Aganta Burina Burinata - Halikarnas Balıkçısı Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Aganta Burina Burinata kimin eseri? Aganta Burina Burinata kitabının yazarı kimdir? Aganta Burina Burinata konusu ve anafikri nedir? Aganta Burina Burinata kitabı ne anlatıyor? Aganta Burina Burinata PDF indirme linki var mı? Aganta Burina Burinata kitabının yazarı Halikarnas Balıkçısı kimdir? İşte Aganta Burina Burinata kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Halikarnas Balıkçısı
Yayın Evi: Bilgi Yayınevi
İSBN: 9789754941883
Sayfa Sayısı: 192
Aganta Burina Burinata Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
"Balıkçılar, sünger avcıları, dalgıçlar, gemiciler...Halikarnas Balıkçısı'nın hikaye ve romanlarıyla gelen bu tipler, sadece edebiyata ilk kez geldikleri için ilginç değildirler. Balıkçı, denize bağlı olarak, güzelliği, özgürlüğü, başkaldırıyı, insanoğlunun geçmişteki ve gelecekteki arayışlarını kayıplarını, bunalımlarını, korkularını, ışığı kırar gibi kendiliğinden alabildiğine etkin bir anlatımla ortaya koyarak, çağdaş insancıl bakışla eski uygarlıklar arasındaki bağları göstermiştir.
Balıkçı'nın ilk romanı olan Agata Burina Burinata, yazarın şiirli ve müzikli dilinin, doğa ve insan sevgisinin, tanıtım ve duygusal gücünün en güzel örneklerinden biridir.
(Arka Kapak)
Aganta Burina Burinata Alıntıları - Sözleri
- “İnsan bir mevsimde bir ağacın muayyen bir dalında bir yemiş buluyor. Yiyor ve hoşuna gidiyor. Bir-iki mevsim sonra yine aynı dalda aynı yemişi arıyor, ya yemiş o dalda bulunmuyor ya da bulunursa hoşa gitmiyor. Belki de yemişi arayan değişmiş bulunuyor.”
- "İnsanların içinde vicdan denilen bir şey varmış."
- O zamana kadar sevginin ne kuvvetli şey olduğunu sevmekle anlamıştım. Fakat bu sıralarda merhametin sevgiden kat kat kuvvetli olduğunu duydum.
- Ben öyle arkadaşlar edindim ki onların birisi yanıma gelince, yanıma birisi gelmiş gibi değil, yanımdan yabancılar ayrılmış da kendimle baş başa kalmışım gibi oluyordum.
- -Yahu Mahmut, senin ikide birde anlattığın o Kristof Kolomb neresini aramıştı? -Hindistan’ı -Neresini buldu? -Amerika’yı -Hey gidi gençlik hey! Ben de senin yaşında iken neler de neler ummamıştım. İş aramaktan Hindistan’ı aramaya vakit mi kaldı? Bula bula Amerika’yı değil, işte yetmiş senelik denizciliğimin sonunda, bu ıslak ve sulak başaltı. Ne olacak? Hep doğum ölüm. Hapishane, hastalık, hastane, zelzele, kıtlık ve harp dünyası. Yürekler acısı yalancı dünya.
- " Bu yaşamak değil, uzun ölüm. "
- Onda , herkeste arayıp arayıp da pek az bulduğum veya hiç bulamadığım ve yine özleyip durduğum bir şeyin pek çoğu vardı.
- Ümitle yanan gözlerle bakakalmışım..
- "Bu yaşamak değil, uzun ölüm."
- "İnsanların içinde vicdan denilen bir şey varmış, arada bir sancırmış. Diş, dalak ağrısından betermiş."
- - Nedir acaba bu yıldızlar? diye sordum. - Göklerde mısır buğdayı patlatıyorlar galiba, dedi.
- ''...sevginin ne güçlü şey olduğunu sevmekle anlamıştım.''
- Ağacın kökü topraksa, insanın da kökü ekmektir...
- "Yahu bu ne biçim dünyadır?"
- …her şeyi bilmek başka,bilinen şeyi duymaksa başka oluyordu.
