diorex
sampiyon

Attila - Peyami Safa Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Attila kimin eseri? Attila kitabının yazarı kimdir? Attila konusu ve anafikri nedir? Attila kitabı ne anlatıyor? Attila kitabının yazarı Peyami Safa kimdir? İşte Attila kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 12.02.2022 17:47
Attila - Peyami Safa Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Peyami Safa

Yayın Evi: Ötüken Neşriyat

İSBN: 9789754377842

Sayfa Sayısı: 284

Attila Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Attilâ Peyami Safa'nın yegâne tarihî romanıdır. 1940'lı yılların başlarında yazılmıştır. Yazar bu esriyle, Attilâ gibi büyük bir Türk cihangirinin devrine ve kişiliğine ilk defa bir Türk gözüyle bakmış, Batı dünyasının "geçtiği yerde ot bitmez" diye karaladığı bir devlet adamı ve kumandanı Türk gözüyle değerlendirmiştir.

Yazar, yabancı kaynaklardan ve özellikle Bizans tarihçilerinin verdiği bilgilerden yola çıkarak eserini yazmıştır. Çelik iradeli, demir disiplinli bu Türk hakanının, şahsî ilişkilerde yumuşak huylu, zengin gönüllü, engin merhametli, kendisine sığınanlara karşı hassas yürekli bir insan olduğunu ortaya koymuştur.

Romanda Türk cihan hâkimiyeti ülküsünün izlerini ve bozulmuş bir dünyaya yeniden nizam verme iradesini de görmekteyiz…

"Attilâ" kimdir? Bunu kimse iyi bilmiyor. Bizzat kendi bile kendisini meçhuller içinde hissetmiştir.

Kimdir Attilâ? Buna, beşinci asır halkının hayal gücüne tercüman olarak şöyle verelim:

O, sessiz yollarıyla, gölge vermeyen şeffaf dallarıyla, alçak çalılarıyla, tavuklarla serçelerden başka bir kuş sesi duyulmayan nihayetsiz bir çölde, çalılarla şeytanlardan doğmuştur.

Kimi tarihçiler "Attilâ bir barbardır!" diyor. Latin efsanelerine göre "Attilâ" kaza ve kaderin yarattığı bir ebedi azap ve harabe Mesihidir. Bir kısım Cermen şarkı ve masallarına göre de hiç dehşet vermeyen, hatta sulhperver, tatlı, misafirperver bir hakandır. Macar ananelerine gelince, burada "Attilâ" Hun'ların ruhu olarak izah edilmiştir. 

Öyle ise "Attilâ" kimdir? Buna kendisinin verdiği cevabı söyleyelim. "Attilâ":

- Ben Allah'ın kamçısıyım! diyor.

Yunanlılara, Romalılara, Cermenlere ayakları ucunda diz çöktürerek hepsine işlediği büyük kudretiyle kiminin suçlarını cezalandıran, kiminin şer ve fesadına mani olan büyük Türk Başbuğu!

"Attilâ" Allah'ın kamçısıdır.

Attila Alıntıları - Sözleri

  • " Attilâ gülümsedi: - Sana bir aşk yadigârı olarak Avrupa kıt’asında hangi devleti hediye edeyim? "
  • "Sana bir aşk yadigârı olarak Avrupa kıt'asında hangi devleti hediye edeyim?"
  • " Yaşamaları mukadder olanlara hiç bir ok tesadüf etmez, ölüme mahkûm olanlarsa istirahat ederken bile ölürler. " .
  • " Uykuyu taklit edelim.. " .
  • " Kalbi paslı demirden bir muhafaza içinde çarpıyordu. " .
  • " Ben kendime karşı olan va’dimi tutarım." .
  • " Attilâ’nın ve Hunların şehrinizi zaptetmeleri gururunuza dokunmasın. Çünkü bizim vatanımız dünyâdır ve her tarafı zaptedeceğimize imânımız var.. " .
  • " At üstünde yer, içer, uyurlar. Yeryüzünde ne kadar Hun varsa, hepsinin atı vardır. " .
  • " Dünyâda her Hun’un bir atı vardır. Beygirsiz Hun yoktur. Kadınlara ve çocuklara varıncaya kadar! " .
  • "Hançerin altında bütün insanlar müsâvîdirler."
  • " «Attilâ geliyor!» kelimeleri bütün bir şehir halkını yerinden oynatarak dağlara, vahşî ormanlara atmağa kâfiydi. " .
  • Erkeklere galebe eden insan, kadınlara mağlûb olur.
  • " Kılıçlarımızı bize müsavi olanlara karşı çekelim. " .
  • Aslanlar dostlarıdır, kaplanlar arkadaşı; Atlar, ona âşıktır. Karabulut tahtıdır, yıldırımlar kırbacı; O, Hunların baştâcı. Cermen, Roma... her millet, Ona esir doğmuştur. Karabulut tahtıdır, yıldırımlar kırbacı; O, Hunların baştâcı!
  • Yaşamaları mukadder olanlara hiç bir ok tesadüf etmez, ölüme mahkûm olanlarsa istirahat ederken bile ölürler.

