Akıntıya Karşı - Mustafa Kutlu Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Akıntıya Karşı kimin eseri? Akıntıya Karşı kitabının yazarı kimdir? Akıntıya Karşı konusu ve anafikri nedir? Akıntıya Karşı kitabı ne anlatıyor? Akıntıya Karşı kitabının yazarı Mustafa Kutlu kimdir? İşte Akıntıya Karşı kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Mustafa Kutlu
Yayın Evi: Dergâh Yayınları
İSBN: 9786257660051
Sayfa Sayısı: 147
Akıntıya Karşı Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
“… Oltanın ucundaki balık şöyle dedi: ‘Yem öyle büyülü, çekici, gerçek idi ki; nasıl desem gerçekten daha gerçekti. Şimdi şu son nefesimi verirken itiraf ediyorum: “Tanrım bunu beklemiyordum’.
*
Elinizdeki kitap sadece şu mektuptaki cümle yüzünden kaleme alınmıştır desem yeridir. Çağdaş Küresel Medeniyet’in (O iki asırdan beri peşine düşüp yetişmeye çalıştığımız muasır medeniyet) insanlığı getirdiği son durak burasıdır.”
Mustafa Kutlu’nun gazete yazılarından derleyerek yazdığı yeni eseri toplumumuzun tüm sorunlarına, eksiklerine, nereden nerelere gelindiğine ışık tutarken, çözümlerini de kelimelerinin arasında ilgililere sunuyor.
Akıntıya Karşı Alıntıları - Sözleri
- Eskiler şöyle der: “Mevzu aşka intikal edince sohbet sabaha kadar sürermiş.”
- “Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol.”
- Tüketim toplumu öte dünya inancını kaybetmiş, bu dünyaya hakim olma ihtirası ile yanıp tutuşan sanayileşmenin, endüstri ve teknolojinin, kanla-zulümle kazanılmış zenginlik ve refahın, aşırı üretim, bolluk ve sefahatın eseridir.
- Artık ne doğana yeterince seviniyor, ne ölene yeterince üzülüyoruz. Değişen hayatın depremi insanımızı öyle bir savurdu ki ; dinî-millî-manevî ve kültürel değerlerimiz kıymetini neredeyse kaybetti.
- . "Tüketim toplumuna direniş, akıntıya karşı dik durmak; dirilişin ilk adımıdır." .
- "Müslüman Saati" nde boş vakit yoktur. Müminin kalbi saattir ve her an zikrullah ile meşgul olmaktadır.
- Zafer biraz da hasar ister.
- Kalbin sesi duyulmuyor.
- Bırakın, bizi ve dünyayı bu cendereden çıkaracak fikriyat için biraz kafa yoralım.
- Hayatı yorumlarken tek bir ölçü kabul ederiz: Âmentü'ye inanıyor musun, inanamıyor musun?
- Artık ne doğana yeterince seviniyor, ne ölene yeterince üzülüyoruz.
- Benim gibi sıcak karşısında " çaya düşmüş kesme şeker" gibi erim erim eriyen birinin sonbahar serinliğine kavuşması ne güzel.
- Efendim âşıkın hayalhânesine, şairin lügatine sınır çekilmez.
- Kapitalizmin çarkını kim durdurabilir, kim onun tekerine taş koyabilir? Anında bilimin, ilerlemenin, çağdaşlığın hışmına uğrar, afaroz edilir.
- Edward Tufte'nin şu alıntısı da sosyal medya bağımlılığına yönelik içerdiği metafor açısından oldukça önemli: "Müşterilerine kullanıcı diyen sadece iki sektör var: Yasa dışı uyuşturucu ve yazılım..."
