Yıldız Ecevit kimdir? Yıldız Ecevit kitapları ve sözleri
Türk Akademisyen ve Yazar Yıldız Ecevit hayatı araştırılıyor. Peki Yıldız Ecevit kimdir? Yıldız Ecevit aslen nerelidir? Yıldız Ecevit ne zaman, nerede doğdu? Yıldız Ecevit hayatta mı? İşte Yıldız Ecevit hayatı... Yıldız Ecevit yaşıyor mu? Yıldız Ecevit ne zaman, nerede öldü?
Türk Akademisyen ve Yazar Yıldız Ecevit edebi kişiliği, hayat hikayesi ve eserleri merak ediliyor. Kitap severler arama motorlarında Yıldız Ecevit hakkında bilgi edinmeye çalışıyor. Yıldız Ecevit hayatını, kitaplarını, sözlerini ve alıntılarını sizler için hazırladık. İşte Yıldız Ecevit hayatı, eserleri, sözleri ve alıntıları...Tam / Gerçek Adı: Nâdîde Yıldız Ecevit - Prof. Dr. Yıldız Ecevit
Doğum Tarihi: 28 Ocak 1946
Doğum Yeri: Gelibolu, Çanakkale, Türkiye
Ölüm Tarihi: 22 Haziran 2021
Ölüm Yeri: Bodrum, Muğla, Türkiye
Yıldız Ecevit kimdir?
28 Ocak 1946'da Gelibolu'da doğdu. Ankara Üniversitesi DTCF Alman Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı'nda ve Bilkent Üniversitesi'nde öğretim üyesi olarak görev yaptı. Uzmanlık dalı Alman edebiyatı olan Ecevit, yüksek lisans ve doktora çalışmalarını Kalka-Ferit Edgü ve Max Frisch-Oğuz Atay arasında karşılaştırmalı düzlemde gerçekleştirdi. Daha sonra ilgi alanını avangard Türk romanına kaydıran Yıldız Ecevit'in bugüne değin yayımlanmış kitapları şunlardır: Oğuz Atay'da Aydın Olgusu (Ara Yayınları, 1989); intelektuellenproblematik bei Max Frisch und Oğuz Atay (Ara Yayınları, 1990); İsviçre-Alman Edebiyatı (Ara Yayınları, 1990); Kurmaca Bir Dünyadan (Gündoğan Yayınları, 1992); Hermann Hesse, Bozkır Kurdunun Düş Yolculukları (derleyen), (Remzi Kitabevi, 1994); Orhan Pamuk'u Okumak (Gerçek Yayınevi, 1996; 2. baskı, İletişim Yayınları, 2004); Türk Romanında Postmodernist Açılımlar (İletişim Yayınları, 2001).
Yıldız Ecevit Kitapları - Eserleri
- Ben Buradayım...
- Türk Romanında Postmodernist Açılımlar
- Orhan Pamuk'u Okumak
- Oğuz Atay'da Aydın Olgusu
- Kurmaca Bir Dünyadan
- Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları
- Kozmik Komedya
- İsviçre - Alman Edebiyatı
Yıldız Ecevit Alıntıları - Sözleri
- İletişim teknolojisinin doruğa ulaştığı çağımızda gerçek, üretilen bir meta durumuna geldi (Kozmik Komedya)
- ''Üçtür adımı zamanın; GELECEK yaklaşır kuşkulu, Ok gibi uçar ŞİMDİ, GEÇMİŞ, sessizliğinde sonsuzun (...) Üçtür ölçüsü uzamın: Yorulmaksızın çabalar UZUNLUK İleriye doğru, biteviye; GENİŞLEMESİNE Yayılır EN BİTİMSİZ, Dipsiz dalar içeriye DERİNLİK'' (Türk Romanında Postmodernist Açılımlar)
- Romanın belki de en güzel anlatı kesiti olan "Boğazın Suları Çekildiği Zaman" başlıklı bölüm, bir çevre felaketini dile getirir. Ressam Hieronymus Bosch'un apokaliptik (mahşersi) görüntülerini anımsatan bu fantastik metin belki de gerçeğin bir öngörüsüdür. "Yazarlar hayatın, dünyanın gerçek tablosunu sunmazlar bize," der Pamuk, "ama o yorum bir süre sonra, sözünü ettiğimiz hayatın ta kendisi olur çıkar." (Orhan Pamuk'u Okumak)
- Neysen o ol (Kozmik Komedya)
- Dış dünyada tutunamamak, iç dünyada tutunmanın göstergesidir. (Oğuz Atay'da Aydın Olgusu)
