Şuur Ehli Müslümanın Ramazanı
Bugün de Yahudilerde Yom Kippur orucu vardır. Yom Kippur orucunda imsak önceki akşam güneş batarken başlar; o gece ve ertesi gün ilk iki yıldız görününceye kadar da yemek içmek yasaktır. Bu süre yaklaşık 26 saattir. Oruca başlama yaşı ise on ikidir. Bu, Buzağı hadisesi ile ilgili bir kefaret orucudur. Yahudilikte başka oruçlar da vardır.

Bugün de Yahudilerde Yom Kippur orucu vardır. Yom Kippur orucunda imsak önceki akşam güneş batarken başlar; o gece ve ertesi gün ilk iki yıldız görününceye kadar da yemek içmek yasaktır. Bu süre yaklaşık 26 saattir. Oruca başlama yaşı ise on ikidir. Bu, Buzağı hadisesi ile ilgili bir kefaret orucudur. Yahudilikte başka oruçlar da vardır.
Allah (cc) buyuruyor:
“Ey iman edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz.” (Bakara 183)
“Rivayet edilir ki; oruç başlangıçta bizden önceki ümmetlerde olduğu gibi her ay üç gündü. Bu rivayet Muâz, İbni Mes`ûd, İbni Abbâs, Atâ ve Katâde`den nakledilir. Dahhâk İbni Müzâhim de her ayın üç gününü oruçlu geçirmek Nûh (a.s.)un zamanından beri meşru kılınmıştır, der.” (İbn-i Kesir)
“Bir rivayete göre Ramazan orucu ve aynı miktar oruç Yahudilere ve Hıristiyanlara da farz kılınmıştı. Yahudiler, bunu terk etmişler ve yılda bir gün oruç tutmaya başlamışlar.”
“Hıristiyanlara gelince, onlar da Ramazan`da oruç tutarlarmış. Nihayet pek şiddetli bir sıcağa tesadüf etmişler. Bunun üzerine yaz ile kış arasında mutedil, sabit bir mevsim tayin edilmesinde âlimlerinin görüşü toplanarak orucu bahara tahsis etmişlerdir. Bu değişikliğe kefaret olmak üzere de on gün daha ilave etmişler. Böylece oruçları kırk güne çıkmıştır. Sonra hükümdarları hastalanmış veya aralarında salgın ölüm olayı meydana gelmiş, bunun için de on gün daha ilave etmişler ve orucu elli güne çıkarmışlardır. Daha sonraları, şeklinde de değişiklik yaptılar ki, buna perhiz denir.” (Elmalılı Hamdi Yazır)
Bugün de Yahudilerde Yom Kippur orucu vardır. Yom Kippur orucunda imsak önceki akşam güneş batarken başlar; o gece ve ertesi gün ilk iki yıldız görününceye kadar da yemek içmek yasaktır. Bu süre yaklaşık 26 saattir. Oruca başlama yaşı ise on ikidir. Bu, Buzağı hadisesi ile ilgili bir kefaret orucudur. Yahudilikte başka oruçlar da vardır.
Günümüz Hıristiyanlığında da Paskalya günlerinde tutulan 40 günlük bir perhiz orucu vardır. Hıristiyanlar bugünlerin gündüz ve gecelerinde hayvan ürünü tüketmezler.
Bu onların orucudur. Bir de İslam’ın orucu vardır:
Medine’ye hicretinin ilk zamanlarında, Hz. Resulullah (S. A. V.), ayda üç gün ve Aşura Günü nafile mahiyetinde oruç tutardı. Buna ilk oruç denmiş. “Hicretten bir buçuk yıl sonra kıblenin değişmesinden sonra Şaban ayının onunda Ramazan orucu farz kılınmıştır.” (Elmalılı Hamdi Yazır)
Bu da İslam’ın farz orucudur.
İslam’ın orucu başka dinlerin orucundan şeklen ayrıldığı gibi şuurlu Müslümanın orucu da şuurdan yoksun Müslümanın orucundan farklıdır. Oruç, ancak o farklılıkla yüce Allah’ın dilediği kemale ulaşır.