Akıntıya Karşı İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Kitap daha çok çağımızı tenkit niteliğinde yazılmış. Eski dönemler ile karşılaştırmalar oldukça fazla. Dili genel itibariyle sade ve akıcı, her kesime hitap edebilecek bir türde. Özellikle Z kuşağının okuması gerektiği bir kitap olarak düşünüyorum. (sena)
Oy oy...: Baskısı olmayan iki kitabı hariç tüm kitaplarını okudum Mustafa Kutlu'nun. Hikâyelerine hayranlıkla bakan, denemelerine temkinli yaklaşan biriyim. Uzun süredir hikâye kitabı yayımlamıyor. Bu kitabı da deneme türünden. Gazetedeki yazılarından oluşuyor. Düşünmeden okuyanlara hoş gelebilir ancak düşünerek okuyorum ve kitap beni yoruyor. Yapma diyorum, yapma. Oturduğun yerden itiraz etmekle, reddetmekle, yok saymakla sorunlar çözülmez. Küçüklüğümden beri insanların sürekli sistemden, kapitalizmden, teknolojiden, gençlerin bozulduğundan, kültürel yapının değiştiğinden vesaire dem vuruyor ve şikayet ediyor. Bazen hakaret... Mustafa Kutlu da bunu yapıyor. Denemelerin ekserisi böyle. Tarım toplumuna dönelim, ben teknolojiye karşıyım, diyor. Nasıl karşı çıkılabilir teknolojiye? Çok basit bir şekilde ifade edelim. Şu an pandemiden ötürü eğitim sistemi çok büyük bir yara almış durumda. Teknoloji olmasa tamamen sona erecek. Bir şey insanı rahatsız ediyor olabilir, ancak bunun çözümü onu reddetmek, yok saymakla olmaz. Antitez üretmekle olur. Evet, çok şey eskiden daha güzeldi. Lâkin eski eskidi artık. Yeni ne söylenebilir, ona bakmak lazım. Üretmek lazım. Üç yüz sene geriye gitmek hem fiziken hem ruhen mümkün değil. Çünkü buradayız ve bu ânı yaşamakla mükellefiz. Ya da bu ânı iyileştirmekle, yaşanır kılmakla. Sosyal medya gençleri olumsuz etkiliyor, kötü alışkanlıklara ve düşüncelere sevk ediyor. Evet, katılıyorum. Ancak sosyal medyayı yok saymak mümkün mü? Reddetmek? Bunlar rahatsız ediyorsa eğer, bunların karşısına gençleri geri kazanabilecek projeler ortaya atmak gerekmez mi? Kapitalizm berbat bir şey, kabul ediyoruz. Lâkin karşılığında neyin var? Ne yapalım hepimiz köye dönüp var olanı, olacak olanı, yaşamı yok mu sayalım? Karadeniz'in dağlık köylerinden birindeyim şu an. Memleketimde. Üç kardeşiz bir dönüm arazi bile yok. Ne yapalım biz köyde? Geriye dönmek düşüncesi çözüm olamaz. Daha ileri gitmek fikri çözüm olabilir. İslamî düşünürler, Yunan felsefesi düşüncesine karşı çıkmışlar, gitmişler, araştırmışlar, kendi dillerine çevirmişler ve yeni felsefe oluşturarak (İslam felsefesi) dünyayı etki altına almışlar. İşte bunu yapacak kudret var mı, mesele bu? Karşı çıkmakla olmaz, üretmekle olur. Atalarımızı örnek alacaksak önce üretimle almalıyız, diye düşünüyorum. Yok saymayı, yok saymak gerek. (Öğretmenden Notlar)
Naif kalemiyle hikayelerini pek sevdiğim Mustafa Kutlu'nun ilk defa deneme türünde bir kitabını okumuş oldum. Gazete yazılarından derlenen bu kitapta çağın hastalığı diyebileceğimiz tüketim çılgınlığını, doyumsuzluğunu, akıntıya karşı tutamadığımız ne varsa eskiye duyduğu özlemle sık sık dile getiren Kutlu, yaptığı çıkarımlarla o kadar doğru yerlere işaret ediyor ki hak vermemek üzerinde düşünmemek elde değil. Ama gelin görün ki, çözümü aynı kitapta bulmanın ümidiyle kitabı bitirsem de olmadı. "Peki nasıl olacak, olmalı" sorularım cevapsız kaldı. (Kalbin Sesi ile Toprağa Dönüş kitabında bu cevabı bulabilir miyim acaba, bilmiyorum.)Maalesef ki artık hayat koşulları istemediğimiz boyutta bir akışın içinde. Tutamıyoruz sanki.. Şartlar aynı değil, bir insanın bir grubun alacağı bir sorumluluk, oluşturacağı bir farkındalıktan fazlası gerek. (Sade okur)
Kitabın Yazarı Mustafa Kutlu Kimdir?
Mustafa Kutlu, 6 Mart 1947’de Erzincan’un Ilıç ilçesine bağlı Kuruçay nahiyesinde doğar. Babası Nurettin Bey, annesi Sulhiye Hanım’dır. Beş kardeştirler. Üç ablası ve bir de kız kardeşi vardır.
