diorex

Arkakapak Yazıları - Mustafa Kutlu Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Arkakapak Yazıları kimin eseri? Arkakapak Yazıları kitabının yazarı kimdir? Arkakapak Yazıları konusu ve anafikri nedir? Arkakapak Yazıları kitabı ne anlatıyor? Arkakapak Yazıları kitabının yazarı Mustafa Kutlu kimdir? İşte Arkakapak Yazıları kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 01.03.2022 12:00
Arkakapak Yazıları - Mustafa Kutlu Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Mustafa Kutlu

Yayın Evi: Dergah Yayınları

İSBN: 9789759954895

Sayfa Sayısı: 98

Arkakapak Yazıları Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Hep birşeyler olacak diye bekleriz. Sahil yolunda dolaşanlar istikbale gülerek bakarlar. Martı çığlık atar. Muazzez Abacı'nın buğulara bulanmış şarkıları duyulur, karpuz sergilerinde büyülü lambalar yanar.

Tam o sırada tayin emri gelmiştir, ezan çoktan okunmuştur. Havuzun fıskiyesi efsaneler anlatmaya başlar. Pencere yaz gecesine açılır; ateşböcekleri, ishak kuşu, kervankıran, yolculuk.

Uyku bizi bekler ve sevgili hayali. Sonra duman, gri deniz, ayışığı, yakamoz. Bütün bunlar ne güzel, ama geçecek deriz. Ufka doğru bakarız.

Herkes ufka doğru bakar.

Orada ne var?

(Arka Kapak)

Arkakapak Yazıları Alıntıları - Sözleri

  • Onu rüyalarımda sevgi ve hasret ile yaşatıyorum.
  • Caney, caney, caney... İşte meydan ey... Delikanlı cim-bom, Nerdesin haney? Nerdesin haney...
  • "Yüzünüz yoktu ama makyaj malzemeniz boldu."
  • Okumaya ihtiyacımız ancak ahlâka ihtiyacımız kadardır.
  • Denizi deniz olmaktan çıkardık. Ağaçları tıraş ettik. Balıkların kökünü kuruttuk. Havayı mazotla doldurduk. Toprağı dejenere ettik. Bir yerden şöyle kazara çıkmış bir yeşil çimen ucu görsek, hep birlikte oraya hücum ederek ezdik onu, mahvettik.
  • Tefekkür kalbin kandilidir, o giderse karanlıkta kalırsın.
  • Madem sen bir kulsun, kulluğunla zıtlaşan bütün insani vasıflardan çık. Çık ki, Hakk'ın çağrısına icabet etmiş ve O'nun huzuruna yaklaşmış olasın.
  • ....İki şeyden birini tercih edeceğin zaman, bunlardan nefsine ağır gelenin seç,onu yap. Çünkü nefse ancak hak ve doğru olan şey ağır gelir. .....
  • Bu çocuk namaz kılmasını bilmiyor.Ama alnını secdeye koyduğu zaman nedense bana Mehmed Akif'in şu mısralarını hatırlatıyor: Karanlıklar, ışıklar, gölgeler sussun ki: Allah’ım Bütün dünyayı inletsin benim secdem, benim âhım...
  • Tefekkür kalbin kandilidir, o giderse karanlıkta kalırsın.
  • Gördünüz mü? Fotoğraf herşeyi göstermez. Ama bana görünüyor.
  • Hep bir şeyler olsun diye bekleriz. Gelecek budur.
  • İki şeyden birini tercih edeceğin zaman, bunlardan nefsine ağır gelenini seç, onu yap. Çünkü nefse ancak hak ve doğru olan şey ağır gelir.
  • Lütfun da hoş, kahrın da hoş demesini öğren.
  • Tefekkür kalbin kandilidir, o giderse karanlıkta kalırsın.

Arkakapak Yazıları İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Minicik hikayelerden oluşan huzur veren özlem dolu bir kitap. En çok sevdiğim bir yazar ve kitaplarını da çok severek okuyorum. Arkakapak kitabı hem ince hem de akıcı bir kitap. Sorsak hepimiz çocukluğumuzu çok özledik deriz. Keşke o günlere tekrar dönebilsek. İşte o güzel anlar bu kitapta minicik hikayelerle derlenmiş.Kitabı okuyunca binevi özlem giderilmiş oluyor. Sayın Mustafa Kutlu hocam siz hep yazın bizlerde heyecanla okuyalım. Kaleminize sağlık. Her eseriniz muaazam. Şiddetle tavsiye ederim tüm kitapsever dostlarıma. Keyifli okumalar dilerim :)) (İkra)

