Saime Tuğrul kimdir? Saime Tuğrul kitapları ve sözleri

Türk yazar, akademisyen Saime Tuğrul hayatı araştırılıyor. Peki Saime Tuğrul kimdir? Saime Tuğrul aslen nerelidir? Saime Tuğrul ne zaman, nerede doğdu? Saime Tuğrul hayatta mı? İşte Saime Tuğrul hayatı...

Türk yazar, akademisyen Saime Tuğrul edebi kişiliği, hayat hikayesi ve eserleri merak ediliyor. Kitap severler arama motorlarında Saime Tuğrul hakkında bilgi edinmeye çalışıyor. Saime Tuğrul hayatını, kitaplarını, sözlerini ve alıntılarını sizler için hazırladık. İşte Saime Tuğrul hayatı, eserleri, sözleri ve alıntıları...

Doğum Tarihi:

Doğum Yeri:

Saime Tuğrul kimdir?

ODTÜ İdari Bilimler Fakültesi'nden 1976'da mezun oldu. 1985'te Ecole des Hautes Etudes en Sciences Sociales (EHESS), Universite de Paris X'da doktorasını tamamladı. Gazetecilik ve yayıncılık yaptı. Halen Bilgi Üniversitesi Kültürel İncelemeler Bölümü'nde ve Işık Üniversitesi Fen ve Edebiyat Fakültesi'nde dersler veriyor.