Mustafa Kutlu ‘nun ailesi ilmiye sınıfındandır. Babası Nurettin Bey rüştiye tahsillidir. Nahiye Müdürlüğü yapar. Anadolu’nun pek çok yerinde bu görevi yürütmüştür. Dedeleri de çeşitli memuriyetlerden gelmedir. Soylarına Hacıyakupoğulları denir. Ailenin bilinen bütün kökleri Erzincan’dadır. Babasının görevi sebebiyle bir yerde bir iki sene kalıp başka bir yere nakilleri gerçekleşir. Babası 1953 yılında emekli olduktan sonra Erzincan’a döner, kahvelerde arzuhalcilik yapar. Babasını 1959 yılında 12 yaşındayken kaybeder.
Babası ile pek fazla içli dışlı olamaz. Nurettin Bey tam bir Osmanlı Beyefendisidir. Eski harfleri çok iyi yazar. Kutlu’nun kendisi gibi Nurettin Bey de babasını 12 yaşında kaybeder. Babanne ikisi erkek, ikisi kız olan çocuklarını kendi başına yetiştirmek zorunda kalır.
Mustafa Kutlu ‘nun Annesi Sulhiye Hanım ve babannesi de tam bir Osmanlı Hanımefendisidirler. Eşlerinin yokluğunu çocuklarına hissettirmemek için ellerinden gelen gayreti gösterirler. Sulhiye Hanım’ın isminin kaynağı 1923’te ilan edilen Cumhuriyet’tir. “Sulh” olduğu için ismini Sulhiye koymuşlardır.
Çocukluğunda yazları annesinin köyüne gider. Eskiden şehir ve taşra hayatı birbirinden bugünkü kadar kopuk değildir. Erzincan’da mahallelerinin hemen yakınında bir köy uzun yıllar; ahırıyla, mereğiyle, davarı, nahırıyla varlığını korur.
Babasının tayin edildiği bir nahiyede ev bulamadıkları için istasyon yakınlarında bir binada kalırlar. Burası Kemah Beylerinden Sağıroğulları’nın Cebesoy İstasyonu’na yaptırdıkları bir dinlenme evidir. Kısa bir süre de karakol binasında kalmışlardır. Bu günlerin hatıralarını Kupa Maçı [Gİ] ve 5492 [AKY] isimli hikâyelerinde kullanır. Burada dumanlı trenler, istasyonlar, demiryolu çalışanları, ıssız tabiat ve hayvanlarla içli dışlı olur.
Beş altı yaşlarındayken okula giden ablalarının kitaplarından okuma yazmayı öğrenir. Bu kitaplardaki şiirleri ezberler. Okula gitmeden önce ikinci üçüncü sınıf talebesi kadar bir birikime sahip olur.
Babasının ölümü ile birlikte (orta ikinci sınıftadır) zor günler başlar. Annesine yardımcı olmak için birçok iş yapar. Sebze halinde arabadan karpuz indirir, kahvede garsonluk, çadırlarda puantörlük yapar. Yine bu yıllarda uğraştığı iki iş vardır. Biri resim yapmak diğeri futbol oynamak. Mahalli ligde futbol oynar.
Mustafa Kutlu – Tahsili
Mustafa Kutlu, İlkokulu, ortaokulu ve liseyi Erzincan’da okur. Ortaokula kadar oturdukları ev deprem sonrası yapılan prefabrik evlerdendir. Buraya elektrik gelmediğinden orta ikiye kadar petrol lambası kullanmışlardır.
İlkokuldan itibaren edindiği okuma alışkanlığı, ortaokul sıralarında edebî zevke dönüşür. Edebiyat okumayı düşünür; fakat edebiyatçı olmak gibi bir tasarısı yoktur. Lisede fen kolundan mezun olur. Fen koluna giriş sebebini şöyle açıklar: “Sıra arkadaşımla mahalli bir amatör kümede, aynı takımda top koşturuyoruz. Çocuk kütüphane müdürünün oğlu ve dersleri çok iyi. Ben haytayım, derslerim o kadar iyi değil. O arkadaşım babasının yönlendirmesiyle fen bölümüne giriyor. Fen, yani zor bölüm, ki üniversitede tıp kazansın, teknik üniversiteye falan gitsin. Ben de diyorum ki, “ulan orayı yapamayız oğlum, biz top oynuyoruz, edebiyata gidelim, edebiyat kolay.” O fen koluna gidince ben de onun peşi sıra fen bölümüne gittim. Yani arkadaş kurbanı oldum.” (Murat Menteş, “Göründüğü Gibi Olan Adam”, Gerçek Hayat, 16-21 Mart 2001, s.17)
Mustafa Kutlu on üç dersten bitirme imtihanına girerler. Yazılıyı vermeyeni sözlüye almamaktadırlar. Birçok öğrencinin tek dersten kalıp liseyi bıraktığı bir dönemde mezun olabilen iki öğrenciden biridir. (1963)
Mustafa Kutlu , Liseyi bitirdikten sonra resme olan hevesi yüzünden Güzel Sanatlar Akademisi imtihanına girmek ister. O güne kadar Erzincan sınırlarına çıkmamış bir taşra çocuğunu Güzel Sanatların “frapan havası” iter. Böylece on yıl uğraştığı resim defterini kapatır. Buraya girmeyişinin bir başka sebebi de taştada bir kılavuzu olmayan, belli bir eğitimden geçmemiş, kendi kendini yetiştiren bir ressam adayının pek bir yere varamayacağını hesap etmesidir.