Buradaki ilk incelememi bir Kutlu kitabıyla arz etmiş olayım mı? Hadi hadi olayım. Evet onunla açılış yapma fikri hoşuma gitmedi değil. Çünkü Mustafa Kutlu gönlümü fethetmiş yazarların başında gelir. Ahlakı, irfanı, erdemi ve bu coğrafyanın birçok değerini o tesirli üslubuyla hikayeleştirirken, biten her kitabıyla gönlümde ayrı bir iz bırakır. Ona olan sevgim, içime sığmayan hürmetim tam olarak ne zaman başladı şimdi bilemiyorum fakat her ne zamansa geç kalmışımdır diyorum. Onu olabilecek en erken yaşta tanımanın, onun hikayelerini okuyarak büyümenin, onun sözlerini hayat düsturu edinmenin oldukça mühim olduğuna inanıyorum. Daha kat’i ifadeyle, ona aşina büyüyen bir çocuğun güzel insan olmamasına imkan yok diye düşünüyorum. Öyle hoş üslubu ve öyle temiz bir dili var ki neredeyse her yaşa hitap ediyor, her yaşta da başka şeyler katıyor insana. Buna dayanarak farklı yıllarda tekrar tekrar okuduğum kitapları var, tekrar okumayı düşündüklerim de aynı şekilde. Bu arada yanlış anlaşılmasın, çocukların her kitabını okuyabileceğini söylemiyorum, bu alanda yetkin değilim, bunu uzmanları bilir fakat birçok kitabı da okunabilir gibi geliyor. Bu yüzden ablalar, abiler ve ebeveynlerden rica ediyorum; bu kitaplara bir de o gözle bakalım ve çevremizdeki çocuklar için seçimler yapalım. Yapalım ki Kutlu ile tanışıklıktan mahrum kalmasınlar. En kötü ne olur, belki ağır ya da sıkıcı gelir ama şu an piyasadan ellerine düşen kitaplardan daha fazla zarar vermez. Onu okusunlar ki insana has duyguları, güzel ahlakı, doğruluğu, edebi ve erkanı; doktrin haline getirilmiş sözlerden değil, olayların içinde sürüklenirken hissettiklerinden öğrensinler. Evet, Kutlu sevgim depreşti, ondan bahsetmeye doyamam ama hadi gelelim Arkakapak Yazıları’na. Bir zamanlar Dergah Dergisi’nin arka sayfasında yazdığı kısa öykülerin -Furkan Çalışkan “Kutlu Dergah Dergisi’nde yazdığından beri dergiyi tersten okumaya başladık.” demişti, bu yüzden olsa gerek- toplanmasıyla ortaya çıkmış bu eser. Yani kısa hikayelerden -bana kalırsa bazıları anı/anlatı gibiydi- oluşuyor bu kitabı. Her yazının başında da siyah beyaz bir fotoğraf süslüyor içeriği. Dolayısıyla Kutlu’dan okuduğum kitaplardan tür olarak en farklısı bu oldu. Yine çok sevdim, yine seve seve okudum ben. Zaten anı/anlatı okumaktan keyif alırım, onun otobiyografik unsurlarını içeren bu yazıları okurken de her sayfayı merakla çevirdim. Bu kez eseri şeklen değişmiş olsa da fikren yine insanımızın gönül güzelliğini, toprağımızın has kokusunu ve yeni düzenin bizden alıp götürdüklerini işlemekten vazgeçmemiş Kutlu. Kıssa geleneğine bağlı kalmaya ve daha önce bir konuşmasında söylediğini duyduğum ‘bir kıvılcım çakmaya ya da bir pencere açmaya’ dolayısıyla kıssadan hisse bırakmaya niyetli her zamanki gibi. Anadolu insanına has özellikleri onların içinden bir gözle ve kendi anılarını anlatırcasına dökmüş sayfalara. Ben de o sayfaların içinde dolandım durdum adeta. Tepsisindeki helvaları alsınlar diye türkü söyleme sözü veren, vatandaşın “önce türkü” pazarlığından sonra bir türkü mırıldanan çocukla karşılaştım önce. İyi niyet ve güleryüzle gönlü hoş edilen alıcılar, bir anda boşalttı çocuğun tepsisini. Koltuğunun altına aldığı tepsiyi def niyetine kullanırken neşeli neşeli uzaklaşan o küçük çocuğun yanındaydım sanki. Keyiflendiğinde ritim tutup ıslık çalarak giderken ben de arkasından gülümsüyordum. Gönülleri hoş etmenin işte bu kadar kolay olduğunu, yapılan işin hakkını vermenin de bir çocuktan öğrenilebileceğini düşünüyordum o sırada. Kirlenen denizlerde balık bulamadığından çöplüklerde yiyecek arayan, rastladığı bir güvercini karnını doyurmak uğruna katleden martıyı