Suraiya Faroqhi kimdir? Suraiya Faroqhi kitapları ve sözleri

BİYOGRAFİ

Alman Akademisyen, Osmanlı tarihçisi, Yazar Suraiya Faroqhi hayatı araştırılıyor. Peki Suraiya Faroqhi kimdir? Suraiya Faroqhi aslen nerelidir? Suraiya Faroqhi ne zaman, nerede doğdu? Suraiya Faroqhi hayatta mı? İşte Suraiya Faroqhi hayatı...

Alman Akademisyen, Osmanlı tarihçisi, Yazar Suraiya Faroqhi edebi kişiliği, hayat hikayesi ve eserleri merak ediliyor. Kitap severler arama motorlarında Suraiya Faroqhi hakkında bilgi edinmeye çalışıyor. Suraiya Faroqhi hayatını, kitaplarını, sözlerini ve alıntılarını sizler için hazırladık. İşte Suraiya Faroqhi hayatı, eserleri, sözleri ve alıntıları...

Doğum Tarihi:

Doğum Yeri: 1941 Berlin, Almanya

Suraiya Faroqhi kimdir?

Alman bir anne ve Hint Müslümanı bir hekim babanın çocuğu olarak 1941'de Almanya'nın Berlin şehrinde doğdu. Hamburg Üniversitesi'nde okurken öğrenci değişim programı çerçevesinde İstanbul Üniversitesi'ne devam etti. 21 yaşında İstanbul'a gelen Faroqhi, burada Ömer Lütfi Barkan'ın öğrencisi oldu, yüksek lisans tezini Hamburg'da tamamladı. 1968-1970 yılları arasında Bloomington Üniversitesi'nde İngilizce dil eğitimi alanında eğitim aldı. Tez çalışmasını tamamladıktan sonra 1971 yılında Ortadoğu Teknik Üniversitesi'nde İngilizce öğretmenliği yapmaya başladı.

İktisadi ve sosyal tarih üzerine çalışan Faroqhi, 1980 yılında biri Almanya'da, diğeri Türkiye'de olmak üzere iki doçentlik tezi hazırladı. 1986 yılında profesör oldu. 1987 senesinde emekli olup Münih Ludwig Maximillan Üniveritesi'ne gitti. Buradan da 2005 yılında emekli olan Faroqhi, bu tarihten beri İstanbul Bilgi Üniversitesi'nde ders vermektedir.

Suraiya Faroqhi Kitapları - Eserleri

  • Osmanlı Kültürü ve Gündelik Yaşam
  • Osmanlı Şehirleri ve Kırsal Hayatı
  • Devletle Başa Çıkmak
  • Osmanlı Tarihi Nasıl İncelenir?
  • Osmanlı İmparatorluğu ve Etrafındaki Dünya
  • Anadolu'da Bektaşilik
  • Osmanlı İmparatorluğu Tarihi
  • Osmanlı Dünyasında Üretmek, Pazarlamak, Yaşamak
  • Osmanlı'da Kentler ve Kentliler
  • Yeni Bir Hükümdar Aynası
  • Osmanlı İmparatorluğu ve Etrafındaki Dünya
  • Türkiye Tarihi 1603-1839 (3.Cilt)
  • Orta Halli Osmanlılar
  • Osmanlı İmparatorluğu'nda Yollara Düşenler
  • Ekmek Aslanın Ağzında
  • Osmanlı ve Balkanlar
  • Osmanlılar Kültürel Tarih
  • Hacılar ve Sultanlar 1517-1638
  • Soframız Nur Hanemiz Mamur
  • Türkiye Tarihi 1603-1839
  • Living the Good Life
  • The Ottoman Empire and Its Heritage
  • Orta Halli Osmanlılar
  • Türkiye Tarihi 1453-1603
  • Osmanlı İmparatorluğu ve Etrafındaki Dünya
  • Osmanlı Zanaatkarları
  • Yeni Bir Hükümdar Aynası

