Akıl Ve İman - Ahmed Hulûsi Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Akıl Ve İman kimin eseri? Akıl Ve İman kitabının yazarı kimdir? Akıl Ve İman konusu ve anafikri nedir? Akıl Ve İman kitabı ne anlatıyor? Akıl Ve İman PDF indirme linki var mı? Akıl Ve İman kitabının yazarı Ahmed Hulûsi kimdir? İşte Akıl Ve İman kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Ahmed Hulûsi
Yayın Evi: Kitsan Yayınevi
İSBN: 9789757557395
Sayfa Sayısı: 283
Akıl Ve İman Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
- Nereye kadar Akıl..?
- Niçin, nasıl ve neye İman?
- Mü'minler, neye İman zorunda...?
- Şeytan nereden indi...?
- Cinler niçin insanların düşmanı..?
- "Amentü"nün anlam ve açıklaması...
- "Sünnet"in anlamları ve kapsamı!..
- "Kader" konusunun içyüzü...
- Namaz, Oruç, Hac gibi kullukların sırları...?
- "Sekeratı mevt" nedir; nasıl korunulur!..
- Ve daha birçok akla gelmedik konu düşünebilen beyinler için bu kitapta açıklanıyor!..
Akıl Ve İman Alıntıları - Sözleri
- Gerçekte, senin nefsinin benliği, Rabbinin benliğidir! Senin kendine has bir benliğin yoktur! Kâinatta var olan tek mutlak benlik “Allâh”ın benliğidir. “Benlik Allâh’a aittir. Senin ben demeye hakkın yoktur” diyerek bunu basite indirgemişlerdir. Yani bu varlığa “Ben” kelimesi ile işaret ettiğin zaman, o “Ben” aslında senin nefsin değil, “nefs”in hakikati olan “Rabb”indir. O yüzden denmiştir ki: “NEFSİNİN HAKİKATİNİ BİLEN, RABBİNİ BİLİR.”
- Eğer belli bir akıl gücüne sahip isek... Zira “Akıl” arapçada “Ukl” kelimesinden gelmiştir. “Bağlamak” anlamınadır... Yani bir şeyi, diğer bir şeye bağlayarak, aralarında bir bağlantı kurup, bir sonuç çıkarma özelliğidir... Bu akıllı bir kişidir demek; birtakım nesneleri, birtakım bilgileri, cevherleri birbirine bağlayarak ortaya bir sonuç çıkartıp buna göre kendine yön verebiliyor demektir.
- muhatabımız, Rasûlullâh (aleyhisselâm)’dır! Bize tebligatını yapmıştır... Artık bizler, ya buyurduklarını nazarı dikkate alır, gereğini yapar, kendimizi kurtarmaya bakarız; ya da aldırmayız ve sonuçlarına katlanırız!.. Rasûlullâh ile kişi arasında, ne mertebede veya etikette olursa olsun, hiçbir din görevlisine yer yoktur! Esasen “din görevlisi” diye bir şey yoktur İslâm Dini’nde! “İslâm Dini”nde ne teşkilatlar vardır, ne de müesseseler!.. Ancak insanlar, topluluk hâlinde yaşamaktan dolayı daima belli yöneticiler seçmeye alıştıkları için, Din olgusunu da bir görev hâlinde kabullenmişler; sonuçta Dinsel idareciler ve idare edilenler sınıfları ortaya çıkmıştır! Şu anda dünya üzerinde, “ALLÂH” adına konuşma ve hüküm verme, yargılama yetkisi kimsede mevcut değildir!.. Ve olamaz da!
- Şurası kesin ki, Allâh dilediğini yapmadadır ve yaptığından sual sorulması söz konusu olmaz! Sual sorulmaz; çünkü, sual soracak ikinci bir varlık yoktur! “VE MA TEŞÂÛNE İLLÂ EN YEŞÂALLÂH...” (76.İnsan:30) “ALLÂH DİLEMEDİKÇE SİZ DİLEYEMEZSİNİZ!”... Evet, dikkat buyurun... “Siz isteyemezsiniz, ALLÂH istemedikçe” çevirisi yanlıştır! Bu âyetin gerçek mânâsı; “Siz isteyemezsiniz, isteyen ALLÂH’tır!”... Ve bu mânâyı anlarsak, fark ederiz ki, iki tane isteyen varlık yok! “Biri istiyor da, onun isteği üzerine ötekinde de istek meydana geliyor” gibi bir kavram kesinlikle söz konusu değil!