Mustafa Kutlu Erzurum Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesine 1964’te kaydolur. Burada yeni ve değişik bir dünya ile karşılaşır. Orhan Okay, Kaya Bilgegil, Niyazi Akı, Selahattin Olcay gibi hocalarla tanışır.
Mustafa Kutlu iki arkadaşı ile birlikte Erzurum Halkevi salonunda yağlıboya resimlerinden oluşan bir sergi açar. Burada 30-40 kadar resmi sergilenir. Üniversite üçüncü sınıfa kadar aklında yazı yazmak düşüncesi yoktur.
Mustafa Kutlu bir gün Orhan Okay Hoca’nın odasında Hareket Dergisi’nin sahibi Ezel Erverdi ile karşılaşır. Bu karşılaşma hayatında bir dönüm noktası olur. Çünkü Ezel Erverdi desensiz mesensiz diye eleştirdiği Kutlu’dan desen göndermesini ister. Gönderdiği ilk desenler Hareket’in 28. sayısının kapağını süsler. Sonra bu dergide hikâyeleri de yayımlanmaya başlar. İlk hikâyesi 29 Mayıs 1968’de yayımlanan “O…”dur, hikâye ile birlikte biri kapakta olmak üzere 6-7 deseni çıkar.
Üniversitenin son sınıfında Orhan Okay Hoca ile “Sait Faik’in hikâyelerinin resim ve perspektif açıdan incelenmesi” konulu tezini hazırlar. 1968’de okulu bitirir.
Mustafa Kutlu – Memuriyeti
1969’da Erzincan’da görücü usulü ile, hayatımın en güzel tevafuku dediği eşi Sevgi Hanım ile evlenir. (Bu evlilikten bir erkek bir kız çocukları olmuştur. ) Evliliği ile birlikte öğretmenliğe başlar. İlk tayini Tunceli’ye çıkar. Dört yıl Tunceli Lisesi’nde çalışır. 1972 yılında İstanbul’a tayin edilir. Küçükköy Vefa Poyraz Lisesi’nde iki yıl öğretmenlik yapar. 1974 yılında çok sevdiği mesleğinden istifa ederek ayrılır. Hareket Yayınları’nı genişletmek isterler. İstifa gerekçesini şöyle açıklar: “Öğretmenliği çok seviyordum; fakat yine de dergiye ağırlık vermemiz gerektiği için istifa ettim.” (Murat Menteş, “Göründüğü Gibi Olan Adam”, Gerçek Hayat, 16-21 Mart 2001, s.17)
Mustafa Kutlu – Yayın Hayatı
Mustafa Kutlu, 1968 yılında İstanbul’da çıkan Fikir ve Sanatta Hareket Dergisi’nde yayımladığı hikâyelerle yayın dünyasına girdi. Adımlar (Erzurum, 1970-72), Hisar, Türk Edebiyatı, Düşünce, Yönelişler gibi dergilerde yazdı.
