Hicri Yılbaşı Nedir? Ne Zaman? Hicri Takvim Nedir? Ne Zaman Kullanılmaya Başlandı?
Hicri yılbaş nedir? 2021 yılı Hicri Yılbaşı ne zaman, hangi gün? Hicri takvim nedir? Hicri takvim nasıl ortaya çıktı ve ne zaman kullanılmaya başlandı? Hicri takvime göre bugün günlerden ne ve hangi ay? İşte Hicri yılbaşı ve takvim ile ilgili detaylar.

Hicret, Allah rızası için; anadan, babadan, evlattan, yardan, diyardan, maldan, mülkten hatta candan vazgeçmenin ibretli ve meşakkatli bir öyküsü; Yüce dinimizin rahmet yüklü mesajlarını bütün insanlığa ulaştırmak için çıkılan kutlu yolculuğun adıdır. Öyle ki tebliğ hicreti doğurmuş, hicret ise tebliği yoğurmuştur. Kısaca hicret Müslümanlar için bir milattır.
HİCRİ YILBAŞI NEDİR? HİCRİ YILBAŞI 2021 NE ZAMAN?
Hicrî takvim, 1 yılı 354 ya da 355 gün olan ve 12 kameri aydan oluşan, İslam peygamberi Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Mekke’den Medine’ye hicretini başlangıç yılı kabul eden ve Ay’ın Dünya çevresinde dolanımını esas alan bir takvim sistemidir.
Hicri takvimde yılbaşı yani Hicri yılbaşı Muharrem ayının 1. günüdür. Bu tarih, miladi 16 Temmuz 622’dir. Günümüz takviminde 9 Ağustos 2021 Pazartesi günü yani bugün hicri yılbaşıdır. Muharrem ayının 1. günüdür.
-
Hicri Aylar ve İsimleri
Hicri takvimde yılbaşı Muharrem ayının 1. günüdür. Muharrem ayını, Safer, Rebiyülevvel, Rebiyülâhır, Cemaziyelevvel, Cemaziyelâhir, Recep, Şaban, Ramazan, Şevval, Zilkade ve Zilhicce ayları takip eder.
HİCRİ TAKVİM NEDİR? NE ZAMAN KULLANILMAYA BAŞLANDI?
Hicri takvim ayın hilâl şeklinde göründüğü ilk geceyi ay başı olarak kabul eder. Ayın tekrar görünüşüne kadar geçen süreyi bir ay; on iki ay da bir yıl sayılır. Bu takvime göre ayın dünya çevresindeki dönüşü yirmi dokuz buçuk gün olarak kabul edilir. Bu sebeple bir ay 29, bir ay da 30 gün olarak kabul edilir. Böylece miladi takvimde bir yıl 365 gün, Kameri’de de 354 gün olarak hesaplanır. Bu yüzden hicri aylar miladi aylardan her yıl on bir gün önce gelir. Bu durum, hicri ayların mevsimlere denk düşmesine sebep olur. Bu yüzdendir ki, hicri takvimin bir ayı olan Ramazan, bazen kış, bazen de yaz mevsimlerine veya diğer mevsimlere rast gelerek, yılın bütün mevsimlerini, haftalarını, aylarını ve günlerini dolaşır. Otuz altı yıl oruç tutan biri de yılın her ay ve günlerinde oruç tutmuş olur.
Hicri tarih, Hz. Muhammed (s.a.s.)'in Mekke'den Medine'ye hicretiyle başlar. Ancak takvim başlangıcı olarak bu tarih, Hz. Ömer devrinde kabul olunmuştur. Ondan önce arapların belli bir tarihi yoktu. Bazı önemli hadiseleri (Hz. İbrahim'in ateşe atılışı, Fil vakası vb.) tarihe başlangıç olarak gösteriyorlardı.
