diorex
ARTUKBEY

Osman Cemal Kaygılı kimdir? Osman Cemal Kaygılı kitapları ve sözleri

Asker, Yazar, Tiyatrocu, Öğretmen Osman Cemal Kaygılı hayatı araştırılıyor. Peki Osman Cemal Kaygılı kimdir? Osman Cemal Kaygılı aslen nerelidir? Osman Cemal Kaygılı ne zaman, nerede doğdu? Osman Cemal Kaygılı hayatta mı? İşte Osman Cemal Kaygılı hayatı... Osman Cemal Kaygılı yaşıyor mu? Osman Cemal Kaygılı ne zaman, nerede öldü?

  • 03.07.2023 23:00
Osman Cemal Kaygılı kimdir? Osman Cemal Kaygılı kitapları ve sözleri
Asker, Yazar, Tiyatrocu, Öğretmen Osman Cemal Kaygılı edebi kişiliği, hayat hikayesi ve eserleri merak ediliyor. Kitap severler arama motorlarında Osman Cemal Kaygılı hakkında bilgi edinmeye çalışıyor. Osman Cemal Kaygılı hayatını, kitaplarını, sözlerini ve alıntılarını sizler için hazırladık. İşte Osman Cemal Kaygılı hayatı, eserleri, sözleri ve alıntıları...

Doğum Tarihi: 4 Ekim 1890

Doğum Yeri: İstanbul

Ölüm Tarihi: 9 Ocak 1945

Ölüm Yeri: İstanbul

Osman Cemal Kaygılı kimdir?

Osman Cemal Kaygılı (d. 4 Ekim 1890, İstanbul – 9 Ocak 1945, İstanbul), Türk yazar.

Roman, hikâye, oyun, sözlük ve araştırma-inceleme türlerinde eserler yazmıştır. Yaşadığı dönemde edebiyat dünyasının dışında kalmış Kumkapı, Kasımpaşa, Samatya, Hasköy gibi semtleri; bu semtlerdeki sosyal hayatı; çingeneler, tulumbacılar, hovardalar, akşamcılar, külhanbeyleri gibi tipleri; meyhâneler, kahvehâneler, gazinolar gibi eğlence yerlerini, eserlerine malzeme olarak seçmiştir. Ahmet Mithat’la başlayan Hüseyin Rahmi ve Ahmet Rasim’le süren geleneğin son halkası olarak değerlendirilir. 1932’de tefrika edilen "Argo Lügatı" adlı eseri, Türkçe’nin ilk argo sözlüklerindendir.

1890 yılında İstanbul’da dünyaya geldi. Babası mahallenin bakkalı Mustafa Efendi, annesi Ülfet Hanım’dır. Orta öğrenimini Eğrikapı Merkez Rüştiyesi'nde tamamladıktan sonra Menşei Kuttab-ı Askeriye'yi (Askeri Kâtip Yetiştirme Okulu) bitirerek Erkan-ı Harbiye-i Umumiye dairesinde (1906), Kıtaat-ı Fenniye Müfettişliği kaleminde çalıştı (1909).İkinci Meşrutiyet’in ilânından sonra İttihat ve Terakki Fatih Kulübü’ne üye oldu. İlk yazısı Baha Tevfik'in Eşek adlı güldürü dergisinde yayımlandı. Yazarın bu dergide birkaç mizahî yazısı daha yayımlanır. Şebâb dergisinde e de mizahî manzumeler ve yazılar yazmaya başlasa da asker olduğundan bu yıllarda yazarlığı meslek edinemedi. 1912’de Tepebaşı Tiyatrosu’nda bir gösteride taşkınlık yapmasından ve Mahmut Şevket Paşa suikastına adının karışmasından sonra bir çok muhalif aydınla birlikte Sinop'a sürgün edildi. Sinop’ta üç yıl kaldı. Döndüğünde Kıtaat-ı Fenniye Müfettişliği’ndeki görevine devam etti.

I. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla seferberlik ilan edilince bir süre kâtiplik göreviyle gezici tümenlerde bulundu. Hastalığı nedeniyle emekliye ayrıldı (1918). Geçimini sağlamak için pazarcılık, vapurlarda biletçilik gibi çok çeşitli işler yaptı. Geçimi için tiyatrculuk da yapan Osman Cemal’in ortaoyununda kavuklu, pişekar ve zenne rollerinde bulunduğu, karagöz oynattığı, çok sayıda taklit yapabildiği bilinmektedir. 1920 yılından itibaren devrin gazete ve dergilerinde yazılar yayımlamaya başladı. Sürgündeyken yazdığı ilk hikâyesi Çuvalcı Şeyhinin Halefi Alay dergisinde yayımlandı. 1921’de Güleryüz dergisinde O.C. imzasıyla hikâye ve mizahî şiirler yayımladı. 1922 yılında Aydede dergisinde yazmaya başladı. Asıl ünü Akbaba dergisinde yakaladı. Bazı yazılarında "Anber" takma ismini kullandı. 1923’te de ilk hikâye kitabı Altın Babası yayımlandı. Bunu diğer hikaye kitapları izledi.