Aganta Burina Burinata İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Haydi hep beraber: Aganta Burina Burinata… ! (…) Açılırsam denizlere sen olmadan Yalnızlık tek sevgilim olacağa benzer Işıksız geleceğim de. Ama gene de gel kollarıma Ödülü ol bu yorgun denizcinin, Sarhoş et varlığınla... Ya çakılacağım buraya seninle, ya da kaçıracağım seni Spartalı Helen gibi. Haykırarak açılacağız birbirimize Aganta burina burinata... Cevat Şakir Kabaağaçlı, nam-ı diğer Halikarnas Balıkçısı, ‘kara insanı mı deniz insanı mı’ sorusuna kendi cevabını vermiş bu kitapta. Roman boyunca, bu iki insan tipinin özellikleri vurgulanmış ve deniz insanı üstün gelmiş. Şaşırdık mı:) Tabi ki hayır. Bir Bodrum ve deniz aşığı yazmış bu kitabı. İlla ki sonuç böyle olacaktı… Denizciliğe dair pek çok şey öğrendiğim bu roman, hiç deniz görmemiş insanları bile aşka getirir vallahi. Öyle samimi öyle sıcak yazılmış ki… Günlük bir dil kullanılmış, sade bir anlatım var. Zaten konusu da öyle karman çorman içinden çıkışmayacak konu değil. Hatırat türünde yazılmış. İçeriğini tabi ki anlatmayacağım, özet değil inceleme yazıyorum çünkü. ‘Deniz’ kitabın en büyük sembolü. Gemiler, denizcilik terimleri, kaptanlar, tayfalar, fırtınalar ise büyük motifler. ‘Kara hayatı’ ise ters sembol. Denizi umursamayan, ömrü karada geçmiş toprak insanı için -kitapta öyle bahsediliyor- kitabın sembolü ‘toprak’ olurdu. ‘Aganta Burina Burinata’ ise aslında kaptanların tayfalara verdiği emirlerden birisi ve deniz tutkunlarına en coşku vereni. Anlamı, “üst ve alt yelkenleri tut” gibi bir şeydi galiba. O söylendiğinde kaptan da dahil bütün gemi mürettebatı coşkulanıyor, sadece denizle kalmayıp kıyıda bekleyen insanlar da gaza gelip aynı cümleyi tekrar ediyor. Tıpkı şu an da dünyanın her yerinde sevinince ‘oleeeeyy’ denmesi gibi. Okurken keyif aldım. Okuyacaklara da keyifli okumalar dilerim. (Dünya İnsanı)
"Ne olacak, toprak insanı topraktan, deniz insanı da sudan yaratılır. Topraktan olanlar toprağa dönerler, sudan olanlar akıp denize karışırlar." Cevat Şakir Kabaağaçlı'nın bildiğimiz adıyla Halikarnas Balıkçısı'nın hem ilk yazdığı benim de ilk okuduğum eseri. Deniz tutkunu olan ben için bu kitaptan başlamak çok anlamlı oldu. Denizci çocuğu olan Mahmut'un, babasının tüm engellemelerine karşı denizci olmak için yaptıklarını anlatan, bir solukta okuyacağınız, okudukça burnunuza denizin, balıkların ve süngerlerin kokusu dolacağı, gözünüzün önünden Bodrum'un gitmeyeceği bir kitap. Ayrıca denizci insanın yaşadığı zorluklar, kayıplar o kadar güzel bahsedilmiş ki en derininizde hissediyorsunuz bu duyguyu. Bu kitaba bir şarkı eşleştirmek isteseydim Zülfü Livaneli'nin Bulut mu olsam şarkısı derdim: Bulut mu olsam? Gemi mi yoksa? Yosun mu olsam? Balık mı yoksa? Ne o, ne o, ne o, ne o Deniz olunmalı, oğlum Bulutuyla, gemisiyle, balığıyla, yosunuyla Bulutuyla, gemisiyle Deniz olunmalı, oğul... (Ece B.)