Hicretten on altı yıl sonra (638), dönemin halifesi Hz. Ömer'in emriyle Medine'de bir meclis toplanarak, tarih meselesine bir çözüm bulunması istendi. Hz. Ali'nin teklifi ve mecliste bulunanların kabulü ile Hz. Muhammed (a.s)'in hicreti, İslâm tarihine başlangıcı ve Muharremin de bu yılın ilk ayı olması kararlaştırıldı. Böyle bir uygulamanın konulmasına sebep olarak şu iki husus gösterilmektedir. Hz. Ömer devrinde ibraz edilen bir borç senedinde ödeme için vâde tarihi olarak gösterilen Şaban ayının, geçen yılın mı yoksa gelecek yılın mı olduğu kestirilememişti. Ayrıca aynı dönemde Basra valisi olan Ebu Musa el-Eş'arî'den gelen bir yazıda; Hilâfet makamından gönderilen kâğıtların hangisi önce hangisi sonra olduğu ve hangisinin hükmüyle hareket edilmesi gerektiğinin bilinmediği cihetle, bu sorunun acilen halledilmesi isteniyordu. Bu nedenlerle Hicret İslam tarihine başlangıç teşkil etmişti.
Hicrî-Kamerî yıl, on iki aydır. İlk ayı olan Muharrem ile birlikte Receb, Zilkade ve Zilhicceye Araplar "eşhur'i hurum" adı verir ve bu aylarda savaştan ve her türlü şiddetten uzak dururlardı.
Hz. Muhammed (s.a.s), bu ayın dokuz, on ve on birinci günleri oruç tutmayı ashabına tavsiye etmişti. Peygamber Efendimiz buyurur ki: "Ramazan orucundan sonra, tutulan oruçların en faziletlisi Allah'a izafet ile şereflendirilen Muharrem ayındaki oruçtur" (Riyazü's-Sâlihin, II, 504). Diğer hadislerde, Muharrem ayının onuncu gününe rastlayan ve pek çok önemli olayın cereyan ettiği "Aşûra günü'nde tutulan orucun, bir yıl önce işlenen hata ve günahların bağışlanmasına vesile olacağı müjdelenmiştir" (Riyâzü's-Salihin, II, 509).
Emevilerin ikinci hükümdarı Yezid zamanında ve hicri 61/milâdi 680 yılı Muharrem ayının onuncu cuma gününde vuku bulan Hz. Hüseyin'in şehadeti meselesinden dolayı Şiilerce o gün matem günü sayılmış ve bu matem daha sonraları geniş çapta ve resmi bir hüviyete bürünmüştür.
Aşura günü denilen Muharrem ayının onuncu gününde, tarihte pek çok önemli olayın meydana geldiği rivayet edilmektedir. Bunlar arasında şu olayları saymak mümkündür:
- Nuh (a.s)'un gemisinin tufandan kurtulup Cudi dağının tepesine oturması bu güne rastlar. Bilindiği gibi bu olay, Hz. Nuh'a inananların bir gemi vasıtasıyla kurtulduğu ve inkarcıların da bütünüyle yok olup gittiği bir olay olmuştu.
- Bunun yanında, Hz. Adem'in tevbesi,
- Hz. İbrahim'in ateşten kurtulması ve
- Hz. Yakub'un oğlu Hz. Yusuf'a kavuşması bu güne rastlar.
- Öte yandan Muharrem ayının on altıncı günü Kudüs'ün kıble tayin edildiği ve
- On yedinci günde Fil ashabının geldiği gün olduğu nakledilenler arasındadır.
Muharrem ayının Osmanlılar devrinde de ayrı bir yeri vardı. Bu ay dolayısıyla şairlerin yazdığı ve "Muharremiye" adı verilen manzum şiirlerin sayısı oldukça kabarıktır. Ayrıca yeni sene başı olması hasebiyle bu ayda, devlet erkanı, padişahın huzuruna çıkarak yeni yılı tebrik eder ve padişahın "Muharremiye" denilen hediyelerini alırlardı.
Muharrem ayı Osmanlı arşivlerinde "Muharremü'l-Haram" şekliyle geçmekte ve kısaca "mim" rumuzuyla gösterilmektedir. (Mefail Hızlı-Şamil İslam Ansiklopedisinden)
Hicri takvim ne zaman kullanılmaya başlandı?
