Akdeniz ve Akdeniz Dünyası 1. Cilt - Fernand Braudel Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Akdeniz ve Akdeniz Dünyası 1. Cilt kimin eseri? Akdeniz ve Akdeniz Dünyası 1. Cilt kitabının yazarı kimdir? Akdeniz ve Akdeniz Dünyası 1. Cilt konusu ve anafikri nedir? Akdeniz ve Akdeniz Dünyası 1. Cilt kitabı ne anlatıyor? Akdeniz ve Akdeniz Dünyası 1. Cilt PDF indirme linki var mı? Akdeniz ve Akdeniz Dünyası 1. Cilt kitabının yazarı Fernand Braudel kimdir? İşte Akdeniz ve Akdeniz Dünyası 1. Cilt kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Fernand Braudel
Çevirmen: Mehmet Ali Kılıçbay
Yayın Evi: İmge Kitabevi
İSBN: 9789755330648
Sayfa Sayısı: 752
Akdeniz ve Akdeniz Dünyası 1. Cilt Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Fernand Braudel'in Lübeck esir kampında kaleme aldığı ve Mart 1947'de savunduğu II. Felipe Dönemi'nde Akdeniz ve Akdeniz Dünyası adlı tezi bazı tarihçileri şaşırtırken, diğer bazılarını da büyülemiştir; bu tez kısa bir süre sonra yeni bir tarih görüşünü ortaya atmıştır.
Yirmi yıllık bir çalışmanın ürünü olan Akdeniz, ilk kez 1949'da yayınlanmıştır. Sonradan defalarca güncelleştirilmiş, genişletilmiş, yeniden yazılmıştır. Eser İngilizce, İtalyanca, İspanyolca ve Lehçeye çevrilmiş ve İtalya ile Fransa'da yayınlanan bir televizyon dizisinin ilham kaynağı olmuştur.
Akdeniz ve Akdeniz Dünyası 1. Cilt Alıntıları - Sözleri
- Tarih gibi, siyasetin ve toplumsal teorilerin alt yapısını oluşturan bir alanda, fįncancı katırlarını ürkütmeden ve meydan savaşlarını göze almadan zihniyetlerde değişiklik sağlamak dünyanın en zor işidir. Herkes alıştığını sever ve doğru bulur.
- İstanbul bir kent değil, bir yığılma bölgesi, kentsel bir devdir. Yerleşim yeri onu, ona rağmen bölmekte ve hem ululuğunu, hem de zorluklarını meydana getirmektedir. Tabii ki ululuğunu. Haliç -çoğu zaman kötü hava koşullarının hüküm sürdüğü Marmara'dan ve "cezalandırıcı deniz" ününe sahip olan Karadeniz'e kadar yegane emin sığınak olmaksızın, Boğaziçi olmaksızın, ne Konstantinopolis ne de onun mirasçısı olan İstanbul kavranabilir. Fakat, kentsel mekan birbirlerini izleyen su yüzeyleri ve çok fazla geniş sahil şeridi tarafından bölümlere ayrılmıştır. Bir denizciler ve kayıkçılar topluluğu binlerce sandal, kayık mavna, perame ve Üsküdar'la Avrupa kıyılarında hayvan taşıyan tekneleri hareket halinde tutmaktadırlar. "Rumelihisarı ve Beşiktaş Boğaziçi'nin güneyinde iki müreffeh sandalcı köyüdür"; biri malları, diğeri hayvanları taşımaktadır. Bu nihayetsiz, yorucu kentin bütünlüğünü sağlayan emek için her zaman iş vardır. 1574'de İstanbul'a gelen Pierre Lescalopier bunu kaydetmektedir: "Peramelerde, efendilerinin izniyle kurtarmalıklarını kazanan hrıstiyanlar (esirler) vardır". Üç tane kentsel gruplaşma içinde Konstantinopl veya Stambul veya İstanbul en önemlisidir. Burası Haliç ile Marmara arasında yer alan ve kara tarafından çifte bir surla kapalı olan şu üçgen kenttir, "zaten" bu surlar "çok iyi değillerdir", bu surların "her yerinde çok sayıda harabe bulunmaktadır". Bu surlar 13 ila 15 mil uzunluğundadırlar, oysa Venediğinkiler sadece 8 mildirler. Fakat bu kentsel alan ağaçlar, bahçeler, meydanlar, çeşmeler, "çayırlar", gezinti alanlarıyla kaplıdır ve kurşun çatıyla kaplı 400'den fazla cami bulunmaktadır. Bunların herbirinin etrafında açık alanlar yer almaktadır. Süleymaniye Camii "önündeki açık alanı, medreseleri, kütüphanesi, darüşşifası, imareti, darülkurrası