Şuurdan yoksun Müslüman, oruçta anti sosyal olan bir Müslümandır. O, Ramazanı öfkesini boşaltacağı, başkalarına özgürce kızıp nahoş sözler söyleyeceği bir ay olarak düşünür.
Şuurdan yoksun Müslüman Ramazanda gün ortasından itibaren takvimi kendi eseri olan öfke sürecine girer. O saatten iftar saatine kadar onun için öfke meşrudur, hakaret meşrudur. Meşru da nedir, onun için öfke ve hakaret birer haktır!
Başkaları onu öfkelendirirken “Ben oruçluyum” demesi gerekirken önce kendisi öfkelenir, sonra “Bilmez misin, ben oruçluyum” der. Önce hakaret eder, sonra ben oruçluyum, diye uyarır.
Ramazan onun için öfke ve hakaret bir yana bir boş aydır. O ay boyunca belki namaz dışında bir etkinlikte bulunmak onun adeta kendisi için koyduğu bir yasaktır. O boştur, çünkü o oruçludur. Çünkü o Ramazan’dadır.
Ya şuurlu Müslümanın orucu, şuurlu Müslümanın Ramazanı...
Oruç, kul ile Allah (cc) arasındadır. Yüce Allah ona ne mükâfat dilerse verir. Kul dilerse o mükâfata talip olur, orucunu tutar; dilemezse tutmaz, oruçsuzluğunu sosyalleştirmemek, halkın gözü önünde yiyip içmemek koşuluyla onun cezası da Allah katındadır.
Bu yönüyle oruç, İslam’ın özel hayata en çok çekilmiş ibadetidir. Ne var ki İslam’ın ibadetleri ancak İslami bütünlük içinde yer alırsa yerini bulur. İslam’da hiçbir ibadet yüzde yüz kişisel değildir, her ibadetin topluma bakan bir yönü vardır.
Şuurlu Müslümanın orucu da bu topluma bakan yönü ihtiva eder. Bunu haşa oruca ekleyen kendisi değildir. Onu emreden İslam’ı dört dörtlük bir din kılan, onu kemale erdiren yüce Allah’tır.
Fıtır sadakası, yüzde yüz sosyal yönü olan bir ibadettir. Ayrıca Müslümanlar arasında mevsimlik ürünler dışındaki ürünlerin zekatını Ramazan’da vermek de adet olmuştur.
Başkalarına iftar vermek, başkalarının iftar sofrasında bulunmak sosyal bir etkinliktir.
Teravih her ne kadar ilk dönemde ferdi kılındığı rivayet edildiyse de Hz. Ömer (ra)’den bu yana cemaatle kılınmaktadır. Dolayısıyla teravih sosyal bir ibadettir, kişiyi topluma bağlayan, kişiyle toplum arasında bağ kuran bir namazdır.
Ramazan, oruçtan ibaret değildir. Oruç da şuurlu Müslümanı toplumdan soyutlamaz, aksine şuurlu Müslüman, Ramazan’da, başka aylarda olmadığı kadar toplumla iç içedir.
Ramazanın topluma en kapalı günleri itikâf günleridir. Ve o günlerde bile Müslüman her ne kadar bedenen toplumun arasında değilse de ruhen toplumun arasındadır. Hz. Resulullah (S. A. V.) nasıl ki Hira’da olduğunda her ne kadar topluma uzak olsa da, orada onunla toplum arasında bedenen bir mesafe varsa da onun düşüncesinde toplum vardı. Resulullah (S. A. V.), Hira’da toplumun hâli üzerine tefekkür ederdi. Müslüman da itikâfta olsa bile kendi hali üzerine tefekkür ettiği gibi toplumun hali üzerine de tefekkür etmek durumundadır. O kendi sorunları için çözüm aradığı gibi toplum için de çözüm aramak durumundadır. O, kendisi için dua ettiği gibi Müslümanlar için ve insanlık için de dua etmek durumundadır.
Şuurlu Müslüman, bu şuurdadır.