"Nomen est omen!": (Tamamen spoiler içerir.) “Tarih sahibi" Sadrazam Cevat Paşanın kardeşi, tarihçi-yazar-vezir Mehmet Şakir Paşa Girit'te sefirken, eşi İsmet Hanım, 16-17 Nisan 1890 gecesi bir oğlan doğurdu. Çocuğa, anasının o gece düşünde Musa Peygamberi görmesi dolayısıyla "Musa", amcasının ve babasının adlarından ötürü "Cevat Şakir" adları verildi." Nasıl bir başlangıç yapacağımı bilmiyorum. Belki "Aganta Burina Burinata! " diye başlamak daha etkileyici olurdu, ancak Balıkçı bu başlangıcı tercih etmezdi, çünkü yazdığı eserleri sonlandırdıktan sonra eserlerine isim verirdi... Yakın zamanda Azra Erhat ve Balıkçının mektuplarını okuduğum için tanıdık olduğum bu ruhun, kurgu eserlerine ön yargılı başlama olumsuzluğu içerisindeydim ancak bu kitabıyla -1946'da yazdığı ilk romanıdır- bana edebi bir tür olan "roman"ın işlevinin ne kadar önemli olduğunu gösterdi. Roman Mahmut adlı bir çocuğun hikayesini geçmişe dönük anlatımıyla şekilleniyor. Benim incelemem ise Balıkçının hayatı ve romanın işleyişindeki parelelliklerle ilerleyecek. Balıkçının hayatına buradan yazar/halikarnas-balikcisi bakabilirsiniz. Kim yazdıysa ona sormak istiyorum: "İstemeden öldürdüğümüz bir insanın katili olur muyuz?" , yine sormak istiyorum: "Hayatınızın en büyük travması hikayenizin başına yazılsa ne hissederdiniz?" Buralardan uzaklaşıp bir an evvel doğmasını istiyorum balıkçının.. Osmanlının son demlerinde sanatla iç içe bir ailede dünyaya gelen Musa, oldukça iyi bir eğitim alır. Çocukluğunda kitaplara olan düşkünlüğü onun dünyaya açılmasının başlangıcıdır. Eğitimini Oxford Üniversitesi Yakın Çağlar Tarihi bölümünde tamamlamıştır. Yurt dışında bir evlilik yapmış bebeğini İspanyol Savaşı döneminde yitirmiştir. Ülkesine döndüğünde resim ve yazarlık üzerine parlak kariyerine adım atmıştır. Fatal Gece: Balıkçı hakkında "Nomen Est Omen" "Adınız Kaderinizdir" başlığı ile yazmaya başlama sebebim aslında o gece ile ilgilidir... Annesinin gördüğü rüya ile Musa adıyla doğar Balıkçı, hayatı da Hz. Musa ile benzerlikler taşır. Hz. Musa gibi o da istemeden bir yaşamı sonlandırmıştır. İki yalnızlık, iki sürgün, iki mücadele... Eserindeki karakterler peygamber isimleridir; Davut, Süleyman, Mahmut (Anadolu'da Muhamed isminin türevlerinden)... Fatma, Ayşe ehlibeyt isimlerindendir yine. Bu eseri başka bir ülkede okuyan için spesifik isimleri tercih etmiştir. Ana karakterler tek isimle anılırken yan karakterler sıfatlarıyla adlandırılmıştır... Anadolu tarihini, tanrılarını, peygamberleri çok iyi tanıyan balıkçı bir çocuğun gözünden sunarken öyküsünü, Musa'nın izlerini, Mahmut'un hikayesine de katmıştır... O gece ile hislerini kimseye açmaz, Azra Erhat dışında... "İnsan hayatında yolların ayrıldığı bir noktaya gelir. Bir yolda giderse Lucifer olur, şeytan olur insan, öteki yoldan giderse melek, evliya ve martyre olur. Amma yolun sağında veya solunda gitmeği seçmek tamamen iradenizde olmayabilir. Bir çöp, terazinin bir kefesine ağır basabilir. Bu cümlem, büyük bir tecrübenin neticesidir." İmgelerde boğulmayı istemezsiniz şu ifade çok daha açıktır, Afyon'da Kabaağaçlı Çiftliğinde babası ile girdiği bir münakaşada silah patlaması ile istemeden babasının ölümünü yaşar. "Hayır o öldü! Ben de ölümden beter mahvoldum. O kurtuldu. Korkunç bir acı duydum — hane buna olmaz da neye olur? Amma vicdan azabı duymadım. Ondan daha korkunç bir şey oldu. Kendi kendime olan güvenimi kaybetdim. Yani kendimi o gün bugün yalan sanıyorum. Beni methetdikleri zaman kızarım. Mamafih olanlar üzerine yürürsek şöyle : Hapishanede gece rüyamda çocukluğumu görürdüm. Uyanınca rüya imiş deye sevinirdim, hapishanede