışken bir anda Londra’nın yolunu tutuyorlar. Ve nefesimin düzensizleştiği ilk an , yazarın ''...ve Derdâ'yı döve döve sikti. Londra'da sabah olana kadar... O gece Londra tarihinin en uzun gecesi oldu, çünkü güneş bile doğmaya utandı .'' syf59 gonderi/115849686 cümlesiyle beynimden vuruluyorum . Bu geceden sonraki 4 sene boyunca Derdâ , doğup büyüdüğü evden binlerce kilometre uzaklıktaki, ismi Londra olan, bakkala gitse şeker dahi isteyemeyeceği bir cehennemde dört duvar arasında yaşıyor. Her gün dövülüyor. O dövüldükçe ben kahroluyorum. Ama ‘’ okurken mahvolacaksın, çok şaşıracaksın, hayal gücün seni bitirecek’’ diyenlere katılmıyorum. Nedeniyse çok basit: dünyanın pembe bir sayfa olmadığını, insanın özellikle ‘erkek’ denen şeyin dünyanın başına gelmiş en kötü şey olduğunu ben yıllar önce kabullendim zaten. Bu tarz olayların varlığından haberdar olmak için orada yaşamamıza gerek yok. Gözlüklerinizi çıkartıp hayata daha gerçekçi bakarsanız, elinizi günde 20 tane hikaye attığınız, yediğiniz her şeyi paylaştığınız telefonunuzdan çekip dünyaya gerçekten bakarsanız, buna benzer binlerce olayın var olduğunu zaten bilirsiniz. Neyse kendi fikirlerimi kendime saklayım bence de :) Derdâ’nın sonrasında başına gelenleri anlatmak istemiyorum, bu bir inceleme olmalı, kitap özeti değil. Hakan Günday’ın müthiş bir gerçekçilikle yazdığı kitabını konuşmaya devam edelim. Kitaba aynı isimde ama -a- harfinde şapkası olmayan Derda adındaki bir erkek katılıyor bu sefer. Evinin yanındaki mezarlıkta, mezarları sulamakla görevli kendisi. Annesinin ansızın ölümüyle gerçek hayata öyle bir hızda, öyle bir karanlıkta atılıyor ki, elimi sayfaya uzatıp tutup çekmek istiyorum Derda’yı. Ama o insanlardan umudunu öyle kesmiş ki bana da inanmıyor, benimle gelmek istemiyor ve resim dersinden bile sınıfta kalan yüreğiyle kendi çizdiği yoluna devam ediyor. Bu kardeşimiz Oğuz Atay ismiyle tanışıyor ve hayatı Oğuz Atay aşkıyla şekilleniyor. Bu uğurda adam bile öldürüyor, çünkü Derda’ya göre insanlar kendilerini anlamadıkları gibi Oğuz Atay’ı da anlamadılar. Atay’ın ölümünün yalnızlıktan, fazla düşünmekten ve en önemlisi umutsuzluktan kaynaklandığını düşünüyor. Atay ise neredesiniz okurlarım diye bize seslenip bizden ufacık bir kıvılcım bekliyor karanlık bir gecede bir tren istasyonunda . ‘’O akşam Derda, evdeki tek ampulün ışığında Korkuyu Beklerken'i bitirdi. O akşam Derda, üç yıldır konuştuğu taşın sesini duydu. Kitaptaki son öykü olan 'Demiryolu Hikayecileri-Bir Rüya'nın son cümlesi şuydu: ''Ben buradayım sevgili okuyucuyum, sen neredesin acaba?'' Buradayım! diye bağırdı Derda'' . syf 254 gonderi/115894641 ‘. Atay’ın yalnızlığa Derda ortak oluyor ve gittiği her yerde, attığı her adımda yüreğinde bir his ve elinde Tutunamayanlarla yanında taşıyor Oğuz Atay’ı. Derdâ ile Derda’nın hayatlarının seneler önce nerede nasıl kesiştiğini okuyunca anlayacak ve bu inanılmaz tesadüften müthiş bir keyif ve huzur alacaksınız… Neden her şeyin çokluğunu istiyoruz? Çok para, çok sevgi, çok huzur, çok mutluluk… 3 harflik bir kelimeye neden bu kadar tıkılıp kalıyoruz. Hiç ‘az’ istemeyi denedik mi? Az mutlu olursak aslında çok mutlu olacağımızdan daha da çok mutlu olacağımızı bilebilir miyiz? İşte buna cevaben kitabın sonuna ''Seni az seviyorum'' dedi Derdâ. ''Ben daha az'' dedi Derda. Bir daha da konuşmadılar... syf 354 gonderi/115923564 diyaloğunu ekliyor Günday, düşünmek lazım… Evet