ve bahçeleriyle tek başına bir mahallenin kapladığı alanı işgal etmektedir". Nihayet evler birbirleri üzerine sıkışık, alçak "ala turquesque" biçimde ahşap olarak, "kerpiç" ve iyi pişirilmemiş tuğlalarla inşa edilmişlerdir. Ön duvarları "uçuk mavi, pembe, sarı renklerle badana edilmiştir". Sokaklar "dar, dolambaçlı ve eşitsizdirler", bunlar her zaman taşla döşeli değillerdir ve çoğu zaman da yokuşludurlar. Bu sokaklarda yaya veya atlı olarak dolaşılmakta, araba asla kullanılmamaktadır. Kentte yangınlar sıktır ve saraya bile sıçramaktadırlar. 1564 sonbaharında 7500 ahşap dükkan bir anda yanmıştır. Bu büyük kentin içinde kendi başına bir kent olan Bedesten, Lescalopier'nin dediğine göre "bir Saint-Germain fuarı gibidir". Lescalopier bu çarşının "güzel taşlardan yapılmış merdivenleri ve çok güzel elbise parçaları ve altın veya simle işlenmiş pamuklu çamaşırcı dükkanlarına ... ve güzel ve kibar her şeyi"ne bayılmıştır. Bir başka büyük çarşıda Atpazarıdır. Nihayet hepsinin en değerlisi olan, kentin güney burnundaki saray: burası birbirlerine eklenmiş bir saraylar, köşkler ve bahçeler bütünüdür. Kuşkusuz İstanbul herşeyden önce Türklerin kentidir, onların beyaz sarıkları bu kentte egemendir. XVI. yüzyılda olduğu gibi XVII. yüzyılda da kent nüfusunun %58'i. Bunun aynı zamanda anlamı, bu kentte mavi sarıklı Rumlara, sarı sarıklı Yahudilere çok sayıda ve bunlardan başka Ermeni ve Çingenelere de rastlandığıdır. Halicin öteki kıyısında, Galata güney sahillerinin meydana getirdiği şeridi işgal etmekte "herbiri açıkta bir kadırga inşa edebilecek uzunlukta olan, iyi bir şekilde kümbetlenmiş aşağı yukarı yüz kadar yatağıyla" Kasımpaşa tersanesiyle devam etmektedir ve daha güneyde de "top ve barut yapılan" Tophane ile bitişmektedir. Galata yalnızca Batılı tekneler tarafından ziyaret edilen bir limandır; Yahudi komisyoncular, dükkanlar, antrepolar, şarap ve arakın su gibi aktıkları ünlü meyhaneler burada bulunmaktadırlar, arkada, yükseklerde Pera bağları bulunmaktadır ki, Batılı temsilciler içinde ikametgahını burada ilk kuran Fransız elçisi olmuştur. Pera "oldukça büyük, kalabalık, alafranga inşa edilmiş", halkını Latin ve Rum tüccarların meydana getirdiği zenginler kentidir; bunlar çoğunlukla çok zengin olup, Türk usulüne göre giyinmekte, görkemli evlerde oturmakta, karılarını ipek ve mücevherlerle donatmak tadırlar. Biraz fazla süslü bu bayanlar "olabildiğince düzgün sürdüklerinden ve bütün varlıklarını giyinmeye ve bütün güçlerini parmaklarına taktıkları yüzükler ile başlarına taktıkları, çoğu zaman sahte olan taşlarla süslemeye tahsis ettiklerinden, olduklarından daha güzel görünmektedirler". Seyyahların birbirine karıştırdıkları Galata ve Pera bu arada "Orleans'a benzeyen bir kenttir". Rumlar ve Latinler buranın efendileri olmanın uzağındadırlar, fakat orada yaşamakta ve istedikleri gibi ibadet edebilmektedirler. Özellikle (Katolik dini bu kentte tam bir serbestlik içinde, İtalyanların dayak yiyenler ayinine varıncaya kadar uygulanmaktadır, Corpus Christi gününde caddeler iki veya üç yeniçerinin koruması altında süslenmektedir, onlara da birkaç akçe verilmektedir). Asya kıyısında Üsküdar, diğer ikisinden farklı bir üçüncü kentin başlangıcıdır. Burası İstanbul'un kervan durağıdır ve muazzam Asya yollarının nihayet ve başlangıç noktasını meydana getirmektedir. Buradaki kervansarayların ve hanların sayısı bu durumu önceden işaret ederken, At pazarının büyüklüğü de aynı görevi