okurken de ortadaki tüm suçu ben üstlendim dayanamayıp. Özür diledim güvercinden, yasını tuttum. Sanki denizleri ben korusaydım, tabiat kanunlarının çiğnenmesine herkesten önce ben engel olsaydım bir kuşun fıtratı bu denli bozulmayacaktı. Biz büyüdüğümüz için küçüldüğünü sandığımız meydanlar vardı sonra. Küçülen bakışımızdı, daralan ufkumuzdu ama bize meydanlar küçülmüş gibi geliyordu işte. Bir çocuğun dünyasının yıldan yıla nasıl da değiştiğinin muhasebesini yaptım ben de Buğday Meydanı’nda gezerken. Bankanın önünde dimdik duran, gelip geçenin aldırış etmediği o armut ağacına sarılasım geldi başka bir hikayede. Çok insan vardı, ona doğru koşuyor gibiydiler ama bir bakış bile atmadan bankaya giriyordu hepsi. Paranın gördüğü itibar, kendisi aracılığıyla üretilen o kağıt parçasının gördüğü itibar ne de çoktu böyle. Ne de önemsizdi onun yanında bizim armut ağacı. Üzülüyordu, kırılıyordu bu görünmezlik yüzünden ve onun kırgınlığı bana ağaçlarla selamlaşmayı öğretti. Sonra çocuk oldum birden. Irmağa doğru koşan o çocukların arasına katıldım. Ne gün korkusu ne istikbal endişesi duyan, o anı yaşamaktan ve çalı çırpıyla dost olmaktan başka dert taşımayan çocuklardan oluverdim. Birçok şeyin icat edilmediği ve çocukların doğayla eğlenebildiği o günlere, hakiki gülüşlerle dolu eski zamanlara gittim onlarla birlikte. Orada, o güzel zamanlarda soluklanıp bugüne ve elimdeki kitaba dönüverdim sonra. Cuma namazına iştirak ettiği için heyecanı her halinden belli olan o güzel çocuğa denk geldim bu kez. İmamın hutbesini dinlerken bir ara kubbedeki yazılara kaçırdığı ve sonra büyük kabahat işlemişçesine indirdiği gözlerindeki o utangaçlıkta buldum kendimi. Onun gibi utanamadığıma utandım önce, o masumiyeti kaybedişimize ağladım. Sonra namaz bitti, o dua etti ve ben amin dedim. Amin dedim o temiz kalpten geçenlere. Eşref Efendi ve Cevat’la tanıştık sonra. Onlar bir mescide hayat verirken, köşeye kitaplık kurarken, Kur’an-ı Kerim öğretmeye çalışırken, fındık içi ve kuru üzüm dağıtırken ben de onları çok seven çocuklardan biri olup çıktım. Sonra zaman geçti, sevdiğimiz her şey gibi mescidin de havası değişti. Yeni görevliler gelip bu emektarları kapı dışarı etti, onların ektiği çiçekleri yer darlığı gerekçesiyle söktürdü, toplayıp getirdikleri kitapları imha etti, kimi yerleri yıkıp baştan yaptırmaya kalktı, gönülden bir ihtimamla bu hale getirilmiş yuvayı salt görev duygusuyla yenilemeye çalıştı. Ben de diğer çocuklar gibi “Cevat da Cevat!” diye mızmızlandım, çünkü öyle mescid daha zengindi ama bir o kadar da yoksuldu, çünkü öyle her şeyimiz vardı ama gönüllere dokunanımız yoktu. İşte böyle gezdim bu kitapta, daha birçok yere gittim, başka kılıklara büründüm, yeni insanlarla tanıştım. Bazen de eskiye, anılarıma uğradım. Çok şey var bahsedecek ama uzattığımın da farkındayım. Belki içeriği fazla konuşmuş bile olabilirim ama bunlar devede kulak merak etmeyin. Hasılı kelam, yazarın her kitabında olduğu gibi bunda da sayfaların içinde yaşarken buldum kendimi, içindekilerle hemhal oldum. Bu kitabı okuyacaklara her hikayeden sonra arkaya yaslanmalarını, kendilerine vakit verip biraz düşünmelerini öneririm. Düşüne düşüne okuduğunuzda siz de kendinizden çok şey bulacaksınız eminim. Evet, bir Mustafa Kutlu eserinin, çoğu kişisel gelişim kitabından daha geliştirici ve çoğu romandan daha hayat dolu olduğunu düşünenlerdenim. İçinde barındırdığı hisler, karakterler ve temsili durumlarla insana oturduğu yerde paha biçilmez tecrübeler kazandırıyor bu eserler. Onu hiç okumayanlara şans vermelerini, okuyup sevmeyenlere -bilmem var mıdır ama- yeni bir eseriyle tekrar şans vermelerini tavsiye ederim. (e.z.a)