arkadaşlar, pembe gözlükleriniz varsa bu kitaba bulaşmayın, ama hayatın uzaklardaki ütopik yanına karşı miyopsanız, buyrun okuyun bu kitabı. İnsanın ruhunun haritasını çok iyi öğrenmiş Günday, insan denen şeyin nasıl bir şey olduğunu müthiş resmetmiş kafasının içinde ve bunu da bize ‘’Nereden bilebilirdi insanoğlu? Varlığının sonuçlarını. Hepsinin de yanıtı aynıydı: Hiçbir yerden... Belki de bu sayede hayat devam ediyordu. Kimse, neye neden olduğunu önceden bilemediği için... Çünkü her davranışın zaman içindeki büyün sonuçlarına önceden tanıklık eden kişinin ilk tepkisi, büyük ihtimalle, durmak olurdu. Durmak ve durdurmak. Dehşet içinde. Hareket etme korkusundan kalbi durana kadar. Çünkü her hareketin nihai sonucu acıydı ve belki de, insanoğlu bunu bilse, hiç doğmazdı. Belki de daha kötüsü, bütün bunları bilse de doğmaya devam ederdi. Ne de olsa, insandı ve doğası gereği arsızdı. Doğmak için her şeyi yapardı. Gerekirse karnından çıktığı annesinin leşini doğumhanede bırakır, hatta dünyada ikizine yapışık bile gelir, ama yine de doğardı...'' syf 305 gonderi/115913804 cümlesiyle aktarıyor. Hakan Günday kişisel hayatında nasıl birisi bilmiyorum ama çok sevdiğim bir youtuber, Günday için ‘’Hakan Günday tuhaf bir adam. Hatta psikopatlığını yazarak kamufle ettiğini düşünüyorum.’’ diyor. Müthiş bir tespit, bunu düşündürmeye sevk eden şeyse çok açık : bunca iğrençliği barındıran bu sahneleri, nasıl bu kadar gerçekçi bir dille yazabiliyorsun? Kitabın içine politik, siyasi bütün düşüncelerini serpiştiriyor Günday ve ben de sonuna kadar destekliyorum onu ve kendimce ekliyorum: Kadınlar MAL değildir! Ve bütün çocuklar MASUMdur! İncelememi Günday’ın ''...herkesin bir hikayesi yok muydu? Başlayıp da bitiremediği. Çünkü kimsenin dinlemediği... İçine atmak diye bir şey varken, anlatmaya ne gerek vardı?’’ syf 285 cümlesiyle bitiriyorum. Hikayelerimizi dinleyen kimse yok, belki de böylesi daha iyidir. İçimize o kadar attık ki hikayelerimizi, bir yazar yarattık içimizde her birimiz… (Kaan)
Yavaş yavaş doğruldum, telefonu elime aldım, yüzüm yanıyor, yüzüm kanıyor, yediğim tokatların etkisini atlatmaya çalışıyorum. Kolay değil. Bir değil, iki değil, üç değil, çok defa tokat yedim yüzüme, çok defa yumruk yedim, yüzüme değil, yüreğime... Hayır, babam vurmadı, vuramaz da, ölüler dirilemiyor(henüz), Abim de vurmadı, vuramaz da, ben daha güçlüyüm. yazar/hakan-gunday vurdu, ben yeter dedikçe (yetmez daha sert) daha sert vurdu ve daha sert... Bir kitapla yaptı bunu, her zaman bir kitabıyla beni yerden yere vurdu. (yeter dediğime bakmayın zevk alıyorum bundan, benim ruhumda da mazoşistlik var galiba). Her defasında da kalkmayı başardım. Bakalım ne zaman tuş yapacak beni. Bakalım ne zaman amacına ulaşıp beni dibe çekebilecek... Bir insan daha ne kadar dibi görebilir ki zaten? Şiddeti çok seviyor demek yazar/hakan-gunday Şiddetin her türlüsünü seviyor ya da nefret ediyor ikisi arasında ince çizgiyi anlamak güç. "kitap/az--2451" kitabında da Şiddetin her türlüsü vardı, kitap/az--2451 kitabında da acı ve yakarışlar vardı. kitap/az--2451 kitabında da zevk vardı, kitap/az--2451 kitabında neler yoktu ki, yazar/oguz-atay bile vardı. Şimdi diyebilirsiniz ki; "yazar/oguz-atay ve şiddet çok alakasız değil mi?" diyebilirsiniz evet ama cevabını alamazsınız çünkü cevabı kitapta. İki insanın, anlamsız ve şiddet dolu yolculuğu... (Halil Vural)
Az PDF indirme linki var mı?