Attila İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Peyami Safa'nın Attila'sı: Attila’nın adını ilk duyduğumda ortaokul birinci sınıfta idim. Avrupa Hunları’nın hakanı olduğunu ve barbar kavimleri sürerek Roma’ya kadar girdiğini biliyordum. Bir de ‘gerdek gecesinde burun kanamasından öldüğünü!’ Sonrasında epeyce bilgi sahibi olduysak da elbette bunların çoğu tevatürlere dayalı şeylerdi. Attila, ilk defa 1930’larda neşredilmişti. Bundan önceki son baskısı ise 1977’te yine Ötüken tarafından gerçekleştirilmişti. 2010’daki tekrar basımla birlikte aradan tam 33 yıl geçtikten sonra Attila yeni nesil ile tekrar buluşmuş oldu. Romanın giriş kısmında Safa, eserle ilgili bilgiler veriyor. Eseri yazarken farklı kaynaklara müracaat ettiğini ifade ediyor. Bunlardan bir bölümü Attila’yı kanlı bir diktatör, bir barbar olarak gösterirken bazı kaynaklar ise onun insancıl tarafından dem vurmaktadır. Safa, milliyetçi bir bakış açısına sahip olmasının da tesiriyle Attila’yı sahiplenmiş ve onu “kahraman bir Türk cihangiri; bir Türk başbuğu” olarak tasvir etmiştir. Peyami Safa, gerçekten çok kuvvetli bir kaleme sahip. Tek tarihi romanında da bunu gösterebiliyor. Dil, dönemin Türkçesine uygun, yeni nesil için zorlayıcı olabileceği düşünülerek kitabın sonuna ( ne kadar acı aslında ) bir sözlük konulmuş. Roman oldukça akıcı ve merak uyandırıcı bir tarzda gidiyor. Attila’ya suikast tertip etmek maksadıyla Hun ülkesine giden Roma heyetinin gözüyle başlayan olaylar daha sonra Attila’nın ve çevresindeki kadınların penceresinden anlatılıyor. Bence çocukluk yıllarından başlatmayıp, en zirvede olduğu dönemi anlatması doğru bir yaklaşım olmuş. Safa’nın bazı eserlerinde başarıyla portresi çizilen ‘fettan, güzel ve muhteris kadın’ tiplemesi burada Onoria’da kendini bulmuş. Onoria, Attila’nın aşklarından birisi ve güzelliğiyle meşhur bir Roma prensesi. Yalnız aralarındaki aşk son derece samimi ve yalın iki insanın tutkusunu barındırıyor. Öyle ki, Onoria, Attila’nın aşkı için her türlü riski göze alıyor ve yeniden onun sarayına dönmeyi başarıyor. Romanın son bölümlerinde peyda olan İldiko karakteri de yine ‘fettan, güzel kadın’ prototipine buna uygun ama kendi etkisinden çok Attila’nın o an ki ruh hali ve zaafı onu tesirli hale getiriyor sanki. Nitekim roman boyunca ölümüne sebep olacak evliliğin Onoria ile olmasını beklerken bir anda İldiko çıkıyor ortaya ve hayatı gibi ölümü hatta ölüm sebebi de tartışmalı olan Attila’yı zehirli bir iğne ile öldürüyor. Böylece Katolik Roma için “Tanrının Kırbacı” olan Attila sorunu bertaraf edilmiş oluyor. Peyami Safa, büyük atalarımızdan birisi olarak gördüğü Attila’yı tarihçilerin izini sürerek anlatmaya çalışmış ve onu klasik bir barbar gibi göstermeye çalışan Roma kaynakları kadar daha objektif olan ve Hun Medeniyetinden söz eden Germen kaynaklarını da taramıştır. Macarların ve Türklerin müşterek tarihi şahsiyetlerinden olan Attila ile ilgili başarılı bir roman olduğu kanısındayım. Yalnız çok bariz bir hata var –ki Safa bunu nasıl gözden kaçırmış bilemiyorum- bir Hun geleneğini anlatırken roman kahramanlarını konuşturuyor ve henüz 5. asırda olunmasına rağmen yaklaşık 6 asır sonra gelecek olan Moğol İmparatorluğu ve Cengiz Han’dan örnek veriliyor. Özetle, Attila ile ilgili tarihi bilgi ve söylentileri ışığında okunası bir eser çıkmış ortaya. Elbette bir Yalnızız değil ama yine de istese bile kötü yazamayacak olan Peyami Safa’ya ait. (Mehmet Y.)