Caney, Caney, Caney; İşte Meydaney...: Ne zamandır Mustafa Kutlu okumuyordum. Gittiğim son kitap fuarında Dergah Yayınları’nı Mustafa Kutlu için ziyaret ettim desem yeridir. Bende bulunmayan dört kitabını birden almıştım. Yıllar önce yazarın yayınlanmış bütün kitaplarını okumuştum. Okumakla kalmamış öğrencilerime de okutmuştum. Bunlardan bir tanesi Uzun Hikaye’ydi. Hızımı alamamış Mavi Kuş’unu da öğrencilerime okuma saatlerinde ben okumuştum. Hani kitabın ismine aldanmayın. Bu kuş bildiğiniz kuşlardan değildi. Mavi Kuş, kasabalıları tren istasyonuna götüren mavi bir otobüstü. Yol boyu yaşanan bütün maceralar, yolcuların özel hayat hikâyeleri kitaba konu ediliyordu. Kitabın sonunda anlaşılıyordu ki aslında her şey bir kurguymuş, biz bir film setindeymişiz. Mavi Kuş benim için biraz mizahi ve bir o kadar da hüzünlü bir kitaptı. Mustafa Kutlu’nun üslubu oldukça farklı. Sıkmıyor. Geleneğe bağlı. Kıssa anlatır gibi öykülerini kuruyor. Ben onun en çok çiçek isimlerine hayranım. Her kitabında bunu gözlemledim. Onun hikâyelerinde geçen çayır papatyası, açelya, begonya, çuha çiçeği, dağ sümbülü, hatmi çiçeği, hercai menekşesi, unutma beni’sine ben kısaca çiçek diyorum. Kuş türleri de öyle: İspinoz, incir kuşu, ibibik, kerkenez, ardıç kuşu… Arka Kapak Yazılar’ı bir dönem yazarın yönetiminde çıkan Dergah Dergisi’nin arka sayfasında siyah beyaz resimlerin altına yazdığı kısa öykülerden oluşuyor. Mustafa Kutlu aynı zamanda bir fotoğraf sanatçısıdır. Büyük bir ihtimalle kendi çektiği fotoğrafların altına öykülerini yazmıştır. Bu yazılardan bir kısmını henüz kitaplaşmadan da okumuştum.Yazarın öykülerinde zaman zaman ince eleştiriler de görüyoruz. Neyi mi eleştiriyor? Çarpıklaşan kentleşmeyi, kaybedilen vefa duygusunu, dostlukların bitmesini , teknolojinin çevreye verdiği zararları. Yazar sıradan insanların sıra dışı hayat hikayelerini hiç de sıradan olmayan bir şekilde bize sunuyor. Alışveriş merkezindeki kasiyerlerle ilişkimiz; ya bir kredi kartı, ya da deri cüzdan, veya nakit para düzeyindedir. Siz hangi kasiyerin ağzından, güler yüzle “afiyet olsunlar, yine bekleriz”ler duydunuz? Hayıflanıyor Mustafa Kutlu. Ve yine bir ikindi üzeri terastaki odasından seyrediyor ki, bir martı geliyor, bir güvercinin karnını deşeliyor. Ve onu yemek istiyor. O anda bütün hıncıyla martıya cephe alsa da “Bu martıyı acaba hangi durumlar bu hale getirmiştir?” diye düşünüyor, düşündürüyor. Martılar denizden avlanamıyor. Hepsinin gözü leşte, çöplükte. Çöplükler ise plastik dolu. İşte bu çöpler mi acaba martıların doğal yapısını bozuyor? İnsanın doğal yapısı da mı acaba böyle böyle bozuluyor? Çalıştığım anaokulunun bir bölümüne kümes yapmış, birkaç da tavuk koymuştum. Bir akşamüstü çocuklarımızdan bir tanesi babasının elinden tutmuş çekiştire çekiştire kümese getirmiş, “Bak baba bunları tanıyor musun? Bak bunlar tavukmuş!” demesini unutamam. Kitapta da sanki buna atıf yapan bir cümle gördüm: “Balkonlarda büyüyen çocuklar tavuktan korkarken, ihtisas alanı dışında kalanlar buğdayla arpayı ayırt edemezken, kim bakar Akbank’ın önündeki armut ağacına.” Günlük koşuşturma içerisinde kaç armut ağacı, ya da kaç çiçeğin bize gülümsemesini kaçırıyoruzdur, kim bilir. Cevat’ın iki hikayesi var kitapta. Halı tamircisi Cevat. Mahallesindeki mescide gidip geliyor. Oranın yeni tayin edilmiş imamıyla kanka oluyor. Kafa kafaya veriyor, caminin kuyusunu onarıyor. Etrafını çiçeklendiriyor. Mahallenin çocuklarına Kur’an öğretilebilecek bir bölüm yapıyor. Gel zaman git zaman, eli para görmüş kişiler cami vakfı kuruyorlar. Cevat’ın onca emekle onardığı el emeği halılar dışarı atılıyor. Yerine halıfleksler döşeniyor. Bir gün geliyor yer darlığından ıhlamurlar kesiliyor. Bir gün geliyor yine yer darlığından yediveren gülleri kesiliyor. Bir gün geliyor, vakıftakilerin siyasi görüşlerine ters diye, Cağaloğlu kitapçılarından toplanan güzelim kitaplar kaldırılıyor. Gün geliyor Kur’an Kursuna kadrolu hoca alıyorlar Cavat’ı kapı dışarı ediyorlar. Çocuklar “İlle de Cevat, ille de Cevat!” diye tempo tutturunca da, çocukları bize karşı kışkırtıyor diye Cevat’ı artık mescit civarına da yaklaştırmıyorlar. Okunası ve bir hikaye. Yine benim çok hoşuma giden hikâyelerden birisi de koz helvası satan, “Helva alana bir türkü bedeva!” diyen çocuğun hikâyesi oldu. “Caney, caney, caney/ İşte meydaney./ Delikanlı cim-bom/ Nerdesin haney, nerdesin haney.” Bunu söylersin de vatandaşın yüzü gülmez mi? “Ah benim yufka yürekli halkım. Ah, benim merhametli insanlarım!” Bir çırpıda bütün koz helvalarını tüketen çocuk, satış sonrasında elindeki tepsiyi tef yaparak oradan uzaklaşıyor. -Bu arada yazarımızın hararetli bir Fenerbahçe taraftarı olduğunu da buradan anlamış olduk.- Etkilendiğim bir diğer öykü de Cuma’dır. Öykü de daracık kot pantoluyla cumaya gelen, alışık olmadığı oturma düzeninde bir sağa bir sola kaykılan bir genç var. Ve belli ki ilk defa namaza geliyor. Gencin her hareketi yazarın objektifinde. Çocuk tedirgin. Ama mahviyetten başını bir eğişi var. Değme tevekkülcüler eğemez. Kıyamda ellerini önce göğsüne bağlıyor, sonra yan yan yazarımıza bakarak elini yavaş yavaş göbek hizasına iniyor. Takliden namazı kılan çocuğun ellerinin duaya kaldırılışının tasviri çok hoştu. “Derken incecik kolları ve kalem gibi parmakları, kırılgan bir bükülüşle duaya kalkıyor. Arada bir gözlerini kapatıyor. Hangi emel, hangi hayal, hangi arzu ile yaradana yalvarıyor?” “Onun duası dertlilere derman, hastalara şifa oluyor. Uçuk pembe bir mağfiret bulutu camiyi dolduran kalabalığın üzerine eğiliyor. Cemaatin her ferdi affın derin sularında yıkanıp, evlerine, işlerine dönüyorlar.” (Sait Köşk)

