Sean Slater kimdir? Sean Slater kitapları ve sözleri

BİYOGRAFİ

Polis, Roman yazarı Sean Slater hayatı araştırılıyor. Peki Sean Slater kimdir? Sean Slater aslen nerelidir? Sean Slater ne zaman, nerede doğdu? Sean Slater hayatta mı? İşte Sean Slater hayatı...

Polis, Roman yazarı Sean Slater edebi kişiliği, hayat hikayesi ve eserleri merak ediliyor. Kitap severler arama motorlarında Sean Slater hakkında bilgi edinmeye çalışıyor. Sean Slater hayatını, kitaplarını, sözlerini ve alıntılarını sizler için hazırladık. İşte Sean Slater hayatı, eserleri, sözleri ve alıntıları...

Doğum Tarihi:

Doğum Yeri:

Sean Slater kimdir?

Yaşamı boyunca yazı yazmaya ilgi duyduğunu söyleyen ve bu alanda uzun yıllar sabırla çalışarak yeteneğini geliştiren Sean Slater'ın gerçek adı Sean Sommerville. Sommerville, gerçekte Kanada/Vancouver'de suç oranının yüksek olduğu bir bölgede polis olarak görev yapıyor. Bu nedenle uyuşturucu gasp ve cinayet gibi olaylar ona hiç de yabancı değil. Bu konudaki deneyimini yazarlık hevesiyle bir araya getireren yazar, okuyuculardan aldığı olumlu eleştirilerin yanında "The Survivor" adlı kitabıyla en iyi roman dalında Arthur Ellis ödülünün de sahibi oldu.