- Eril şiddet toplumda kaçınılmaz görünen 'düzen' , 'disiplin', 'terbiye' , 'namus-şerefi koruma' , 'vatanı koruma' gibi ahlaki değerler adına uygulanan 'disipline edici şiddet' ile ilişkili olarak ortaya çıkar ve çoğu zaman toplumsal düzen ve istikrar adına meşru görülür. (Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları)
- "Tehlikeli Oyunlar", Oğuz Atay'ın yaşamındaki bu mutsuz dönemin yalnızlığı ve acılarıyla dokunmuş; yazarın, yalnız soyut değil, somut yaşamından güçlü renklerle oluşturulmuştur. Bu romanın sayfalarında, onun Fikriye Gürbüz'le evliliği, Sevin Seydi'den ayrılışı ve içine düştüğü büyük yalnızlığın izini sürmek mümkündür. "Evliliğimin içyüzünü bir roman tefrikası gibi parça parça ederek ayaklarınızın dibine sermedim mi?" (T0.333) diyen Hikmet, romandaki evlilikle ilgili bölümleri yaşamından ayrıntılarla dokumuş olan yazarı Oğuz Atay'la çakışır. Romanda, kendisini bırakıp Londra'ya giden Sevin Seydi'nin neden olduğu boşluk ve acı kimi yerde öylesine elle tutulur bir duruma gelir ki, metni bir ağıt-roman olarak okumak bile mümkündür. (Ben Buradayım...)
- Bu okurun romandan aldığı doyum; metinde yer alan söz sanatlarının oluşturduğu şık betimlemelerden alınan keyifle, ya da yazarın dünya görüşünün tutarlılığına duyulan beğeniyle kısıtlı değildir. O bu doyuma, metnin kıvrımları arasında yakaladığı koordinatları birleştirerek, anlamı yeniden üreterek ve bu üretime kendi birikimini de katarak ulaşır. Yazara duyduğu beğeni ise, onun düşünce ve dünya görüşüne yönelik olmaktan çok; onun, metnin organik dokusunu oluştururken gösterdiği kurgu/yapı ustalığıyla ilgilidir. (Orhan Pamuk'u Okumak)
- İnsanın gerçeğe yabancılaşması olgusu, 20. yüzyıl estetiğinin ana taşıyıcılarından biridir. Anlamakta güçlük çektigi bir dünyayla kendini özdeşleştirmekte zorlanan, ona yabancılaşan insan, yabancılaşmayı sanatsal boyuta taşır, onu bir kurgu tekniğine dönüştürür.(...)20. yüzyıl sonrası roman estetiği dış dünyayı doğrudan yansıtmaz, dış dünyadan alınmış gerçek parçacıklarıyla iç dünyayı birbirine harmanlar ve yeni bir dünya kurgular. Bu yeni dünyada, içinde yaşanılan görüngüsel dünya yabancılaştırılarak anlatılıyordur; olayları art arda sıralayan mimetik estetiğin içerik öyküleyen kurgu dünyasından tümüyle ayrımlıdır. (Türk Romanında Postmodernist Açılımlar)
- "Bana kitap kurdu, boş hayaller kumkuması, hayatın cılız gölgesi gibi sıfatlar yakıştırılabilir, şövalye .romanları okuya okuya kendini şövalye sanan Don Kişot'a benzetebilirsiniz beni. Yalnız onunla bir fark var aramda: Ben kendimi Don Kişot sanıyorum." (Oğuz Atay'da Aydın Olgusu)
- Tüm insani ilişkilerim maskemin altında gerçekleşmiştir ve tamamen saklı bir hayatı yaşamanın ebediyen kurbanı olmak zorundayım (Kozmik Komedya)
