Aisopos Masalları - Nurullah Ataç Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap

Aisopos Masalları kimin eseri? Aisopos Masalları kitabının yazarı kimdir? Aisopos Masalları konusu ve anafikri nedir? Aisopos Masalları kitabı ne anlatıyor? Aisopos Masalları PDF indirme linki var mı? Aisopos Masalları kitabının yazarı Nurullah Ataç kimdir? İşte Aisopos Masalları kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi

Yazar: Nurullah Ataç

Yayın Evi: Yapı Kredi Yayınları

İSBN: 9789750803277

Sayfa Sayısı: 224

Aisopos Masalları Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Ezop. Hayvan masallarının en eski ustası. Grekçe adının doğru yazılımıyla Aisopos. Kendi de bir masal kişisine dönüşmüş, Frigyalı eciş bücüş köle...

Aisopos'un dilden dile tüm dünya yazınını etkilemiş, Eskiçağ ozanlarına, Ortaçağ masalcılarına örnek olmuş, La Fontaine'e yol göstermiş masalları, Nurallah Ataç'ın eşsiz çevirisiyle yıllar sonra bir kez daha Türkçede.

Hayvanlar aracılığıyla insanı anlatıyor bize bu masallar. Hainini, sinsisini, akıllısını, yüreklisini...

Sayfanın birinde kendinize de rastlayabilirsiniz!

(Arka Kapak)

Aisopos Masalları Alıntıları - Sözleri

  • Akıl güzellikleri vücut güzelliklerinden üstündür.
  • Biz de yaşamın ne kadar değişik olduğuna bakalım da her işimizi başarıyla bitireceğimizi sanmayalım; günün güzeli olur da fırtınalısı olmaz mı?
  • Kötülükler iyilikleri güçsüz bulmuş, yeryüzünden sürmüşler. Onlar da ne yapsın? Göğe ağmış, yüce tanrı Zeus'un (1) önüne çıkmışlar: "Bizim durumumuz ne olacak? Bundan sonra insanoğlu için bizim elimizden ne gelir?" diye sormuşlar. Tanrı: "Siz artık insanoğluna hepiniz birden gitmeyin, birer birer gidin" demiş. O gün bugün kötülükler insanların yanıbaşındadır, saldırıp durur; iyiliklerse gökte oturduklarından, uzun zaman geçer de ondan sonra inerler
  • Adamın biri tahtadan bir Hermes (2) yontusu yapmış, pazara götürüp satılığa çıkarmış. Bakmış ki alan olmuyor, ille bir alıcı bulayım diye başlamış bağırmaya: "Bu benim sattığım tanrının insana çok iyiliği dokunur, her işinde kazancını artırır." Oradan biri geçiyormuş, durmuş: "Be adam! O kadar iyiliği dokunursa ne diye satarsın? Sakla da sana iyilik etsin" demiş. Putçu: "Beklemeye vaktim mi var benim? Ben hemen bir yardım istiyorum. Oysa ki bu, acele nedir, hiç bilmez: durur durur da ondan sonra eder edeceği yardımı!" demiş.
  • Dostunun mutluluğundan payını alamayan kimse, yıkımından da yerinmez,
  • Tilkinin biri bir oyuncunun evine girmiş, pılısı pırtısı, nesi varsa hepsini karıştırmış, bir maske bulmuş. Şöyle zevkle yapılmış, ince bir sanat adamının elinden çıkmış bir maske... Evirmiş, çevirmiş, en sonunda: "Güzel kafa doğrusu! Ama işte beyni yok!" demiş
  • günün güzeli olur da fırtınalısı olmaz mı?
  • Tilki: "Ne oldun öyle?" diye sormuş. Maymun: "Nasıl çekmem içimi? Şu gördüğün mezarlar yok mu? Her birinin altında yatan benim babamın ya bir kölesi, ya bir azatlısı!" demiş. Tilki: "At atabildiğin kadar! Biri kalkıp da yalanını çıkaracak değil ya!" demiş
  • "ışığını ver ama çeneni tut"
  • Av köpeğinin biri bir tavşan yakalamış, bir ısırır, bir ağzını burnunu yalarmış. Tavşan dayanamamış: "Ayol, ya ısırmayı, ya öpmeyi bırak da dostum musun, düşmanım mısın bir anlayayım" demiş.
  • Bir adamın keçisiyle eşeği varmış. Keçi "ona benden iyi bakıyorlar, ona benden daha iyi yediriyorlar." diye eşeği kıskanmış. Bir kurnazlık düşünmüş eşeğe demiş ki:"Ne olcak senin bu halin? Bir değirmen taşına koşarlar onu çevirirsin, bir arkana yük vururlar onu taşırsın. Bir gün rahat ettiğin yok. Senin yerinde olsam bi hendeğin yanından geçerken sara hastasıymışım da saram tutmuş gibi yuvarlanıveririm belki bi kaç gün dinlenirim! "demiş. Keçi böyle demiş eşek de inanmış. Bi hendeğin yanından geçerken atıvermiş kendini eşek. Bütün vücudu yara bere içinde kalmış eşeğin. Efendisi bi baytar bulmuş getirmiş. Baytar eşeğin ötesine berisine bakmış, en sonunda"Bir keçi ciğeri bulup kaynatacaksın suyunu da eşeğe içireceksin, iyileştirmenin başka yolu yok "demiş. Adamcağız da bütün işi yapan eşeği iyileşsin diye keçiyi gözden çıkarmış.
  • başlangıçta insan olarak yaratılmamış olanların kalıbı insan kalıbı olmuş ama içi insan içi olamamış.
  • Karganın biri hasta düşmüş, anasına: "Anneciğim, ağlama da tanrılara dua et!" demiş. Anası: "A oğul, hangi tanrıya dua edeyim?" demiş, "sen etini aşırmadık tanrı mı bıraktın?"
  • İki öküz bir kağnı çekiyorlarmış. Dingilin durmadan gıcırdadığını duyunca: "Sana da ne oluyor? Yükü biz çekiyoruz, sen bağırıyorsun" demişler