yapmaktadır. Deniz üzerinde Üsküdar'ın iyi bir sığınak sağlayan bir limanı yoktur: Mallar, talihe güvenilip aceleyle karşıya geçirilmek zorundadırlar. Bir Türk kenti olan Üsküdar bahçeler ve hükümdar ikametgahlarıyla doludur. Padişahın burada büyük bir sarayı vardır ve onun sarayından çıkıp fırkateynle Asya kıyılarına "eğlenmek üzere" gidişi tam bir gösteri olmaktadır. İstanbul yerleşiminin tasviri, eğer tabloya dış mahallelerin en önemlisi olan Eyüb katılırsa tamam olacaktır. Halicin mahrecinde, Kağıthane deresinin ağzında bulunan Eyüb'e Boğaziçinin iki kıyısı boyunca Türk. Rum, Yahudi köylerinin; bahçıvan, balıkçı, denizci köylerinin kırlentini de eklemek gerekmektedir; Boğaziçinde çok erkenden zenginliklerin yazlık ikametgahları, taş zeminli ve ahşap tek katlarıyla yalılar inşa edilmişlerdir; bir kıyıdan diğerine hiçbir komşuluğun mahremiyeti bozamayacağı bu Boğaziçi evlerinde "çok sayıdaki cumbasız pencereler" sonuna kadar açılmaktadır. Bu "zevk ve bahçecilik evleri"ni Floransa kır evleriyle karşılaştırmakta yanlış bir yan yoktur. Sonuç olarak muazzam bir kentsel birikim alanı. 1581 Martında, Mısır'dan gelen buğday yüklü sekiz gemi onun ancak bir günlük ihtiyacını karşılayabilmişler 1660-1661, 1672-1673 (402) yıllarına ait bazı rakamlar, onun geçen yüzyıldakinin aynı olan iştahının boyutları hakkında konuşmaktadırlar. Kent günde 300-500 ton buğday tüketmekte, bu tüketim 133 fırına (asıl İstanbul'da 84 fırından 12 tanesi francala çıkartmaktadır) iş sağlamaktadır; yılda aşağı yukarı 200.000 sığır tüketilmektedir ki, bunun 35.000'i pastırma yapımında kullanılmaktadır; ve (fakat rakamlara inanmadan önce iki veya üç defa okumak gerekmektedir) hemen hemen 4 milyon koyun ve 3 milyon kuzu yenilmektedir (tam olarak 3.965. 760 ve 2.877.400). Bunların üstüne fıçılarla bal, şeker, pirinç, çuval veya torbalarla peynir, havyar ve denizden getirilen 12.904 kantar erimiş tereyağ (7.000 ton kadar) sarfedilmektedir. Doğru olamayacak kadar kesin, tamamen sahte olamayacak kadar resmi olan bu rakamlar önem sıralamalarını saptamaktadırlar. Kuşkusuz İstanbul, İmparatorluğun muazzam kaynaklarından ölçüsüz bir şekilde beslenmekte ve bu işi titiz, otoriter ve ekonomiyi yönlendirici bir hükumet tarafından örgütlenen bir sistem dahilinde yapmaktadır. İaşe alanları, ulaşım araçlarına, narha, gerektiğinde başvurulan zoralıma göre saptanmaktadır. Sert bir düzenleme malların hangi İstanbul iskelelerine boşaltılacaklarını saptamıştır. Örneğin, Karadeniz buğdayı Unkapanı'na gelmektedir. Fakat tabii ki ticaretin tümü bu resmi biçimde olmamaktadır. Kent, kendi ağırlığıyla muazzam bir cazibe merkezi meydana getirmektedir. Buğday ticaretinde, küçük Karadeniz taşımacılarını sömüren madrabazlar ile Boğazın Avrupa kıyısındaki Yeniköy veya Tophane'de oturan, muazzam servetlere sahip olan, toptancı, Ege Adalarından Batı Avrupa'ya buğday kaçakçılığına defalarca bulaşan Türk ve Rum tekne reislerinin rollerini farket mekteyiz. Böylece İstanbul İmparatorluğun binlerce ürününü, artı Batının kumaş ve lüks eşyalarını tüketmektedir; bunların karşılığında kent hiçbir şey, veya hemen hemen hiçbir şey vermemektedir -limandan transit geçen yün balyaları, koyun, sığır veya manda derileri hariç-. İstanbul'un büyük çıkış limanları olan İskenderiye, Trablusşam, daha sonra da İzmir'le karşılaştırılabilecek bir yanı yoktur. Başkent zenginlerin ayrıcalığından yararlanmaktadır. Başkaları onun için çalışmaktadırlar.