olduğum halde. " Balıkçının hayatının en büyük travmasıdır o an, romanına da bu travma doğrultusunda başlar, küçük Mahmut, hikayenin baş rolü ve anlatıcısı deniz ve denizciliğe aşık bir çocuktur. Aile fertleri, yaşadığı toplum geçimini denizden kazanan insanlardır. Bir gün babası Süleyman, bir deniz seferinde istemeden kardeşi Davut'un ölümüne neden olur. O gün babası yalnız kardeşini kaybetmemiştir, Balıkçı da bir katil olmadığını, istemeden bu olayı yaşadığını dile getirmek için çırpınmıştır... Ve Mahmut'un deniz sevdasına vurulan ilk darbe, babası ile arasındaki ilk çatışma tohumları o günlerde atılır. Babası Mahmut'un bir eskici yanında çırak olarak çalışıp, kara meslekleri ile uğraşmasını ister. Romanın bu bölümünde eskici dükkanı bir mağara karanlığındadır tıpkı Platonun mağara alegorisindeki gibi dükkandaki insanların ışıkla tanışamamış gözleri vardır ve hayatlarını aynı döngüye kaptırmaları Mahmut'u daha o yaştan rahatsız eder. "Nusret Ağanın iki gözü de körelmiş olduğu için dükkânın karanlığının pek farkında değildi." Küçük gözleriyle dünyayı keşfe koyulan Mahmut'un gördükleri, çevresindeki dar gelirli insanların hayat mücadelesidir. Aklında ise hala deniz vardır, ona denizi anlatan, denizcilik terimlerini öğreten insanların peşini asla bırakmaz. Kahvehane duvarlarında Otello ve Kristof Kolomb'la tanışır. Kolomb'tan etkilenir pektabii etrafındaki insanların neden böyle keşifler yapmadığına sitem eder. Çıraklık işinden sonra babasının onu okula yönlendirmesiyle dini içerikli bir eğitime başlar. Okuma yazma öğrenir, Peygamberlerle tanışır, ezberlemekten yorulsa da Yunus ve Nuh Peygamberlerle daha iyi geçirinir, ne de olsa onlar da denizcidir... Mektepteki dayak, ilgisini çekmeyen konular onu büsbütün oradan soğutur ama Fatma'yı hayatının en büyük dostunu orada kazanmıştır... Mahmut ne eskici dükkanına, ne de mektebe esir olmak ister, onu deniz çağırırmakta olan denizdir... Balıkçının en sevdiğim tarafı ağlamak gereken yerde gülmesi, mutluluk içerisindeyken gözlerinden yaşlar süzülmesi olmuştur, Mahmut gibi. Mektebin gerici eğitimini eleştirken Fatma yanına kâr kalmıştır. gonderi/72997557 Benim içinde hayatta köpüren ağızlarla kavgaya girmek değil, güzeli alıp çirkine sırtımı dönmek vardır. Çünkü kavga etmeye değecek çok az şey var... Neticede kimse durduramaz Mahmut'u, deniz alır bağrına basar küçük denizciyi ve hayat asıl şimdi başlar. Balıkçının hayatının ikinci dönüm noktası ise "Halikarnas" eski bir Anadolu dilinde günümüz Bodrum'u ile tanışmasıdır; sürgünle... Mahkumiyeti tek değildir balıkçının birden çok mahkumiyet yaşamış bu akıl Edward Said'n Entelektüel'idir belkide kim bilir? Halikarnas'la tanışınca kendine yeni bir isim koyar, baştan itibaren söylediğim "Halikarnas Balıkçısı"... Hayatının bundan sonrası Kızıldeniz'in ötesine geçişi andırır. Denizdedir, ait olduğu yerde herşeyin mükemmel olacağını zannederken denizin zorlukları ile firavunların sömürüsü arasında yıpranır. Mahmut'un Gaddar amcası, yıllar boyu balıkçıyı sömüren insanlara ne de benzer... Bizler için de yaşamımızın karasından uzaklaşmak gerekir bazen, evler küçülür, insanlar küçülür, ağaçlar küçülür, düşüncelerimiz büyür... Denizde özgürsünüzdür, sessizlik ve deniz kokusu eşliğinde hayatı gözden geçirme fırsatını yakalarsınız. Balıkçının bu romanı bir kayıkta yazdığı rivayet ediliyor, hızlı hızlı denize içini döker gibi.. Ama nereye giderseniz gidin hayatta olduğunuz sürece mücadele etmek gerekir. Bu durumu şu sözlerle açıklar: "Her zaman bulunduğumuz yerde değil başka yerde pek mutlu olacağımızı sanıyorduk." yıllar sonra Nazım'ın Balıkçıya övgü dolu sözler söyleyip kendi şiirine eklediği bu dizeler muhtemelen Baudelaire'ye aittir: "Bu yaşam her hastası yatak değiştirme saplantısına kapılmış bir hastanedir. Kimi soba karşısında çekmek ister acısını, kimi pencere yanında iyileşeceğine inanır. Bana da hep bulunmadığım yerde rahat ederim gibi gelir, ruhumla durmadan tartıştığım bir sorundur bu göç sorunu."