Veli Bayrak kimdir? Veli Bayrak kitapları ve sözleri
Gazeteci, Yazar Veli Bayrak hayatı araştırılıyor. Peki Veli Bayrak kimdir? Veli Bayrak aslen nerelidir? Veli Bayrak ne zaman, nerede doğdu? Veli Bayrak hayatta mı? İşte Veli Bayrak hayatı...

Gazeteci, Yazar Veli Bayrak edebi kişiliği, hayat hikayesi ve eserleri merak ediliyor. Kitap severler arama motorlarında Veli Bayrak hakkında bilgi edinmeye çalışıyor. Veli Bayrak hayatını, kitaplarını, sözlerini ve alıntılarını sizler için hazırladık. İşte Veli Bayrak hayatı, eserleri, sözleri ve alıntıları...
Doğum Tarihi:
Doğum Yeri:
Veli Bayrak kimdir?
Şair, mizah yazarı olan Veli Bayrak, Sivas Kangal doğumludur. BirGün Gazetesi, Evrensel Gazetesi, Demokrat Haber ve Özgür Medya'da köşe yazıları yazmakta olan yazarın anı, roman, şiir, öykü üzerine kitapları yayımlanmıştır.
Veli Bayrak Kitapları - Eserleri
- Kimliğimi Kaybettim Hükümlüdür
- Gülümse Seviyorum
- Milli Halı
- Sara
- Bizim Çocuklar
- Perperike
- Oğluma Öldüğümü Söylemeyin
- Vay Başımdan Geçenler
- Elif'in Saçları
- Eşek Dediğin Anırır!
Veli Bayrak Alıntıları - Sözleri
- "Dünyayı anlamak yetmez, onu değiştirmek gerekir" (Kimliğimi Kaybettim Hükümlüdür)
- Çocukken,fotoğraf çekilirken bize "Gülümse çekiyorum " derlerdi biz de gülerdik. Oysa fotoğraflarda kalırdı gülüşlerimiz ve biz acılarımızı kaldığımız yerden çekmeye devam ederdik. (Kimliğimi Kaybettim Hükümlüdür)
- AYNA Bir de geçip aynanın karşısına giyinip kuşanması allanıp pullanmasi yok mu Sanki benim gördüğümü kendisi de görecek (Gülümse Seviyorum)
- Şuralarda bir yerde.. Şuralarda bir yerde insanlar olmalı. Caddeler, sokaklar, kaldırımlar. Tren tam şehrin ortasından geçmeli. Şuralarda bir yerlerde bir kentin gürültüsü olmalı. Şuralarda bir yerde bayramlarda tertemiz elbiseler giyip şeker toplamak için kapısına gidebileceğim akrabalarım olmalı. Halam olmalı şuralarda bir yerde gülüp eğleneceğim kardeşlerim olmalı. Şuralarda bir yerde doğduğum mahalle olmalı. Şuralarda bir yerde okuma yazma öğrendiğim ilkokul. Hüznümü yazıya döküp özlemimi içime attığım bir dünyada bu yalnızlık neden bana. Şuralarda bir yerde sarılıp koklayacağım annem olmalı. Babam olmalı şuralarda bir yerde sırtımı dayayacağım. Şuralarda bir yerde insanlar olmalı. Kuşlar, ağaçlar, böcekler. Şuralarda bir yerde bir tornet tekerinin ardından koşup oynadığım çocukluğum. Şuralarda bir yerde sen olmalısın. Şuralarda bir yerde. Canımın içinde. // Veli Bayrak // #perperike (Perperike)
- Benim için hayat çoğunlukla siyah ve beyazdır. (Kimliğimi Kaybettim Hükümlüdür)
- Beklemek, dünyanın en kasvetli işidir. Birini beklersin, her biri bir yerden gelir, o biri gelmez. Gelmez ama beklerken sen, dünyanın hayalini kurarsın. Ve kendimi yalnız hissedersin. Ah Hatice. Yıllar sonra yazdım, o günler çocuktum, bilemedim. Bu dünyanın en çok, seni sevdiğim kısmını sevdim. (Oğluma Öldüğümü Söylemeyin)