- Amasya’da Türk ordugâhında Yeniçerilerin her gün kar suyu içtiklerini görmekten şaşkınlığa düşmüş olan Busbecq de kar suyunun yılın bütün mevsimlerinde bulunduğunu bildirmektedir. Kar ticareti o kadar önemlidir ki, paşalar “buz madeni” işletilmesi işine karışmaktadırlar: Söylendiğine göre, Mehmed Paşa 1578’de bu işten yıllık 80.000 sekine kadar kazanmaktadır
- İstanbul bir kent değil bir yığılma bölgesi, kentsel bir devdir.
- Osmanlı imparatorluğunun bütününde, devletin denetim ve yasaklarıyla esnaf kuruluşlarının şüphe duymalarına rağmen, talihsiz veya aşırı nüfuslu kırlardan kesintisiz olarak göç almayan hiçbir kent yoktur.
- Ve her yıl giderek daha zengin Yeni Dünya filoları, sanki "onları Tanrı yönetiyormuş gibi" gelmektedirler.
- Kuzey bölgesi biranın, mayalanmış tahıllardan yapılan içkilerin ülkesidir.
- Barbaroslar ve Cezayir'deki yeniçeriler Ege ve Anadolu'dan gelmektedir.
- Herşeyden önce, 1590'ların ötesinde Sicilya'daki kötü hasatlar ve açlıklar. Hiç kuşku yoktur ki 1591'de adada kıtlık kol gezmektedir. Duyulmamış fiyatlar söz konusudur, buğday Palermo'da 70 tari 1O'a satılmaktadır: Heryerde si trovanno le persone morte nelle strade per la fame. Bunun nedeni, o çağın insanlarına göre hem fazla kullanım, hem de kötü hasattır. Buğdayın salme'si sonunda 40 eküye çıkmıştır ki, böyle bir fiyat olduğunu kimse hatırlamamaktadır. Altın fiyatına, zamanın diliyle a peso di sangre buğday satılacak zenginler bulunmuştur. Cari fiyatın altından buğday satışı yapan Palermo ve Messina korkunç bir şekilde borçlanmışlardır, Messina'nın borcu 100.000 dükayı geçmektedir
Akdeniz ve Akdeniz Dünyası 1. Cilt İncelemesi - Şahsi Yorumlar
akdeniz: Tek solukta okuduğum Akdeniz ve Levant ticaret,insan ve kültür ilişkilerini gerçeğe yakın yorumlayan bu ticaret ve kültür ilişkilerini Avrupa sanayisi ve devrimlerinin temeli sayabileceğimiz Akdeniz üzerine kaleme alınmış bir başyapit. (Onur baloğlu)
Akdeniz - 3: Akdeniz'e dair yazılmış belkide en kapsamlı kaynak olarak görebiliriz. Braudel kitabını 4 senelik Nazi kampı sürecinde yazmış. K;taptan söz etmeden önce Braudel'in de içinde yer aldığı "Annales Okulu'ndan" kısaca söz etmek isteriz. Tarihe bir yaklaşım şekli olan Annales'te, önemli lider ve olaylar çevresinde şekillenen bir tarih anlatımı yerine,iklim-toplum-coğrafya-ekonomi gibi etkenler içerisinde şekillenen bütüncel bir tarih bakışını önceler. Bu kitapta yine bu bakış ile yazılmıştır. 3 citten oluşan kitabın 1. cildi 5 bölüm halinde yazılmış. Çeşitli zamanlarda yeni basım ile düzenlemeler yapılan 1.kitabın bölümleri; 1-Ortamın Payı (İklim,Coğrafya vb.) 2- Akdeniz'in Kalbinde Denizler ve Kıyılar 3- Sınırlar Yada En Büyük Akdeniz 4- Fiziki Birlik: İklim ve Tarih 5- İnsani Birlik: Yollar ve Kentler Kitap Akdeniz özelinde iklim, coğrafya, tarih ve sosyolojik anlamda tespitler yapmakla birlikte aslında sayısız meslek ve konuya dair ufuk açıcı fikirler katıyor. Sahil ve düzlük kesim insanı ile sert coğrafya ve yüksek kesimdeki insanların karakter ve inanış farkı, insanların mesleki eğilimleri ile iklimin ilişkisi vb... Binlerce kaynakla yazılmış, hem akademik ağırlığı hem de keyifli ve rahat okunurluğu olan nadide bir eser. Diğer Akdeniz Kitap İncelemelerimiz İçin; gonderi/158184770 Amat - İhsan Oktay Anar gonderi/158185248 Muz Sesleri - Ece Temelkuran gonderi/158185806 Akdeniz ve Akdeniz Dünyası 1 - Fernand Braudel gonderi/158186943 Sultanın Korsanları - Emrah Safa Gürkan gonderi/158189050 Akdeniz - Panait Istrati (medeniyetin izinde)