Aisopos Masalları İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Masallar olsa da adı , Aslın da bildiğimiz anlam da masal değil hiç biri.. Bir nevi "kıssadan hisse çıkar" kardeşim anlamındaki insanlarla insanlar, insanlarla hayvanlar, muhtelif hayvanlar arasında arasında diyaloglar şeklinde hayat nasihatleri olan 358 adet. kısa kısa anlatımlar dan ibaret. Her masalın sonu. hemen hemen " Bu masal bunu anlatmak için söylenmiştir." bir notla bitiyor. Kısacası La fonten nerede bu nerede. Tabi bana göre. Belki ben yanılgıdayımdır.Bilemem... (Halil Yavuz KAYA)

Toplu elimde masallar olsun birde böyle okuyayım diye aldığım bu güzel eserin öncelikle baskısı çok güzel. Dostluğa ihanetin bedelini, kurnazlığın sonunu ya da uyanık olmamanın zararları... Bütün bunları ve daha fazlasını buluyoruz kitapta.Nurullah Ataç bugünün yazarlarını kıskandıracak bir dille aktarmış. Okumanızı,öğrencilerinize ve çocuklarınıza okutmanızı tavsiye ederim.Tabi içinden seçerek okumanız yaşlarına göre çok önemli. Masallar olsa da adı aslında kıssadan hisse diyebiliriz. Her masalın sonu ne anlatmak istediğine dair bir notla bitiyor. Bu durumu sevmedim sadece. (Eda)

Aisopos Masalları PDF indirme linki var mı?

Nurullah Ataç - Aisopos Masalları kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Aisopos Masalları PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Nurullah Ataç Kimdir?

Nurullah Ataç (d. Nurullah Ataç, 21 Ağustos 1898 - 17 Mayıs 1957), Türk eleştirmen, denemeci, yazar, şair. Eleştiri ve deneme alanı dışında hemen hemen yapıt vermeyen sayılı yazar ve şairlerden biridir.

Hayatı

Nurullah Ataç, 21 Ağustos 1898'de Hammer'in Osmanlı Tarihi isimli kitabı Türkçeye çeviren Mehmet Ata Bey'in oğlu olarakİstanbul'da doğdu. Nurullah Ataç'ın babası Mehmet Ata başarılı bir bürokrat idi. İlkokuldan sonra Galatasaray Lisesi'nde 4 yıl okudu. Daha sonra eğitimini İsviçre'de sürdürdü. Babasının ölümünün ardından 1919'da İstanbul'a döndü.1922 yılına kadar İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'ni sürdürdü tamamlayamadı. Fransızca öğretmenliği ve çevirmenlik yaptı. 1945'ten sonra Cumhurbaşkanlığı çevirmeni olarak görev yaptı.

1926 yılında Leman Ataç ile evlendi. Bu evlilikten 1926'da, daha sonra babasının yaşamından kesitler anlattığı kitabı "Babam Nurullah Ataç"ı yazacak olan Meral Ataç Tolluoğlu doğar.