... Deniz, toprak, deniz, toprak, göç, sürgün, mücadele... Nereye gitse zordur hayat, nerden baksa fukaradır insan. Daha fazla kazanmak isterken, yolcu gemisindeki insanlarla arasındaki gelir eşitsizliğinin acı tadı damağına yapışır. Genç bir delikanlı olur, kadına susar... Odysseus gibi sularda çok yorulmuştur, kendini Nausica'nın kollarına atmak ister... Hayatımıza kattığımızdan çok azalıyor insanlarımız.. Her geçen gün daha çok vazgeçiyoruz dostlardan... Çok az insanı bıraktığımız gibi buluyoruz... İthaki'ye dönmek üzere yola çıkan Mahmut'un da dönüşü yazık ki acı olur... Ona balıkçılığı öğreten Ateşoğlu da Fatma da bıraktığı gibi değildir... Ve Balıkçı eserinin en etkileyici sesini doldurur kulağımıza gonderi/73206227 ... Eserle ilgili yanılgı diyebilirim ki sadece Deniz'i, balıkçıların sıkıntılarını anlattığı konusu.. Oysa en az Deniz kadar kara insanlarının sıkıntısını da dile getiriyor. Rüzgar nasıl gerekirse denizciye, çiftçiye de yağmur gerektiğini anlatıyor... Geri kafalı insanların her çağda olduğunu, emek sömürüsünün vatan dinlemediğini, kadının her çağda ezildiğini, hapsedildiğini... Mahmut'un çocukluk düşü hep yakasında, bu insanlar neden Kolomb olamıyor? Sorusu büyüyünce yanıt buluyor, Kolomb'un mücadelesi zordu yadsınamaz ancak savaşın gölgesindeki Anadolu insanı karnını doyurmakta dahi güçlük çekiyor... Nereden baksak Baudelaire... Her yerde, her an arayış içerisinde Mahmut. Sevgi, özgürlük, mutluluk, umut arayışı... Sevdiğinin, Anadolu kadınının maruz kaldığı baskıcı zihniyete değinirken , sevmenin vazgeçmek olabileceğini de bize gösteriyor; Fatma'yla... Sonra Ayşe, onu karaya hapsetmek isteyen kıvrak beden... Tıpkı gerçekteki eşi Hamdiye Hanım gibi onula da arasına deniz giriyor.... Eserdeki karakterlerin bir çoğu gerçekten Balıkçının arkadaşları. Onların resimlerini Azra Erhat'ta görmüştüm. Sürgün döneminden sonra ruhunu bir tekkede dinlendirmesinden dolayı bu semavi dinlerden seçilme isimleri tercih ettiğini düşünüyorum. Zehra'da Venüs'ü belki de Odysseus'un sirenlerini görüyordu. Yolcu gemisindeki çalışması öğrencilik yıllarıydı. Nitekim ekonomik olarak daha iyi durumda dünyaya gelen, kaliteli okullarda eğitim gören, dünyayı tanıyıp ona yabancı bir diyar gözüyle bakan, Anadolu'un doğasını bu kadar iyi bilip de bunları bilmezcesine bir çocuğun ağzından bize okutan Balıkçı'ya sevgimi sunuyorum... Hapishanelerden uzak sevdiğin yerde uyurken sen, her gün yeni zindanlar inşa ediliyor, bizlerse kendi zindanlarımızda kuş seslerini özlüyoruz... Ve denize doğru yeniden yol alıyor Mahmut, Balıkçı; Ayşe'yi, Hamdiye'yi terk ediyor... Aganta Burina Burinata! Tut, Zaptet! Şimdi Sefer Zamanı! ve daha bir çok anlam ihtiva ediyor... Bana göre hayatı sürgünde, esarette geçen insanlara bir ikaz... Ait olduğunuz yeri aramaktan vazgeçmeyin, hayatınızın iplerini kimseye vermeyin, özgürlükten asla vazgeçmeyin. ... Eserden yola çıkarak Parmak Damgası adlı 1985 yapımı bir dizi yapılmış, Düş Sokağı Sakinleri tarafından da bir şarkı, ama kitap hepsinden kıymetli, okuyanlara ne mutlu! Onunla veda ediyorum, anlattığın ruhlar, daldığın sular, diktiğin fidanlar, kalbimizde... https://youtu.be/3fIfUKxL8JE (Psyche)
Aganta Burina Burinata PDF indirme linki var mı?