Bir süre önce fuarda fark edip aldığım ve Peyami Safa Okuma Etkinliği kapsamnında okumaya karar verdiğim kitap. Sonda söyleyeceğimi en başta söylüyorum, beğenmedim. Kitaptan önce Peyami Safa'dan bahsetmek istiyorum biraz. Bu okuduğum 3. kitabı oldu ve hepsinin ortak noktası, aşk. Yalnızız kitabını okuduktan sonra bayılmıştım, bu kitabı almamda da büyük etkisi oldu ama aradığımı bulamadım. Klasik aşk ve entrikadan ileri gidememiş, ki Attila gibi bir hükümdardan bahsediyoruz. Kitaba gelecek olursak, dili epey ağır, tam kendinizi kaptırmışken karşınıza bilmediğiniz kelimeler dizisi çıkıyor ve hepsini alttan kontrol etmek zorunda kalıyorsunuz. Bu kelime dağarcığı gelişimi açısından yararlı ama akıcılığın önüne çok geçiyor. Yalnızız'da bu şekildeydi ama bu kitapta daha çok fark ettim. Safa'nın kalemi her zaman ki gibi çok sağlam, betimlemeler ve teşbihler çok hoşuma gitti. Konusu ise kısaca şöyle: Attila'nın Kerka adında bir zevcesi var ama Onorya adındaki Doğu Roma imparatorunun kardeşine aşık. Kız Roma'dan kovulmuş, Attila ile takılıyorlar. Kerka bunu öğreniyor, kıza iftira atıp Hun diyarından kovduruyor. Onorya bu durumu kendine yediremiyor türlü oyunlarla Hun sarayna cariye olarak giriyor. Attila o arada bir iki savaşa çıkıyor tabi. Sonra Attila geri dönüyor, Onorya ona atılan iftirayı falan anlatıyor. Attila eşini ve Onorya'yı karşısına alıp "ben aranızda tercih yapamıyorum, ikinizle birden evlencem" diyor. Attila Roma üzerine sefere çıkıyor, seferdeyken eşi ölüyor. Onorya'yı da Attila'nın saldırısı üzerine vatan aşkı sarıyor, mektupla Roma'ya döndüğünü bildiriyor. Tabii bizim Attila durur mu? Hemen oradan bir kız daha buluyor, geliyor bunla evleniyor. Sonra kadın bunu öldüyor. Kitap ciddi ciddi bu, mübalağasız. Muhteşem Yüzyıl tadında bir şey yazılmış. Ne türk töresi var ne örf ve anene. Onları geçtim bir de olmayacak şeyler var. Türkler de hiçbir zaman kadını hepten yok sayacak bir anlayış var olmadı ki bu kitapta bolca mevcut. Peyami Safa'dan beklenmeyecek amatörlükte bir kitap olmuş. Lafın kısası beğenmedim. Okumayın, vaktinize yazık. (Oktay Dinç)