- “Âmentü Billâhi” dendiği zaman, “B”nin buradaki işaretinin “ALLÂH” isminin anlamını gerçek ve mutlak mânâsıyla anladıktan sonra; kendinin, “ben” dediğin şeyin, “O”nun dışında, ayrı bir varlık olarak var olmayıp; “ALLÂH” varlığı ile kaîm ve var olan bir yapı olduğuna “İMAN” etmek anlamında olduğu anlaşılır. Yani, “Âmentü”, “iman ettim”; “Billâhi”, mutlak ve gerçek anlamda “Allâh”ın varlığına; benim kendi varlığımın da, “O”nun varlığı, vücudu ile kaîm olduğuna; tüm varlığımın, tüm boyutlarıyla, sadece “O”nun Esmâ’sıyla mevcut olduğuna; “O”nun varlığı dışında hiçbir varlık ve özelliğimin olmadığına “iman ediyorum” demektir bu.
- “Ben kendi düşüncemdeki Allâh’a teslim oluyorum” diyen kişi; “Ben Rasûlullâh’ı kabul etmiyorum, ben Rasûlullâh’sız Allâh’a teslim oluyorum” diyen kişiye benzer!.. Hâlbuki; Rasûlullâh’a gerek olmadan Allâh’a vâsıl olmak, Allâh’ı bilmek, idrak etmek hiç mümkün değildir! Mutlaka Allâh Rasûlü’ne ihtiyaç vardır... Niye..? Şimdi bunun izahını yapalım... Nebi ve Rasûl, “vahiy” gücüyle Allâh’ı bilmiştir... Normal bir kişi ise akıl gücü ile Allâh’ı bilir! Vahiy gücü ile akıl gücü arasında çok büyük fark vardır. Vahiy yolundan Allâh’ı bilmek, varlığın hakikatinin melek aracılığıyla kişiye açılması sonucunda varılan hakikattir... Yani akıl, fikir, mantık kullanılmaksızın; kendi özündeki hakikatin, sende melek aracılığıyla açığa çıkmasıdır. Hz. Muhammed (aleyhisselâm) bu yoldan Allâh’ı bildiği için, bütün insanlara yol gösterici olmuştur!
- “Âmentü Billâhi” dendiği zaman, “B”nin buradaki işaretinin “ALLÂH” isminin anlamını gerçek ve mutlak mânâsıyla anladıktan sonra; kendinin, “ben” dediğin şeyin, “O”nun dışında, ayrı bir varlık olarak var olmayıp; “ALLÂH” varlığı ile kaîm ve var olan bir yapı olduğuna “İMAN” etmek anlamında olduğu anlaşılır. Yani, “Âmentü”, “iman ettim”; “Billâhi”, mutlak ve gerçek anlamda “Allâh”ın varlığına; benim kendi varlığımın da, “O”nun varlığı, vücudu ile kaîm olduğuna; tüm varlığımın, tüm boyutlarıyla, sadece “O”nun Esmâ’sıyla mevcut olduğuna; “O”nun varlığı dışında hiçbir varlık ve özelliğimin olmadığına “iman ediyorum” demektir bu. İşte burada önemli olan husus, Kur’ân dilinde ve Hz. Muhammed (aleyhisselâm)’ın açıklamasında ötenizdeki bir “TANRI”ya iman değil; varlığınızın her zerresindeki; tüm boyutlarınızı meydana getiren “Allâh”a iman üzerinde durulmasıdır.