Halikarnas Balıkçısı - Aganta Burina Burinata kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Aganta Burina Burinata PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Halikarnas Balıkçısı Kimdir?
Cevat Şakir Kabaağaçlı veya tanınan adıyla Halikarnas Balıkçısı (17 Nisan 1890, Girit – 13 Ekim 1973, İzmir), Bodrum'a olan aşkı ile tanınan ünlü roman ve hikâye yazarıdır.
17 Nisan 1890 tarihinde, Osmanlı'nın son köklü ailelerinden Şakir Paşa Ailesine mensup babası yüksek komiser olarak görev yaptığı Girit'te doğdu. Babası Girit ve Atina'da sefirlik ve valilik yapan Mehmed Şakir Paşa, annesi Giritli Sare İsmet Hanım; amcası II. Abdülhamid devri Sadrazamı Ahmed Cevad Paşa, dedesi Şurayı Askeri Dairesi Reisi Miralay Mustafa Asım Bey'dir. Kendisine, iki evliliğinden de çocuğu olmayan ve onu kendi çocuğu gibi seven amcasının ismi verildi.
Cevat Şakir, altı çocuklu ailenin en büyük evladıydı. Ailesinin tüm fertleri sanatta yetenekliydi. Sırasıyla dünyaya gelen Hakkiye, Ayşe, Suat, Fahrelnisa ve Aliye adlı kardeşlerinden Fahrelnisa resim alanında, Aliye gravür alanında üne kavuştu; Hakkiye’nin kızı Füreya Koral, ilk Türk kadın seramikçi oldu; Fahrelnisa’nın çocukları Nejad Melih Devrim ressam; Şirin Devrim ise tiyatrocu oldu.
Cevat Şakir, çocukluk hayatının ilk yıllarını babası Şakir Paşa’nın elçi olarak bulunduğu Atina’da geçirdi. İlköğrenimini Büyükada'da, orta ve liseyi 1907'de Robert Kolej'de tamamladı. İlk yazısı aynı yıl İkdam gazetesinde yayımlandı. Bu, İngilizce ’den tercüme bir yazıydı. Lise öğreniminden sonra İngiltere’de denizcilik öğrenimi yapmak istediyse de ailesinin ısrarı ile Oxford Üniversitesi’nde tarih öğrenimi gördü. 1913’te İtalyan bir hanımla evlenerek İtalya’da kaldı ve resim öğrenimi gördü.
İstanbul'a döndüğünde gazete ve dergilerde yazılar yayınlamaya başladı. Aile, 1914 yılında maddi sıkıntı içine girmiş ve babası Mehmed Şakir Paşa Afyon’daki Kabaağaçlı çiftliğine yerleşmişti. Babasının çiftlikte bir tartışma anında Cevat Şakir’in silahından çıkan kurşunla vurularak ölmesi üzerine cinayet iddiasıyla yargılandı ve 15 yıl kürek cezasına çarptırıldı. Cezasının yedi yılını çektikten sonra baş gösteren verem hastalığından ötürü tahliye edildi.
1925 yılına kadar geçimini haftalık dergilerde tercümeler, yazılar yayınlayarak, resim ve yeni tarz tezhipler yaparak, karikatür yaparak, karikatür çizerek ve renkli dergi kapakları hazırlayarak temin etti. Türk basınında kapakçılığın gelişmesinde katkısı vardır.
Dört asker kaçağının kadersizliğiyle ilgili olarak "Hüseyin Kenan" takma adıyla kaleme aldığı 13 Nisan 1925 tarihli "Hapishanede İdama Mahkûm Olanlar Bile Bile Asılmağa Nasıl Giderler" başlıklı öyküsünden ötürü İstanbul İstiklal Mahkemesi'nde yargılandı. ‘Memlekette isyan bulunduğu sırada, askeri isyana teşvik edici yazı yazmak’ tan suçlu bulundu. Mahkeme Başkanı Ali Çetinkaya tarafından idama mahkûm edilmek istendiyse de, Kılıç Ali Bey'in önerisiyle kalebentlikle Bodrum'a sürüldü.
3 yıllık sürgünlüğünün yarısını Bodrum'da tamamladı. Cezasının son yarısını İstanbul'da tamamladıktan sonra, çok sevdiği insanları ve doğal güzellikleriyle kaynaştığı Bodrum'dan uzak kalamadı ve Bodrum'a yeniden dönüp yaklaşık 25 yıl kaldı.