Ramazan, onun için bir boş durma, bir itişip kakışma, öfkelenme ayı değildir. Oruç onu bedenen zorlasa da o ruhen toplumla beraberdir. Çünkü o topluma önderlik makamında olduğunun bilincindedir.
Onun orucu ne Yahudinin ne Hıristiyanın orucu gibidir ne de şuurdan yoksun Müslümanın orucuna benzer.
Ramazan, onun en boş ayı değil, en dolu ayıdır. Ramazan, onun için adeta bir kamptır.
Bu kampın iki yönü vardır: 1. Arınma 2. Yılın geri kalan kısmı için hazırlanma... Bir önceki yılın günahlarından, ağırlıklarından arınma ve bir sonraki yıl için hazırlık yapma...
Şuurlu Müslüman, Ramazanda yılın muhasebesini yapar, günahlarından tövbe eder ve Rabbinden mağfiret diler. Bir sonraki yıl için günahsızlık sözü verir.
Ne var ki günahsızlık Hristiyanvari anlamı ile bir nötr haldir. Şuurlu Müslüman, nötr olamaz. Ramazanı günahsız geçirmek, onun için yeterli değildir. O, Ramazan ayını her ay olduğundan daha çok çalışarak sevapla doldurur.
Ramazanı kamp yapan da budur. “Boş durma kampı” diye bir kamp olur mu hiç? Kamp, her zaman yapılandan daha çok etkinlik içeriyorsa kamptır.
Bu da yetmez. Her kampın amacı, kampın ötesindedir. Kamp, o kamp ötesi amaç içinse anlamlıdır.
Diğer bir ifadeyle kamp bir antrenmandır. Antrenman, kampta yapılsa da antrenmanın yapılış amacı kamp sonrası içindir. Antrenman ancak kamp sonrasında iş görürse amacına ulaşmıştır.
Şuursuz Müslüman için iyiliklerin başlangıç tarihi ilk teravih, son tarihi ise bayram namazı olabilir. Bu onun vahiyden kopuk, kendi kendisine oluşturduğu bir takvimdir.
Bu takvim şuurlu Müslüman için sadece iyiliklerin yoğunlaştığı bir süreci ifade eder. Şuurlu Müslüman, Ramazanda daha çok iyilikte bulunur. Ama iyiliği asla Ramazanla sınırlı tutmaz. Aksine Ramazanı yıl boyunca yapacağı iyilikler için bir başlangıç kabul eder.
Şuursuz Müslüman için Ramazan, bir tür ölümdür. Her tür zevkin tatil edildiği bir var yok hali... Şuurlu Müslüman için ise her Ramazan bir ihyadır. İyiliklerin boy attığı ve Ramazandan sonra sürdüğü bir ihya...
Ramazanda onun kalbi ihya olur ve o Ramazanı başkalarının kalbini ihya etmek için bir fırsat bilir. O Ramazanda düşünülmez, konuşulmaz diyenlerden değildir. Aksine Ramazan onun için bir irşad ayıdır, bir davet ayıdır. O, oruçla yumuşayan kalpleri şuura erdirmek için her zaman olduğundan daha çok gayret eder, Ramazanı kendisi için olduğu kadar İslam aleminin kurtuluşu için de bir fırsata çevirir.
Burada, belki değişik vesilelerle anlattığım bir hikâyeyi bir daha aktarmak istiyorum. Allah (cc) rahmet eylesin, kendisiyle dostluğun bana nasip olduğu kahramanından bizzat dinledim:
Hüseyin, o zamanlar gözde bir meslek olan radyo tamircisiydi. Çok kazanıyor ve bütün kazancını alkole veriyordu. Bir ara bir olaya karışmış ve cezaevine atılmıştı, orada ıslah olacağına bir de uyuşturucuya bulaşmıştı.
Ramazanda bile alkole ara vermiyor, her gece eve sarhoş varıp çoğu gün hanımını darp ediyor, hatta bizzat oğlunun anlatımıyla kimi zaman hanımından kendilerini keyfi olarak dövmek için çocuklarının uyandırılmasını istiyordu. Çocuklar, zorbalıkla uyandırılıyor ve bir dayak seansından geçirildikten sonra uyumalarına izin veriliyordu.