Semih Lütfi’nin çıkardığı Zümrüd-i Anka’da (1923), daha sonra yayın hayatına giren Yıldız’da (1924), Papağan adlı mizah dergisinde (1924-1926) hikâye ve mizahî yazılar yazdı. 1928’den itibaren gazetelerde daha çok fıkra yazarı olarak tanındı. Sabah, İkdam, Payitaht, Alemdar, Akşam, Cumhuriyet, Yenigün, Son Saat, Vakit, Son Posta, Kurun, Haber, Açıksöz, Son Telgraf düzenli olarak yazdığı gazetelerdendir.

Cumhuriyetten sonra İstanbul İmam Hatip Okulu'nda, Çemberlitaş Ortaokulu'nda, Fener Kız Lisesi'nde öğretmenlik yaptı. 1926 yılında Leman Hanım’la evlenen yazarın bir oğlu oldu. Oğlunu üç yaşında iken kaybetmek onu derinden etkiledi. 1928 yılında Kaygılı soyadını aldı. Oğlunun ardından annesini, 1934’te eşi Leman Hanım’ı kaybetti. 1935’te ikinci eşi Sabriye Hanım ile evlendi.

1931’d Yeni Gün gazetesinde İstanbul’un Köşe Bucağı başlığıyla gezi yazıları yayımladı. 1932’de Haber gazetesinde "Argo Lügatı" adlı eseri tefrika olarak yayımlanmıştır. Bu eser, Türkçenin ilk argo sözlüklerindendir. 1935’te Tulunbacı Edebiyatı adıyla tefrika edilen halkbilim çalışmasını 1937’de kitap olarak yayımladı.

Midesinde kanser, ciğerlerinde verem tespit edilen yazar 9 Ocak 1945’te hayatını kaybetti.

Osman Cemal Kaygılı Kitapları - Eserleri

  • Çingeneler
  • Uhreviler Diyarında Geceler
  • Karagöz’ün Son Günleri
  • Köşe Bucak İstanbul
  • Eski İstanbul Akşamcıları
  • Aygır Fatma
  • Kovuk Palas’ın Esrarı
  • İstanbul'da Semai Kahveleri ve Meydan Şairleri
  • Argo Lugatı
  • Köşe Bucak İstanbul
  • Sandalım Geliyor Varda
  • Eski İstanbul Simalarından Bekri Mustafa