Kitabın Yazarı Mustafa Kutlu Kimdir?

Mustafa Kutlu, 6 Mart 1947’de Erzincan’un Ilıç ilçesine bağlı Kuruçay nahiyesinde doğar. Babası Nurettin Bey, annesi Sulhiye Hanım’dır. Beş kardeştirler. Üç ablası ve bir de kız kardeşi vardır.

Mustafa Kutlu ‘nun ailesi ilmiye sınıfındandır. Babası Nurettin Bey rüştiye tahsillidir. Nahiye Müdürlüğü yapar. Anadolu’nun pek çok yerinde bu görevi yürütmüştür. Dedeleri de çeşitli memuriyetlerden gelmedir. Soylarına Hacıyakupoğulları denir. Ailenin bilinen bütün kökleri Erzincan’dadır. Babasının görevi sebebiyle bir yerde bir iki sene kalıp başka bir yere nakilleri gerçekleşir. Babası 1953 yılında emekli olduktan sonra Erzincan’a döner, kahvelerde arzuhalcilik yapar. Babasını 1959 yılında 12 yaşındayken kaybeder.

Babası ile pek fazla içli dışlı olamaz. Nurettin Bey tam bir Osmanlı Beyefendisidir. Eski harfleri çok iyi yazar. Kutlu’nun kendisi gibi Nurettin Bey de babasını 12 yaşında kaybeder. Babanne ikisi erkek, ikisi kız olan çocuklarını kendi başına yetiştirmek zorunda kalır.

Mustafa Kutlu ‘nun Annesi Sulhiye Hanım ve babannesi de tam bir Osmanlı Hanımefendisidirler. Eşlerinin yokluğunu çocuklarına hissettirmemek için ellerinden gelen gayreti gösterirler. Sulhiye Hanım’ın isminin kaynağı 1923’te ilan edilen Cumhuriyet’tir. “Sulh” olduğu için ismini Sulhiye koymuşlardır.

Çocukluğunda yazları annesinin köyüne gider. Eskiden şehir ve taşra hayatı birbirinden bugünkü kadar kopuk değildir. Erzincan’da mahallelerinin hemen yakınında bir köy uzun yıllar; ahırıyla, mereğiyle, davarı, nahırıyla varlığını korur.

Babasının tayin edildiği bir nahiyede ev bulamadıkları için istasyon yakınlarında bir binada kalırlar. Burası Kemah Beylerinden Sağıroğulları’nın Cebesoy İstasyonu’na yaptırdıkları bir dinlenme evidir. Kısa bir süre de karakol binasında kalmışlardır. Bu günlerin hatıralarını Kupa Maçı [Gİ] ve 5492 [AKY] isimli hikâyelerinde kullanır. Burada dumanlı trenler, istasyonlar, demiryolu çalışanları, ıssız tabiat ve hayvanlarla içli dışlı olur.

Beş altı yaşlarındayken okula giden ablalarının kitaplarından okuma yazmayı öğrenir. Bu kitaplardaki şiirleri ezberler. Okula gitmeden önce ikinci üçüncü sınıf talebesi kadar bir birikime sahip olur.

Babasının ölümü ile birlikte (orta ikinci sınıftadır) zor günler başlar. Annesine yardımcı olmak için birçok iş yapar. Sebze halinde arabadan karpuz indirir, kahvede garsonluk, çadırlarda puantörlük yapar. Yine bu yıllarda uğraştığı iki iş vardır. Biri resim yapmak diğeri futbol oynamak. Mahalli ligde futbol oynar.