Orta Doğu kökenli eski toplumlar hem ay hem de güneş esaslı takvimleri kullanmışlardır.
Ayın günlük ve aylık hareketlerini dikkate alarak ay, tarımsal faaliyetlerin takibi için de güneşin günlük ve yıllık hareketlerini dikkate alarak güneş takvimi geliştirildi.
İslamiyet'ten önce de mevcut olan kameri takvim, Hazreti Ali'nin teklifiyle İkinci Halife Hazreti Ömer tarafından bugünkü haliyle tespit edilerek hicretin 17'nci yılından itibaren kullanılmaya başlandı.
Hicretten sonra Hazreti Peygamber, İslam devletinin kuruluşunu ilan etmiştir.
Hicret, teşri (yasama) açısından da büyük önem taşımaktadır. Mekke döneminde nazil olan ayetlerde tevhid, nübüvvet, ahiret gibi temel inanç konuları işlenip ibadet ve ahlakla ilgili İslam esasları konulurken, hicretten sonra ferdi ve içtimai hayatı düzenleyen ahkamla ilgili ayetler inmiş, ibadet ve muamelata dair hükümler konularak müeyyideler getirilmiş ve devletlerarası hukuku ilgilendiren kurallar belirlenmiştir.
Hicret, İslam davetinin seyrinde ve dinin yayılışında da etkili olmuştur.
Bu derece önem verilmesine bağlı olarak hicretin daha Hz. Peygamber döneminde bir takvim ve tarih başlangıcı sayıldığı görülmektedir.
Ashabın, Resul-i Ekrem'in hayatını 'Mekke' ve 'Medine' dönemi diye ikiye ayırması ve bu dönemlere ait yılları birbirini tamamlayacak şekilde değil ayrı ayrı zikretmesi bu hususun ilk işaretidir.
Hicri takvim, İslam aleminin dini takvimidir.
Ramazan ayının başlangıcı ve bitişi, Kurban Bayramı günleri, hac farizasının yerine getirilmesi, kandil geceleri de hep bu hicri takvim esası üzerinden icra edilmektedir.
Aylar
Hicri takvimde 12 ay bulunmaktadır. Hicri takvimi ayın döngüsüne göre hesaplandığı için, güneş döngüsüne bağlı Miladi takvimden yaklaşık 10 gün kısadır.[4] Bu da yıllar geçtikçe Hicri takvimin farklı mevsimlere rast gelmesine neden olmaktadır. El-Biruni ve El-Mesûdî İslam öncesi Arapların ve Müslümanların aynı ay isimlerini kullandıklarını ifade etmişlerdir.[5]
Sıra | Latin Harfleriyle Yazılışı | Özgün Arapça Adı | Sözcük Anlamı | Kısa Açıklama |
---|---|---|---|---|
1 | Muharrem | محرم | Haram (mübarek) kılınmış | Günah işlemenin yasaklanmış olduğu mübarek ayların ilkidir |
2 | Safer | صفر | Boş manasında | Gıda veya savaş için yola çıkılan ve evlerin boş bırakıldığı ay idi |
3 | Rebiülevvel | ربيع الأول | İlk bahar | İsmi baharda verildiği için |
4 | Rebiülahir | ربيع الآخر | Son bahar | İsim ilkden sonra geliyor |
5 | Cemaziyelevvel | جمادى الأولى | İlk çorak toprak ya da ilk don | Yazın ismi verildiği için veya kışın su donduğu için |
6 | Cemaziyelahir | جمادى الآخرة | Son çorak toprak ya da son don | İsim ilkden sonra geliyor |
7 | Recep | رجب | Saygı, onur | Mübarek ayların ikincisidir |
8 | Şaban | شعبان | Dağılmış, yayılmış | Su bulmak için dağılınan aydır |
9 | Ramazan | رمضان | Yanma, sıcak olma | Oruç ayı, en saygın ve değerli kabul edilen aydır[6] |
10 | Şevval | شوّال | Yükselmiş | Gebe dişi develer kuyruklarını kaldırır |
11 | Zilkade | ذو القعدة | Barışa sahiplik eden | Üçüncü mübarek aydır |
12 | Zilhicce | ذو الحجّة | Hacca sahiplik eden | Hac ayıdır, son mübarek aydır |
HİCRET NEDİR?