Suraiya Faroqhi Alıntıları - Sözleri

  • Osmanlı yönetici takımı, Türkçe, Kürtçe, Arnavutça ve Arapça konuşan halk kesimlerini padişahlık – halifelik kurumuna sadakatle bağlamak için ağırlıkla İslam ideolojisine bel bağlar olmuştur. (Osmanlı ve Balkanlar)
  • Evliya’nın osmanlı taşra kentleri betimlemelerinde özellikle sevilen et yemekleri üzerine genel bilgiler vardır, hatta seyyah bazen belirli yemeklerin tatlarının nasıl olması gerektiğini bile en ince ayrıntısına kadar anlatmıştır. Örneğin Kütahya usulü, mütevazı bir paça yemeğini anlatır ve görünüşünün berrak, tadının ilik gibi olduğunu söyler. Birçok batı Anadolu kentinde tandır kebapları da ortaya çıkmıştır. Ayrıca etli pide vardır. Bitlis’te keklik kızartma, keklikli börek, keklik pilavı, yöresel yemeklerdi. (Osmanlı Kültürü ve Gündelik Yaşam)
  • Paralı asker olarak bir taşra yöneticisinin maiyetine katılmış olan bir köylü, kendisini köyüne döndürme çabalarına karşı çok daha iyi korunmaktaydı. Bu anlamda, köy düzeyinde toplumsal çatışmaların Celali isyanlarının nedeni olduğunu yadsıyan İnalcık ve İslamoğlu-İnan'a katılınabilir. Köylüler içinde bulundukları koşullardan kaçamayacak ve askeriyeye, şehirlere, hatta yarı göçebe aşiretlerin himayesine giremeyecek durumda olsalardı, sonuç şimdi karşımıza çıkan askerî ayaklanmalar değil, fakat devlet ve ona hizmet edenlere karşı köylü isyanları olurdu. (Devletle Başa Çıkmak)
  • Osmanlı siyaseti üzerine beyanatların yaygınlaştığı ve çeşitlendiği XVI.yüzyıldan itibaren, hem belgelere dayanan hem de yazınsal kaynaklar vergi ödeyen reaya ile sultanın işlerini yöneten vergiden muaf askerî arasında keskin bir ayrımı vurgularlar. Askerî, meşru siyasi faaliyet üzerinde tekele sahip olma iddiasındaydı; reaya ise üretmek ve vergi ödemek demekti; ki Osmanlı memurları, reayanın askerînin rolünü ele geçirme girişimini en fenasından düzensizliğin kanıtı olarak görüyordu. Dahası Osmanlı memurları kendilerini ideal bir şekilde, oldukça kapalı bir grup olarak görme eğilimindeydiler. Reayadan gelenler ancak çok özel durumlarda askerîye kabul edilirdi. Ama bu "geçiş", siyasi ideolojinin kabullenmek istediğinden çok daha yaygın olduğundan, reaya kökenli paralı askerlerin tam yetkili askerî olarak tanınma talepleri, sosyo-politik çatışmanın ana kaynaklarından birini oluşturuyordu. (Devletle Başa Çıkmak)
  • Karizmatik Şah İsmail kişiliği Anadolu'da Türkçe konuşan aşiretler arasında büyük popülerlik kazandı. Kimi aşiretler, şeyhten dönme şahın ordularına katılmak üzere doğuya doğru hareketlendiler. (Osmanlı İmparatorluğu ve Etrafındaki Dünya)
  • Akdağ'ın hipotezleri şöyle özetlenebilir: XVI. yüzyıl Anadolusu'nda, nüfus baskısı genç köylülerin ev bark ve eş sahibi olmalarını imkânsız kılmıştı. Bunun bir sonucu olarak, ya ulema adayı (medrese talebesi, suhte) ya da paralı asker olarak Osmanlı devlet organlarının hizmetine girmek için köy toplumundan ayrılmışlardı. Her iki durumda da Osmanlı sisteminde bir düzensizlik unsuru oluşturdular, çünkü devlet organı onları içine alabilecek durumda değildi. Bu sorun, özellikle de imparatorluk yayılmasını büyük oranda durdurduktan sonra vahim bir hal aldı ve sonunda Avrupalı yayılmasından dolayı başlarına bir dizi sıkıntı açtı. (Devletle Başa Çıkmak)