- “İş bitirildiğinde (hakikat ortaya çıktığında), şeytan der ki: ‘Muhakkak ki Allâh size Hak vaadi bildirdi... Ben de size vaatte bulundum, fakat hemen sonra vaadimden döndüm... Ben (zaten) sizin üzerinizde bir sultaya (zorlayıcı güce) sahip olmadım... Sadece size fikir ilham ettim, siz de benim verdiğim fikre (nefsinize hoş geldiği için) uydunuz! O hâlde beni suçlamayın, nefslerinizi suçlayın! Ne ben sizin imdadınıza koşarım, ne de siz benim imdadıma koşup kurtarabilirsiniz. Daha önce beni ortak tutmanızı da ben kesinlikle kabul etmemiştim! Muhakkak ki zâlimler için acı bir azap vardır.’” (14.İbrahiym: 22)
- ALLÂH’ın SINIRSIZ varlığına İMAN EDİLDİĞİ ZAMAN!.. Yani SINIRSIZ varlığı dolayısıyla hiçbir boyutta “O”nun yanı sıra ikinci bir varlığın mevcudiyetinden söz edilemeyeceği kavrandığı zaman... Görülecektir ki “sen (ben)” zaten hiç “var” olmamışsın... “Yok”sun!.. “YOK” mayasından oluşmuş bir “yok” olarak mevcudsun; ki gerçekte tüm varlık sadece “O”dur!
- Kendi kafasında yarattığı tanrısına eksiklik atfediyor! Neden?.. Çünkü, Allâh Rasûlü’nün bildirdiği Allâh’tan haberi yok! Hz. Muhammed (aleyhisselâm) Efendimizin bize bildirdiği Allâh ile, bugünkü sayısız insanın inandığı ve “Allâh” adını verdiği tanrısının hiç alâkası yok! Zira bugünkü insanlar tasavvurlarında yarattıkları ötelerindeki bir gök tanrısına “Allâh” adını veriyorlar! Hz. Muhammed’in bildirdiği Allâh’a iman etmek için önce “LÂ İLÂHE İLLÂLLÂH”; sonra da “Kul HÛ VALLÂHU AHAD” âyetlerinin mânâsını idrak etmek zorunludur! Bu ikisinin arasındaki anlam farkı kavranılmadan Hz. Muhammed’in bildirdiği Allâh’a iman etmek asla ve asla mümkün değildir! Bu fark anlaşılmadığı takdirde de, düşüncende tasavvur ettiğin, aklının gücüne göre kendi hayalinde oluşturduğun bir tanrıya “Allâh” adını verirsin!.. İşte o takdirde Kurân’daki şu âyeti hatırlamamız icap eder: “HEVÂSINI (içgüdüsel dürtülerini - bedenselliğini - kuruntuladığını) TANRI EDİNENİ GÖRDÜN MÜ?..” (25.Furkan: 43) Niye..? Çünkü, kendi basit anlayışına, sınırlı fikrine, vehmin hükmü altındaki aklına göre bir tanrı varsayıp yarattın! Sonra da, O’nun kimi işinden memnun olup, kimi işini de eleştiriyorsun!.. Oysa, Âlemlerin Rabbi olan Allâh’tan haberin bile yok!
Akıl Ve İman İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Kur'an'da "Ya eyyühelleziyne amenû Aminu Billâhi" yani "Ey iman edenler, iman edin...." hükmüne dair önemli bir noktaya işaret aslında kitabın ana fikrini oluşturuyor. Sunu bölümünden alıntı: "Burada iman etmeleri istenen kişiler, "İMAN EHLİ" olanlardır! "MÜMİNLERİN", "İMAN ETMELERİ" istenmektedir!.. Neye?.. "BİLLÂHİ" denerek "ALLÂH"a! Hitap edilen kişiler "İMAN EDENLER" diye tanımlandığına göre elbette ki "ALLÂH"a, "RASÛLÜ'NE" ve kendilerine o ana kadar gelmiş olan âyetlere inanıyorlardı. ... Niçin, "İMAN EHLİNDEN" "iman etmeleri" istenmektedir "ÂMİNU BİLLÂHİ" uyarısıyla?" Kitapta bu konu çok güzel bir şekilde açıklanıyor. Ayrıca, belki en fazla bilinen dualardan olan "Amentü"de inancın şartları olarak sıralanan; Allah'a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ölümdem sonraki hayata, kadere inanmanın hiç düşünülmemiş ve bilinmeyen yönleri açıklanıyor. Çok beğendim ve faydalanadım bu kitaptan. Kitabı okumak isteyenler için not: Ahmed Hulusi'nin tüm kitapları internet sitesinden ücretsiz okunup, indirilebiliyor. (Ömer Ali)
Akıl Ve İman PDF indirme linki var mı?