İslam tarihinde Peygamberimizin Mekke’den Medine’ye göç etmesine “Hicret” denir.
Müşriklerin baskı ve zulümlerinin devam etmesi üzerine Peygamberimiz, Müslümanların Mekke’den Medine’ye hicret etmelerine izin verdi. Müslümanlar gruplar hâlinde Medine’ye göç etmeye başladılar. Din uğrunda, doğup büyüdükleri yurtlarını, mal ve mülklerini bıraktılar. Medine’de yanan ümit ışığına koştular.
Mekke’de Peygamberimizle birlikte Hz. Ebu Bekir, Hz. Ali ve birkaç Müslümandan başka kimse kalmamıştı. Peygamberimiz bütün güçlüklere rağmen görevini yapmış, Peygamberliğinin 13 yılını Mekke’de tamamlamış bulunuyordu.
Müşrikler (putlara tapanlar), Peygamberimize ve Müslüman olanlara çok eziyet ettiler. İslamiyet’i kökünden yok etmek için “Dâru’n-Nedve” denilen yerde gizlice toplandılar. Ebû Cehil’in teklifi üzerine Peygamberimizi öldürmeye karar verdiler. Bu korkunç kararı uygulamak üzere her kabileden birer genç seçtiler. Seçilen bu silahlı gençler, peygamberimizin evini kuşattılar ve dışarı çıkmasını beklemeye başladılar.
Müşriklerin gizlice aldığı bu ölüm kararı, Allah tarafından Cebrail aracılığıyla Peygamberimize bildirildi ve hicret etmesine izin verildi. Peygamberimiz, kendi yatağına Hz. Ali’yi yatırarak, evini saran müşriklerin arasından çıktı. Allah, Peygamberini korudu. Eli silahlı müşrikler onu göremediler.
Yol hazırlıkları yapıldıktan sonra, peygamberimiz ve Hz. Ebu Bekir geceleyin Mekke’ye bir buçuk saat mesafede olan Sevr dağına gittiler ve orada bir mağarada gizlendiler. Sabah olunca Peygamberimizin evden çıktığı anlaşıldı. Bunun üzerine Müşrikler her tarafı aramaya başladılar. Muhammed’i kim bulursa ona yüz deve mükâfat verileceğini vaat ettiler.
Peygamberimizi arayanlar yoldaki izleri takip ederek mağaranın önüne kadar geldiler. Mağaranın girişine bir örümceğin ağ germiş olduğunu gördüler. Mağaranın içine girip aramak istediler ise de içlerinden biri, “içeriye insan girseydi, burada örümceğin ağı ve güvercinin yuvası olmazdı” deyince dönüp gittiler.
Müşrikler mağaranın önüne geldikleri sırada Hz. Ebu Bekir endişelenerek;
- Bizi görecekler Ya Resulallah, dedi.
Peygamber Efendimiz;
- Üzülme, Allah bizimle beraberdir, diye karşılık verdi.
Mağaranın ağzına örümceklerin ağ germesi, orada biten bir ağacın dallarına güvercinlerin yuva yaparak yumurta bırakması birer mucizedir. Yüce Allah, sevgili Peygamberini bu mucizelerle korumuş, mağaranın ağzına kadar gelen düşmanları gizli bir kuvvet geri çevirmiştir.
Peygamberimiz ve Hz. Ebu Bekir mağarada üç gün kaldıktan sonra Medine’ye gitmek üzere yola çıktılar. Onları takip etmekte olan Süraka adında bir pehlivan izlerini buldu. Bütün gücüyle atını üzerlerine sürdü. Onlara iyice yaklaştığı sırada atının ayakları sürçtü, kendisi de yere yuvarlandı. Yeniden toparlanarak var kuvvetiyle atını tekrar ileri sürdü. Fakat bu defa atının ayakları dizlerine kadar kuma battı. Olduğu yerde çakılıp kaldı. Gizli bir kuvvet atını geri çekiyordu. Süraka bu durumu görünce korktu. Yaptığına pişman oldu. Peygamberimizden af diledi ve geri döndü. Arkadan gelenlere de, “Ben buraları aradım, kimse yoktur” diyerek onları geri çevirdi. Süraka daha sonra Müslüman olmuştur.