  • Hem Barkan hem de Akdağ enflasyon ile askerî ayaklanmalar arasındaki bağa vurgu yaparlar. Akçenin değerinin düşmesinden sorumlu vezirlerin başlarını isteyerek ücretlerinin satın alma gücünü korumaya kalkışan şehirli yeniçerilerin durumundaysa bağlantı açıktır. Yağmalamaları ve ayaklanmaları Celali isyanlarını ortaya çıkaran taşralı askerlerin durumunda daha az görülür olsa bile, bu bağlantı yine de mevcuttur. Nihayetinde, mali sıkışıklık bu birliklere devlet bütçesinden ödeme yapmayı güçleştirirken, Osmanlı merkezî idaresi taşra yöneticilerinden kendi askerlerini beslemelerini giderek daha fazla talep etmekteydi. Dolayısıyla, Anadolulu reaya kökenli askerlerin, askeriye girme talepleri için neden 1570 ila 1580 arasını seçtiklerini açıklamak istersek, 1570'den önceki yıllların (muhtemel) uzun vadeli refahını ve peşinden gelen ekonomik darboğazı, en azından katkısı olan bir etmen olarak gösterebiliriz. (Devletle Başa Çıkmak)
  • Yine XVI. yüzyılda "aynada silik bir görüntü gibi" izleyebildiğimiz ve XVII. yüzyıl içinde gücüne güç katan Osmanlı "büyük hane halkları" (kapı halkları) mensupları, Avrupa soyluluğunun en azından parşömen ya da kâğıt üzerinde sahip olduğu yasal haklara sahip olmadığı halde, bir aristokrasi olarak görülebilir. (Osmanlı İmparatorluğu ve Etrafındaki Dünya)
  • 1500 sıralarında Batı Iran'daki Erdebil kasabasından genç Şeyh İsmail, Türkçe konuşan yerel aşiret üyelerinin kendisine ve atalarına ve özellikle de XIII. yüzyılda yaşamış bir ulu olan Şeyh Şafi'ye bağlılığından yararlanarak kendisini İran hükümdarı ilan etmişti. (Osmanlı İmparatorluğu ve Etrafındaki Dünya)
  • Barkey'in tezine göre, Anadolu kırsalındaki toplumsal örgütlenme düzeyinin düşük olması köylü ayaklanmalarını engellemiştir. Tımarlılar (tımar sahipleri) düşünüldüğünde söylediği doğrudur. Bizler geçmişte, tımarlıların sık sık yer değiştirdikleri için "kendi" köylüleriyle yakın bağlar kuramadıklarını yeterince dikkate almadık. Üstelik tımarlıların nadir bulunan mevkiler için birbirleriyle rekabete girmeye zorunda kalmaları gerçeği de, kendi başlarına bir grup bilinci geliştirmelerini olanaksızlaştırmıştır; ki bu durum, XVI. yüzyılın sonunda mültezimlerin lehine tenzil edilmelerine karşı ayaklanmalarını da sağlayabilirdi. (Devletle Başa Çıkmak)
  • "Sızdıran bir çadır içinde yağmurdan sırılsıklam oturan insanın fikirleri, bilgisayarının başına rahat rahat yerleşmiş bir erkek ya da kadınınkinden farklı olacaktır." (Osmanlı İmparatorluğu ve Etrafındaki Dünya)
  • Evliya, Bitlis beyinin sarayında kalmıştı ve bu nedenle alışılagelmiş yiyeceklerden çok, ziyafet yemeklerini tanımış olmalıydı. Evliya’nın Edirne seyahatinde genellikle sarayda konaklamakla birlikte daha çok kentte dolaşmış olması, ancak bu yürüyüşleri sırasında hiçbir ünlü et yemeğineden söz etmemiş oluşu ilgi çekicidir. (Osmanlı Kültürü ve Gündelik Yaşam)
  • Evliya hamsiden çok etkilenmiş olmalı ki, hiçbir zaman yapmadığı bir şeyi yaprak bu balıkla ilgili bir yemek tarifini aktarmıştır: Bunun için, tahminen bugün kullanılan teflon gibi yüksek ateşte dayanıklı ağır bir tavaya ihtiyaç vardır. Temizlenen hamsiler onar onar şişlere çekilir. Maydonoz, kereviz soğan ve pırasa karıştırılır ve bu karışımın da içine karabiber ile tarçın katılır. Sonra tavaya, ilk sırası balıkla başlamak üzere üst üste sebze ve balıklar dizilir. Üzerine zeytinyağı dökülür ve tamamı hafif ateşte yaklaşık bir saat süreyle kızartılır. Seyyahın anlattığına göre bu yemek şenlik günlerinde hazırlanırdı. (Osmanlı Kültürü ve Gündelik Yaşam)