Hakan Günday - Az kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Az PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Hakan Günday Kimdir?
Hakan Günday (d. 29 Mayıs 1976) Türk yazar. 29 Mayıs 1976'da Rodos'ta doğdu. İlköğrenimini Brüksel'de tamamladı. Ankara Tevfik Fikret Lisesi'ni bitirdikten sonra Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Fransızca Mütercim Tercümanlık Bölümü'nde üniversite eğitimine başladı. Ertesi yıl Üniversite Libre de Bruxelles'in Siyasal Bilimler bölümüne geçti. Öğrenimine Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde devam etti.
İlk romanı "Kinyas ve Kayra"yı 2000 yılında o dönemde Om Yayınevi'nin editörü Nevzat Çelik'in desteği ile yayımladı.
Hakan Günday, eski milletvekillerinden Faik Günday'ın torunudur.
26 Kasım 2014 tarihinde Fransa'nın başkenti Paris'te düzenlenen törende 2014 yılı Türk-Fransız Edebiyat Ödülünü almıştır.
5 Kasım 2015'te, Fransızcaya Encore adıyla çevrilen "Daha" romanıyla Fransa'nın saygın edebiyat ödüllerinden Prix Medicis "En İyi Yabancı Roman Ödülü'nü almıştır.
İlk oyunu olan Malafa, 17. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında gösterime girmiştir (2010).
Romanları
Kinyas ve Kayra (2000)
Zargana (2002)
Piç (2003)
Malafa (2005)
Azil (2007)
Ziyan (2009)
Az (2011)
Daha (2013)
Hakan Günday Kitapları - Eserleri
- Kinyas ve Kayra
- Az
- Daha
- Piç
- Azil
- Zargana
- Ziyan
- Malafa
- Zamir
- Kana Diz Kana
Hakan Günday Alıntıları - Sözleri
- • “İnsanın gerçek özgürlüğü buydu: İstediği kadar ağlayabilmek. Belki bir de, istediği şeye ağlayabilmek…” (Daha)
- Maalesef kurtuluş diye bir şey yok. Çünkü hiçbir son mutlu değildir. Çünkü son dediğin ölümdür. Ve hiçbir ölüm mutlu değildir. (Kana Diz Kana)
- • “İnsanın, kendi gardiyanı olduğu bir hapishaneden kaçması çok zordu ! Ama elbet başaracaktım.” (Daha)
- Onun tek silahı dilidir. Konuşarak öldürür. Konuşarak yaşatır. Konuşarak âşık eder. (Azil)
- “Düşünceler mükemmel, ancak davranışlar kusurludur.” (Azil)
- Kendisini anlayamamış her insanın boğazındaki kılçık yarasıyla yaşamak zorundaydı. Yaşadığı süre içinde, boğazı yarayla kaplanacak ve hiçbir zaman kendisini tanıyamamış olmanın acısını çekecekti. (Malafa)
- Sonunda Tanrı sıkıntıdan patlamıştır.Buna da big bang denir. (Azil)
- Başkası tarafından çizilmiş bir labirentte kendime ait bir çıkış yolu aradım. Bulup bulamadığımı bilmiyorum ve umrumda da değil. Çünkü yıllar önce hayalini kurduğum deney bulmakla değil, aramakla ilgiliydi. Yani deneyin sonucu deneyin kendisiydi. Denedim. (Kana Diz Kana)
- Düşünce, insanın ölümsüz olan tek organıdır. (Malafa)
- Dünyayı ben öldürmedim... Doğduğumda zaten ölüydü... (Zamir)
- Gerçek hayatı ancak bir ölü kadar umursuyor. (Malafa)
- Her meziyetin bir eziyeti vardır. (Malafa)
- Peki kime satacağız bu deliliği? Tabii ki bir korkağa! Hangi korkak delirmek istemez ki! (Kana Diz Kana)
- İnsanlar sadece sevdiklerini kaybedince üzülmezler. Adil olmayan her ölüme üzülürler. İntihar adil değildir.. (Zargana)
- Unutma ki zaman, gidecek yeri olmayanların evidir. (Azil)
- "Ağla!" demişti. "İstediğin kadar ağla yavrum. Çünkü bir daha ağlamayacaksın." (Az)
- Davranışa dönüşen düşünceler daima geçmişe aittir. (Azil)
- İnsanın kullandığı İlk alet başka bir insandı... _ (Ziyan)
- Sevdiğini söylediği zaman ona kim inanacak? Nerede ölecek? Bütün bunları yaptığı için ona kim teşekkür edecek? (Malafa)
- Hayat, cinsel ilişkiyle bulaşan ölümcül bir hastalıktır. (Zargana)
Editör: Nasrettin Güneş