Ahmed Hulûsi - Akıl Ve İman kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Akıl Ve İman PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Ahmed Hulûsi Kimdir?
Ahmed Hulûsi (d. 21 Ocak 1945, İstanbul) yazar. 1965 yılından itibaren bugüne kadar, tasavvuf bakış açısıyla, İslam'ı bilimsel gerçeklerle açıklamaya çalışan otuza yakın kitap yazan Ahmed Hulusi, Allah ilminin karşılığı alınmaz prensibiyle eserlerinin hiçbirinden telif hakkı almayıp, tüm kitap ve makaleleriyle birlikte sesli ve görüntülü sohbetlerinin tamamını internet üzerinden okuyucuları ile ücretsiz ve tam metin olarak indirilebilir şekilde paylaşmaktadır. Kitapları birçok yabancı dile de çevrilmiştir. Son çalışması olan Allah İlminden Yansımalarla Kur'an-ı Kerim Çözümü adlı eserin altıncı yüz bin adetlik baskısı ücretsiz olarak hediye edilmiş, aynı eser yazarın kendi resmi web sitesinden de Eylül 2011 itibarıyla yaklaşık 966 bin kişi tarafından indirilmiştir.
Ahmed Hulûsi Kitapları - Eserleri
- Yaşamın Gerçeği
- Dua ve Zikir
- İnsan ve Sırları Cilt: 1
- Evrensel Sırlar
- Ruh İnsan Cin
- Hazreti Muhammed'in Açıkladığı Allah
- İslam'ın Temel Esasları
- Akıl Ve İman
- İnsan ve Sırları Cilt: 2
- Allah İlminden Yansımalarla Kur'an-ı Kerim Çözümü
- Tek'in Seyri
- Kendini Tanı
- Hz. Muhammed Neyi 'Oku'du
- Tecelliyat
- Dinin Temel Gerçekleri
- Gavsiye Açıklaması
- Yenilen!
- Bilincin Arınışı
- Yaşamın Gerçeği
- İslamın Temel Esasları
- Sistemin Seslenişi 2
- Hammâmî Yâsîn-i Şerîf Tefsiri
- Sistemin Seslenişi 1
- Dost'tan Dosta
- Akıl Ve İman
- Mesajlar
- Ebu Bekr Es Sıddık
- İnsan ve Din
- Esma Ül Hüsna
- Mesajlar
- Cuma Sohbetleri
- İslam
- Muhammed Mustafa (Aleyhisselam) - 1
- Okyanus Ötesinden 3
- Muhammed Mustafa 2
- Okyanus Ötesinden 2
- Okyanus Ötesinden 1
- Dua ve Zikir
Ahmed Hulûsi Alıntıları - Sözleri
- Allâh’ın yaratmış olduğu her bir birimde bir hikmet, bir kemâlât, bir güzellik vardır. Ama, yanlış işler yapıyor? Yapar! Hepimiz yanlış iş yapıyoruz. Yanlış iş yapıyor diye başkasını suçlayacağımıza, önce kendi yanlışlarımızı görelim, onları düzeltelim. Öbür tarafa gittiğimizde bize falancanın, filancanın yanlışlarını sormayacaklar. Kendi yanlışlarımızın pahasını ödeyeceğiz. Öyleyse, burada kendi yanlışlarımızı düzeltmeye bakalım. Allâh, bizi, başkalarını terbiye edelim diye yaratmadı. Kendi kendimizi terbiye edip, geliştirip, Allâh’ı bilip, bulup, anlayıp, O’na yakîn elde edelim diye yarattı! (Cuma Sohbetleri)
- Argoda bir tâbir vardır, “paran kadar konuş!” derler... Ya, “cebindeki ilmin kadar konuş” derlerse ne yapacağız?.. Dönüp dolaşıp, “falancanın dediğine veya falanca yerde yazılı olana GÖRE böyleymiş” diyerek imtihanı geçeceğimizi mi sanıyoruz!.. Kabre girenlere sorulan sorulara, münafıkların verdiği cevap olarak hadislerde şu açıklama vardır: “Duyduğuma göre Rabbim Allâh’mış; Muhammed Rasûlullâh’mış; kitabım Kur’ân...” Okuyup ne olduğunu anlamadığın şeyi nasıl tasdik veya reddedersin ki?.. İçindeki vurgulanmak istenen mânâyı anlamadıkça, kitabın sayfaları veya kapağı mıdır, senin kitap sahibi olman demek?.. Görmediğine nasıl şehâdet edip yani şahitlik yapıp, “Eşhedü”yü söyleyebilirsin?.. (Okyanus Ötesinden 2)