Bir yıl Ramazan’ın 20. gününde cami cemaatinden biri Hüseyin’e geldi ve caminin hoparlörlerinin tamir edilmesi için onu çağırdı. Hüseyin, çağrıya icabet etti, ancak iş uzun sürebilir endişesiyle önce bir şişe alkol aldı, sonra araç gerecini alıp caminin yolunu tuttu.
İkindi namazı vaktiydi. Cami cemaati ikindi sünnetlerini kılarken Hüseyin hoparlör tamiri yapıyordu. Yanı başında sünnetlerini kılan bir yaşlı sağa selam verince Hüseyin’le yüz yüze geldi ve gayri ihtiyarı eliyle burnunu tuttu, ondan sonra sola selam verdi.
Hüseyin’in kalbine bir kere hidayet nuru düşmüş, Hüseyin kendi hali üzerine tefekkür etmişti. “Demek, sen bu kadar pissin ha!” dedi Hüseyin ve o gün hiç olmazsa Ramazan hatırına akşama kadar alkol almadı. Akşamleyin belki yıllar sonra ilk kez akşam ezanıyla evine gidiyordu. İftar sofrasına hanımıyla beraber oturmuştu. Hanımı şaşkınlık içinde kendi yiyeceğini onunla paylaşmış ve bir fırsatını bulup “Hüseyin, yarın oruç tutsana demişti”, Hüseyin o gece sahura kalkmış, yıllar sonra ilk kez oruç tutmuş ve bir daha iftar sofrasına oturmuştu. Hanımı bir daha fırsatını bulup “Hüseyin, seni bugün hazırlayayım da teravihe git ha!” demişti. O, İslam’ı ancak o kadar anlatmasını biliyordu. O kadarını anlatmış, görevini yapmıştı. Artık görev başkasınındı, bilenlerindi.
Hüseyin, usulca “Tamam” demiş ve yatsı vakti caminin yolunu tutmuştu, “Bütün cami bana bakıyordu, beni birazdan kovacaklar, bana defol git, diyecekler zannettim. Namaz bitti, dışarı çıktım, (bazıları Avrupa’da işçi olarak çalışırken şuurlanmış) bir grup ağabey vay Hüseyin kardeşim, hoş geldin deyip bana yılların dostu gibi sarıldılar. Onların sarılışlarında başka hiçbir yerde görmediğim bir samimiyet gördüm ve o samimiyetle o an değiştim, daha bir gün önceki halimi düşündüm ve senin yerin bura Hüseyin, dedim, her gece sokaklardan utanarak geçerken o gece göğsüm kabara kabara yürüdüm. En çok da akşamları “Hey sarhoş Hüseyin!” deyip bana hakaret eden, gündüz de telsizlerini bana tamir ettirip “Akşama bize ihtiyacın var lan!” deyip bana kuruş para vermeyen polislerin arasından gururla geçtim, yürüyüşüme hayret ettiler, konuşmak istediler, oralı olmadım, değişen Hüseyin’i sonra anlayacaksınız, dedim, eve vardım. Evime bayram erken gelmişti, kendimi çok özel hissettim.”
Ağabeyler, Hüseyin Ağabey’i hemen sohbetlerine alırlar, asla eski ayıplarından bahsetmez, ona İslamî mücadele şuuru verirler. Hüseyin Ağabey sakal bırakır ve kendisini büsbütün İslamî hizmete verir.
Lise yıllarımda yaz tatilinde inşaatta işçi olarak çalıştığım ve İslamî şuura sahip birilerini titizlikle aradığım batı illerinden bir ilçede Hüseyin Ağabey’i sadece Allah rızası için bir kıraathane işletirken buldum. Kırk dört yaşındaydı. Bana “Sen, gençsin, biraz devrimcisin, bizden biraz farklısın ama olsun, biz kardeşiz” demiş ve benim için orada iyilikler kapısını açmıştı, onun sayesinde nice gençle bir araya gelip tatilime sevap kattım, tatillerim onun sayesinde bereket buldu. Yıllar sonra ferahlık bulup onu ziyaret etmek için ta ilçesine kadar gittiğimde o eski günlerin etkisiyle daha genç sayılabilecek bir yaşta vefat ettiğini duydum.