Mustafa Kutlu – Tahsili

Mustafa Kutlu, İlkokulu, ortaokulu ve liseyi Erzincan’da okur. Ortaokula kadar oturdukları ev deprem sonrası yapılan prefabrik evlerdendir. Buraya elektrik gelmediğinden orta ikiye kadar petrol lambası kullanmışlardır.

İlkokuldan itibaren edindiği okuma alışkanlığı, ortaokul sıralarında edebî zevke dönüşür. Edebiyat okumayı düşünür; fakat edebiyatçı olmak gibi bir tasarısı yoktur. Lisede fen kolundan mezun olur. Fen koluna giriş sebebini şöyle açıklar: “Sıra arkadaşımla mahalli bir amatör kümede, aynı takımda top koşturuyoruz. Çocuk kütüphane müdürünün oğlu ve dersleri çok iyi. Ben haytayım, derslerim o kadar iyi değil. O arkadaşım babasının yönlendirmesiyle fen bölümüne giriyor. Fen, yani zor bölüm, ki üniversitede tıp kazansın, teknik üniversiteye falan gitsin. Ben de diyorum ki, “ulan orayı yapamayız oğlum, biz top oynuyoruz, edebiyata gidelim, edebiyat kolay.” O fen koluna gidince ben de onun peşi sıra fen bölümüne gittim. Yani arkadaş kurbanı oldum.” (Murat Menteş, “Göründüğü Gibi Olan Adam”, Gerçek Hayat, 16-21 Mart 2001, s.17)

Mustafa Kutlu on üç dersten bitirme imtihanına girerler. Yazılıyı vermeyeni sözlüye almamaktadırlar. Birçok öğrencinin tek dersten kalıp liseyi bıraktığı bir dönemde mezun olabilen iki öğrenciden biridir. (1963)

Mustafa Kutlu , Liseyi bitirdikten sonra resme olan hevesi yüzünden Güzel Sanatlar Akademisi imtihanına girmek ister. O güne kadar Erzincan sınırlarına çıkmamış bir taşra çocuğunu Güzel Sanatların “frapan havası” iter. Böylece on yıl uğraştığı resim defterini kapatır. Buraya girmeyişinin bir başka sebebi de taştada bir kılavuzu olmayan, belli bir eğitimden geçmemiş, kendi kendini yetiştiren bir ressam adayının pek bir yere varamayacağını hesap etmesidir.

Mustafa Kutlu Erzurum Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesine 1964’te kaydolur. Burada yeni ve değişik bir dünya ile karşılaşır. Orhan Okay, Kaya Bilgegil, Niyazi Akı, Selahattin Olcay gibi hocalarla tanışır.

Mustafa Kutlu iki arkadaşı ile birlikte Erzurum Halkevi salonunda yağlıboya resimlerinden oluşan bir sergi açar. Burada 30-40 kadar resmi sergilenir. Üniversite üçüncü sınıfa kadar aklında yazı yazmak düşüncesi yoktur.

Mustafa Kutlu bir gün Orhan Okay Hoca’nın odasında Hareket Dergisi’nin sahibi Ezel Erverdi ile karşılaşır. Bu karşılaşma hayatında bir dönüm noktası olur. Çünkü Ezel Erverdi desensiz mesensiz diye eleştirdiği Kutlu’dan desen göndermesini ister. Gönderdiği ilk desenler Hareket’in 28. sayısının kapağını süsler. Sonra bu dergide hikâyeleri de yayımlanmaya başlar. İlk hikâyesi 29 Mayıs 1968’de yayımlanan “O…”dur, hikâye ile birlikte biri kapakta olmak üzere 6-7 deseni çıkar.

Üniversitenin son sınıfında Orhan Okay Hoca ile “Sait Faik’in hikâyelerinin resim ve perspektif açıdan incelenmesi” konulu tezini hazırlar. 1968’de okulu bitirir.

Mustafa Kutlu – Memuriyeti

1969’da Erzincan’da görücü usulü ile, hayatımın en güzel tevafuku dediği eşi Sevgi Hanım ile evlenir. (Bu evlilikten bir erkek bir kız çocukları olmuştur. ) Evliliği ile birlikte öğretmenliğe başlar. İlk tayini Tunceli’ye çıkar. Dört yıl Tunceli Lisesi’nde çalışır. 1972 yılında İstanbul’a tayin edilir. Küçükköy Vefa Poyraz Lisesi’nde iki yıl öğretmenlik yapar. 1974 yılında çok sevdiği mesleğinden istifa ederek ayrılır. Hareket Yayınları’nı genişletmek isterler. İstifa gerekçesini şöyle açıklar: “Öğretmenliği çok seviyordum; fakat yine de dergiye ağırlık vermemiz gerektiği için istifa ettim.” (Murat Menteş, “Göründüğü Gibi Olan Adam”, Gerçek Hayat, 16-21 Mart 2001, s.17)

Mustafa Kutlu – Yayın Hayatı

Mustafa Kutlu, 1968 yılında İstanbul’da çıkan Fikir ve Sanatta Hareket Dergisi’nde yayımladığı hikâyelerle yayın dünyasına girdi. Adımlar (Erzurum, 1970-72), Hisar, Türk Edebiyatı, Düşünce, Yönelişler gibi dergilerde yazdı.