- Bir köpek , sahibinden samimi duygularla ve sadakatle mama isterken ; bir münafık, menfeati olan kişiye samimi olmayan ve yalnızca çıkar elde etmek amaçlı olarak yanaşır. (Esma Ül Hüsna)
- Yüz bin ya da on milyon yıl önce de, sonra da “ALLÂH SÜNNETİ” değişmediğine göre... Allâh Rasûlü’nün “SÜNNETİ” de “ALLÂH SÜNNETİ” olduğuna göre; hâlâ sadece, Rasûlullâh’ın biçim, kıyafet ya da davranışlarını mı anlayacağız “SÜNNET” kelimesinden?.. Yoksa, “ALLÂH”ın zamanüstü yaratış hüküm ve sisteminin Allâh Rasûlü tarafından fark edilip; ALLÂH sistem ve düzeninin zamanüstü değerlerinin benimseniş ve bize fark ettirilmek istenişinden mi söz edebileceğiz? (Akıl Ve İman)
- Yani, Âdem ile Havva’nın, Cennet’ten dünyaya indirilmesi bir “mekânsal” indirilme olmayıp; içinde yaşadıkları ruhanî güçlerle tahakkuk etme hâlinden, bedenî kayıtlar ve kısıtlamalar yaşamına geçmeleridir... “Ahseni Takvim”in, “Esfeli sâfîliyn”e indirilmeleri de denmektedir buna... (Bilincin Arınışı)
- Buna dair çok basit bir misal vermek gerekirse şunu söyleyebiliriz: Siz, oturduğunuz yerde, düşüncenizde bir dünya hayal ediyorsunuz... Düşüncenizde var ettiğiniz, hayal ettiğiniz bu dünya üzerinde de çeşitli özelliklere sahip insanlar oluşturuyorsunuz... Bu oluşturduğunuz insanlar ve varlıklar sizin ilminizde, hayalinizde mevcuttur ve yoktan var olmuştur. Eğer “var” kabul edilirlerse, onlar yalnızca sizin varlığınızla mevcuttur; ve neticede de “yok”turlar! İşte, tüm “evren”ler ve onların içindeki tüm boyutlar, katmanlar ve tüm varlıklar, böylesine, ilmi ilâhî’de var edilmiş, O’nun varlığı ile kaîm olan, gerçekte “yok”tan var olup “el an yok olan” varlıklardır! (Tek'in Seyri)
- Kaderi, biz iki manâda inceleyeceğiz!.. Bir, istidadın oluşması; bir, kabiliyetin oluşması istidat da kaderdir, kabiliyette kaderdir. Fakat o istidat ve kabiliyetin, kader olmasına karşılık; hakkında takdir biçilen varlık da, ilahî isimlerden meydana gelmesi hasebiyle ve o ilâhî isimlerin kuvvetlerinin kendisinde varolması sebebiyle; orada belli bir iş yapabilme, belli bir gücü ortaya çıkarabilme gücü de söz konusudur!.. İstidadın ve kâbiliyetin, ilahi güç tarafından tesbiti kader; buna mukabil, o mahalde, o birim adını verdiğimiz nesnede varlık, ilâhî isimlerin terkibi olması hasebiyle mevcut olan irade de "iradei cüz" diye adlandırılmıştır!.. Yani "irâdei cüz" kelimesiyle kastedilen manâ, o mahalde mevcut olan ilahi isimlerin varlığıdır!.. İlahi isimlerin manâlarını sen ortaya koyarsın, bu ortaya koyuşun "irade-i cüz"ünü kullanışın diye tarif edilir!.. (İnsan ve Sırları Cilt: 2)
- Evren içre evrenleri sayısız boyutlar içinde yaratmış “ALLÂH” adıyla işaret edilenin, senin ibadetine ihtiyacı yoktur!.. Kesinlikle bil ki, ne yapacaksan hep, kendi orijinini tanımak, varlığına bahşedilmiş özellikleri ve kuvveleri açığa çıkarıp sonuçlarını yaşamak için yapacaksın!.. (İnsan ve Din)