Allah, Hüseyin Ağabey’e rahmet eylesin...
Ramazanlarını dinlenme, boş kalma, öfkelenme ayı değil; Hüseyinleri İslamî hizmete katmak için fırsat bilen, Ramazanlarında Hüseyinleri arayıp saflarına katan Müslümanlardan Allah razı olsun...
Abdulkadir Turan
Allah (cc) buyuruyor:
“Ey iman edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz.” (Bakara 183)
“Rivayet edilir ki; oruç başlangıçta bizden önceki ümmetlerde olduğu gibi her ay üç gündü. Bu rivayet Muâz, İbni Mes`ûd, İbni Abbâs, Atâ ve Katâde`den nakledilir. Dahhâk İbni Müzâhim de her ayın üç gününü oruçlu geçirmek Nûh (a.s.)un zamanından beri meşru kılınmıştır, der.” (İbn-i Kesir)
“Bir rivayete göre Ramazan orucu ve aynı miktar oruç Yahudilere ve Hıristiyanlara da farz kılınmıştı. Yahudiler, bunu terk etmişler ve yılda bir gün oruç tutmaya başlamışlar.”
“Hıristiyanlara gelince, onlar da Ramazan`da oruç tutarlarmış. Nihayet pek şiddetli bir sıcağa tesadüf etmişler. Bunun üzerine yaz ile kış arasında mutedil, sabit bir mevsim tayin edilmesinde âlimlerinin görüşü toplanarak orucu bahara tahsis etmişlerdir. Bu değişikliğe kefaret olmak üzere de on gün daha ilave etmişler. Böylece oruçları kırk güne çıkmıştır. Sonra hükümdarları hastalanmış veya aralarında salgın ölüm olayı meydana gelmiş, bunun için de on gün daha ilave etmişler ve orucu elli güne çıkarmışlardır. Daha sonraları, şeklinde de değişiklik yaptılar ki, buna perhiz denir.” (Elmalılı Hamdi Yazır)
Bugün de Yahudilerde Yom Kippur orucu vardır. Yom Kippur orucunda imsak önceki akşam güneş batarken başlar; o gece ve ertesi gün ilk iki yıldız görününceye kadar da yemek içmek yasaktır. Bu süre yaklaşık 26 saattir. Oruca başlama yaşı ise on ikidir. Bu, Buzağı hadisesi ile ilgili bir kefaret orucudur. Yahudilikte başka oruçlar da vardır.
Günümüz Hıristiyanlığında da Paskalya günlerinde tutulan 40 günlük bir perhiz orucu vardır. Hıristiyanlar bugünlerin gündüz ve gecelerinde hayvan ürünü tüketmezler.
Bu onların orucudur. Bir de İslam’ın orucu vardır:
Medine’ye hicretinin ilk zamanlarında, Hz. Resulullah (S. A. V.), ayda üç gün ve Aşura Günü nafile mahiyetinde oruç tutardı. Buna ilk oruç denmiş. “Hicretten bir buçuk yıl sonra kıblenin değişmesinden sonra Şaban ayının onunda Ramazan orucu farz kılınmıştır.” (Elmalılı Hamdi Yazır)
Bu da İslam’ın farz orucudur.
İslam’ın orucu başka dinlerin orucundan şeklen ayrıldığı gibi şuurlu Müslümanın orucu da şuurdan yoksun Müslümanın orucundan farklıdır. Oruç, ancak o farklılıkla yüce Allah’ın dilediği kemale ulaşır.
Şuurdan yoksun Müslüman, oruçta anti sosyal olan bir Müslümandır. O, Ramazanı öfkesini boşaltacağı, başkalarına özgürce kızıp nahoş sözler söyleyeceği bir ay olarak düşünür.
Şuurdan yoksun Müslüman Ramazanda gün ortasından itibaren takvimi kendi eseri olan öfke sürecine girer. O saatten iftar saatine kadar onun için öfke meşrudur, hakaret meşrudur. Meşru da nedir, onun için öfke ve hakaret birer haktır!