Bodrum'un antik çağdaki adı olan Halikarnas'ı mahlas olarak benimseyen Cevat Şakir, Bodrum'da balıkçılık dahil çeşitli işlerde çalıştı. Edebiyat sahasına giren eserlerinin büyük kısmını da Bodrum’da yazdı. İkinci evliliğini dayısının kızı Hamdiye, üçüncü evliliğini Hatice Hanım’la yapan Cevat Şakir'in üç evliliğinden beş çocuğu oldu. Çocuklarının orta öğrenim çağına gelince, o yıllarda bu kasabada ortaokul bulunmaması sebebiyle ailesini İzmir’e nakletti. Yaşamını yazarlık ve turist rehberliği ile sürdürdü, rehberlik kurslarında da ders verdi. 13 Ekim 1973'te İzmir'de kemik kanserinden vefat etti. Vasiyeti üzerine Bodrum'a gömüldü. Kabri Bodrum-Gümbet'teki Türbe Tepesinde manevi oğlu Şadan Gökovalı ile seçtiği yerde küçük bir müzesi ile birlikte "Halikarnas Balıkçısı Müzesi" adı altında bulunmaktadır.
1926'dan sonra deniz hikâyeleriyle tanındı. Konularını Ege Bölgesi ve Akdeniz Bölgesi kıyı ve açıklarında gelişen, denize bağlı olaylardan çıkardı. İçinde yaşadığı, en küçük ayrıntılarına kadar bildiği hür ve asi denizi, kaderleri denizin elinde olan balıkçıları, dalgıçları, sünger avcılarını ve gemileri zengin bir terim ve mitologya hazinesinden güçlenerek, denize karşı sonsuz bir hayranlıktan gelen şiirli, yer yer aksayan, ama sürükleyip götüren bir anlatımla hikâye ve romana geçirdi.
Yazı ve düşünceleriyle Azra Erhat gibi döneminin önemli aydınlarını etkilemiş bir kişi olarak, çeşitli dillerden yüz kadar da kitap çevirmiş olan ve kendi eserlerinin sonraki baskıları yapılagelen Halikarnas Balıkçısı'na Kültür Bakanlığınca 1971 Devlet Kültür Armağanı verilmiştir.
Bodrum'da yaşadığı dönemde arkadaşları ile ilk Mavi Yolculuk fikrini ve uygulamasını gerçekleştirmişlerdir. Bu Mavi Yolculuklarda yanlarına aldıkları şeyler: Peynir, su, İstanköy peksimeti, tütün ve rakı idi. Mavi Yolculukta gazete okumaz radyo dinlemezlerdi. Amaç dünyadan kaçmak ve medeniyetten uzak olarak kafayı dinlemektir. Haftalarca denizde kalınır sadece acil ihtiyaçları temin etmek için karaya çıkılırdı. Oysa ki bugün yapılan mavi yolculuklarda her türlü lüks mevcuttur. Bu yolculuklar yazarın edebî eserlerini de büyük oranda etkilemiştir.
Geniş bibliyografyası Yeni Yayınlar dergisinin Ekim 1974 sayısındadır.
Kızı İsmet Kabaağaçlı Noonan, oğulları, Dr. Sina Kabaağaç ve Suat Kabaağaçlı'dır.