Sean Slater Kitapları - Eserleri

  • Hayatta Kalanlar
  • Yılanlar ve Merdivenler

Sean Slater Alıntıları - Sözleri

  • ''Tarih bir halka gibidir. Geçmiş aynı zamanda gelecek demektir. (Hayatta Kalanlar)
  • Ölmek kolay, yaşamaksa daha zordur. (Hayatta Kalanlar)
  • “bilmiyorum. sanki bir parçam evde olduğumu söylerken diğer parçam buradan gitmem gerektiğini haykırıyor.” (Hayatta Kalanlar)
  • "Düşmanını tanı." Uyması gereken kural buydu. (Yılanlar ve Merdivenler)
  • Bir Siyah maske tamamıyla deriden yapılmıştı. Gözlerin ve ağzın bulunduğu yerlere dikdörtgen biçimli ince ve dar oyuklar açılmıştı; maskenin göz delikleri hizasından arkaya uzanan bir çift de ince uzun bağcık vardı. Engerek, bağcıkları sıkılaştırdı ve karşısındaki genç kadına bakarken maskeyi başının gerisine doğru iyice çekti. Kızın ismi Mandilla Gill’di. Mandy. Engerek onu iyi tanıyordu. Güzeldi, gençti – tam olarak söylemek gerekirse on dokuz yaşındaydı – ve sandalyeden kıpırdayamamasının nedeni herhangi bir şeyle bağlı olması değil, Engerek’in ona verdiği ilaçlardı. Bundan daha da önemlisi, bu dünyanın soğuk karanlığından az sonra kurtulacaktı. Kurtuluş vakti gelmişti. Harikulade Kaçış. “Lütfen,” dedi. Sesi yumuşaktı, uzaklardan geliyordu ve bir fısıltı bile sayılmazdı. “Her şey yolunda,” dedi Engerek. “Sakın korkma.” Kız yanıt vermek istermiş gibi ona baktı, ama bir şey demedi. Engerek odaya göz attı. İçerisi karanlık ve soğuktu; nemli duvarlardan bayat bir koku yayılıyordu. Zeminin tamamı çer çöple kaplıydı: eski gazeteler, kirli giysiler, aklınıza gelebilecek her türlü çöp vardı. Engerek, çöplerin üstüne basa basa odanın diğer tarafına yürüdü ve pencerenin hemen dışına yerleştirdiği kameraya baktı. Açı kusursuzdu. Öyle olmalıydı. Tatmin olmuş bir ifadeyle arkasına dönüp, kızın önüne çömeldi. Kızın nefes alıp verişi çoktan yavaşlayıp tehlikeli bir seviyeye ulaşmış, gözleri anlamsız ve boş boş bakmaya başlamıştı. Engerek, odanın loşluğunda bile görebiliyordu bunu. Fazla vakit kalmamıştı. “Lütfen,” dedi kız bir kez daha. Sesi bu sefer iyice uzaklardan geliyordu; çok çok uzaklardan. “Sakın korkma,” dedi Engerek, önceki gibi. “Seni azat ediyorum.” Engerek ona gülümsedi. İki eliyle kızın suratını avuçladı. Derin derin gözlerine baktı. Kızın, onun yanında olduğunu görmesini sağladı. “Uç minik kuş,” dedi. “Uç uzaklara.” Böylece, Mandy Gill uçtu. Tâ yükseklere uçtu. İki Mandy Gill’in yaşamı soğuk ve gri bir kış günü sona erdi. Hayatının zarı aleyhine işlemişti. Doğduğu günden bu yana öyle olmamış mıydı zaten? Tek başına, hüzünlü ve ıssız bir yerde ölüp gitmişti. Ölümünün en kötü yanı da önlenebilir oluşuydu. Birilerinin umurunda olsaydı… Jacob Striker isimli cinayet dedektifi, devriye arabasını eski pansiyonun önüne çekerken bunu düşünüyordu. Burası resmen bir bok çukuruydu. Kırık pencereler eski panellerle örtülmüştü, duvarlar çete grafitlileriyle kaplıydı ve ön bahçe toprakla karışık yabani otlarla örtülüydü. Yerin ismi Şanslı Pansiyon’du, ama orada kalanlar pek de şanslı sayılmazlardı. Mandy Gill de bunun en iyi örneğiydi. Pansiyondan son çıkışı, sorgu yargıcının beyaz renkli katı plastik ceset torbasında olacaktı. Adil olmayan bir yaşama onursuz bir son. Oyun bitti. Kaybettin. (Yılanlar ve Merdivenler)
  • Striker etrafa göz gezdirdi. Alan, yıkılan binanın kalıntılarıyla kaplıydı. Dikkatini bir kez daha odaya çevirip, Mandy’nin eşyalarını incelemeye başlayacakken, pencereden gördüğü bir şey çekti dikkatini: güneşin soluk ışınlarıyla parlayan metalik bir şey vardı dışarıda. Pervazda, pencerenin hemen dışında, bir daire biçiminde cam bir kapağı olan ufak bir nesne duruyordu. Bir kamera. Odanın içine çevrilmişti. Striker pencereye tutunup açmaya çalıştı, ama çerçeve zamanla çürüyüp şişmişti. Dolayısıyla, pencere fena halde sıkışmıştı. Açılması da imkânsızdı. Kamerayı pervaza her kim yerleştirdiyse, bunu dışarıdan yapmıştı. Striker bunun nasıl yapılmış olabileceğini düşündü. Daha yakından bakmak için öne eğildi ki arkasından hafif ve hışırtılı bir ses geldiğini duydu. Neyle karşılaşacağını bilmeksizin arkasına baktı. Bir, iki saniye sonra rahatladı. Duyduğu ses cansız bedenden çıkan havanın sesiydi – beden çürümeye başladığında meydana gelen normal bir olaydı. Derin bir oh çekip tekrar pencereye odaklandı. Gördüğü şey onu şoke etti. Kamera orada değildi. (…) (Yılanlar ve Merdivenler)
  • Atlarla dolu bir alandayken, zebra aramaya kalkışmayın. Daha fazla at bulmaktan öteye gidemezsiniz. (Hayatta Kalanlar)