Başkaları onu öfkelendirirken “Ben oruçluyum” demesi gerekirken önce kendisi öfkelenir, sonra “Bilmez misin, ben oruçluyum” der. Önce hakaret eder, sonra ben oruçluyum, diye uyarır.
Ramazan onun için öfke ve hakaret bir yana bir boş aydır. O ay boyunca belki namaz dışında bir etkinlikte bulunmak onun adeta kendisi için koyduğu bir yasaktır. O boştur, çünkü o oruçludur. Çünkü o Ramazan’dadır.
Ya şuurlu Müslümanın orucu, şuurlu Müslümanın Ramazanı...
Oruç, kul ile Allah (cc) arasındadır. Yüce Allah ona ne mükâfat dilerse verir. Kul dilerse o mükâfata talip olur, orucunu tutar; dilemezse tutmaz, oruçsuzluğunu sosyalleştirmemek, halkın gözü önünde yiyip içmemek koşuluyla onun cezası da Allah katındadır.
Bu yönüyle oruç, İslam’ın özel hayata en çok çekilmiş ibadetidir. Ne var ki İslam’ın ibadetleri ancak İslami bütünlük içinde yer alırsa yerini bulur. İslam’da hiçbir ibadet yüzde yüz kişisel değildir, her ibadetin topluma bakan bir yönü vardır.
Şuurlu Müslümanın orucu da bu topluma bakan yönü ihtiva eder. Bunu haşa oruca ekleyen kendisi değildir. Onu emreden İslam’ı dört dörtlük bir din kılan, onu kemale erdiren yüce Allah’tır.
Fıtır sadakası, yüzde yüz sosyal yönü olan bir ibadettir. Ayrıca Müslümanlar arasında mevsimlik ürünler dışındaki ürünlerin zekatını Ramazan’da vermek de adet olmuştur.
Başkalarına iftar vermek, başkalarının iftar sofrasında bulunmak sosyal bir etkinliktir.
Teravih her ne kadar ilk dönemde ferdi kılındığı rivayet edildiyse de Hz. Ömer (ra)’den bu yana cemaatle kılınmaktadır. Dolayısıyla teravih sosyal bir ibadettir, kişiyi topluma bağlayan, kişiyle toplum arasında bağ kuran bir namazdır.
Ramazan, oruçtan ibaret değildir. Oruç da şuurlu Müslümanı toplumdan soyutlamaz, aksine şuurlu Müslüman, Ramazan’da, başka aylarda olmadığı kadar toplumla iç içedir.
Ramazanın topluma en kapalı günleri itikâf günleridir. Ve o günlerde bile Müslüman her ne kadar bedenen toplumun arasında değilse de ruhen toplumun arasındadır. Hz. Resulullah (S. A. V.) nasıl ki Hira’da olduğunda her ne kadar topluma uzak olsa da, orada onunla toplum arasında bedenen bir mesafe varsa da onun düşüncesinde toplum vardı. Resulullah (S. A. V.), Hira’da toplumun hâli üzerine tefekkür ederdi. Müslüman da itikâfta olsa bile kendi hali üzerine tefekkür ettiği gibi toplumun hali üzerine de tefekkür etmek durumundadır. O kendi sorunları için çözüm aradığı gibi toplum için de çözüm aramak durumundadır. O, kendisi için dua ettiği gibi Müslümanlar için ve insanlık için de dua etmek durumundadır.
Şuurlu Müslüman, bu şuurdadır.
Ramazan, onun için bir boş durma, bir itişip kakışma, öfkelenme ayı değildir. Oruç onu bedenen zorlasa da o ruhen toplumla beraberdir. Çünkü o topluma önderlik makamında olduğunun bilincindedir.
Onun orucu ne Yahudinin ne Hıristiyanın orucu gibidir ne de şuurdan yoksun Müslümanın orucuna benzer.
Ramazan, onun en boş ayı değil, en dolu ayıdır. Ramazan, onun için adeta bir kamptır.