Ebû Cehil, Süraka’nın böyle yaptığını daha sonra öğrenince onu kınamış, bunun üzerine Süraka Ebû Cehil’e şöyle demiştir: “Atımın ayaklarının yere nasıl battığını görseydin, sen de Muhammed’in peygamberliğine iman ederdin.”
Sevgili Peygamberimiz bir hafta süren tarihî yolculuğunu tamamlayarak bir pazartesi günü Medine yakınındaki Kuba köyüne ulaştı. Burada büyük bir sevgi ile karşılandı.
Peygamberimiz burada on günden fazla kaldı. Kuba Mescidini yaptırdı. Mescid yapılırken mübarek elleriyle taş taşıdı. Bir işçi gibi çalıştı. İslam tarihinde yapılan ilk mescid budur. Peygamberimizden üç gün sonra Mekke’den ayrılan Hz. Ali de burada Peygamberimize yetişti.
Peygamberimizin Medine’de Karşılanması
Beraberindeki Müslümanlarla birlikte Peygamber Efendimiz bir cuma günü Kuba’dan Medine’ye hareket etti. Salimoğulları yurduna geldikleri zaman öğle vakti olmuştu. Peygamberimiz Cuma namazının farz kılındığını Müslümanlara bildirdi. Orada ilk Cuma namazını kıldılar. Peygamberimizin kıldırdığı ilk cuma namazı budur. İlk cuma hutbesini de burada okumuştur. Peygamberimiz, ilk cuma hutbesinde Allah’a hamd ve sena ettikten sonra şöyle buyurdu:
“Ey İnsanlar! Sağlığınızda ahiretiniz için hazırlık yapın, Muhakkak biliniz ki hepiniz ölecek ve sürünüzü çobansız bırakacaksınız. Sonra Cenab-ı Hak ona soracak, ama nasıl soracak? Tercümanı yok, bizzat diyecek ki: ‘Sana benim Peygamberim gelip de tebliğ etmedi mi? Ben sana mal verdim, sana lütuf ve ihsan ettim, sen kendin için ne hazırladın?’
O kişi de sağına soluna bakacak bir şey göremeyecek, önüne bakacak cehennemden başka bir şey göremeyecek. Öyle ise her kim kendini bir yarım hurma ile de olsa ateşten kurtarabilecekse hemen o hayrı işlesin. Onu da bulamazsa bari güzel söz ile kendini kurtarsın. Çünkü bir iyiliğe on katından yedi yüz katına kadar sevab verilir. Allah’ın selamı, rahmet ve bereketleri üzerinize olsun.”
Peygamberimiz namazdan sonra Medine’ye doğru yoluna devam etti. Medineliler bir bayram sevinci içinde bu şerefli misafiri karşılamak için yolun iki tarafına sıralanmışlardı. Peygamberimiz geçerken “Buyurun Ya Resulallah” diyorlar, mini mini yavrular da “Allah elçisi geldi” diye sevinç çığlıkları atıyorlardı. Evlerinin damları üzerine çıkan kadınlar; “Hoş geldiniz” diyorlardı. Peygamberimiz evlerin önünden geçerken bütün ev sahipleri; “Buyurun Ya Resulallah” diyor ve devesinin yularına sarılarak onu misafir etme şerefine nail olmak istiyorlardı.
Peygamberimiz hiç kimseyi kırmak istemediğinden onlara şöyle diyordu:
“Deveyi kendi hâline bırakınız, onun nereye gideceği kendisine emredilmiştir. Emrolunduğu yere gidecektir.”