Tarih Tedkikatı: Yine geniş kapsamlı bir gece incelemesi ile buralardayım. Büyük tarih üstadı, Annales ekolünün en meşhur müverrihi Braudel'in Akdeniz üçlemesinin ilk cildi nihayete erdi. Braudel, Fransa'da Marc Bloch ve Lucien Febvr'in ihdas etmiş oldukları Annales Ekolü tarihyazımının mihenk taşlarından biridir. Gençlik yıllarından itibaren esasen, Fransa'da modern coğrafyanın kurucusu telakki edilen Paul de la Blanch'in izinde bir coğrafyacı olmak istediği söylenir. Lakin daha sonraki okul hayatı Braudel'i tarih alanında mütehassıslaşmaya yöneltmiştir. Fernand Braudel'e ait Akdeniz eseri günümüz Türkçesine üç cilt olmak üzre tercüme edilmiş. Bu nevi tercümelere saygı duymak gerek. İnsan çoğu vakit okumaya dahi üşeniyor. Müverrihin aynı zamanda doktora tezi olarak yayımlanan bu eser, Akdeniz uygarlıkları tarihi alanında çalışanlar için hatta Osmanlı tarihi çalışanlar için bile bir klasik haline gelmiştir. Üçlemeninm ilk cildinde Braudel, zamanın daha yavaş aktığı ve insan faaliyetlerinin de aynı oranda daha yavaş işlediği fiziki coğrafya konusunu ele almış. Beş yüz küsur sayfa boyunca Akdeniz civarındaki dağlardan başlayarak, yol güzergahlarına kadar coğrafyaya ait büyük bir tedkikle karşılaşıyorsunuz. Braudel ve ekibinin, Türk tarihçiliğinin kurucularından kabul edilen Ömer Lütfi Barkan ve Mehmed Fuad Köprülü'yü tesir altında bıraktığını ilave edelim. (Furkan Gedik)
Akdeniz ve Akdeniz Dünyası 1. Cilt PDF indirme linki var mı?
Fernand Braudel - Akdeniz ve Akdeniz Dünyası 1. Cilt kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Akdeniz ve Akdeniz Dünyası 1. Cilt PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Fernand Braudel Kimdir?
Ünlü Fransız tarihçi Braudel 1902'de Meuse'de doğdu. Sorbonne'un tarih bölümünden 1923'te mezun olduktan sonra Cezayir, Paris ve Brezilya'da dersler verdi. İkinci Dünya Savaşı'nda Almanlara esir düştü ve 1945'e kadar Lübeck'te bir kampta tutuldu; II. Felipe Döneminde Akdeniz ve Akdeniz Dünyası başlıklı doktora tezini bu esir kampında yazdı. Marc Bloch ve Lucien Febvre' nin kurduğu Annales dergisinin yayın kuruluna seçildiğinde, serbest bırakılalı henüz bir yıl olmuştu. 1947'de tarihçiler arasında büyük sarsıntılar yaratan teziyle doktorasını alan Braudel Collège de France'da hocalık yaptı ve 1962'de de Maison Sciences de l'Homme'un yöneticisi oldu. Diğer büyük eseri olan üç ciltlik Maddi Uygarlık, Ekonomi ve Kapitalizm'i 1979'da yayımlanan yazar, 1985'te aramızdan ayrıldı.
Braudel'in gerek Annales'te gerekse başka dergilerde pek çok makalesi yayımlanmıştır. Yazarın diğer başlıca eserleri şunlardır: Histoire Economique et Sociale de la France (1976-82), Tarih Üzerine Yazılar (1992), L'Identité de la France (1986-7)
Fernand Braudel Kitapları - Eserleri
- Kapitalizmin Kısa Tarihi
- Uygarlıkların Grameri
- Akdeniz
- Akdeniz ve Akdeniz Dünyası 1. Cilt
- Bellek ve Akdeniz :Tarihöncesi ve Antikçağ
- Tarih Üzerine Yazılar
- Akdeniz Mekan ve Tarih
- Akdeniz ve Akdeniz Dünyası 2. Cilt
- Maddi Uygarlık: Gündelik Hayatın Yapıları
- Medeniyet ve Kapitalizm
- Maddi Uygarlık: Dünyanın Zamanı
- Maddi Uygarlık: Mübadele Oyunları
- Akdeniz, İnsanlar ve Miras
- Akdeniz ve Akdeniz Dünyası 3
- A History of Civilizations
Fernand Braudel Alıntıları - Sözleri