Bu kampın iki yönü vardır: 1. Arınma 2. Yılın geri kalan kısmı için hazırlanma... Bir önceki yılın günahlarından, ağırlıklarından arınma ve bir sonraki yıl için hazırlık yapma...
Şuurlu Müslüman, Ramazanda yılın muhasebesini yapar, günahlarından tövbe eder ve Rabbinden mağfiret diler. Bir sonraki yıl için günahsızlık sözü verir.
Ne var ki günahsızlık Hristiyanvari anlamı ile bir nötr haldir. Şuurlu Müslüman, nötr olamaz. Ramazanı günahsız geçirmek, onun için yeterli değildir. O, Ramazan ayını her ay olduğundan daha çok çalışarak sevapla doldurur.
Ramazanı kamp yapan da budur. “Boş durma kampı” diye bir kamp olur mu hiç? Kamp, her zaman yapılandan daha çok etkinlik içeriyorsa kamptır.
Bu da yetmez. Her kampın amacı, kampın ötesindedir. Kamp, o kamp ötesi amaç içinse anlamlıdır.
Diğer bir ifadeyle kamp bir antrenmandır. Antrenman, kampta yapılsa da antrenmanın yapılış amacı kamp sonrası içindir. Antrenman ancak kamp sonrasında iş görürse amacına ulaşmıştır.
Şuursuz Müslüman için iyiliklerin başlangıç tarihi ilk teravih, son tarihi ise bayram namazı olabilir. Bu onun vahiyden kopuk, kendi kendisine oluşturduğu bir takvimdir.
Bu takvim şuurlu Müslüman için sadece iyiliklerin yoğunlaştığı bir süreci ifade eder. Şuurlu Müslüman, Ramazanda daha çok iyilikte bulunur. Ama iyiliği asla Ramazanla sınırlı tutmaz. Aksine Ramazanı yıl boyunca yapacağı iyilikler için bir başlangıç kabul eder.
Şuursuz Müslüman için Ramazan, bir tür ölümdür. Her tür zevkin tatil edildiği bir var yok hali... Şuurlu Müslüman için ise her Ramazan bir ihyadır. İyiliklerin boy attığı ve Ramazandan sonra sürdüğü bir ihya...
Ramazanda onun kalbi ihya olur ve o Ramazanı başkalarının kalbini ihya etmek için bir fırsat bilir. O Ramazanda düşünülmez, konuşulmaz diyenlerden değildir. Aksine Ramazan onun için bir irşad ayıdır, bir davet ayıdır. O, oruçla yumuşayan kalpleri şuura erdirmek için her zaman olduğundan daha çok gayret eder, Ramazanı kendisi için olduğu kadar İslam aleminin kurtuluşu için de bir fırsata çevirir.
Burada, belki değişik vesilelerle anlattığım bir hikâyeyi bir daha aktarmak istiyorum. Allah (cc) rahmet eylesin, kendisiyle dostluğun bana nasip olduğu kahramanından bizzat dinledim:
Hüseyin, o zamanlar gözde bir meslek olan radyo tamircisiydi. Çok kazanıyor ve bütün kazancını alkole veriyordu. Bir ara bir olaya karışmış ve cezaevine atılmıştı, orada ıslah olacağına bir de uyuşturucuya bulaşmıştı.
Ramazanda bile alkole ara vermiyor, her gece eve sarhoş varıp çoğu gün hanımını darp ediyor, hatta bizzat oğlunun anlatımıyla kimi zaman hanımından kendilerini keyfi olarak dövmek için çocuklarının uyandırılmasını istiyordu. Çocuklar, zorbalıkla uyandırılıyor ve bir dayak seansından geçirildikten sonra uyumalarına izin veriliyordu.
Bir yıl Ramazan’ın 20. gününde cami cemaatinden biri Hüseyin’e geldi ve caminin hoparlörlerinin tamir edilmesi için onu çağırdı. Hüseyin, çağrıya icabet etti, ancak iş uzun sürebilir endişesiyle önce bir şişe alkol aldı, sonra araç gerecini alıp caminin yolunu tuttu.