İNTİHAL USTASI PEYAMİ SAFA Necip Fazıl'ı, ne ismini, ne bahsini duyduğu ve ne de uzaktan olsun gördüğü İtalyanca bir eserden intihal suretiyle “Para" piyesini meydana getirmekle ittiham eden ve mahkemeye verilince eserin intihal olmadığını ve bu işi şahsî garaz dolayısıyla yaptığını itiraf ederek dünyada bir misli görülmemiş bir tarziye veren Peyami Safa. Malûm ahlâk ve tabiatı bir tarafa, bizzat, intihal mefhumunun ruhudur. Şöyle ki: Kendisinin 1928 yılında Cumhuriyet gazetesinde tefrika edilen ve 1931 de “Resimle Ay Matbaası T.L. Şirketi“ tarafından koskoca bir (Peyami Safa) imzası altında basılan “Atila” isimli büyük (!) tarihî romanı, Fransız muharrirlerinden (Marsel Biryon)dan, kelimesi kelimesine, harfi harfine, tam ve mükemmel bir intihal eseridir. Öyle bir intihal eseri ki, bu Bay dönüp de bize: -Yahu; ben o eseri telif değil, tercüme ettim; aslının tamamıyla aynı olduğunu görmüyor musunuz? Maalesef kaynak gösterilmesi unutulmuş da üzerine yanlışlıkla imzam konulmuş! Diyebilir. O zaman biz de deriz ki; -Gerçekten yeryüzünde bu kadar açık, bu kadar düpedüz bir intihal işi görülmemiştir. Her intihalde muharririn biraz da kendi şahsına ait bazı gayretleri vardır. Eserinizde bu kadarının bile olmayışı sizi dünya intihalcilerinin ya en cesaretlisi ve en suçlusu olarak kabul etmemize, yahut gerçekten işin bu derecesi hayale sig. mayacağına göre arada feci bir yanlışlık, bir unutkanlık ihti - malini düşünmemize sebep olacaktır. Fakat (Marsel Briyon) un kitabındaki 10'uncu faslı kendinize birinci fasıl olarak başlangıç tâyin etmeniz ve böylece eserin yalnız tahkiyesini ve fasıllarını altüst ettikten sonra en hurda fikirlere, teşbihlere ve cümle sıralarına ve boylarına kadar aynen ve emeksiz herşeyi sirkat buyurmanız gösteriyor ki, siz bu işi tam ve müteammid bir şuur altında yaptınız ve bu dünyada bir eşi görülmemiş cesaret ve töhmet altında bir intihal kahramanisiniz! Kaldı ki, hiçbir fert başkasına ait bir malı olduğu gibi benimsedikten sonra herhangi bir itiraza karşı “ha, affedersiniz, malın size ait olduğunu tesbit etmeyi yanlışlıkla unutmuşum; zaten her noktayı aynen alışım saffetimi ve iyi niyetimi gösterir” diye temize çıkmaya teşebbüs edemez. Böylece bir teşebbüs intihal cürmünü birkaç defa aşacak ve hiçbir kelimeyle vasıflandırılamayacak, ayrı bir suç olur. Buna rağmen, bu, intihalden daha feci kaçamak noktasına mani hâdise, bildirdiğimiz gibi eserin fasılları arasında yaptığınız el çabukluğudur. Bineaneleyh Peyami Safa Bey, siz, bu memlekette değil intihal, başkalarına benzer lâf söylememek kaygısında bir adama böyle bir suç isnat ederken, o suçun herkese meçhul en büyük âbidesi idiniz ve zaten Necip Fazıl'ın bunu keşfedip tam mahkemede ilân etmek üzere bulunduğu gün, edebî haysiyetinizin ne hale geleceğini düşünerek tereddütsüzce mahut tarziyeyi verdiniz! İşin garibi, Peyami Safa'nın 24 punto imzasını taşıyan (Atilâ) eseri 1981'de Resimli Ay matbaasında basılırken, yine aynı sene (Matbaacılık ve Neşriyat Türk Anonim Şirketi) tarafından doğrudan doğruya (Marsel Briyon) imzasiyle, üstelik müterciminin bile ismi gösterilmeksizin (Atila) isimli başka bir eser neşrediliyor, bu eser belki de Peyami Safa'ya eseri hakkında bir cevap ve mukabele teşkil ediyor ve buna rağmen işbu memlekette ve Babiâli piyasasında kimse buna dikkat etmiyordu. Şimdi bu iki eser arasındaki münasebet derecesini bir iki misalle arzedelim: Peyami Safa'nın (Atilâ)sının 44.sahifesinin 25 ve 26. satırları: “Priskiis, birçok dâvetlinin gözlerinden yaş geldiğini, gençlerin arzu ile, ihtiyarların maziye hasretle ağladıklarını gördü." (Marsel Briyon)dan tercüme (Atilâ) nin 151. sahifesinin 28, 29 ve 30. satırları: “İhtiyar, eski, dinç ve kuvvetli giinlerin zevaline, gençler de hayatta kendilerini bekleyen şan ve şerefe yaş dökiiyorlardı." Herhangi bir vaka karşısında bir müşahede ve teşbihten, yâni hususî bir fikirden ibaret olan bu iki cümle arasındaki basit ruh ayniyeti, Peyami Safa'nın herkesin ve her yerden kaynak göstererek alabileceği tarihi bir vakayı değil, en hurda ve kıymetsiz teşbihlerine kadar bütün bir eseri nasıl el çabukluğuna getirmek istediğini gösterir. Her iki eser arasında tam bir (puvanta) yapmış olduğumuz için, yerimizin darlığı yüzünden teker teker göstermeyeceğimiz bu noktaları, eserleri bulup da görmek isteyenlere bir kolaylık olarak takdim ediyoruz: Peyami Safa (Atilâ)sının Birinci Kısmı, hakiki (Atilâ)nın Onuncu Faslıdır. Peyami Safa'da sahife 7-11, aynen tercüme kitapta sahife 140... İntihal eserinde sahife 7, tercüme eserde sahife 130... Aşağıdaki ilk sahife rakamları, intihal eserine; öbürleri tercüme esere aittir; Sah. 14 - Sah. 140 " 24 - 133 " 27 128 " 33 144 " 37 137 " 38 137 " 41 - 152 " 44 - 151 " 66 - 181 Burada biraz durup şu sahife 66 ile 181 arasındaki münasebeti aynen görelim: Atilânın elçileri, imparatora, Peyami'nin intihal eserinde der ki: -Senin de efendin olan efendimiz Atilâ, kendisine Konstantiniyede bir saray hazırlamam emrediyor. Tercüme eserde bu cümle: -Sizin de matbuunuz olan efendimiz Atilâ, sarayının hazırlanmasını emrediyor. İşte efendim, herbiri bu derece korkunç ayniyet ifadeleriyle bu iki eser, her sahifesinde aynı muharref tatabukla devam ede ede: Sah. 106 - Sah. 140 " 152 - " 154 " 154 - " 176 " 237 - " 297 " 238 - " 298 " 299 - " 298 " 244 - " 299 Halinde nihayete eriyor ve gerçekten üstünde yaşadığımız kürenin intihal mevzuunda en feci misalini ihtar ediyor. İşte Atilâ'nın ölüsüne ait Peyami Safa'dan bir anlatış: (Sahife 161) “Mezarının etrafına muhtelif düişmanlarından miisadere edilen silâhlar, okdanlar ve cihangirlere lâyık eşya diziliydi.” Ve işte eserin aslında bu sahne: (Sahife 299) "Etrafında, toprak üstünde, kuvvet ve kudretin bütün nişaneleri serilmişti. Mağlûp edilmiş kralların taçları, cermen rüesasının kılıçları...” İntihalcı Peyami Safa dâvası bununla bitse ne iyi!... Büyük Doğu Dergisi 6 Aralık 1946, S.57, sh.16 yazar/necip-fazil-kisakurek / kitap/hucum-ve-polemik--40950 (zaimoğlu mehmet)