“Üniversite yıllarında yazmaya başladım. İlk yazdığım “O” hikâyesinden itibaren bütün yazdıklarımı yayımladım. Bu işi şuurla yürüttüm. Bizim neslin bu sahada ağabey, hoca, arkadaş kabilinden mürebbisi yok sayılır. Kendimi yetiştirdim. Bu açıdan ilk hikâyelerimin yayınlanması, hatta kitap haline gelmesi hem bir şans, hem bir talihsizliktir. Okuyucunun karşısına olgun örneklerle çıkamadım, ancak zamanla kendi hikâyeme doğru yürümeye başladım. İlk iki kitabım hazırlık dönemidir.” (Yaşar Kaplan, “Mustafa Kutlu’yla Bir Söyleşi”, Aylık Dergi, Sayı 63-64-65, 1984, s:44)
Hikâyeleri, desenleri ve diğer yazıları Hareket dergisinde yayımlandı. Adımlar dergisinde şiirleri de vardır. Hikâyelerini bu dönemde kitaplaştırmaya başladı. İlk hikâye kitabı “Ortadaki Adam” (1970) Hareket Yayınları tarafından basıldı. Bunu “Gönül İşi” (1974) takip eder. Bu arada iki inceleme yayımlar. Bunlar Sabahattin Ali ve Sait Faik üzerinedir. Bunların yayımlanması ona göre hem bir şans hem de bir şanssızlıktır. “Talebelik sırasında yapmış olduğum iki çalışma hemen yayımlanma şansı buldu. Bunlar erken yayının bütün acemiliklerini taşıyan kitaplardı; ama benim için büyük bir şanstı.” (Adnan Tekşen, “Mustafa Kutlu ile Mülakat”, Zaman, 16 Temmuz 1987, s. 9.
Mustafa Kutlu , Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisinin (8 cilt 1976-1998) 2. ciltten itibaren yayın yönetimini üstlenir ve bu ansiklopediye geniş ölçüde madde yazar. 1974-75’ten itibaren 20 yılını verdiği bu ansiklopediyi 1973’te aldığı Smith Corona marka daktilosundan yazarak çıkarır. Ansiklopedi için şimdi profesör olan D. Mehmet Doğan ile çalışır.
Fikir ve Sanatta Hareket Dergisi 1982’de kapanınca kendi tabiri ile sudan çıkmış balığa dönerler; çünkü dergi ile yaşamaya alışmışlardır.
Mustafa Kutlu, 1980’lerin ortasından sonra sinemaya yönelir ve senaryolar yazmaya başlar. “TRT’de dramatik belgeseller yazdım: Divan-ı Lügati’t Türk’ün bulunuşu ile ilgili ‘Bir Kitabın Hikâyesi’; ‘Müzedeki Şiir’, Divan Edebiyatı Müzesi ile bağlantılı bir belgeseldi. Selim ileri ile beraber Pazartesi Hikâyeleri’ni hazırladık; birçoğu çekildi. Halit Refiğ’in yönettiği ‘Kurtar Beni’ ile Osman Sınav’ın çektiği ‘Kapıları Açmak’ görünür hale geldi; çünkü her ikisi de ödül aldı. TGRT’de yayınlanan Ufukta Bir Ağaç’ı yazmıştım…” (Murat Menteş, “Göründüğü Gibi Olan Adam”, Gerçek Hayat, 16-21 Mart 2001, s.17)
Ömer Seyfettin’in Yalnız Efe’sini senaryolaştırır. Diyanet İşleri’nin çocuk filmleri yapması ve bu filmlerin TRT’de gösterilmesi için Turgut Özal’ın girişimi ile bir proje hazırlar. Yusufçuk diye 8 bölümlük bir dizi yazar. “İnsanlar Yaşadıkça” isimli dizisi TRT engeline takılır. Son yazdığı senaryolardan birini TRT’ye teklif etmiş, ismi Mavi Kuş olan bu senaryo şu anda sinema filmi olarak düşünülmektedir.”
Mustafa Kutlu’nun Kapıları Açmak isimli senaryosunun Turizm ve Tanıtma Bakanlığı’nın açtığı yarışmada ikincilik derecesi vardır.
Mustafa Kutlu, dergiciliğe uzun bir ara verdikten sonra Dergâh (1990) ile bir dönüş yapar. İlk sayısı Mart ayında yayımlanır. Dergi edebiyat-sanat dergisidir. Dergâh’ın çıkışını Sultan Ahmet’teki Derviş çay bahçesinde İsmail Kara, Mustafa Kutlu ve Ezel Erverdi kararlaştırır.
Mustafa Kutlu derginin yanı sıra Kutlu, hâlen Dergâh Yayınevi’nin yönetimini de sürdürmektedir.
1986 yılından itibaren Zaman gazetesinde “Bir Demet İstanbul” başlığı altında şehir yazıları yayımlanır. Bu yazılar daha sonra Şehir Mektupları (1995) adı altında kitaplaşır. Halen Yeni Şafak’ta kültür-edebiyat yazıları yazmaya devam eden Kutlu, aynı gazetede spor yazıları yazmaktadır.