“Üniversite yıllarında yazmaya başladım. İlk yazdığım “O” hikâyesinden itibaren bütün yazdıklarımı yayımladım. Bu işi şuurla yürüttüm. Bizim neslin bu sahada ağabey, hoca, arkadaş kabilinden mürebbisi yok sayılır. Kendimi yetiştirdim. Bu açıdan ilk hikâyelerimin yayınlanması, hatta kitap haline gelmesi hem bir şans, hem bir talihsizliktir. Okuyucunun karşısına olgun örneklerle çıkamadım, ancak zamanla kendi hikâyeme doğru yürümeye başladım. İlk iki kitabım hazırlık dönemidir.” (Yaşar Kaplan, “Mustafa Kutlu’yla Bir Söyleşi”, Aylık Dergi, Sayı 63-64-65, 1984, s:44)

Hikâyeleri, desenleri ve diğer yazıları Hareket dergisinde yayımlandı. Adımlar dergisinde şiirleri de vardır. Hikâyelerini bu dönemde kitaplaştırmaya başladı. İlk hikâye kitabı “Ortadaki Adam” (1970) Hareket Yayınları tarafından basıldı. Bunu “Gönül İşi” (1974) takip eder. Bu arada iki inceleme yayımlar. Bunlar Sabahattin Ali ve Sait Faik üzerinedir. Bunların yayımlanması ona göre hem bir şans hem de bir şanssızlıktır. “Talebelik sırasında yapmış olduğum iki çalışma hemen yayımlanma şansı buldu. Bunlar erken yayının bütün acemiliklerini taşıyan kitaplardı; ama benim için büyük bir şanstı.” (Adnan Tekşen, “Mustafa Kutlu ile Mülakat”, Zaman, 16 Temmuz 1987, s. 9.

Mustafa Kutlu , Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisinin (8 cilt 1976-1998) 2. ciltten itibaren yayın yönetimini üstlenir ve bu ansiklopediye geniş ölçüde madde yazar. 1974-75’ten itibaren 20 yılını verdiği bu ansiklopediyi 1973’te aldığı Smith Corona marka daktilosundan yazarak çıkarır. Ansiklopedi için şimdi profesör olan D. Mehmet Doğan ile çalışır.

Fikir ve Sanatta Hareket Dergisi 1982’de kapanınca kendi tabiri ile sudan çıkmış balığa dönerler; çünkü dergi ile yaşamaya alışmışlardır.

Mustafa Kutlu, 1980’lerin ortasından sonra sinemaya yönelir ve senaryolar yazmaya başlar. “TRT’de dramatik belgeseller yazdım: Divan-ı Lügati’t Türk’ün bulunuşu ile ilgili ‘Bir Kitabın Hikâyesi’; ‘Müzedeki Şiir’, Divan Edebiyatı Müzesi ile bağlantılı bir belgeseldi. Selim ileri ile beraber Pazartesi Hikâyeleri’ni hazırladık; birçoğu çekildi. Halit Refiğ’in yönettiği ‘Kurtar Beni’ ile Osman Sınav’ın çektiği ‘Kapıları Açmak’ görünür hale geldi; çünkü her ikisi de ödül aldı. TGRT’de yayınlanan Ufukta Bir Ağaç’ı yazmıştım…” (Murat Menteş, “Göründüğü Gibi Olan Adam”, Gerçek Hayat, 16-21 Mart 2001, s.17)

Ömer Seyfettin’in Yalnız Efe’sini senaryolaştırır. Diyanet İşleri’nin çocuk filmleri yapması ve bu filmlerin TRT’de gösterilmesi için Turgut Özal’ın girişimi ile bir proje hazırlar. Yusufçuk diye 8 bölümlük bir dizi yazar. “İnsanlar Yaşadıkça” isimli dizisi TRT engeline takılır. Son yazdığı senaryolardan birini TRT’ye teklif etmiş, ismi Mavi Kuş olan bu senaryo şu anda sinema filmi olarak düşünülmektedir.”

Mustafa Kutlu’nun Kapıları Açmak isimli senaryosunun Turizm ve Tanıtma Bakanlığı’nın açtığı yarışmada ikincilik derecesi vardır.

Mustafa Kutlu, dergiciliğe uzun bir ara verdikten sonra Dergâh (1990) ile bir dönüş yapar. İlk sayısı Mart ayında yayımlanır. Dergi edebiyat-sanat dergisidir. Dergâh’ın çıkışını Sultan Ahmet’teki Derviş çay bahçesinde İsmail Kara, Mustafa Kutlu ve Ezel Erverdi kararlaştırır.

Mustafa Kutlu derginin yanı sıra Kutlu, hâlen Dergâh Yayınevi’nin yönetimini de sürdürmektedir.