İkindi namazı vaktiydi. Cami cemaati ikindi sünnetlerini kılarken Hüseyin hoparlör tamiri yapıyordu. Yanı başında sünnetlerini kılan bir yaşlı sağa selam verince Hüseyin’le yüz yüze geldi ve gayri ihtiyarı eliyle burnunu tuttu, ondan sonra sola selam verdi.
Hüseyin’in kalbine bir kere hidayet nuru düşmüş, Hüseyin kendi hali üzerine tefekkür etmişti. “Demek, sen bu kadar pissin ha!” dedi Hüseyin ve o gün hiç olmazsa Ramazan hatırına akşama kadar alkol almadı. Akşamleyin belki yıllar sonra ilk kez akşam ezanıyla evine gidiyordu. İftar sofrasına hanımıyla beraber oturmuştu. Hanımı şaşkınlık içinde kendi yiyeceğini onunla paylaşmış ve bir fırsatını bulup “Hüseyin, yarın oruç tutsana demişti”, Hüseyin o gece sahura kalkmış, yıllar sonra ilk kez oruç tutmuş ve bir daha iftar sofrasına oturmuştu. Hanımı bir daha fırsatını bulup “Hüseyin, seni bugün hazırlayayım da teravihe git ha!” demişti. O, İslam’ı ancak o kadar anlatmasını biliyordu. O kadarını anlatmış, görevini yapmıştı. Artık görev başkasınındı, bilenlerindi.
Hüseyin, usulca “Tamam” demiş ve yatsı vakti caminin yolunu tutmuştu, “Bütün cami bana bakıyordu, beni birazdan kovacaklar, bana defol git, diyecekler zannettim. Namaz bitti, dışarı çıktım, (bazıları Avrupa’da işçi olarak çalışırken şuurlanmış) bir grup ağabey vay Hüseyin kardeşim, hoş geldin deyip bana yılların dostu gibi sarıldılar. Onların sarılışlarında başka hiçbir yerde görmediğim bir samimiyet gördüm ve o samimiyetle o an değiştim, daha bir gün önceki halimi düşündüm ve senin yerin bura Hüseyin, dedim, her gece sokaklardan utanarak geçerken o gece göğsüm kabara kabara yürüdüm. En çok da akşamları “Hey sarhoş Hüseyin!” deyip bana hakaret eden, gündüz de telsizlerini bana tamir ettirip “Akşama bize ihtiyacın var lan!” deyip bana kuruş para vermeyen polislerin arasından gururla geçtim, yürüyüşüme hayret ettiler, konuşmak istediler, oralı olmadım, değişen Hüseyin’i sonra anlayacaksınız, dedim, eve vardım. Evime bayram erken gelmişti, kendimi çok özel hissettim.”
Ağabeyler, Hüseyin Ağabey’i hemen sohbetlerine alırlar, asla eski ayıplarından bahsetmez, ona İslamî mücadele şuuru verirler. Hüseyin Ağabey sakal bırakır ve kendisini büsbütün İslamî hizmete verir.
Lise yıllarımda yaz tatilinde inşaatta işçi olarak çalıştığım ve İslamî şuura sahip birilerini titizlikle aradığım batı illerinden bir ilçede Hüseyin Ağabey’i sadece Allah rızası için bir kıraathane işletirken buldum. Kırk dört yaşındaydı. Bana “Sen, gençsin, biraz devrimcisin, bizden biraz farklısın ama olsun, biz kardeşiz” demiş ve benim için orada iyilikler kapısını açmıştı, onun sayesinde nice gençle bir araya gelip tatilime sevap kattım, tatillerim onun sayesinde bereket buldu. Yıllar sonra ferahlık bulup onu ziyaret etmek için ta ilçesine kadar gittiğimde o eski günlerin etkisiyle daha genç sayılabilecek bir yaşta vefat ettiğini duydum.
Allah, Hüseyin Ağabey’e rahmet eylesin...
Ramazanlarını dinlenme, boş kalma, öfkelenme ayı değil; Hüseyinleri İslamî hizmete katmak için fırsat bilen, Ramazanlarında Hüseyinleri arayıp saflarına katan Müslümanlardan Allah razı olsun...
Abdulkadir Turan