TDK yayın kolu başkanı oldu. İlk şiirleri Dergâh'ta yayımlandı. Fransız, Latin ve Rus klasiklerinden çeviriler yaptı. Gazete ve dergilerde eleştiri ve deneme türünde yazılar yazdı. Eleştiri yazılarıyla Türk edebiyatında izlenimci eleştirinin ilk örneklerini verdi. Akşam'da tiyatro eleştirmenliği, Hakimiyeti Milliye, Ulus, Milliyet, Tan, Posta, Cumhuriyet, Son Havadis, Dünya gazetelerinde eleştiri yazıları çıktı. Denemeleri Türk Dili, Varlık, Yedi gün, Ülkü, Seçilmiş Hikayeler dergilerindedir.

Nurullah Ataç’ın pek çok kez kullandığı takma isimlerden bazıları Sabiha Yağızlar, Alkan, Ahfeş, Süha Kavafoğlu, Ali Gümrükçü olarak sıralanabilir.

Ataç yazı yaşamına tiyatro eleştirisi ile başlamıştır. İlk yazısı 1921’de Dergâh’ta yayımlanan “Türk Tiyatrosunda İlk Göz Ağrısı” adlı tiyatro eleştirisidir. Ataç, tiyatro eleştirisi ile ilgili yazılarını Dergâh ve Akşam dışında Hâkimiyet-i Milliye, Milliyet, Son Posta, Haber-Akşam Postası, Ulus, Son Havadis gazetelerinde ve Hayat, Darülbedayi (Türk Tiyatrosu), Yeni Adam, Ülkü dergilerinde yayımlamıştır. Bu gazete ve dergilerde 1921-1957 yılları arasında tiyatro hakkında yaklaşık 125 yazısı bulunmaktadır ve bu yazıları kitaplarına girmemiştir. Ataç, tiyatro eserleri için yazdığı eleştirilerle Türk tiyatrosu için bir yol gösterici olmuştur. Batılı tiyatroyu yakından tanıyan Ataç, Türk tiyatrosunun ve seyircisinin Batı’nın seçkin oyunlarını oynayacak ve izleyecek düzeye gelmesi için çok çaba harcamıştır. Ataç tiyatro hakkında yazmış olduğu eleştirilerle yalnızca tiyatro sanatı ile ilgili teorik görüşlerini ve Türk tiyatrosunun tarihî gelişimini gözler önüne sermekle kalmamış, aynı zamanda bu sanatın ülkemizde gelişimine de katkıda bulunmuştur.

Yazınsal Biçimi

Dilde yalınlaşma ve özleştirme deviniminin savunucularındandır. Türkçedeki yabancı sözcükleri kullanmamış, dille düşünce arasında dolaysız bir ilişki olduğunu, somut düşünme geleneğinin doğabilmesi için kavramların saydam, hangi kökten geldiklerinin anlaşılır olması gerektiğini vurgulamıştır. Bu yol da, Ataç'a göre, Latince, Grekçe, Farsça, İngilizce,Arapça gibi yabancı dillerin eğitimini zorunlu kılmak başarılamayacağına göre, bunlardan alınan sözcüklerin Türkçeleştirilmesinden geçer:

Uydurma dil dediler mi, bir şey söylediklerini sanıyorlar. Söyleyim ben size; Bu uydurma sözünü, Türkçecilik akımına karşı bir silah diye kullanmaya kalkanlardan ne dediğini bilen, şöyle gerçekten düşünerek konuşan bir tek kişi tanımıyorum. Evet, uyduracağız, bizim yaptığımız, uydurduğumuz kelimeler de yavaş yavaş halka işleyecek, eski Arapça, Farsça kelimelerin işlediği gibi. Onların yerini tutacak.

 

Bazı yazılarında arı Türkçe kullandığı için anlaşılmaz olarak eleştirilmiştir. Onu eleştirenler arasında Attilâ İlhan, Halit Fahri Ozansoy gibi isimler vardır.[3]Divan Edebiyatıgeleneğini iyi bildiği anlaşılır, kişisel olarak zevk aldığını da belirtir, fakat zamanını doldurmuş bir yazın olduğu görüşündedir. Yazı diliyle konuşma dili arasındaki uçurumu kapatma çabasının bir parçası olarak özgün Türkçeyi ve devrik tümceyi kullanmasıyla döneminin yazarlarını da, daha sonraki kuşakları da etkilemiştir.