Saime Tuğrul Kitapları - Eserleri

  • Ebedi Kutsal Ezeli Kurban
  • Canım Sana Feda

Saime Tuğrul Alıntıları - Sözleri

  • "Kutsal olan hep bir "fazlayı" içerir.." (Ebedi Kutsal Ezeli Kurban)
  • Kutsallık, en geniş ve arkaik anlamıyla, bireysel düzeyde, insanın formsuz "eşi", içsel ortamdaki bir medyal ilişki, Pe- ter Sloterdijk'ın "borusal bir yol, içi boş bir varlık"8 olarak tanımladığı insanın boşluklarını dolduran bir anlamlar dizi- sidir. İnsanın, "dünyaya atılmışlığındaki" yarım kalmışlığını tamamlayan mahrem bir alandır. Bireysel olduğu kadar, top- lumsal düzeyde de, monadik bir ilişki kurmasını sağlayan "öteki" uçtur. Her monadik ilişki aslında diyadik (ikili) bir ilişkinin kendi içinde kapanarak eriyik bir bütün üretmesi- dir. Bu bireysel düzeyde bireyi her zaman tanımlayamadığı "başka bir şeye" bağlayan, nesnesi belirsiz bir ilişki olabildi- ği gibi, bir topluluğu da kapsül içinde tutan ve dışarıdan ayı- ran bütünleyici bağdır ya da bağlardır. (Ebedi Kutsal Ezeli Kurban)
  • Her ne ka­dar, Antigone bir sivil itaatsizlik örneği olsa da, aynı zaman­da, baba yasalarına sadakat hikayesidir. Kız çocukları, baba­ların kurduğu düzenin kurban edilebilir koruyucularıdır. (Ebedi Kutsal Ezeli Kurban)
  • Max Weber, "dünyanın büyüsünün bozulması"nı "gö­rünmeyenin tükenmesi", Gauchet ise, "görünmeyenin hükümdarlığının tükenmesi" olarak tanımlar; ancak iki düşü­nür de bu kavramı Tanrı'nın ölmesi ya da dinin yok olma­sı anlamında kullanmazlar: Sadece, insan dünyasının sosyal, ekonomik ve siyasi gelişimi, artık dinselin içinde değildir. Gauchet'ye göre, tek tanrıcılıkla başlayan, Hıristiyanlıkla ge­lişen "insan-Tanrı" sentezi ile bu süreç hızlanmıştır. Hızlanan bu süreç içinde kutsalın etrafındaki dinsel-tensel bağ da çözülür. Ancak, kutsal kaybolmaz, yer değiştirir. (Ebedi Kutsal Ezeli Kurban)
  • Babalar, oğul­larını yutarak ayrışmayı, yeni bir düzen kurulmasını engel­lerler, kızlarını da kurban vererek yasalarını devam ettirirler. Yeni düzen, erkek çocuğun babayı öldürmesi ile mümkündür. (Ebedi Kutsal Ezeli Kurban)
  • "Her kurulmuş düzen, daha önce de belirttiğimiz gibi, özünde bir şiddet içerir. Daha sonra da bu düzeni korumak için şiddet uygulanır. Yasaların gücü, özündeki bu şiddeti denetleyebilmesiyle orantılıdır.." (Ebedi Kutsal Ezeli Kurban)
  • Ötekini bilinçli bir özne olarak tanımak ise, şiddetine açık olmak, yani çatışmayı kabullenmektir. (Ebedi Kutsal Ezeli Kurban)
  • De Certeau, Batı Avrupa’da refah döneminde (1950-80’li yıllar) sağlık ve mutluluk kavramlarının giderek önem kazanmalarına koşut olarak evrensel imgelemin genellikle erotikleştiğine dikkat çeker. Bu “yüceltilmiş” (sublimé) beden, dudakların ve ağzın duyumsallığını (sensualité) kutlayan bedenin rahat devinimlerini, tenin şehvetini kaçınmadan ortaya koyan bir reklam ve imgelemin ulaştığı yerdedir (1993: 38) (Canım Sana Feda)
  • De Certeau, “bedenin imgelemsel geri dönüşünü” üç özelliğin belirlediğini vurgular: 1 - Bir yasa çiğnemeyi ifade eder: Çıplak beden, norma uygun beden değildir. Yasa, kıyafet ile bireyleri normalleştirir, normların içine sokar. Kıyafet, en katı ve ritüele en uyumlu kodlandırmadır; sınıflandırır, ayırır, hiyerarşi koyar, grup içi anlaşmaları garantiler. Bu kodları yıkmanın ya da “sosyal utancı ihlal etmenin” (atteinte à la pudeur) yolu ise, kurulmuş bir düzenin kurallarını çiğnemekten geçer. (Canım Sana Feda)