- Allâh Rasûlü Muhammed Mustafa (aleyhisselâm) hiçbir puta ve tanrıya inanmayan hanîf iken, vahiy ile, tüm varlıkların aslı, hakikati, özü ve zâhiri olan; ancak tüm bu anlamlarla da kayıtlanmaktan berî, Orijini müşahede edip; bundan sonra da insanları putlardan arındırmaya çalışmış 1400 küsur yıl önce... Anlatmaya çalışmış ki, dışa yönelik tapınılacak hiçbir varlık yoktur!.. Yalnızca her birim kendi özü ve hakikati olan “ALLÂH” adıyla isimlenmişe biçimsel-mekânsal olmayan anlamda ulaşma imkânına sahiptir!.. Mi’râc yolu, “salât”ın yaşanmasıyla, birimin özüne dönük olarak, tüm inananlara açıktır!.. Göklerde ise ulaşılacak bir hedef veya tanrı asla mevcut değildir!.. Keza, dıştaki bir varlığa yönelik herhangi bir ibadet de asla söz konusu değildir!.. (İnsan ve Din)
- İslâm Dini’nde “mevlid” diye bir ibadet mevcut değildir! “Mevlid”, Hz. Rasûlullâh Efendimiz (aleyhisselâm)’ın âhirete intikâlinden yüzlerce yıl sonra, O’nu övme amacıyla yazılmış bir şiir olup; bu şiirin gazel havasında okunmasının da ibadet olması, elbette kesinlikle söz konusu değildir! Hz. Rasûlullâh, ancak “Âlemlerin Rabbi olan ALLÂH” tarafından övülebilirdi ki; bu da Kur’ân-ı Kerîm’de gerçekleşmiştir: “SENİ ÂLEMLER (insanlar) İÇİN SADECE RAHMET OLARAK İRSÂL ETTİK!” (21.Enbiyâ’: 107) Hükmü, O’nun yüce şanını gösterir! Bizim gibi sınırlı anlayışlı insanların, O yüce Zâtı övmeye kalkışı ise, O’nun yüce şanına ancak kısıtlama getirir! Ayrıca Rasûlullâh bizden, kendisini övmemizi değil; getirdiklerini anlayarak çevremize olabildiğince verici olmamızı istiyor ve bekliyor!.. O’nun ulvî şahsiyetini, kendimize geçim kaynağı yapmamızı değil! (İslamın Temel Esasları)
- Karşınızdakini saygıyla dinleyin... İlminize uyanı alın; uymayanı kendisine iade edin. Kimseyi hor hakir görmeyin; ayıplamayın ve dil uzatmayın; dedikodusunu yapmayın! Ondaki de Allâh’ın bir tecellisidir; ve hikmeti vardır! Her şey yerli yerindedir! “Görelim mevlâ neyler; neylerse güzel eyler!” (Mesajlar)
- Eğer siz, Uzakdoğu’da Çin’de, Hindistan’da dünyaya geldiyseniz, o yörenin değer yargılarıyla, şartlanmaları ile şartlanır ve çevrenize o değer yargılarına göre hüküm verirsiniz. Günlük davranışlarınızdan tutun, toplumsal bakış açınıza, yaşamı ve olayları değerlendirmelerinize kadar her hâliniz çevrenin sizi programladığı bu şartlanmalar ile meydana gelir. Bulunduğunuz çevre totemist ise, sizde totemist bir bilinç oluşur! Ateist ise, ateist bir bilinç oluşur. Bir Musevî, bir Hristiyan veya bir Müslüman şartlanması ile yetişmişseniz, bu türden bir değer yargısına bürünür bilinciniz!.. Oysa bir bilincin ulaşabileceği gerçek değerler nelerdir acaba?.. Bir bilincin erişebileceği değerlerden de öte, bilincin gerçek değerleri ve kapasitesi ne kadardır? (Bilincin Arınışı)
- Allâh” ismini verdiğiniz “tanrı”NIZdan; nasıl arıtıp şuurunuzu “Allâh İsmiyle İşaret Olunan”a geçeceksiniz ve bunun sonucunda sizin için “HANÎF”lik söz konusu olabilecek?.. (Okyanus Ötesinden 2)
- Din, meslek değildir ! Meslek olmaz ! Mesleği Din olanın, İşi de ticarettir .! (Yenilen!)