- IYI GECELER Şimdi uyumam lazım Sabah kaldırım yerden yine özlerim (Gülümse Seviyorum)
- Ben şair değilim Şiir olan sensin (Gülümse Seviyorum)
- Gelmese de beklerim İnadına değil Aşkına (Gülümse Seviyorum)
- Tırpan “Gayri buralarda bize rahat yok” dedi Feyzullah “ya aç kalıp öleceğiz ya da yaşamak için yollara düşüp ekmeğimizin peşinden gideceğiz.” Kırk beş yaşındaydı Feyzullah, biri beş öteki on üç yaşında iki kız de çocuğu vardı. Belediye de temizlik işçisi olarak çalışırken kendini işe alan şirket ihaleyi tekrar kazanamadığı için yeni gelen şirket onunla birlikte on kişiyi işten çıkarmış o da diğer arkadaşlarıyla birlikte işsizler kervanına katılmıştı. O günlerde büyük kızı Güler okula gidiyor küçük kızı Zeliha ise karısı Seher ile birlikte evde kalıyordu. İşten atılınca mecburen köyüne döndü Feyzullah, kızının okulunu da kasabaya aldırdı. Bir süreliğine biriktirdikleriyle yetindi, daha sonra sağa sola borçlandı. Yakınlarından da destek görmeyince eski işine yani tırpan biçmeye başladı. Toprağı, tarlası yoktu Feyzullah’ın, olanı da icara veriyordu. Ama çevre köylerin en iyi tırpan biçeni oydu. Öyle ki tırpanla üç kişinin beş günde yaptığı işi tek başına iki günde yapıyordu. Ama işler eskisi gibi değildi artık. Köyden kentlere yoğun göçler olmuş, bu sebeple gerek kendi köylerinde gerekse çevre köylerde ekip biçen azalmıştı. Olan da zaten kendi imkanlarıyla hallediyordu işini. Bir akşam üzeri kızları da yatırıp karısı Seher ile baş başa kalınca oturdukları sedirin üstünde göğsüne yasladı karısını “Sende en çok neyi seviyorum biliyor musun?” dedi. Sedirin üzerinden gökyüzüne doğru yıldızlara bakındı Seher “Neyi” dedi. Alnının ortasına bir öpücük kondurdu Feyzullah “Hani ara sıra sana “Seher” diye sesleniyorum ya. Dönüp baktığında öyle masum gözüküyorsun ki, öyle sevecen, öyle cana yakın. Gelip sımsıkı sarasım geliyor seni, ölene kadar bırakmayacak gibi.” Bu konuşmadan üç gün sonraydı aynı sedirde otururken okullar tatil olunca mevsimlik işçi olarak Uşak’a çalışmak için gitmeye karar verdiler. Feyzullah’ın amacı üç ay boyunca orada çalışıp okullar açılınca tekrar dönmekti. Yoksa üzerinde yaşadıkları toprak doyurmayacaktı karınlarını. Önceleri kabul etmek istemedi Seher “Ne yaparız bilmediğimiz ellerde” dedi ama Feyzullah oraları çok iyi biliyordu. Evlenmeden önce ailesiyle gitmişliği vardı. Bu yüzden “Bana güven” dedi karısına “kapının önünde duran eski arabayı neden satmadığımı sanıyorsun? Arkaya eşyalarımızı doldururuz çocuklarla da sen yanıma oturursun. Gittiğimiz yerde işimiz hazır. Ben her şeyi ayarladım merak etme.” Arabayı yükleyip de köyden çıktıklarında kimseye haber etmediler. Zaten kimsenin kimseyi de arayıp sorduğu yoktu. Seher bir başka köyden gelin gelmişti oraya, belki onun ailesi sorup soruştururdu ama uzaktı, haber salmak vakitlerini alırdı. Uzundu