Kitabın Yazarı Peyami Safa Kimdir?

Peyami Safa (d. 1899, İstanbul - ö. 15 Haziran 1961), Türk hikâye ve romancısı. Server Bedi takma ismini de kullanan yazar romanlarının yanı sıra, düşünsel yapıtları, polemikleri, köşe yazarlığı ve gazeteciliği ile de tanınır.

Servet-i Fünun dönemi şairlerinden İsmail Safa'nın oğludur. Sivas'a sürgüne gönderilen babasının orada ölmesi üzerine 1901 yılında iki yaşında yetim kalmış, bu yüzden "Yetim-i Safa" adıyla anılmıştır. Babasız büyümenin acılarının yanı sıra, sekiz dokuz yaşlarında yakalandığı bir kemik hastalığı dolayısıyla 17 yaşına kadar, bu hastalığın fiziksel ve ruhsal bunalımlarını yaşamıştır. Doktorlar kolunun kesilmesinde karar kılmış, fakat Safa bunu kabul etmemiştir. Daha sonraları bu günlerdeki tecrübelerini "9. Hariciye Koğuşu" adlı romanında okurlarıyla paylaşır. Hastalık ve savaşın yol açtığı maddi sıkıntılar dolayısıyla öğrenimini sürdürememiş, 13 yaşında hayatını kazanmak ve annesine bakmak için Vefa İdadisi'ndeki öğrenimini yarıda bırakmıştır. Karton Matbaası'nda bir süre çalışan Peyami Safa, Posta - Telgraf Nezareti'ne girmiş, I. Dünya Savaşı'nın başlamasına kadar orada çalışmıştır (1914). Daha sonra Boğaziçi'ndeki Rehber-i İttihat Mektebi'nde öğretmenlik yapmaya başlamıştır. Dört yıl çalıştığı bu okulda, hem öğretmiş, hem de kendi çabasıyla Fransızca'sını ilerletmiştir. Buradaki izlenim ve deneyimlerini "Biz İnsanlar" adlı eserinde kullanmıştır 1918 yılında ağabeyi İlhami Safa'nın isteğine uyarak öğretmenlikten ayrılmış ve birlikte çıkardıkları "20. Asır" adlı akşam gazetesinde "Asrın Hikâyeleri" başlığı altında yazdığı öykülerle gazetecilik yaşamına başlamıştır. İmzasız olarak yazdığı bu hikâyelerin tutulması üzerine Server Bedi takma adını kullanmaya başlayan Peyami Safa, daha sonra 1921'de Son Telgraf gazetesinde yazmış, oradan da Tasvir-i Efkâr'a geçmiştir. Daha sonra Cumhuriyet gazetesine geçmiş, 1940 yılına kadar bu gazetede fıkra ve makalelerinin yanı sıra, roman da tefrika etmiştir. 1960'lı yıllara kadar başta Milliyet olmak üzere birçok gazete ve dergide yazan Peyami Safa 27 Mayıs'tan sonra Son Havadis gazetesinde yazmaya başlamıştır (1961). Aynı yıl Erzurum'da yedek subaylığını yapmakta olan oğlu Merve'nin ölümü üzerine büyük bir sarsıntı geçiren Peyami Safa, iki üç ay sonra İstanbul'da vefat etmiştir.