Yoluna devam eden deve, boş bir arsada çöktü. Fakat durmadan kalktı. Biraz daha gittikten sonra tekrar çöktü ve bir daha kalkmadı. Peygamber Efendimiz;
“İnşallah konağımız burasıdır” diyerek devesinden indi. Buraya en yakın ev, Hâlid b. Zeyd’in, yani Ebû Eyyûb Ensârî’nin evi idi. Hz. Peygamber onun misafiri oldu. Ebû Eyyûb Ensârî’nin evi iki katlı idi. O, Peygamberimizi üst katta misafir etmek istedi. Ancak Efendimiz, kendisini ziyarete gelenlerin ev sahibini rahatsız etmemesi için zemin katta kalmayı tercih ettiler. Peygamber Efendimiz, Mescid-i Şerif’in yanında kendileri için odalar yapılıncaya kadar yedi ay bu evde kaldı.
Sevgili Peygamberimizi evinde misafir etme şerefini taşıyan bu ünlü Sahabi Ebû Eyyûb Ensârî hazretleri, 675 yılında İstanbul’u kuşatan İslam ordusuna katılmış ve surlar dışında şehit olmuştur. Peygamberimizi evinde misafir eden ve halkımız tarafından “Eyüb Sultan” olarak anılan bu peygamber dostu, İstanbul’un Eyüp semtindeki türbesinde yatmaktadır.
Medine halkı, peygamberimizi, Ebû Eyyûb Ensârî’nin evinde akın akın ziyaret ettiler. Bu sırada Yahudi bilginlerinden Abdullah b. Selâm geldi. Peygamberimizin mübarek yüzüne dikkatlice baktıktan sonra;
“Bu yüz, yalancı yüzü değildir” diyerek Müslümanlığı kabul etti.
Peygamber Efendimiz, devesinin ilk defa çöktüğü arsayı sahiplerinden satın aldı ve oraya bir mescid yaptı. Medine’de “Mescid-i Nebi” olarak bilinen ve Müslümanlar tarafından ziyaret edilen mescit, Peygamber Efendimizin yaptırdığı bu mescittir.
Bu mescid yapılırken peygamberimiz, bir işçi gibi çalışmış, sırtında kerpiç taşımıştır. Mescidin temelleri taştan, duvarları kerpiçten idi. Mescidin inşası bittikten sonra çevresine bitişik birkaç oda yapıldı ve Peygamber Efendimiz, misafir olarak bulunduğu evden buraya taşındı. Mescidin ilk şekli böyle sade ve mütevazı idi.
Peygamberimizin müezzini olma şerefini taşıyan Hz. Bilal-i Habeşî’nin tatlı sesiyle Medine ufuklarında yankılanan ezan seslerini duyan Müslümanlar, bu çağrıya uyarak camiye koşuyor, iki cihan güneşi Hz. Peygamber’in arkasında cemaat olmanın, namaz kılmanın huzur ve mutluluğunu yaşıyorlardı.
Mescitte önceleri minber yoktu. Peygamber Efendimiz, bir hurma kütüğüne yaslanarak cemaate hitap ederdi. Daha sonra üç basamaklı bir minber yapıldı ve Peygamberimiz hutbelerini bu minberden irat etti. Bu sırada bir de mucize meydana geldi. Şöyle ki: Efendimiz bir cuma günü hutbesini bu minberden irat etmeye başlayınca daha önce dayanarak hutbe okuduğu hurma kütüğünün, Peygamberimizden ayrı kaldığı için yavrusundan ayrı kalan bir devenin feryadı gibi inlemeye başladığı duyuldu. Bunun üzerine Peygamberimiz minberden inerek bu hurma kütüğünü kucaklayıp okşadı ve kütüğün inlemesi kesildi. Peygamberimiz, “Eğer ben onu kucaklamamış olsaydım, kıyamet gününe kadar hep böyle inleyip duracaktı.” 1 buyurdu.
1 Buhârî, “Cuma”, 26; Nesâî, “Cuma”, 17; İbn-i Mâce,”İkâme”, 199.
Editör: Mehmet Sait Temel