- Bütün dünyada, büyük tacirlerden oluşan bir grubun sıradan satıcılar kitlesinden açık biçimde ayrılıp göze çarptığı ve bu grubun bir yandan çok küçük olduğu, diğer yandan da başka faaliyetleri arasında her zaman için uzun mesafeli ticaretle bağlantılı olduğu rastlantı değildir. Bu adamlar işleri kendi lehlerine çevirmenin bin bir yolunu biliyorlardı: Kredi manipülasyonu ve kârlı para oyunları, iyi ve kötü paraların yerine göre kullanılması: “iyi” gümüş veya altın paraların Sermaye yığmak için büyük işlemlerde, “kötü” bakır paraların ise en düşük maaşlarda ve günlük ücretlerde, başka bir deyişle Emek karşılığı olarak kullanılması. Üstün bir bilgi, zekâ ve kültüre sahiptiler. (Medeniyet ve Kapitalizm)
- Japonya, bizim alışılmış ölçülerimize göre, fazla dindar değildir, öte dünyayla fazla meşgul olmaz, bu konularda Hind'in zıddındadır. Onu esas yönlendiren, belli bir toplum, eğitim, şeref ve öyle söylenmesinde hiçbir sakınca olmadığı üzere bir uygarlık (kendi uygarlığı) kural bütünüdür. (Uygarlıkların Grameri)
- Kırılgan uygarlıkların tepesinde asılı duran dağlı insanlarla birlikte, bir diğer kalıcı tehlikede bu göçebe halklardır. Akdeniz civarındaki her muzaffer uygarlık, dağlıyı veya göçebeyi kullanmanın ve zaptetmenin, her ikisiyle de dolambaçlı yollardan ilişki kurmanın, hatta her ikisini de belli uzaklıkta tutmanın bir biçimi olarak tanımlanacaktır zorunlu olarak. (Bellek ve Akdeniz :Tarihöncesi ve Antikçağ)
- Akdeniz rengârenk bir mozaiktir. İşte bu yüzden, üzerinden bu kadar yüzyıl geçtikten sonra birçok anıtın, eskinin gelgitlerini işaret eden bu sınır taşlarının kutsallığına yapılmış olan saygısızlıklara hoşgörüyle bakabiliriz: Ayasofya'nın dört bir yanında yüksek minareler nöbet tutar; Palermo'daki San Giovanni Degli Eremiti manastırı, eski bir caminin kırmızı ya da kırmızımsı kubbeleri arasına yerleşmiştir; Kurtuba'da, dünyanın en güzel camisinin kemerlerden ve sütunlardan oluşan ormanının ortasında, Şarlken'in buyruğuyla yapılmış sevimli, küçük, gotik Santa Cruz Kilisesi yer alır. (Akdeniz Mekan ve Tarih)
- "Tek bir Tanrı, tek bir iman, tek bir cemaat; Müslümanlar için gerçek birlik işte budur. İman, ünlü bir hadise göre, Tanrı'ya, meleklere, Kitaplar'a, Gönderilenler'e, Ahiret Günü'ne, iyi ya da kötü önceden belirlenmiş olan şeylere inanmaktır. Öyle görülüyor ki, böyle bir inançta, tek Tanrı'ya inanan herkesin birleşmesi gerekirdi." (Akdeniz, İnsanlar ve Miras)
- Herşeyden önce, 1590'ların ötesinde Sicilya'daki kötü hasatlar ve açlıklar. Hiç kuşku yoktur ki 1591'de adada kıtlık kol gezmektedir. Duyulmamış fiyatlar söz konusudur, buğday Palermo'da 70 tari 1O'a satılmaktadır: Heryerde si trovanno le persone morte nelle strade per la fame. Bunun nedeni, o çağın insanlarına göre hem fazla kullanım, hem de kötü hasattır. Buğdayın salme'si sonunda 40 eküye çıkmıştır ki, böyle bir fiyat olduğunu kimse hatırlamamaktadır. Altın fiyatına, zamanın diliyle a peso di sangre buğday satılacak zenginler bulunmuştur. Cari fiyatın altından buğday satışı yapan Palermo ve Messina korkunç bir şekilde borçlanmışlardır, Messina'nın borcu 100.000 dükayı geçmektedir (Akdeniz ve Akdeniz Dünyası 1. Cilt)
- "İtalya, yazgısının anlamını burada bulur: Denizin orta ekseni odur ve kim ne derse desin, İtalya her zaman bir yüzüyle Batı'ya, bir yüzüyle de Doğu'ya dönüktür. Zenginliğini uzun zaman buradan sağlamamış mıdır? Bütün Akdeniz'e egemen olma olanağı doğal olarak ona verilmiştir; o da doğallıkla bunu düşlemiştir." (Akdeniz Mekan ve Tarih)
- Sultana karşı oldukça serbesttirler(Sultan kendine eşit kişiler arasında birinciden başka bir şey değildir). (Akdeniz ve Akdeniz Dünyası 2. Cilt)
- Özel evlerdeki banyo odaları uzun zaman dayanacaklardır.Ama banyo yavaş yavaş bir temizlik adeti olmaktan çıkarak tedavi edici bir şey olarak görülecektir. (Maddi Uygarlık: Gündelik Hayatın Yapıları)