Edebî hayatı

İlk romanlarında sola yakın görüşler taşıyan Peyami Safa, bir hastanın psikolojisini anlattığı otobiyografik romanı Dokuzuncu Hariciye Koğuşu'nu (1931) Nazım Hikmet'e ithaf etmişti. Bu roman hariç, 1922-1939 yılları arasında yazdığı Mahşer (1924), Şimşek (1928), Fatih-Harbiye (1931) ve Biz İnsanlar (1939) adlı romanlarında Doğu-Batı sorunsalını karakterlerde somutlaştırarak işledi. Safa, bu romanlarında, ruh hallerini çözümlemede, kurguda, dilinin kıvraklığında, anlatım tekniklerindeki denemelerde başarılı bulunurken romanlarında düşünceyi öne çıkarması dolayısıyla eleştiriler aldı. II. Dünya Savaşı sırasında Nasyonal Sosyalistlere yakınlaşmasıyla dikkat çeken Safa'nın gerçekçi roman çizgisi Matmazel Noraliya'nın Koltuğu (1949) ile mistisizme yöneldi. İlk uzun hikâyesi "Gençliğimiz"i 1922 yılında neşreden Peyami Safa, para kazanmak amacıyla yazdığı kitaplarında, ilk defa ağabeyi İlhami Safa'nın takma ad olarak kullandığı, annesi Server Bedia Hanım'ın adından uyarladığı Server Bedi müstear adını kullanmış, bu takma adla yüzlerce eser vermiştir. Bunlar arasında en sevilenler Cingöz Recai macera romanları ile Cumbadan Rumbaya adlı romanı olmuştur. Peyami Safa, Türk kültür yaşamında yayımlandığı yıllarda hayli etkili olmuş Hafta, Kültür Haftası (1936, 21 sayı) ve Türk Düşüncesi (1953-1960, 63 sayı) dergilerini çıkarmıştır. Asıl ününü romancı olarak yapan Peyami Safa, bazı uzun öyküleri ile de dikkati çekmiş, yazar Batılı kaynakların bir "Zalim" olarak tanıttıkları hun hükümdarı Attila'yı aklamak amacıyla aynı adda bir de tarihsel roman yazmıştır. Tüm bu üretkenliğine rağmen yeterince tanınmamış ve tanıtılmamıştır.

Hakkında yapılan çalışmalar

Prof. Dr. Mehmet Tekin, Doç Dr. Mehmet Önal ve Dr. Nan a Lee Peyami Safa hakkında birer doktora tezi vermişlerdir. Beşir Ayvazoğlu'nun yazar (Peyami Safa) hakkında Ötüken Yayınları'ndan çıkmış, biyografik bir eseri bulunmaktadır. Zülfikar Uğur Yıkan, 2004 yılında Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü bünyesinde "Peyami Safa'nın Server Bedi İmzalı Romanları" konulu Yüksek Lisans tezini hazırlamıştır. Yazar-çevirmen Sabri Kaliç 2011 yılında Peyami Safa'nın "Dokuzuncu Hariciye Koğuşu" romanını "Exterior Diseases - Ward: 9" adıyla İngilizceye çevirmiştir.

Ayrıca internet üzerinde Peyami Safa hakkındaki bilgilere ulaşabilceğiniz " www.peyamisafa.biz " şeklinde bir internet adresi mevcuttur.

Peyami Safa Kitapları - Eserleri

  • Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
  • Fatih Harbiye
  • Yalnızız
  • Sözde Kızlar
  • Matmazel Noraliya'nın Koltuğu
  • Bir Tereddüdün Romanı

  • Cânân
  • Selma ve Gölgesi
  • Biz İnsanlar
  • Mahşer
  • Şimşek
  • Bir Akşamdı
  • Cingöz Recai - Esrarlı Köşk

  • Attila
  • Cumbadan Rumbaya
  • Cingöz Recai - Arsen Lüpen İstanbul'da
  • Cingöz Recai - Elmaslar İçinde
  • Cingöz Recai - Mişon'un Definesi
  • Eğitim - Gençlik - Üniversite
  • Cingöz Recai - Zeyrek Cinayeti

  • Cingöz Recai - Cingöz Kafeste
  • Cingöz Recai - Tiyatro Baskını
  • Cingöz Recai - Cingöz'ün Esrarı
  • Havaya Uçan At
  • Cingöz Recai - Sherlock Holmes İstanbul'da
  • Cingöz Recai - Şeytani Tuzak
  • Türk İnkılabına Bakışlar

