Mete K. Kaynar kimdir? Mete K. Kaynar kitapları ve sözleri
Yazar Mete K. Kaynar hayatı araştırılıyor. Peki Mete K. Kaynar kimdir? Mete K. Kaynar aslen nerelidir? Mete K. Kaynar ne zaman, nerede doğdu? Mete K. Kaynar hayatta mı? İşte Mete K. Kaynar hayatı...

Yazar Mete K. Kaynar edebi kişiliği, hayat hikayesi ve eserleri merak ediliyor. Kitap severler arama motorlarında Mete K. Kaynar hakkında bilgi edinmeye çalışıyor. Mete K. Kaynar hayatını, kitaplarını, sözlerini ve alıntılarını sizler için hazırladık. İşte Mete K. Kaynar hayatı, eserleri, sözleri ve alıntıları...
Tam / Gerçek Adı: Mete Kaan Kaynar
Doğum Tarihi: 1972
Doğum Yeri: Ankara
Mete K. Kaynar kimdir?
Hacettepe Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü'nde, Türkiye Ortadoğu Forumu Özgür Üniversite'de ve Kolektif: Sosyal Bilimler Araştırma Topluluğu'nda çalışmaktadır.
Mete K. Kaynar Kitapları - Eserleri
- Türkiye'nin 1950'li Yılları
- Türkiye'nin 1960'lı Yılları
- Milliyetçilik Yurtseverlik ve Sol
- Türkiye'nin 1970'li Yılları
- Resmi Tarih Tartışmaları 10 : Rejim ve Ritüelleri
- Türkiye'nin Lanetlisi: Bir Muhalif
- Her İle Bir Üniversite/Türkiye'de Yüksek Öğretim Sisteminin Çöküşü
Mete K. Kaynar Alıntıları - Sözleri
- Türkiye tarihinde her dâim önemli olmakla beraber, Atatürk kültü çeşitli dönemlerde daha fazla popülerleşmiştir. Siyasal hayatın önemli dönemeçleri bu popülerleşmeyle paralellik taşır. Bu bağlamda en çarpıcı örnek bugün Atatürk’ü İran’da Humeyni ve Kuzey Kore’de Kim Yong İll ile beraber 21. yüzyılın yasayla korunan üç liderinden biri yapan 1951 tarihli, kamuoyunda Atatürk’ü Koruma Kanunu olarak bilinen 5816 sayılı Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanundur. 27 yıllık rek parti yönetiminin ardından 1950 ele Demokrat Parti’nin iktidara gelmesi, o güne kadar ülkeyi yöneten kurucu kadro açısından bir tür travmadır. İktidara geldikten kısa süre sonra DP CHP tarafından “irticacılık, hilafetçilik ve Atatürk düşmanlığı” ile suçlanır. Bunun üzerine Celal Bayat’ın önerisiyle meclis, 1951'de, Atatürk’ü Koruma Kanunu'nu çıkarır. Kanunun ilk üç maddesi şöyledir: Madde1 - Atatürk'ün hatırasına alenen hakaret eden veya söven kimse bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Atatürk'ü temsil eden heykel büst ve abideleri veyahut Atatürk'ün kabrini tahrip eden, kırarı, bozan veya kirleten kimseye bir yıldan beşyıla kadar ağır hapis cezası verilir. Yukarıdaki fıkralarda yazılı suçları işlemeye başkalarını teşvik eden kimse asıl fail gibi cezalandırılır. Madde 2 - Birinci maddede yazılı suçlar; iki veya daha fazla kimseler tarafından toplu olarak veya umumi veya umuma açık mahallerde yahut basın vasıtasıyle işlenirse hükmolunacak ceza yarı nispetinde artırılır. Birinci maddenin ikinci fıkrasında yazılı suçlar zor kurlanılarak işlenir veya bu sürede işlenmesine teşebbüs olunursa verilecek ceza bir misli artırılır. Madde 3 - Bu kanunda yazılı suçlardan dolayı Cumhuriyet savcılarınca resen takibat yapılır. (Resmi Tarih Tartışmaları 10 : Rejim ve Ritüelleri)
- Cemiyet, kahramanlara tapma dini üzerine kurulmuştur. (Resmi Tarih Tartışmaları 10 : Rejim ve Ritüelleri)