- "Tehlikeli Oyunlar" da "Tutunamayanlar" gibi, insanın iç dünyasında kendi 'ben'ine doğru yaptığı bir yolculuğu anlatır; bir oluşum romanı: bir Bildungsromandır. Yazar, ikinci romanın da ana kişisi Hikmet'in kimliğini, soyut düzlemde ameliyat masasına yatırır, içindeki çok sayıdaki benlik parçasını numaralayıp kategorize ederek kurmaca düzlemde onlarla yüzleşmeyi dener. Böylesine ayrıntılı, titiz bir kimlik arayış sürecinden geçirtir Atay roman kişisini. Yalnızca bilinç düzleminde tanıdığı Hikmet'le hesaplaşmak istemiyor, bilinçaltının gölgeli mekanlarında gizlenmekte olan Hikmetler'in tümünü gün ışığına çıkarmayı deniyordur. Titiz bir kurguyla, simgesel düzlemde olumsuzluk çağrışımlarına açık bir sayı ve "Korku" başlığı taşıyan 13. bölümde bir bilinçaltı atmosferi yaratır Atay. Köpek havlamaları ve intihar/ölüm düşünceleri eşliğinde, rüya ve uyanıklık durumunun birbirine karıştığı bir ortamda bilinçaltının çocukları olan Hikmetler'i metnin içine salar. Roman kişisinin gerçek kimliğiyle özdeşleşme yolunda, yüzeydeki 'Ben'ine karşı verdiği amansız bir savaşımdır bu. "Mış gibi yapmaktan usandım albayım," (T0.411) diyordur Hikmet; yeni baştan kurmak istediği bir öz varlıktan söz ediyordur (T0.414); 'kendini tanı' önermesi metnin dört bir yanına yayılmıştır (T0.413-421). Atay, odağına bir varoluş sorunsalı oturttuğu romanında, kendi gerçek 'Ben'ine ulaşmaya çalışan ana kişisini, diğer metinlerinde de yaptığı gibi simgesel içerikli bir isimle adlandırır; Hikmet'in soyadına varoluşsal bir ton katar: 'Benol'. (Ben Buradayım...)
- Sanat yapıtı çağlar boyunca, içinde bulunduğu tarih kesitinin 'gerçeklik' anlayışı ve onunla bütünleşen 'anlam'ı biçimlendirme çabasının bir ürünü olarak ortaya çıkar. Biçimlendirme ya da estetize etme edimi ise; o çağın insanının gerçekliği kavrarken, yaşama/insana/doğaya/evrene ilişkin sorulara verdiği, felsefi olduğu kadar doğa bilimsel yanıtlarla koşutluk içinde gerçekleşir. Eğer Ortaçağda gotik bir kilise inşa eden mimar, göklere ulaşan görkemli kulelerle donatıyorsa yapıtını, o dönemin tek gerçeğine: 'anlam'ın tek taşıyıcısına: Tanrı'ya göndermede bulunuyordur. Bir yaprağın ağaçtan düşüşünü saniyesi saniyesine betimleyen 19. yüzyıl sonunun naturalist yazarı ise, kuşkusuz kartezyen aklın egemenliğinde, görüngüsel gerçekliğe sadık kalmaya çalışıyordur tüm gücüyle. Michel Butor haklıdır "Değişik gerçeklere değişik anlatı biçimleri denk düşer." Bilimin ön planda olduğu Aydınlanma çağından 20. yüzyılın başına değin edebiyat estetiği, Newton fiziğinin verileriyle çakışan biçim öğeleriyle donatılmıştır. Söz konusu zaman kesiti içinde ara sıra beliren mistik/aşkın/romantik eğilimleri bir kenarda tutarak 20. yüzyıl öncesi birkaç yüzyılın edebiyatına bir göz attığımızda, çoğunlukla determinist/pozitivist görüşün izdüşümleriyle biçimlenmiş metinlerle karşılaşırız. Goethe de Balzac da, Zola da, Tolstoy da üç boyutlu, elle tutulur somut bir mekanı, çizgisel akmakta olan bir zamanla bütünleştirerek anlatırlar. 'Anlam' ise henüz kayıp gitmemiştir, insanın avucundan. Ülkülerin çağıdır aydınlanmacı modernite. Yazarın anlatacak çok şeyi vardır. Üstelik okurunu eğitmesi/bilgilendirmesi de gerekiyordur. Bu çağın yazarı, okuruna doğru yolu göstermekle yükümlüdür; anlamın da gerçeğin de yaratıcısı olarak 'Tanrısal' bir konumdadır; okurlardan oluşan edilgin 'kullarını' aydınlatmayı kendine görev bilir. Gerçi 19. yüzyılda Feuerbach'in, Marx'ın konturlarını çizdiği yeni dünyanın değer ölçütleri skalasında maddesel olanlar üste çıkıyor gibi görünüyorsa da, birey-insan hala ayaktadır ve