Osman Cemal Kaygılı Alıntıları - Sözleri

  • “Üsküdar’ın kışın tamah edilecek hiçbir tarafı, hiçbir şeyi yoktur; lakin burası yazın pek hoştur. Ne tarafına gitseniz güzel bir manzara, latif bir hava, tatlı bir eğlenceyle karşılaşırsınız.” (Uhreviler Diyarında Geceler)
  • " Beyim, rakı adeta bir çeşit sinema makinesidir. " (Eski İstanbul Akşamcıları)
  • Çalgılı kahvelerde ara sıra divan şairlerinden Enderunlu Vasıf gibilerin eserleri de okunup çalınır; fakat bunların halk şiirlerine vezin ve eda itibarı ile en yakın olanları seçilirdi. Çalgılı kahvelerde Emrah, Zihnî Seyranî, Gevherî, Âşık Ömer, Kuloğlu adlarını bilmeyenler bulunabilirdi. Ancak Dertli'yi hemen hemen herkes bilir, tanır ve ona tapınırdı. Bunun için Dertli'nin: * Haraba kul olduk bezm-i âlemde Dünyada olsak da olmasak da bir Düşdük çare nedir dame âlemde Azâd olsak da bir olmasak da bir * diye başlayan meşhur koşması okunup çalınırken bütün başlar yere eğilir, gözler yarı kapanır, gövdeler put kesilirdi. Sonra yine Dertli'nin: * Sâkıyâ camında nedir bu esrar Etti bir katresi mestâne beni Şarab-ı lâlinde ne keyfiyet var Söyletir efsâne efsâne beni * diye başlayan ve kesik kerem şeklinde bestelenip terennüm edilen koşmasıyla Gevherî'nin: * Bâd-ı sabâ yâre benden selam et Mübarek hatırın sor suâl eyle Vurup huzuruna feth-i kelâm et Bana var mı meyli gör suâl eyle * matlalı koşması söylenirken kahvenin içi inim inim inlerdi. (İstanbul'da Semai Kahveleri ve Meydan Şairleri)
  • ''..bu civarda bana adıla sanıla Aygır Fatma derler. Fakat benim yüzüm, bu civar karılarının çoğundan daha çok ak, alnım daha çok açık, vicdanım daha çok temizdir.'' (Aygır Fatma)
  • "Çingene, insanin tabiata en yakın kalan güzel bir cinsidir. Zannedilir ki, bu tunç yüzlü ve fagfur dişli kır sakinleri, beşerî şekle istihale etmiş birtakım yeşil ağaçlardır. Çingene bizzat bahardır. Çocukluğumda gördüğüm baharlardan bugün hatırımda kalan hayal, yeşil, kırmızı, sarı şalvarlar giymiş, şarkı söyleyen ve el çırpan bir alay genç ki içinde tahta zurna çalıp bu musikinin vahşi kahkahaları ardından müşabih' akisleriyle vadileri inim inim inleten gene bir Çingene'dir!" (Çingeneler)
  • Vakıa yaşamak hiç de fena değil,hani insan bir kere burnundan nefes alıp da ağzından koyuverdi miydi, bunun tadına doyum olmaz... (Köşe Bucak İstanbul)
  • Ahlaktan , faziletten bahsedenler tıpkı kemana , mandoline , uda , kitaraya benzerler . Çünkü bu güzel sesli çalgılar , nasıl bize dinlettikleri çok güzel havaların farkında değilseler , onlar da aynen öyledirler . Ağızlarıyla bize çok şeyler dinletirler , fakat ne söylediklerinin kendileri de farkında değildirler . (Kovuk Palas’ın Esrarı)
  • Allah gözyaşının tadını tadana bir daha kahkahanın acısını duyurmasın! (Kovuk Palas’ın Esrarı)
  • Ah, bilseniz, kendi kendine bir kenara çekilip insanın nefsiyle, kalbiyle, ruhuyla baş başa kalarak düşünmesi kadar zevkli bir şey var mıdır? (Eski İstanbul Akşamcıları)
  • ''..kadın ikinci defa şanoya geldiği zaman söylediği bir kantonun arasında birden durup da seyircilere karşı kırıtarak baygın bir tavırla: ''A benim nazlı güvercinim, senin de var mı gamın.?'' diye sordukça, Hasan'ın yüreğinin bütün yağları eriyor: - Nasıl yok, inanmazsan gel de şu kalbimi bir dinle.! diye, kantocu karıya karşı bağıracağı geliyordu.'' (Aygır Fatma)
  • Aşk diye bir dalga icat etmişler, birçok zavallıları onunla tongaya düşürüyor, sersemleştirip bırakıyorlar. (Kovuk Palas’ın Esrarı)
  • "Biri çalmalı, biri süylemeli, biri oynamalı ve büylecesine insanlar biribirine kaynamalı... Yoksam siz kerizci, biz harmancı, yok bilmem öteki ıskaracı, beriki sepetçi, tarakçı, değirmenci diye düşersek karşılıklı zırıltıya, hırıltıya, marazaya... kaçar o zaman bu yaşamanın keyfi!" (Çingeneler)
  • "Biz bu dile Çingenece diyoruz ama onlar kendi aralarında "Romanes" diyorlar. Zaten kendilerine de Rom dedikleri gibi... Çingeneceyi Istanbul'un şurasında burasında yerleşmiş, oturmuş olan çalgıcı Çingeneler bilmez... Onların kullandıkları şu, "Sipari, piyiz, cızlam, toslamak, hındım, keriz, habe" kelimelerinden yalnız "yemek" anlamına gelen sondaki habe kelimesi Romanes dedikleri gerçek Çingenece olduğu halde ötekiler tam birer kerizci argosudur. " (Çingeneler)
  • ''Derdu gam,aşku sevda Eyledi beni Şeyda O güzelin yoluna Edeydim canım feda O güzelin yoluna Saçım başım yoluna Taramış kâkülleri Atmış sağ ü soluna Taramış kâkülleri Gerdanda fülfülleri Sanırsın yanağında Açmış cennet gülleri Sanırsın yanağında Küpeler kulağında Ayda ay yıl, ay yıldız Mahcemalin mahitap'' çalgılı kahve kalenderisi (İstanbul'da Semai Kahveleri ve Meydan Şairleri)
  • “Hey gidi Kadıköy hey! İstanbul’un hiçbir semtine benzemez. Yazı da hoştur kışı da.” (Uhreviler Diyarında Geceler)
  • "Romanes denilen Çingeneceye gelince; bu dil çok karışık bir dildir. İçinde hemen her milletin dilinden kelimeler vardır. Sonra bazı kelimeler de var ki Fransız, Macar, Romen, Bulgar Çingeneleri o kelimeyi hangi manada kullanıyorlarsa bunlar da öyle!" (Çingeneler)
  • Hayır , hayır , hayır .. ( Pala bıyıklarını sıvazlayarak ) Bak ben erkek oğlu erkeğim , ben karıyla konuşmam , erkeksen sen anlat meseleyi ! (Aygır Fatma)
  • "Yemenimin oyası Zerde yedim doyası İşte senin de çıktı Yüreğinin foyası" (Çingeneler)
  • Badem şekeri: Tabanca kurşunu (Argo Lugatı)
  • Suda yorgun, muzi tecelliler Ediyor bir takarrübü ifşa Mamulü hande keştiler. Kuğular geliyor sineküşa. (Karagöz’ün Son Günleri)

Yorum Yaz