- Artan üretim potansiyeli, belirli büyük ülkelerin hepsinin değil tabii insanlarının şimdi kıtlık ve zahmet merhalesinin ötesine geçtikleri ve gündelik geçimlerini teminat altına almada ciddi güçlük içinde olmadıkları gerçeği, dev ve çoğunlukla çok uluslu şirketlerin mantar gibi büyümesi bütün bu dönüşümler her şeye gücü yeten piyasanın, müşterinin ve piyasa ekonomisinin eski düzenini tersine çevirdi. Piyasa kanunları, çok etkili reklamlarıyla talebi etkileyebilen ve fiyatları diledikleri gibi belirleyebilen dev şirketler için artık geçerli değildir. (Medeniyet ve Kapitalizm)
- Açıkçası, onun dışındaki hiç kimse, tarihin komşu toplumsal bilimlerle çatışma ve uyumlarının arasındaki yolumuzu saptamaya ehil olamazdı. Mesleğimiz ve etkinliği konusundaki özgüven duygusunu bize ondan daha iyi kimse veremezdi. Makalelerinden birinin başlığı «Yaşasın Tarih» idi; güzel bir başlık ve bir program. Tarih onun için asla kısır bir allamelik, bir cins sanat için sanat, kendi kendine yeterli bir allamelik olmamıştır. Tarih ona her zaman, sadece biz tarihçilerin kullanmasını bildiğimiz ve o olmasaydı ne geçmiş veya şimdik zaman toplumlarının, ne de bireylerin hayatın edasına ve sıcaklığına sahip olabilecekleri şu değerli, ince ve karmaşık koordinattan -zaman- hareketle, insanın veya toplumsalın bir açıklaması olarak gözükmüştür. Lucien Febvre'in bütünler, insanın her cepheden görülen toplam tarihi karşısında tamamen hassas kalmayı sürdürürken, tarihin yeni yeni olanaklarını berrak bir şekilde kavramışken, aynı zamanda bir hümanistin incelmiş kültürüyle, her bireyin zihinsel macerasında özel ve yegane olan şeyi hissetme ve ifade etme yeteneğini de korumuş olması, Fransız tarihçiliği için hiç kuşkusuz bir lütuf olmuştur. (Tarih Üzerine Yazılar)
- "Osmanlı sultanlarının göçebe Türkmen kabilelerini Balkanlar'a aktarıp orada yerleştirilmeleri konusundaki gayretlerine karşın, Rumeli'deki Türk toplulukları imparatorluklarının toprak kaybetmesi sırasında hiçbir direnç göstermedi." (Akdeniz, İnsanlar ve Miras)
- Gerçekten de sanayi öncesi ekonomide bana göre en önemli unsur sınırlı ve küçük hareketlenmelerle henüz başlangıç aşamasında ama katı özellikleri, durgunlukları ve ağırlık noktalarıyla canlı ve güçlü bir ekonomi ile modern bir büyümenin birlikte görülmesidir. Bir yanda köylerinde neredeyse özellik içinde ve kendi ihtiyaçlarını kendileri karşılayarak yaşayan köylüler; öbür yanda yayılan, yavaş yavaş üreten, içinde yaşadığımız dünyayı belirlemeye başlayan bir pazar ekonomisi ve gelişmekte olan bir kapitalizm. (Kapitalizmin Kısa Tarihi)
- Büyük felaketler her zaman gerçek devrimlere yol açmazlar, ama onları haber verirler ve her zaman da dünyanın düşünülmesine veya daha doğrusu yeniden düşünülmesine bir imkân sunarlar. (Tarih Üzerine Yazılar)
- Eğer İÖ 5. yüzyılda yaşamış olan tarihin babası Herodotos bugün bir turist kafilesine katılıp geri gelseydi şaşkınlıktan şaşkınlığa düşerdi. Lucien Febvre şöyle yazar: "Onun Doğu Akdeniz gezisine şimdi çıktığını düşünüyorum. Şaşıp kalacağı ne kadar çok şey olurdu! Bu koyu yeşil yapraklı bodur ağaçların altın renkli meyvelerini, portakalları, limonları, mandalinaları ömründe gördüğünü hatırlamıyordu.Elbette, çünkü bunları Araplar Uzakdoğu'dan getirdiler. (Akdeniz)
- Doğu ile Batı, Germaine Tillion'un terimiyle "birbirlerini tamamlayan düşmanlardır." (Akdeniz Mekan ve Tarih)