  • Cingöz Recai - Kral Faruk'un Elmasları
  • Cingöz Recai - Kaybolan Adam
  • Cingöz Recai - Sultan Aziz'in Mücevherleri
  • Kadın, Aşk, Aile
  • Din, İnkılap, İrtica
  • Osmanlıca, Türkçe, Uydurmaca
  • Sosyalizm, Marksizm, Komünizm

  • İstanbul Hikayeleri
  • Cingöz Recai - Cingöz Recai'nin Harikulade Sergüzeştleri
  • Kartal Pençesinde
  • Amerika'da Bir Türk Çocuğu
  • Ah Minel Aşk
  • Deli Gönlüm
  • Kağıthane Faciası

  • Göztepe Soygunu
  • Cingöz Recai - Kibar Serseri
  • Sanat, Edebiyat, Tenkit
  • Cingöz Recai - Kral Faruk'un Elmasları 2
  • 20. Asır Avrupa ve Biz
  • Yazarlar, Sanatçılar, Meşhurlar
  • Sherlock Holmes'e Karşı Cingöz Recai

  • Son Şarkı
  • Cingöz Recai - Sağdan Üçüncü Söğüt
  • Cesur Çocuklar
  • Hikayeler
  • Kızıl Çocuğa Mektuplar
  • Cingöz Recai - Cingöz Recai'nin Harikalı Sergüzeştleri
  • Bir Varmış Bir Yokmuş

  • Gün Doğuyor
  • Nasyonalizm Sosyalizm Mistisizm
  • Polis Hafiyesi Kartal İhsan’ın Maceraları
  • Seçmeler
  • Tilki Leman'ın Harikulade Maceraları
  • Mistisizm
  • Cingöz Recai - Beyaz Cehennem

  • Doğu Batı Sentezi
  • Çekirge Zehra'nın Harikaları
  • Millet ve İnsan
  • Milli Mücadele'nin Üç Kahramanı 1
  • Korkuyorum
  • Küçük Alp'in Yıldızı
  • Kızlar ve Yıldızlar

  • Zıpçıktılar
  • Bir Akşamdı
  • Cingöz Recai - Madam Çiviciyan'ın Gerdanlığı
  • Kavga Yazıları
  • Milli Mücadele'nin Üç Kahramanı 2
  • Gençliğimiz
  • Deniz Kızı

  • İki Öksüz Arkadaş
  • Cingöz Merih’te
  • Zümrüdüanka Kuşu
  • Sosyalizm
  • Milli Mücadele'nin Üç Kahramanı 3
  • Ramazan Geceleri
  • Allo... Allo... Yetişiniz!

  • Edebi Akımlar ve Fikir Cereyanları
  • Karım ve Metresim
  • Mahutlar
  • Çılgın Akşamlar
  • Kavga Yazıları
  • Şeytana Uyanlar
  • İçimdeki Yangın