  • Carl Schmitt, modern devlet doktrinine ilişkin tüm kavramların, sekülerleşmiş teolojik kavramlar olduğunu iddia eder. Agamben ise, bu anlamda sekülerleşmenin kavramdan çok bir imza olduğunun altını çizerek, Schmitt'in analizini daha öteye götürür: lmza, bir imge veya kavramın belirleyicisidir ve eski semiyotik boyutundan çıkmadan, yeni bir kavram oluşturabilir. İmzalar, imge ve kavramları semantik yapılarını bozmaksızın yerlerinden oynatırlar, bir alandan ötekine geçişlerini sağlarlar. Modernite içinde sekülerleşme kavramı da bu anlamda, doğrudan teolojiye gönderme yapar. Sekülerleşen (yani kiliseden kopan) rahibin bağlı olduğu mezhebin işaretini üstünde ömür boyu taşıması gibi, sekülerleşmiş kavram da teolojik geçmişini, bir imza olarak üzerinde taşımak durumundadır. Teolojinin içinden çıkmış kavramlar, profan dünya içinde yer aldıklarında da, teolojik imzalarından kurtulmadıkları gibi, yeni anlamlarını da bu imza sahibinin belirleyiciliği ve tanımlayıcılığında oluştururlar. Yücelik, İlahi güç, yani doğrudan tanrıların ya da Tanrı'nın dünyasıyla bağlantılı "kutsal ve kurban" kavramları da, modernnite içinde anlamlarını bu bağlamda korurlar. Kutsal ve kurban sözcüklerinin imgelemde ilk gönderme yaptığı alan, dinsel alandır. Kutsallık ve kurbanlık sistemi modern dünyada yer değiştirmeye ve sekülerleşmeye devam etse de, teolojik-dinsel imzasını kaybetmez. Modernite sürecinde de kutsallık atfettiğimiz her alan, dinsel bir model gibi işlevselliğini sürdürür; şiddeti ve feda etmeyi içeren kurbanlık mekanizmalarını harekete geçirir, arkaik ya da geleneksel toplumlardaki gibi, kutsal-kurban ilişkisini kendi tertibatları(dispositive) içinde yeniden üretir. Her şeyin dinsel alan içinde olduğu arkaik veya geleneksel toplumda kutsallık din etrafında örgütlenirken, modernleşme sürecinde kutsallık da dinden kopar ve ulus-devlet çerçevesin de vatan, bayrak, vatan toprağı etrafında, modernite içerisinde de insan hayatı, bedeni, canlı olarak insan varlığı etrafındaki tertibatların temelini oluşturur. Bir anlamda, dini-siyasetten bio-siyasete geçilirken kutsallık yok olmaz, ancak dönüşüme uğrar, paradigmaları değişir, yeni biçimlerde ortaya çıkar. Batı demokrasilerinde, "lnsan Hayatı" kutsaldır; artık yalın bir canlı olarak hakları mevcuttur (lnsan Haklan Bildirgesi, bizzat insanın bir canlı olarak hakları olduğunu belirtir). Ancak, hakların tanınması, her canlı insanın haklarını kullanabilmesi ya da özgürlüğüne sahip olması demek değildir; kendine benzeyeni özne olarak değerlendirdiği ölçüde o insanda kendi kutsal haklarını da görebilen modern insan, nesnelleştirdiği diğerlerini kendi haklarını korumak pahasına feda edebilir. İbrahim Peygamber'in hikayesinde olduğu gibi, bir babanın kendisi için en kutsal saydığı bir değer, inanç adına oğlunun boğazını kesmeye kalkışması mümkün değildir. Bunun fikri bile tahammül edilmezdir. Oysa aynı baba, oğlunu askere hatta savaşa gönderebilir. Vatan toprağını korurken kendisine şehit olarak dönen oğluna ağlarken, bir yandan da "Vatan için feda olsun" diyebilir. Aynı oğullar vatan için şehit olurlarken, başka oğullar da düşman ya da terörist olarak etkisiz hale getirilirler. Foucault'nun altını çizdiği gibi, "hayatları kurtarmak için başka hayatlar kolaylıkla feda edilir" Nazi kamplarındaki mülteciler ve Yahudiler için " ... bu çıplak hayatların soyutluğunda dünya kutsala ait hiçbir şey görmedi," der Hannah Arendt. Türkiye ve daha birçok ülkede, yakalanıp öldürülmüş "teröristlerin" özellikle ortada bırakılan cansız bedenlerinde de "hayatın kutsallığını" kimse görmez. Hayatı vermenin kutsal olduğu bir sistemden, hayatın kendisinin kutsal kabul edildiği bir sisteme geçildiğinde, kurbanlar da içerisi ve dışarısına göre değişir. İçerisi, bireyin ya da topluluğun kendine benzeri ile eriyik bir ilişki kurabildiği alandır. Bu alanın içine giremeyenler, dışarısıdır. İçerisini belirleyen ve "bizi oluşturmayı" sağlayacak faktörler kültürel ve tarihsel olabildiği kadar, bu ayrım yapay bir şekilde oluşturulmuş, imgesel yollarla da çizilebilir. Hatta "bizi" oluşturan sınırlar gerçek öğelerden daha çok bu imgelerle belirlenir... (Ebedi Kutsal Ezeli Kurban)