- Ahmak takmış anahtarı ipe, geçirmiş boynuna; bir yandan kuru ekmeği kemirirken, bir yandan da zil çalıp oynuyormuş... Ben çok zenginim, yeryüzünün halifesi benim!.. diye... “ALLÂH” sohbeti yapıp; “tanrı” kulu olarak yaşamak da ne demek ki acaba?.. Bal kavanozu yalayıp da, aç kalmak nasıl bir şey ola ki! (Okyanus Ötesinden 2)
- Musalla taşında paşalar için de söyleniyor aynı cümle: -ER kişi niyetine!. (Sistemin Seslenişi 2)
- Evet, her birim, gerçek mânâsıyla “Allâh”a kulluk hâlindedir. İnsanlar ve cinler için zaten bu, Kurân’da çok açık ve seçik vurgulanmıştır. “BEN CİNİ VE İNSİ YALNIZCA (Esmâ özelliklerimi açığa çıkarmak suretiyle) KULLUK ETMELERİ İÇİN YARATTIM!” (51.Zâriyat: 56) Allâh’ın bir gaye için yarattığının, o gayeye hizmet vermemesi mümkün değildir!.. Muhaldir! Dikkat ediniz, buradaki âyette hiçbir sınırlama yoktur!.. “Müminleri kulluk etsinler diye yarattım” demiyor!.. “Sadece insanları...”da demiyor!.. (İslamın Temel Esasları)
- İslâm inancına göre, kişinin muhatabı Allâh’tır; Rasûlullâh’tır! Bunların dışında inancını kimseye ispatlama mecburiyeti yoktur!.. Kişi inanır veya inanmaz, bunun sonuçlarını da ölüm ötesi yaşamda görür!.. Çünkü bu dünya zorlama değil, “TEKLİF” dünyasıdır! Kimsenin başkalarını herhangi bir konuda inanmaya zorlama hakkı yoktur!.. Nitekim aşağıdaki âyette bu konuya açıklık getirilmiştir: “‘DİN’de (Allâh yaratısı sistem ve düzeni {Sünnetullâh} kabul konusunda) zorlama yoktur!..” (2.Bakara: 256) Ne var ki Kur’ân-ı Kerîm’in bu açık hükmünü ifade eden âyet, birçok müslüman olduğunu ifade eden kişi tarafından benimsenmemekte; çeşitli mantık oyunlarıyla insanlara zorla-baskıyla İslâm önerileri uygulattırılmak istenmektedir... Yani, insanlar, inanmadıkları şeyi yapmaya zorlanarak, “münafık-ikiyüzlü” hâle getirilmektedirler! Oysa, yaşadığımız dünya “TEKLİF-ÖNERİ” dünyasıdır; “İMAN EDEN” imanının gereğini “iman”ı kadarıyla yapar; “iman”ı olmayan da dilediği gibi yaşar ve ölüm ötesinde de bunun sonuçlarına katlanır! “CEZA” yani yapılan veya yapılmayanın karşılığı, ölüm ötesinde ALLÂH sistemi içinde alınacaktır! (İslamın Temel Esasları)
- "Zerre küllün aynasıdır." (Allah İlminden Yansımalarla Kur'an-ı Kerim Çözümü)
- Bilinen madde dünyasını ötesinde, bilinmeyen ve idrakın kavrayamayacağı kadar muazzam bir madde ötesi boyut mevcuttur... (Ruh İnsan Cin)