yolları. Malatya’dan çıkmışlardı yola ve Ankara üzerinden gideceklerdi çalışacakları yere. Yolda giderken birkaç kez mola vermişlerdi ama Feyzullah karısı ve çocuklarına söz vermişti “Bir yer biliyorum Kırıkkale’yi de geçtikten sonra karşıda bir fırıncı var. Böyle ekmek yok! Öyle sıcak duruyor öyle güzel kokuyor ki yolun kenarına da sereriz soframızı. Peynir, zeytin, çökelek, domates, bir de portakal suyu alırım size soğuk mu soğuk. Eh artık ekmeklerde nefis bir güzel doyururuz karnımızı.” Oraya gelene kadar kızlar sürekli uyudu, Seher’de başını omzuna koydu kocasının saatlerce yol aldılar. Fırına yaklaştıklarında arabayı yolun kenarına çekti Feyzullah, kızlarını da uyandırdı “Haydi bakalım annenize yardım edin” diye. Fırın yolun karşısındaydı. Feyzullah ekmek almak için karşıya geçmeye hazırlanırken onlarda sofra bezini yoldan üç dört metre uzaklıkta yeşilliklere serdiler. Güler sofrayı hazırlarken sordu annesine “Daha yolumuz çok mu?” diye. Domatesleri bölüyordu annesi “Ben bilmiyorum kızım” dedi “gelince babana sor, o da geliyor zaten.” Kocasına dair son sözleri bu oldu Seher’in. Trafik bir hayli sıkışıktı. Feyzullah karşıya geçmek için fırsat kolluyor ama her defasında gerisin geri dönüyordu. En son geçmeye karar verip de yolu yarıladığında bir fren sesiyle irkildi Seher. Feyzullah gökyüzünde uçuyor yere düşmesin diye melekler ona kanat takmış bir başka diyara doğru götürüyordu sanki. Önce ekmek poşetinden bir ekmek düştü sofra bezinin üzerine. Diğer ekmekler ise sağa sola savruldu. Her iki kızı birden “Baba” diye bağırdı, Seher “Feyzullah” diye dizlerine vurdu. Gökyüzünde kuşlar Feyzullah’ın önüne düşmüş onu bir başka diyara götürüyordu, karısından kızlarından uzak bir diyara. Birden ortalık sakinleşti, kuşlar sustu, insanlar sustu. Sinekler, böcekler, arılar, otomobiller, Güler sustu, Zeliha sustu, Seher sustu, dünya sustu. Bir tek Feyzullah’ın sesi yankılandı gökyüzünde “Seher” diye bağırıyordu Feyzullah “Seher, sende en çok neyi seviyorum biliyor musun?.....” // Veli Bayrak // (Kimliğimi Kaybettim Hükümlüdür)
- Uzanıp sarmak istersin sevdiğinin elini Elin bile sevdiğinin elinin tersine denk gelir (Gülümse Seviyorum)
- Her baba bir kahramandır çocuklarının gözünde. Büyüyünce onun gibi olacağım dersin. Sonra sen büyürsün o olmaz. (Kimliğimi Kaybettim Hükümlüdür)
- "Durup dururken aklına gelendir sevgili. Durup dururken burnunda tütendir. Şafak söker, gün öğlen olur. Hasretin akşama devreder yokluğunu. Ömrünü tam ortadan ikiye bölendir sevgili..." // Veli Bayrak // #perperike (Perperike)
- Kimi barışa uçurur güvercini kimi umuda. Kiminin de kırılır kolu kanadı, oğlunun bitip tükenmek bilinmeyen anısına uçurur. (Oğluma Öldüğümü Söylemeyin)
- Ah oğul. Özlemi, sîneme hançer gibi saplanan oğul. (Sara)