Oysaki ben, öz Türkçe için nice kazançları teptim, rahatımı kaçırdım, üzdüm kendimi, adımı deliye çıkarttım. Hepsi de ne dediklerini bilmez, kafalarına düşüncenin gölgesi bile girmemiş birer alıktır bana deli diyenler. Öz Türkçeye özenişim de duygularımın etkisiyle değildir. Latince, Yunanca öğretilmeyen bir ülkede tek doğru yolun, tek usul (akla uygun) yolun öz dile gitmek olduğunu düşüncemle anladım da onun için o yolu buldum.

 

Ölümü

1955 yılında gut ve şeker hastalığı ortaya çıktı. Eşinin 1955 yılında ölümünün ardından karaciğer ve böbrek rahatsızlıkları başladı. 17 Mayıs 1957 yılında İstanbul Numune Hastanesi'nde öldü.

Ölümünden sonra birçok yazın ve sanat dergisinde kendisi için özel sayı çıkartılmıştır ve hakkında 2 kitap hazırlanmıştır. Bunlardan ilki 1959'da Tahir Alangu'nun hazırladığıAtaç'a Saygı isimli, O'nun için yazılmış yazıların derlendiği bir kitaptır. İkincisi ise, Türk Dil Kurumunun 1962'de Ankara'da çıkardığı Ataç isimli kitaptır.

Nurullah Ataç Kitapları - Eserleri

  • Gene Yalnızlık
  • Karalama Defteri - Ararken
  • Günlerin Getirdiği - Sözden Söze
  • Diyelim - Söz Arasında
  • Okuruma Mektuplar - Prospero ile Caliban
  • Günce 1956-1957
  • Aisopos Masalları
  • Günlerin Getirdiği
  • Söyleşiler
  • Günce 1953-1955
  • Karalama Defteri
  • Karalama Defteri - Sözden Söze
  • Ataç Diyelim
  • Keziban’a Mektuplar
  • Prospero ile Caliban
  • Dergilerde
  • Ataç