  • BİZ İNSANLAR
  • Paşa Kızı ile Köylü Çocuğu
  • Yürekli Çocuklar

Peyami Safa Alıntıları - Sözleri

  • Protoplazmadan insan şuuruna ve oradan da medeniyetlerin tarihine çıkınca önümüzde yığılan harikalar, Allah’a inanmayı bırakıp da tesadüf maymununa iman etmeyi maskara edecek bir zenginliğe varıyor. Hemen ilave edeyim: Allah’ın ispatı bu kadar kolay değil.Fakat,bu kadarcık bir düşünme bile, Allah’ın mevcut olmadığını ispat etmenin imkansız derecede zor olduğunu hissettirmeye kafi. Aziz okuyucular,bu dar sütundan daha fazlasını beklemezler sanırım. Şu kısa okuyucu mektubu göründüğü kadar ehemmiyetsiz değildir: “Koca Peyami, Şu Allah, Allahçı lafları senin ağzına yakışmıyor.Çünkü kafan işliyor ve mantığın sağlamdır. Yoksa sende de mi öte dünya korkuları başladı?..” İmza yerinde de şu cümle " Komünist filan değil.Sadece Allahsız:Sahir kafalı bir okuyucun” Diyen koca kafalı, dünyanın Eflatun'dan,Farabi'ye, İbn-i Sina'ya, Mevlana'ya,Newton'a,Hegel'e,Einstein'a,Bergson'a ve bugün hayatta bulunan doğulu, batılı meşhur ilim adamları ve filozoflara varıncaya kadar “Kafası işleyen” ve “Mantıkları sağlam” yüzbinlerce dahi ve mütefekkir Allah’a inanırlar. Kafası dalavereden başka bir şeye işlemeyen karaborsacılar,vurguncular,düzenbazlar ve çeşit çeşit günahkarlar arasında Allah’a inanmayanlar pek çoktur. Allah’ı körü körüne inkar etmek kolaydır ve çok kârlı görünür: İnsanı hesap vermekten,mes’uliyetten,vicdan azabından,ceza korkusundan kurtarır.Fakat Allah’ı metafizik felsefi ve ilmi delillerle inkâr etmek, ispat etmekten daha zordur.Allah fikri öyle bir güneştir ki,onsuz her izah karanlıkta kalır. Allahsız filozoflar bile hedefini şaşırmayan karanlık bir tabiat şuuruna inanmışlardır.Arada,bir kelime ve derece farkından başka bir şey kalmaz.Mahiyet aynıdır. Ben Allah’a öteki dünya düşüncesinden en uzak olduğum çocukluk çağımda inanmaya başladım.Bütün ömrüm bu inancımı kontrol etmekle geçti.Mizacım bakımından,inanmaktan ziyade şüphe etmeye meylim vardır.Boşuna inanmaktan ve boşuna şüphe etmekten çok sakınırım.Bence şüphe edilecek şeyden şüphe etmek,ahmaklıktır.Benim imanım şüpheye karşı adım adım kazanılmış bir dikkat,inceleme,tenkid ve bilgi zaferidir. Allah,kendisini kabul ettirmek için insana yeter derecede bilgi imkanı vermiştir.Fakat gizli bir varlığın (hele Allah’ın) yokluğunu isbat etmek için her şeyi bilmek lazımdır.Hiç kimse bu külli bilgiye sahip olduğunu iddia edemez.Allah’a inanmak değil,inanmamak insanın boyunu aşar.Unutma ki insanlar arasında Allah’a inanan dehalar ve büyük zekâlar pek çoktur,eşekler arasında hiç yoktur!” :) 22 Eylül 1958 Milliyet (Kavga Yazıları)
  • — Odur, o melun! Demek hâlâ yalının etrafında dolaşıyormuş! Ah, edepsiz, rezil... (Cingöz Recai - Mişon'un Definesi)
  • Hakikaten, insan sevdiklerinin kadrini yokluklarında anlıyor. (Sözde Kızlar)
  • Sherlock Holmes çok az konuşan, çok az gülen, daime düşünen ve tetkik eden bir adam olduğu malûmdu. (Cingöz Recai - Kaybolan Adam)
  • Bana evlenmekten bahsetme, hayatımda yangından, zelzeleden, fırtınadan, yıldırımdan, hastalıktan ziyade evlenmekten korkarım. (İstanbul Hikayeleri)
  • Biri size: "Niçin böyle düşünüyorsunuz?" diye sorsa verilecek hiçbir cevap bulamaz, fakat öyle düşünmekten de kendinizi alamazsınız. (Cingöz Recai - Arsen Lüpen İstanbul'da)

  • Tecrübe ile hasıl olmuş bir istikşaf, bir seziş hassam vardır. (Korkuyorum)
  • Devrimbazın inkılâptan ve medeniyetten hiçbir şey anlamadığı, 36 senedenberi bu mefhumları hiçbir derlitoplu eserle anlatmaya çalışmamasından bellidir. (Doğu Batı Sentezi)
  • Allahtan korkmayanların hükümettten, kanundan, nizamdan korkacaklarını sanmak boşunadır. Onların iblis zekası en belli ahlak suçunu bile kitaba uydurmasını bilir. (Kavga Yazıları)
  • Canın sıkıldıkça kitaplara sarıl. (Cingöz Recai - Cingöz'ün Esrarı)
  • Erkeklere galebe eden insan, kadınlara mağlûb olur. (Attila)
  • Anlaşılmayan ruhlara deli demek adettir, (Selma ve Gölgesi)
  • İki millet döğüşmezse, bu, onların seviştiğini değil, fakat birinin ötekini yeneceğinden emin olmadığını gösterir. (Nasyonalizm Sosyalizm Mistisizm)

  • "Zira, para kolay kazanılır ama hayat insana iki defa gelmez " (Cingöz Recai - Elmaslar İçinde)
  • “ Önü çirkin ve arkası güzel bir mahluk gibi yalan, başkasından bize doğru geldiği zaman iğrenç, bizden başkasına gittiği zaman sevimli bir şeydi. “ (Bir Akşamdı)
  • "İstanbul'da 'sosyete' dedikleri şeyin bir lâhana turşusu gibi karışık olduğunu bilmiyordu." (Mahşer)
  • Hakikati aramak günah değildir... (Cingöz Recai - Sultan Aziz'in Mücevherleri)
  • " Uykuyu taklit edelim.. " . (Attila)
  • İnsan yaptığını çeker, bunu bilesin.. (Yalnızız)
  • “Bir insanı tamamıyla tanımak için bazen asırlar bile yetişmez; kâfi derecede tanımak için bazen bir an bile yetişir.” (Bir Tereddüdün Romanı)

Yorum Yaz