  • Bir şehir, onu çevreleyen bölge ve diğer kasabalarla etkileşim halinde olmadığı sürece var olamaz. (Osmanlı Şehirleri ve Kırsal Hayatı)
  • (...) kullanışlı bir formül olarak bu “iaşe ilkesi, gelenekçilik, kamu maliyeciliği” üçlüsü resmen belirlenmiş parametreleri tanımlardı ve Osmanlı topraklarında tüm ekonomik faaliyetlerin bu çerçeve gerçekleşmesi gerekirdi. (Osmanlı Zanaatkarları)
  • 40 yıl kadar önce XVI. yüzyılın sonlarından doğrudan XIX. yüzyılın ortasına atlamak olağandı, çünkü Osmanlı’nın parlak çağının 1566 yılından belli bir süre sonra sona erdiği düşünülüyordu. 1839’dan sonra, tarihçilerin Tanzimat (1839-76) olarak adlandırdıkları devletin yeniden yapılandırılması seferberliği başlayıncaya kadar, insanların, anlam yelpazesi oldukça kapsamlı “Osmanlı’nın gerilemesi” terimiyle tanımlanan bir dönem yaşadıkları varsayılıyordu. Bu dönem hakkında fazla bir şey bilinmiyor, üstelik ciddi bir araştırmaya değer görülmüyordu. (Osmanlı Zanaatkarları)
  • Osmanlı toplumunda sultanın siyasi konumu yalnızca savaş başarılarına değil, camiler, okullar ve aşevleri yaptırmasının yanı sıra Mekke hacılarına sahip çıkmasına da bağlıydı. Peygamberin veya Türk-Tatar geleneğindeki fatihlerin soyundan gelme iddiasında bulunamayan Osmanlı hükümdarları kendilerine bu şekilde sağlam bir meşruluk zemini kurmayı başarmışlardı; esnaflar, Kızılbaş göçerler, hatta yeniçeriler de kutsal şahıslarla kendi bağlarını geliştirmişlerdi. (Devletle Başa Çıkmak)
  • Evliya’nın Osmanlı taşra kentleri betimlemelerinde özellikle sevilen et yemekleri üzerine genel bilgiler vardır, hatta seyyah bazen belirli yemeklerin tatlarının nasıl olması gerektiğini bile en ince ayrıntısına kadar anlatmıştır. Örneğin Kütahya usulü, mütevazı bir paça yemeğini anlatır ve görünüşünün berrak, tadının ilik gibi olduğunu söyler. Birçok batı Anadolu kentinde tandır kebapları da ortaya çıkmıştır. Ayrıca etli pide vardır. Bitlis’te keklik kızartma, kekikli börek, keklik pilavı, yöresel yemeklerdi. (Osmanlı Kültürü ve Gündelik Yaşam)
  • Osmanlı devletinin bakış açısından daha da vahim olansa paralı askerlerin faaliyetleriydi. Akdağ'ın işaret ettiğine göre, daha sonraki araştırmalar da bu gözlemi doğrulamıştır; XVI. yüzyılın ikinci yarısında, Osmanlı merkezî idaresi, taşra idarecilerinin kendi "kanun ve düzen kuvvetleri"ni tedarik etmelerini daha fazla bekler olmuştu. Ne var ki, taşra yöneticilerinin görev süresi kısaydı ve birinin topladığı askerleri, yerine geçenin devraldığı durumlar enderdi. Bunun bir sonucu olarak da ortada başsız çeteler cirit atıyor ve aslında bastırmak için tutuldukları haydutlardan farklı davranmıyorlardı. Ya da görevinden azledilmiş bir yönetici isyan etmeye zorlanıyordu, çünkü maiyetindeki leventler işlerini geri almaya çalışıyorlardı. Bu durum, XVI. yüzyılın sonu ve XVII. yüzyıl boyunca sık sık isyanların çıkmasını ve isyancı başının genellikle ayrı bir devlet kurmaya çalışmayıp, sadece kumandanlık konumunu kazanma veya geri alma istediği gerçeğini açıklar. (Devletle Başa Çıkmak)
  • Osmanlı hükümdarları, meşrulaştırıcı söylemlerinde soylarını değil, "Haremeyn'in hizmetkârları" olarak Müslümanlar cemaatine verdikleri ve vermeye devam ettikleri somut hizmetleri vurguladılar. (Osmanlı İmparatorluğu ve Etrafındaki Dünya)