Nurullah Ataç Alıntıları - Sözleri

  • Sevdiğim bir şiiri tanıdıklarıma okumadığım, yahut bir edebiyat sorusu üzerine tartışmaya girmediğim günler, yaşadım saymam kendimi. (Diyelim - Söz Arasında)
  • Ne diyor Sultan Süleyman "Aşkıma müstağrakım kılmam nazar hiçbir yana - Bilmezsem var mı cihanda sana benzer ya değil." (Okuruma Mektuplar - Prospero ile Caliban)
  • Öğretmenin kitaplığı kurulunca ilkokulu bitirmiş olanların kitaplığı da kurulur. (Gene Yalnızlık)
  • Günler geçtikçe şiir şudur, şiir budur demekten uzaklaşıyorum, şiir arıyorum, bana şiir zevkini verecek söz arıyorum. Divanları karıştırıp şiir arıyorum, halk türkülerini dinleyip şiir arıyorum. (Ataç Diyelim)
  • Yalancıları susturacağız diye ya doğrucuları da susturursanız? (Diyelim - Söz Arasında)
  • Hiç şüphe etmeyin: Her aldığınız kitap iyi çıkacak.. (Söyleşiler)
  • Av köpeğinin biri bir tavşan yakalamış, bir ısırır, bir ağzını burnunu yalarmış. Tavşan dayanamamış: "Ayol, ya ısırmayı, ya öpmeyi bırak da dostum musun, düşmanım mısın bir anlayayım" demiş. (Aisopos Masalları)
  • Anıların, geçmişi anmanın tadı, güzelliği de bir umut beslememize bağlıdır. Umutsuz kişiye anılar da bir avunma getiremez, onlar da gözlerini ışıklandıramaz. (Günce 1953-1955)
  • Aşk tehlikeli bir konudur, çocuklara açmaya gelmez. (Günce 1953-1955)
  • Ölümü düşünmeden, aklımıza getirmeden yaşamak elbette en iyi şey, ama elimizde mi? Ölüm düşüncesi bizi bir yol sardı mı, bir daha bırakmıyor, sevinçlerimiz gülmelerimiz içinde bile kendini duyuruveriyor. Yaşamak cömertliktedir: saatlar, günler, aylar, yıllar geçiversin ne çıkar?.. Ölüm korkusu Ölüm düşüncesi ise bizi cimri ediyor; aman bu saat geçmesin! sıkıntılar içindeyim, yarın belki bir genişliğe kavuşacağım, olsun gene de bu saat geçmesin! yarın, o güzel yarın benim ömrümü kısalmış bulacak… Ölüm düşüncesinin çağımızda çok yaygın olduğunu sanıyorum: bakın şairlerin çoğu, hemen hepsi yaşamanın güzelliğini anlatıyorlar. Yaşamanın geçici olduğunu, o nimeti çabucak yitireceğimizi duymasalar, düşünmeseler, hep onun güzelliğini anlatırlar mıydı? O sevincin altında bir acı var ki kendini gizliyemîyor. Öyle sanıyorum ki dünün acılan seven, ölümü istiyen, yeryüzünden yalanıp duran, bir an önce yerin dibine mi, göğe mi, neresi olursa olsun işte oraya göçmek için çırpınan, “Ey ölüm! koca kaptan, vakit erişti, demir al!  Bu ülkeden sıkıldık, ey ölüm! açılalım!” diyen romantik şairi, ölümün ne olduğunu, yaşamanın tutarsızlığını bizim kadar anlamamıştı. Ölümle oynuyordu o, biz ise onunla oynanamıyacağını anladık, bir yol gözlerimizi kapadık mı bir daha hiçbir güzelliği duyamıyacağımızı, göremiyeceğimizi, bu yeryüzünden başka bir acun olmadığını anladık, onun için ölümle sakal aşamıyoruz, çabucak kaçacağını bildiğimiz yaşamayı yudum yudum tatmak istiyoruz. (Karalama Defteri)
  • Hani şiir okumağı, hikâye okumağı boş bir iş sayıp da kendilerine yakıştıramayan kimseler vardır, siz onlar arasında başkalarını anlıyan, başkalarının dertlerine, kaygılarına ortak olan birini gördünüz mü hiç? (Günlerin Getirdiği - Sözden Söze)
  • Hadini de deli gönül hadini. Aramazlar gurbet ile gideni. Ak göğüs üstünde çakır dikeni Bitmeyince gönül yârdan ayrılmaz. Karacaoğlan (Okuruma Mektuplar - Prospero ile Caliban)
  • Kişi dilediğini başarırmış... Doğru mu? Doğruysa da ben o kişilerden değilim, bilirim kendimi. (Günce 1956-1957)
  • Adamın biri tahtadan bir Hermes (2) yontusu yapmış, pazara götürüp satılığa çıkarmış. Bakmış ki alan olmuyor, ille bir alıcı bulayım diye başlamış bağırmaya: "Bu benim sattığım tanrının insana çok iyiliği dokunur, her işinde kazancını artırır." Oradan biri geçiyormuş, durmuş: "Be adam! O kadar iyiliği dokunursa ne diye satarsın? Sakla da sana iyilik etsin" demiş. Putçu: "Beklemeye vaktim mi var benim? Ben hemen bir yardım istiyorum. Oysa ki bu, acele nedir, hiç bilmez: durur durur da ondan sonra eder edeceği yardımı!" demiş. (Aisopos Masalları)
  • Mutluluğa ermek için inanmayı öğütlemek de, bir iş görmeyi öğütlemek de kendi kendimizden kaçmayı öğütlemektir. Doğru değil bence. Ben mutluluğu anlamakta görenlerdenim, aldanmakta, avunmakta değil. Kendimizi anlayalım, elimizden ne gelir, ne gelmez, bilelim onu, yeter mutlu olmamıza. Üzüldüğümüz de olurmuş. Olsun. Üzülmenin de mutluluğa yardımı vardır. (Günce 1956-1957)
  • Doldururlar evlerine kitapları, bir yerde bir kitap gördüler mi, nedir diye bakmadan geçemezler, benim sokakta gördüğüm her kediyi okşamak istemem gibi. (Diyelim - Söz Arasında)
  • Siz sever misiniz boyuna gülümseyenleri? Hani sağlarına bakar gülümserler, sollarına bakar gülümserler. Doğrusu, ben iğrenirim öylelerinden. Yalandan gülümseye gülümseye yalan işler içlerine, bütün işlerine bir düzmecelik siner. Öylelerini gördüm mü, kaçarım. Çoğu alıktır, düşüncesizdir onların. Alık oldukları, düşüncesiz oldukları için de kötü olurlar. (Günce 1956-1957)
  • "Romanlardaki kişiler de bizleri yöneten yasalara uymak zorundadırlar, onlar da bizim gibi, ancak bizim gibi birer kişidir, gerçeğin çocuklarıdır." (Karalama Defteri)
  • Ben, şımarık gençleri günümüzün istediği o sünepe, köhne kafalı gençlere yeğlerim. (Günce 1953-1955)
  • Gül rengi yüzün benli de sinen niye bensiz? (Prospero ile Caliban)