1986 yılından itibaren Zaman gazetesinde “Bir Demet İstanbul” başlığı altında şehir yazıları yayımlanır. Bu yazılar daha sonra Şehir Mektupları (1995) adı altında kitaplaşır. Halen Yeni Şafak’ta kültür-edebiyat yazıları yazmaya devam eden Kutlu, aynı gazetede spor yazıları yazmaktadır.

2012 yılında Osman Sınav’ın yönetmenliğinde ve Kenan İmirzalıoğlu’nun başrollüğünde “Uzun Hikâye” isimli eseri beyaz perdeye aktarılmıştır.

Mustafa Kutlu Kitapları - Eserleri

  • Uzun Hikâye
  • Ya Tahammül Ya Sefer
  • Mavi Kuş
  • Yoksulluk İçimizde
  • Sır
  • Beyhude Ömrüm

  • Bu Böyledir
  • İyiler Ölmez
  • Menekşeli Mektup
  • Hayat Güzeldir
  • Nur
  • Hüzün ve Tesadüf
  • Tirende Bir Keman

  • Rüzgarlı Pazar
  • Huzursuz Bacak
  • Yokuşa Akan Sular
  • Kapıları Açmak
  • Tahir Sami Bey'in Özel Hayatı
  • Tarla Kuşunun Sesi
  • Sevincini Bulmak

  • Hesap Günü
  • Chef
  • Zafer Yahut Hiç
  • İlmihal Yahut Arzuhal
  • Vatan Yahut İnternet
  • Tufandan Önce
  • Sıradışı Bir Ödül Töreni

  • Arkakapak Yazıları
  • Dem Bu Demdir
  • Fırtınayı Kucaklamak
  • Anadolu Yakası
  • Akasya ve Mandolin
  • Kalbin Sesi
  • Yoksulluk Kitabı

  • Vitrinde Olmak
  • Kalbin Sesi ile Toprağa Dönüş
  • Şehir Mektupları
  • Bir Demet İstanbul
  • Yıldız Tozu
  • Selâm Olsun
  • Akıntıya Karşı

  • Topkapı’dan Topkapı’ya
  • Sabahattin Ali
  • Gönül İşi
  • Ortadaki Adam
  • Sait Faik’in Hikaye Dünyası
  • Haliç İle Çepeçevre İstanbul

Mustafa Kutlu Alıntıları - Sözleri

  • İnsan dünyaya kendini kaptırınca zamanın nasıl geçtiğini bilemez. Bir akıntıya düşüp tüm ömrünü koşturarak geçiren çoktur. (Hesap Günü)
  • “Saçların tarumar gözlerinde nem Ateşe benzerdin küle dönmüşsün.” (Tirende Bir Keman)
  • “Giden gidiyor, geride solgun fotoğraflar kalıyor.” (Selâm Olsun)
  • Aramak vazifedir. “ Aramakla bulunmaz fakat bulanlar ancak arayanlardır.” (Kalbin Sesi ile Toprağa Dönüş)
  • “–Aslımızı yitirmezsek iyidir. – İyidir ya, mümkün mü?” (Yokuşa Akan Sular)
  • Baki olan sadece Cenab- ı Hakk ' tır. (Şehir Mektupları)

  • “Kendisini değil, artık hatırasını seviyordu.” (Tirende Bir Keman)
  • Tren gider, yol gider. Ömür biter, yol bitmez. (Kapıları Açmak)
  • Hayatımızı manevi zenginliklerle donatmak gibi köklü ve insani alışkanlıktan, hayatımızı maddi zenginlikler ile donatmak gibi boyutları belirsiz ve bize ait olmayan bir mutluluk anlayışına kaymamız olup bitenlerin kaynağına işaret eder. (Topkapı’dan Topkapı’ya)
  • Ne denilmiş: Sabır, sebat, murat. (Beyhude Ömrüm)
  • Ölülere sahip çıkamayanlar, dirilere sahip çıkabilir mi? (Haliç İle Çepeçevre İstanbul)
  • Önce zihnimiz kirlendi, sonra kendimizden şüpheye düştük, ardından inançlarımızı sorgulamaya başladık. Bu geleneği ve ahlakı yaraladı. Artık ortada bir 'güven bunalımı' vardı. (Vatan Yahut İnternet)
  • Herşey gelip inceliklerde düğümleniyor. (Bu Böyledir)

  • "Gönül yarası bu kızım, mutlaka izi kalır." (Zafer Yahut Hiç)
  • Eskiye ait ne varsa kıymete bindi. (Vatan Yahut İnternet)
  • Velhasıl dünya hayatı "İş" dediğimiz oyun ve eğlenceden ibarettir. (Hesap Günü)
  • Mahvıma sebep hilmimdir.. (Sevincini Bulmak)
  • Umut bu dağın ardında belki, ama bu dağın ardı meçhul. (Yoksulluk Kitabı)
  • “Dua etmeli derim içimden; hem giden, hem bizim gibi geride kalanlar için artık sadece dua etmeli.” (Selâm Olsun)
  • Giden gidiyor, geride solgun fotoğraflar kalıyor. (Selâm Olsun)

Yorum Yaz