  • "Ortak bir nefret, insan topluluğun en iyi ilacıdır" (Ebedi Kutsal Ezeli Kurban)
  • Her şeyin görünür olması gereken bir dünyada, görünmezin ortaya dökülmesi de doğal bir süreçtir. Beden, mitsel formunu korusa da soyunarak, -gerçek ve sembolik anlamlarda- dinlerin tanımladığı “kapalı zarf” , “ruhun mekânı” mitlerini yıkar. Gönül itirafları radikal ama daha semboliktir, bedenin soyunması ise haz arayışının bir alegorisi gibi işler(De Certeau, 1993: 39) Hakikat arayışı böyle temsil edilir. (Canım Sana Feda)
  • Her şeyin dinsel alan içinde olduğu arkaik veya geleneksel toplumda kutsallık din etrafında örgütlenirken, modernleş- me sürecinde kutsallık da dinden kopar ve ulus-devlet çer- çevesinde vatan, bayrak, vatan toprağı etrafında, modernite içerisinde de insan hayatı, bedeni, canlı olarak insan varlığı etrafındaki tertibatların temelini oluşturur. (Ebedi Kutsal Ezeli Kurban)
  • "Kutsallığı içselleştirmenin en iyi yolu, en kutsal olanı kurban verebilmektir. Ulus-devlet için de, askerliğe en değerliler, erkek çocukları gönderilir; değersiz kız çocukları değil. Toplum, en değerli varlıkları olan erkek çocuklarını kurban vererek, kendi kutsallığını yeniden üretir.." (Ebedi Kutsal Ezeli Kurban)
  • "Ayrımın olmadığı din yoktur ve her ayrımın çekirdeğinde dinsellik vardır.." (Ebedi Kutsal Ezeli Kurban)
  • Daha önce de belirttiğimiz gibi, tüm deneyimlere açık, yerinden edilmiş, sınırları belirsiz, yüzen bu beden (Lipotevski, 1993: 90) sosyal hareketliliğin ve kendi olmanın yeni alanına dönüşmüştür. Bu sosyal hareketlilik ve sınırsızlık, özel-kamusal alanların sınırlarının belirsizliği ile birleştiğinde, en mahrem hikâyeler, bireyin özel hayatı ve itiraflar ortalıkta, herkesin duyabileceği (public) biçimde konuşulur olur. (Canım Sana Feda)
  • brahim Peygamber'in hikayesinde olduğu gibi, bir baba- nın kendisi için en kutsal saydığı bir değer, inanç adına oğ- lunun boğazını kesmeye kalkışması mümkün değildir. Bu- nun fikri bile tahammül edilmezdir. Oysa aynı baba, oğlu- nu askere hatta savaşa gönderebilir. Vatan toprağını korur- ken kendisine şehit olarak dönen oğluna ağlarken, bir yan- dan da "Vatan için feda olsun," diyebilir. Aynı oğullar vatan için şehit olurlarken, başka oğullar da düşman ya da terö- rist olarak "etkisiz hale getirilirler". Foucault'nun altını çiz- diği gibi, "hayatları kurtarmak için başka hayatlar kolaylık- la feda edilir."5 Nazi kamplarındaki mülteciler ve Yahudiler için " ... bu çıplak hayatların soyutluğunda dünya kutsala ait · hiçbir şey görmedi," der Hannah Arendt.6 Türkiye ve daha birçok ülkede, yakalanıp öldürülmüş "teröristlerin" özellik- le ortada bırakılan cansız bedenlerinde de "hayatın kutsallı- ğını" kimse görmez. (Ebedi Kutsal Ezeli Kurban)
  • "Cevap, sorunun talihsizliğidir." (Ebedi Kutsal Ezeli Kurban)
  • De Certau’ya göre mutluluğun sosyal söyleminde dikkat çeken, gönül itirafları ile bedenlerin soyulmasının birbiri ile sürekli yer değiştirmesidir. Bu gönül itirafları ile erotizm aynı hareketi anlatırlar ama farklı kayıtlar kullanırlar; sonuçta ikisi de bir soyunmadır. (dévoilément) Bu ilk bakışta duygusal ya da cinsel bir teşhircilik gibi görünse de aslında bu jestin daha temel bir anlamı vardır; gizleneni göstermek, saklananın ardındakini ortaya çıkararak ayırmak (1993: 39) (Canım Sana Feda)
  • Otantik olmak sosyal bir değer olarak kabul edildiğinden, samimiyetle yapılan en mahrem itiraflar gözyaşları ya da alkışlarla başka itiraflara eklenir. Çağdaş dünyada kişileşmiş beden saygın bir yer kazanırken, kendi çıplaklığını ortaya koymak da kişiliğinin bir ifadesine dönüşür; yalnızca plajdaki çıplaklık değil, kendi doğal gerçekliklerini, mahremiyetini ortaya dökmek de doğal kişiliğin parçasıdır. (Canım Sana Feda)