- Evet, yoksul insanlardık belki, belki bir zeytini üç kez ısırdık ama o günlerde aşk, başka yaşanırdı içimizde. Belki de bizi ayakta tutan en güzel şeydi aşk. (Oğluma Öldüğümü Söylemeyin)
- Her baba bir kahramandır çocuklarının gözünde. Büyüyünce onun gibi olacağım dersin. Sonra sen büyürsün o olmaz. (Kimliğimi Kaybettim Hükümlüdür)
- Bir dilek tut deseler Elini tutarım (Gülümse Seviyorum)
- Bir seni sevdim bir de sosyalizmi Ne sen geldin ne de sosyalizm (Gülümse Seviyorum)
- “Oğlumu içime gömdüm” Asker kapıya dayandığında karım Fatma’ya “Ali Ekber’e söyle mutfağın camından kaçsın. Ben askerleri oylarım.” dedim. Yirmi iki yaşındaydı Ali Ekber, gözümün nuruydu. Öyle çalışkan bir çocuktu ki ilkokulu pekiyiyle ortaokul ve liseyi de birincilikle bitirdi. Üniversiteyi kazandığında annesine “Avukat olacağım” dedi. Zaten istediği de oydu. Bir de yavuklusu vardı Ali Ekber’in. Adı Seher. Hataylıydı kız aynı sınıftaydılar. Saçları uzun, gözleri siyah tam da Ali Ekber’imin boyundaydı. Gülünce gözleri gülerdi kızımın birbirlerine çok yakışırlardı. İkinci sınıftayken annesiyle babası bize geldi Seher’in. Bizim çocuklar öyle uygun görmüşler bizde onlara uyduk. Bir düğün yaptık ki dillere destan. Üniversiteden hocaları, sınıftan arkadaşları, koru komşu akrabaları iki gün iki gece düğün yaptık. Üçüncü sınıfa geçtiklerinde siyasetle uğraşmaya başladı Ali Ekber. Hem mahallede hem okulda gösteri ve yürüyüşlere katılırdı oğlum. Yapma dedik etme dedik ama dinletemedik. Seher kızımda katılırdı ama onun kadar değildi. O daha çok derslerine çalışır bize de şakayla “Bari okulu ben bitireyim de Ali Ekber’in başına bir iş gelirse onu savunurum” derdi. 12 Eylül geldiğinde bir hafta eve gelmedi Ali Ekber. İyi de etti. Askerler henüz evi basmamıştı ama sağdan soldan duyuyorduk her an eve baskın yapabilirlerdi. Nerden bilirdik onun geldiği gün sabaha karşı evi basacaklarını. Asker kapıya dayandığında karım Fatma’ya “Ali Ekber’e söyle mutfağın camından çıkıp kaçsın. Ben askerleri oylarım.” dedim. Ben yavaş yavaş kapıya doğru giderken Fatma koşarak çocukların odasına girdi. Kapının önünde beş dakika oyaladım askerleri ama içeride ne olup bittiğini bilmiyordum. Daha fazla tutamadım sonunda içeri girmişlerdi. Bir komutan vardı yanlarında sekiz de asker. İçeri girer girmez her biri bir yere dağıldı askerlerin. Komutan bana ve Fatma’ya “Sizler yanımdan ayrılmayın” dedi. O nereye giderse bizde onunla gidiyorduk. Yatak odasının kapısını komutan açtı. Hayret, Seher yoktu ortalıkta! Komutan bana “Oğlun nerede?” dedi “Bilmiyorum” dedim. Köpürdü komutan belinden çıkardığı silahın kabzasıyla karnıma vurdu “Koskoca adamsın, oğlunun nerede olduğunu bilmiyor musun?” dedi. Sustum bir şey diyemedim. Sonra Fatma’ya döndü komutan “Gelinin nerede?” dedi o da "Bilmiyorum” dedi. Yediği darbeyle yatağın üzerine yığıldı kaldı. O an anladım çocuklar bu kısacık süre içinde yatağı düzeltmişler ve camdan kaçmışlardı. İçimden