Halikarnas Balıkçısı Kitapları - Eserleri
- Aganta Burina Burinata
- Mavi Sürgün
- Anadolu Efsaneleri
- Anadolu Tanrıları
- Uluç Reis
- Turgut Reis
- Parmak Damgası
- Ege'den Denize Bırakılmış Bir Çiçek
- Merhaba Akdeniz
- Deniz Gurbetçileri
- Ötelerin Çocukları
- Merhaba Anadolu
- Altıncı Kıta Akdeniz
- Çiçeklerin Düğünü
- Dalgıçlar
- Anadolu'nun Sesi
- Gülen Ada
- Hey Koca Yurt
- Gençlik Denizlerinde
- Arşipel
- Sonsuzluk Sessiz Büyür
- İmbat Serinliği
- Yol Ver Deniz
- Düşün Yazıları
- Bulamaç
- Denizin Çağırışı
- Ege'den
- Yaşasın Deniz
- Alabandada
- Egenin Dibi
Halikarnas Balıkçısı Alıntıları - Sözleri
- “Vakit onu yaşatmayı bilmeyenleri öldürür.” (Mavi Sürgün)
- Kocadağ'ın tavrında ve sesinde, sahip olduğu otomobillerin, mal ve paraların büyük toplamı sırıtıyordu. İnsan onunla görüşürken, bir insanla değil, otomobillerle, mal ve toprakla ve para kasasıyla konuşmakta olduğu sanırdı. (Gülen Ada)
- “Yaşam öyledir ki; birlikte yaratılan, yaşayan ve büyüyenler birbirlerini seveceklerdir. Çünkü birbirlerini sevmekten başka her ne yaparlarsa, birbirlerinin celladı olarak birbirlerini öldüreceklerdir.” (Ege'den Denize Bırakılmış Bir Çiçek)
- Demincek dedim a; yalnızlıktan insanın yanına densizin biri gelince; ağaçlar, dağlar, taşlar örtünüp herkesin bildiği ağaç, dağ ve taş olurlar. (Ege'den)
- ''Ne güzel dünya.! Fakat güzelliğinin derinliğini kim sondalayabilirdi.?'' (Denizin Çağırışı)
- "Yaşayın arkadaşlar! Biz heheyt! Serdengeçti delikanlı korsanlarız! Ölürsek bile leş gibi ilaç kokan sinameki ve zencefil suları içerek ve kefen gibi ve mıymıntı yatak çarşafları arasında debelenerek değil, bir top aleviyle, bir kılıç şakırtısıyla, Allah diye gülerek çıkarız dünyamızdan!" (Uluç Reis)
- Herkes kendi vüs’u ve sa’yı kadarınca nasip alır. Eğer senin kabın az su alıyorsa, deryanın ne günahı var? (Mavi Sürgün)
- “… fenni akım asıl Anadolu’da İyonya’da başladı ve orada durdu.” (Anadolu'nun Sesi)
- Bugüne dek üzüldüğüm şeyler, üzülmeye değmeyecek şeylermiş. İşimde bir hafiflik, bir kurtuluş duyuyorum... (Gençlik Denizlerinde)
- Hiç bir şeye kadir değiliz: Hepimiz birbirimize benzeriz. (Altıncı Kıta Akdeniz)
- “İyi insanlar kırıldıkları zaman sevmeyi bırakmazlar , göstermeyi bırakırlar ..” (Sonsuzluk Sessiz Büyür)
- Hastalık dediğin, karadan değil, hep denizden seyahat ederdi. (Deniz Gurbetçileri)
- Hellenistan şehirlerinde Roma işgaline değgin lağım yoktu. Lağım çukurları bile azdı. Herkes işini sokak köşelerinde yapiyordu. Sokrates bile entarimsi "kiton"unu kaldırıyor ve "Keyo" diyerek sokakta yapıyordu, küçüğünü de, büyüğünü de. Bu nedenden, şehirde arasıra veba gibi bulaşıcı hastalıklar nüfusu kırıp geçiriyordu. Hastalığın, kızan Tanrılar tarafından gönderildiği sanılarak Tanrıların gönlünü etmek için insan kurban ediliyordu. (Anadolu'nun Sesi)
- Sen nereye gidersin? -Bilinmezliklere Gemine bineceklerden ne ücret istersin? -Tamamen kendileri olmalarını. Peki yolcuların kimlerdir? -Her şeylerini bir hiç uğruna feda edenler. (Gülen Ada)
- "Yahu bu ne biçim dünyadır?" (Aganta Burina Burinata)
- yemek yer hazmederiz,yedigimiz yemek biz oluruz. (Denizin Çağırışı)
- “Hayatlarının bir safhasını kapayıp, bir başka safhasını açan insanların kederlenmemeleri imkansızdır. Ekseri denize açılan insanlar, yurtlarını ve sevgilerini karada bıraktıkları için, müteessir olurlar. Korsanların yurtları denizdi.” (Uluç Reis)
- İnsan ihtiyarlayınca gençlik hatıralarıyla geviş getiriyor. (Uluç Reis)
- Onda , herkeste arayıp arayıp da pek az bulduğum veya hiç bulamadığım ve yine özleyip durduğum bir şeyin pek çoğu vardı. (Aganta Burina Burinata)
- Birinci Artemisia, İsa'dan 480 yıl önce, tarihin en önemli deniz savaşına sahne olan Salamis adasında kendi filosuna, hem kraliçe, hem de amiral olarak doğrudan doğruya komuta etti. (Hey Koca Yurt)