savaşımını sürdürmektedir. Aristo'nun yansıtmacı ve eğitici mimesis/katharsis estetiğinin uzantısı görünümündeki bu edebiyat, 19. yüzyıl ortalarından sonra çağın maddeci felsefesinden izleri de dokusuna geçirerek 'realizm' adı altında kategorize edilir. Aydınlanmacı modernitenin edebiyat estetiğindeki uzantısıdır realizm. Sanayileşmekte olan dünyanın, madde kılıcıyla hümanist değerleri bir bir devirmesine karşın, gerçekçi edebiyat hala sıkı sıkıya sarıldığı ülküleri-postmodernist filozof Lyotard 70-80 yıl sonra 'meta-anlatılar' diyecektir onlara- dile getirmeyi sürdürecek; 20. yüzyılın alıp başını gitmekte olan kapitalist toplumunda bile kendisine akacak anakronik bir yatak bularak, Türk edebiyatında olduğu gibi uzun yıllar ayakta kalmayı başaracaktır. (Kurmaca Bir Dünyadan)
- Edebiyatın sizin için huzur limanı olduğunu biliyorum (Kozmik Komedya)
- "Gülmek onun için bir korunma aracıydı." (Oğuz Atay'da Aydın Olgusu)
- Kadınların güzellik konusunda karşılaştıkları taleplerle/baskılarla ilişkisini anlamak için burada birkaç not düşmemiz gerekiyor: Baskının içselleştirilmesi, yani içsel hegemonya diyebileceğimiz süreç, bir sistemin sürekliliği de en önemli faktörlerden biri olarak karşımıza çıkar. Kişinin sömürüsüne yol açan herhangi bir durumun o kişiye dışarıdan dayatılması gerekmez. Sömürünün illaki baskı aracılığı ile gerçekleştirileceği inanışı ya da sömürünün ancak baskıyla gerçekleştirilmesi durumunda görünürlük kazanması nedeniyle aksi durumlarda sömürü görünmezleşir. (Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları)
- Kadın bedeninin tahrik edici bir mekanizma olarak cinselleştirilmesi kadının bir cinsiyet olarak cinselliğin öznesi hâline getirilmesi sonucunu doğurmuştur. Böylelikle kadın bedeni kadına uygulanan cinsel şiddetin gerekçesi olarak sunulmakta, pornografik bir öğe olarak pazarlayarak metalaştırmaktadır. (Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları)
- 'Yarım bırakılmışlık' Atay'ın bu ikinci romanının en önemli motiflerinden birini oluşturur. Hikmet fakülteyi bitirmemiştir, üç dersten takıntılıdır; yazdığı oyunları da yarım bırakıyordur; ölümü bile yarım kalmıştır, ölüp ölmediği belli değildir; onun yaşamında rüyalar da yarım bırakılmışlıktan payını almaktadır: " {b]elki de hiçbir şeyin sonuna katlanamadığım gibi bu rüyanın da sonuna katlanamadım ve seyretmedim sonunu," (T0.264) diyordur Hikmet. Yarım kalmışlık giderek, 'yarım' bir futbol karşılaşmasının betimlendiği bölüm de ete kemiğe bürünür; soyut kavram somut dünyada cisim kazanır: "Yarım kalmış hayaller gibi, yarım kalmış insanlar, tekerlekli kutularının içinde sahaya çıkıyorlardı. Bellerinden aşağısı olmayan bu işkence insanları, tahta sandıklarının küçük demir tekerleklerini elleriyle çevirerek yeşil çimenlerin üstünde geziniyorlardı. (. . .) Tekerlekli iskemleler üstünde onlar gibi yarım idareciler, yardımcılar, gazeteciler ve fotoğrafçılar da sahayı doldurmuştu. Yarım futbolcular yarım kalelerin önünde çalışıyordu. (...) Bir gol yarım gol sayılıyordu. Sonuçlar hep kesirli çıkıyordu." (T0.159) Yarım kalmışlık Atay'ın tüm metinlerinin dokusuna sinmiştir. Jale Parla "Tutunamayanlar kasten yarım bırakılmış bir metindir," dedikten sonra, romanın kendisinin içindeki eksik kalmış metinleri de satırlar boyunca art arda sıralar. Gerçekten de "Tutunamayanlar" yarım bırakılmış metinler cümbüşüdür. Turgut da içinde bulunduğu metnin genel eğiliminin bir parçasıdır. İç dünya yolculuğuna çıkmadan önce, " {h]ayatımda ilk defa, bir işi sonuna kadar götürmeliyim, " (T.523) diyordur, yaşamı boyunca her işi yarım bırakmıştır. Turgut'un yarım bıraktığı yaşantı çeşitleri yazarınınkilerle koşutluk içerir: "Meyhane arkadaşlarını da meyhanelerde bıraktım, ülkü arkadaşlarını da ülküleriyle başbaşa. Bir yerde durmasını bilemedim." (T.611) Atay'ın ruh dostu Dostoyevski'nin yeraltı adamı ise yarım kalmışlık olgusuna Schopenhauer tonlaması içeren bir açıklama getirir: "Evet, insan ömrünü iki kere ikinin peşinde geçirir, bu uğurda denizler aşar, yaşamını harcar, ama aradığını eline geçirmekten inanın ki korkar. Çünkü onu bulur bulmaz, artık arayacak başka bir şeyinin kalmayacağını bilir. " Bu da ölüm benzeri bir sondur. Atay ise bir işi bitirmenin ölümle eş değerli olduğu düşüncesini "Korkuyu Beklerken" öyküsünün sayfalarında da sürdürüyordur: "Belki de ölmemek için, hiçbir işin sonuna kadar gidemiyordun. Böyle küçük çalışmalarının üst üste eklenmesiyle doluyordu zaman." (KB.59) Metinleri içinde ayrıksı bir konumu olan "Bir Bilim Adamının Romanı"nda, kişiliğinin yarım bırakma edimiyle pek bağdaşmadığını düşündüğümüz Prof. Mustafa İnan'ın makaleleştirilmemiş kimi notları için bile, "yarım kalmışlığın güzelliğini taşıyor, " (BR. 162) demekten hoşlanır Atay. Yarım bırakmak, varoluşsal bir içeriğe de sahiptir. Heiddegger'in varoluş felsefesinde insanın varoluşu, kişinin yaşamındaki olasılıkların gerçekleşmesiyle oluşur. Olasılıkların bitmesi ise ölüm demektir. İnsan, içerdiği olasılıklardan yalnızca birinin yaşama geçirilmesiyle kimliğine kavuşmaz. Varoluş, kişinin bünyesinde gizli durumda barınan olasılıklar çoğulluğunun yaşama dönüşmesiyle pekişir. Bu açıdan ele alındığında; kimlik parçacıklarıyla oyunlar kurgulayan Hikmet, her şeyi yarım bırakıp içindeki bir olasılıktan diğerine atlayan "Tutunamayanlar"ın roman kişileri bir yandan ölümden kaçarak yaşama tutunmaya çalışırlarken, öte yandan içlerindeki çoğul çelişkiler dünyasıyla yüzleşip kendilerini tanıma yoluna girerler. (Ben Buradayım...)
- Toplumun üstünde değerlere sahip olan ve yozlaşmış değerlere ayak uydurmak istemeyen bireyin topluma ters düşmesi kaçınılmaz bir olgudur: "Sen de çok safsın derlerse, ben de onlara derim ki; Size göre kusur sayılan bazı yanlarımızı korumak istiyoruz. (Oğuz Atay'da Aydın Olgusu)
- Çok sayıda anlam katmanıyla dokunmuş açık metinler üreten ve bu metinlerde "herkesin hendi yolculuğunu kendi yaşamasını isteyen, " okurları için toplumsal ve ahlaksal çözümler üretmeyen, romanın yazmaktan çok kurmak edimiyle oluşturulduğunu düşünen, sanatın özünde yatan eylemin biçimlendirmek olduğunu bilen bir yazardır Orhan Pamuk; "yapmam gereken şey anlam belirsizlikleri sergilemek. Yoksa, roman değil bir inceleme kitabı yazardım," diyen Umberto Eco gibi düşünen biri. (Orhan Pamuk'u Okumak)