- Dünyanın geri kalanı, tıpkı Avrupa gibi, yüzyıllardır üretim yapma gereklilikleri, mübadele zorunlukları, paranın acelecilikleri tarafından işlenmiştir. Bu bileşimlerin ortasında, belli bir kapitalizmi haber veren veya gerçekleştiren bazı işaretleri aramak saçma mıdır? Deleuze ve Guatteri gibi “kapitalizmin hiçbir toplum biçiminin, belli bir tarzda olmak üzere, yakasım bırakmadığı”nı istekle söyleyeceğim, en azından kavradığım biçimi ile kapitalizmin. Ama kıvırtmadan kabul edelim ki, inşa Avrupa'da başarıya ulaşmış, Japonya’da taslağı ortaya çıkmış, adeta tüm diğer yerlerde başarısız olmuştur (istisnalar kuralı teyid ederler), ama buralarda tamamlanamadığını söylemek daha iyi olacaktır. Bunun iki büyük açıklaması vardır, bunlardan biri ekonomik ve mekânsal, diğeri de siyasal ve toplumsaldır. Bu açıklamaların ancak taslağı çizilebilir. Ama Avrupalı ve Avrupalı olmayan tarihçiler tarafından iyi planlanmamış ve yeterli ölçüde toplanmamış veriler çerçevesinde yürütülecek, böylesine bir araştırma ne kadar yetersiz ve sonuçta olumsuz olursa olsun, bu araştırma aşikâr başarısızlıkları, kapitalizm hakkında hem bütünsel sorun olarak, hem de Avrupa’nın özel sorunu olarak tanıklıklar getirmektedir. (Maddi Uygarlık: Mübadele Oyunları)
- Bir XVIII. yüzyıl nüfus bilimcisi " uyuz , kellik ve pislikten kaynaklanan tüm deri hastalıkları , eskiden çamaşır kullanılmadığından çok sık ortaya çıkardı" diye belirtmektedir. (Maddi Uygarlık: Gündelik Hayatın Yapıları)
- Bir tüccar her zaman alıcılar,mal sağlayıcıları,borçlular ve alacaklılarla ilişki halindedir.Bu ajanların ikamet yerlerini bir haritaya aktarırsınız bütünü bizzat tüccarın hayatına hükmeden bir mekan resmi olacaktır. (Maddi Uygarlık: Mübadele Oyunları)
- Sosyal bilimlerin hepsinin tek ve aynı manzarayla ilgilendiğini varsayalım : İnsanın geçmiş , şimdiki ve gelecek eylemlerinin manzarası. Bu manzaranın bir de üstelik tutarlı olduğunu - tabi ki bunu kanıtlamak gerekecektir - varsayalım. Bu manzara karşısında , ne kadar sosyal bilim varsa o kadar gözlem noktası olacak ve bunlar kendilerine özgü bakış açıları , farklı perspektif krokileri , farklı renk ve kronikleriyle konuya yaklaşacaklardır. Her birinin kesip aldığı manzara parçası ne yazık ki birbiriyle bitiştirilir cinsten olmayıp tek bir bütünsel resim içeren bir yapboz parçaları gibi olan ve ancak bu önceden oluşturulmuş görüntünün işlevinde değeri olan unsurlar gibi birbirlerini davet etmemektedirler. İnsan her seferinde , bir gözlem noktasından diğerine farklı gözükmektedir ve böylece tanınan her kesim , gözlemci temkinli olsa bile - çoğunlukla öyledir - manzaranın bütününe teşmil edilmektedir. Bu arada gözlemcinin kendi açıklamaları onu çok uzaklara götürmektedir. İktisatçı ekonomik yapıları ayırmakta ve onları çevreleyen , taşıyan , zorlayan ekonomik olmayan yapıları tahmin etmektedir. Bundan daha zararsız ve görünüşte daha meşru bir şey olamaz. Ama bu arada o da yap-bozu kendine göre yeniden yapmıştır. Her şeyi yalnızca kendi kıstasları ile denetlediğini ve hatta açıkladığını iddia eden nüfusbilim de farklı davranmamaktadır. Onun da kendine özgü yararlı testleri vardır ; bunlar ona insanı bütünselliği içinde canlandırması için veya en azından bütünsel veyahut esas insan olarak kavradığı insanı sunması için yeterli olmaktadır. Sosyolog , tarihçi , coğrafyacı , psikolog, etnograf çoğu zaman daha da saftırlar : Her sosyal bilim , öyle olmayı kendine yasaklıyor olsa bile emperyalisttir ; sonuçlarını insanın bütünsel bir kavranışı olarak sunma eğilimindedir. (Tarih Üzerine Yazılar)