2012 yılında Osman Sınav’ın yönetmenliğinde ve Kenan İmirzalıoğlu’nun başrollüğünde “Uzun Hikâye” isimli eseri beyaz perdeye aktarılmıştır.
Mustafa Kutlu Kitapları - Eserleri
- Uzun Hikâye
- Ya Tahammül Ya Sefer
- Mavi Kuş
- Yoksulluk İçimizde
- Sır
- Beyhude Ömrüm
- Bu Böyledir
- İyiler Ölmez
- Menekşeli Mektup
- Hayat Güzeldir
- Nur
- Hüzün ve Tesadüf
- Tirende Bir Keman
- Rüzgarlı Pazar
- Huzursuz Bacak
- Yokuşa Akan Sular
- Kapıları Açmak
- Tahir Sami Bey'in Özel Hayatı
- Tarla Kuşunun Sesi
- Sevincini Bulmak
- Hesap Günü
- Chef
- Zafer Yahut Hiç
- İlmihal Yahut Arzuhal
- Vatan Yahut İnternet
- Tufandan Önce
- Sıradışı Bir Ödül Töreni
- Arkakapak Yazıları
- Dem Bu Demdir
- Fırtınayı Kucaklamak
- Anadolu Yakası
- Akasya ve Mandolin
- Kalbin Sesi
- Yoksulluk Kitabı
- Vitrinde Olmak
- Kalbin Sesi ile Toprağa Dönüş
- Şehir Mektupları
- Bir Demet İstanbul
- Yıldız Tozu
- Selâm Olsun
- Akıntıya Karşı
- Topkapı’dan Topkapı’ya
- Sabahattin Ali
- Gönül İşi
- Ortadaki Adam
- Sait Faik’in Hikaye Dünyası
- Haliç İle Çepeçevre İstanbul
Mustafa Kutlu Alıntıları - Sözleri
- İnsan dünyaya kendini kaptırınca zamanın nasıl geçtiğini bilemez. Bir akıntıya düşüp tüm ömrünü koşturarak geçiren çoktur. (Hesap Günü)
- “Saçların tarumar gözlerinde nem Ateşe benzerdin küle dönmüşsün.” (Tirende Bir Keman)
- “Giden gidiyor, geride solgun fotoğraflar kalıyor.” (Selâm Olsun)
- Aramak vazifedir. “ Aramakla bulunmaz fakat bulanlar ancak arayanlardır.” (Kalbin Sesi ile Toprağa Dönüş)
- “–Aslımızı yitirmezsek iyidir. – İyidir ya, mümkün mü?” (Yokuşa Akan Sular)
- Baki olan sadece Cenab- ı Hakk ' tır. (Şehir Mektupları)
- “Kendisini değil, artık hatırasını seviyordu.” (Tirende Bir Keman)
- Tren gider, yol gider. Ömür biter, yol bitmez. (Kapıları Açmak)
- Hayatımızı manevi zenginliklerle donatmak gibi köklü ve insani alışkanlıktan, hayatımızı maddi zenginlikler ile donatmak gibi boyutları belirsiz ve bize ait olmayan bir mutluluk anlayışına kaymamız olup bitenlerin kaynağına işaret eder. (Topkapı’dan Topkapı’ya)
- Ne denilmiş: Sabır, sebat, murat. (Beyhude Ömrüm)
- Ölülere sahip çıkamayanlar, dirilere sahip çıkabilir mi? (Haliç İle Çepeçevre İstanbul)
- Önce zihnimiz kirlendi, sonra kendimizden şüpheye düştük, ardından inançlarımızı sorgulamaya başladık. Bu geleneği ve ahlakı yaraladı. Artık ortada bir 'güven bunalımı' vardı. (Vatan Yahut İnternet)
- Herşey gelip inceliklerde düğümleniyor. (Bu Böyledir)
- "Gönül yarası bu kızım, mutlaka izi kalır." (Zafer Yahut Hiç)
- Eskiye ait ne varsa kıymete bindi. (Vatan Yahut İnternet)
- Velhasıl dünya hayatı "İş" dediğimiz oyun ve eğlenceden ibarettir. (Hesap Günü)
- Mahvıma sebep hilmimdir.. (Sevincini Bulmak)
- Umut bu dağın ardında belki, ama bu dağın ardı meçhul. (Yoksulluk Kitabı)
- “Dua etmeli derim içimden; hem giden, hem bizim gibi geride kalanlar için artık sadece dua etmeli.” (Selâm Olsun)
- Giden gidiyor, geride solgun fotoğraflar kalıyor. (Selâm Olsun)