bir gülümseme geldi “Aferin çocuklara” dedim. Sonra bir asker koşarak geldi yanımıza “İçeride kimseler yok komutanım” dedi. Öyle öfkeliydi ki komutan askerin elinde süngüsü takılmış tüfeği alıp döşüne sert bir yumruk atarak onu kapı dışarı etti. Sırt üstü yere yığıldı asker, komutan aldırmadı bile “Orada kal kapıyı da ört” dedi. Odada ben, Fatma ve bir de komutan üçümüz kalmıştık. Doğrusu çocukların durumu tam olarak neydi bilmiyorduk. Bir var ki odaya girerken mutfağın camının açık olduğunu görmüştüm ve muhtemelen kaçmışlar diye düşünüyordum. Süngüsü takılı elinde tüfeğiyle etrafa göz gezdirmeye başladı komutan. Bir taraftan da “Yatak bozulmamış demek evde yoklar öyle mi?” diye söyleniyordu. Ama hırslıydı komutan adeta yerinde duramıyordu. Birden öyle bir hareket yaptı ki arkası dönük olmasına rağmen yönünü değiştirdi ve iki ayağını havaya kaldırıp zıplayarak elinde ki süngüyü yüklüğün ardında ki boşluğa sapladı. Önce “Anam” sesini duyduk sonra Fatma “Yavrum” dedi ve yığıldı olduğu yere. Beyaz bir örtü vardı yüklüğün üstüne kırmızıya boyandı. Fatma boylu boyunca yere uzandı dili dışarıda kaldı. Karım Fatma’yı iki ay sonra kaybettik, Seher bir ay hastanede yattı. Hastaneden çıkınca Seher’i memleketine ana babasının yanına gönderdim. Ortalık sakinleşince getiririm diye düşündüm. Bir var ki ne ortalık sakinleşti ne de Seher'e “Gel” diyebildim. Yaklaşık altı ay Ali Ekber’i aradım koca şehirde. Sormadığım makam kalmadı. Bulamadım. Sonra bir gece eli silah ve sopalı gözü dönmüş kalabalık bir grup kapımı çaldı. İçlerinden biri “Ali Ekber’in babası sen misin?” diye sordu “Benim” dedim. Eşikten adımını içeri attı en önde olanı “Oğlun nerede” dedi “Bilmiyorum” dedim. Sonra bir adım geri çekildi aynı adam, kapının kenarından Ali Ekber’i tutup yüzü koyun içeri fırlattı. Ağzında dişi kalmamıştı Ali Ekber’in. Yüzü gözü şişmiş üzerinde beyaz mintan al kana boyanmıştı. Gülüyordu adam bir daha sordu aynı soruyu “Oğlun nerede?” diye. Yere çömeldim usulca. Oğlumu başından tutup göğsüme yasladım. Nefes almıyordu Ali Ekber’im. Vücudu buz kesmişti. Ağladım saatlerce ağladım. Aradan bir ay geçti. Bir gece iki cemse dolusu asker yine kapıma dayandı. Kapıyı açar açmaz içeri dağıldı askerler, etrafı aramaya başladılar. Komutan kenara çekti beni, silahın namlusunu boğazıma dayayıp sordu “Oğlun nerede?” diye. Tükenmiştim oysa. Ne konuşmaya ne susmaya tahammülüm vardı. Oysa daha bir ay önce gömmüştüm oğlumu annesinin yanına. Ama demedim kimseye. Diyemedim. Biliyordum ki orada da rahat bırakmazdı yavrumu. Dimdik durdum komutanın karşısında. Bir gözüm oğlumun duvarda asılı duran resmindeydi. Sonra yüzümü çevirdim komutana gür bir sesle bağırdım “Ben size soracağıma siz bana soruyorsunuz oğlumun nerede olduğunu! Düzeniniz batsın. Oğlumu” dedim “oğlumu içime gömdüm.” // Veli Bayrak // (Kimliğimi Kaybettim Hükümlüdür)