- Daha önce ithâl edilen bir malı ülke içinde üretmeye başlayan bir sanayici, o malın ithalatının yasaklanmasını talep edebiliyor, yetkili kurum da arz talep dengesini gözeterek, o malın ithalatını ya tamamen yasaklıyor ya da kotaya tabi tutuyordu. (Türkiye'nin 1960'lı Yılları)
- Nitekim 1960'tan 1997'ye kadar geçen 37 yıllık sürede gerçekleşen darbe ve - en azından örgütsel, fiziksel düzeyi aşıp fiili düzeye doğru hamle eden darbe - girişimlerinin sayısının 7 olduğunu hatırlarsak, geçen süre zarfında Türkiye siyasetinin yaklaşık her 5,25 yılında bir darbeye/girişimine maruz kaldığını söyleyebiliriz. (Türkiye'nin 1960'lı Yılları)
- Resmî ideolojinin gerçek anlamda siyaset kavramının içini boşaltarak siyaseti, kendi inşâ ettiği gerçeklikler alemindeki bir oyuna, ritüellere dönüştürmesi, siyaseti toplumsal bağlamından tamamen koparır; siyaset makbul vatandaşlardan mürekkep partilerde icra edilen bir temaşa hâline gelir. Yurttaşlar ise gerçekleştirilen ritüellerin bir nesnesi. Bu çemberin dışında kalmaya çalışan kişi (ve siyasal örgütlenmeler), tıpkı kültür endüstrisinin dışında kalan kişi gibi önce görmezden gelinir, yok sayılır; ardından da hâin, outsider ve/ya satılmış olarak tanımlanarak sistemin dışına itilir. Zaten, resmî ideoloji yoluyla ulaşılmaya çalışılan temel amaç da budur: Yurttaşların siyasetin öznesi olmaktan çıkartılarak, resmî ideolojinin (ve onun ritüellerinin) bir nesnesi hâline getirilmesi. Çünkü toplumdan siyaset yapması değil, inanması ve itâat etmesi beklenmektedir. (Resmi Tarih Tartışmaları 10 : Rejim ve Ritüelleri)
- Taşlıtarla'ya 1950'lerin başında göç etmiş bir Bulgar muhaciri nasıl gecekondu inşâ ettiklerini Toplumsal Tarih Dergisi'ne şöyle anlatmaktadır: " Akşamları birbirimize gecekondu yapıyorduk, sırayla. ... Jandarmalar geliyor, onlar bir uçtan yıkıyor, biz bir uçtan yapıyoruz. ... Mesela gündüzden temelini kazıyorduk, hava kararmaya başladığı zaman hemen temelini yapıyorduk, gece briketleri işliyorduk, böyle elimizlen. " (Türkiye'nin 1950'li Yılları)
- Yine yapıtta kullanılan köylü konuşmaları ve şive taklidi, dönemin edebiyatçıları ve eleştirmenleri arasında bir gerçekçilik tartışmasına dönüşür. Kemal Binbaşar, Orhan Kemal, Samim Kocagöz ve Fahir Önger gibi yazar ve eleştirmenler şive taklidinin yapıtın gerçekçiliği açısından gerekli olduğunu ve dili zenginleştirdiği öne sürerlerken, Nurullah Ataç, Tarık Buğra, Mehmet Fuat ve Melih Cevdet Andaç gibi isimler şive taklidinin gerçekçilikle ilgisi bulunmadığını ve dili bozduğunu iddia ederler. (Türkiye'nin 1950'li Yılları)
- Türkiye'nin 68'i işçilerin, köylülerin, şoförlerin, kapıcıların, çobanların, sanatçıların, yani maddi ya da maddi olmayan emeğiyle geçinen her kesimden kadın ve erkeklerin meydanlara çıktığı; yollara döküldüğü bir süreçti. Bununla beraber, üniversite öğrencilerinin Türkiye'nin 68'inde özel bir yeri vardı. Zira yollara düşen emekçi sınıflar yürüyorsa gençler koşuyordu. Emekçi sınıflar safa geçiyorsa, gençler en öne fırlıyordu. Emekçi sınıflar sadece yeryüzünü istiyorsa gençler gökyüzünü de istiyordu. (Türkiye'nin 1960'lı Yılları)
- Ancak Türk dil kurumu'na göre 'kişilik' kelimesinin; " bir kimseye özgü belirgin özellik, şahsiyet" gibi bilinen anlamlarının dışında "yabanlık" anlamı da vardır. Aynı kaynağa göre " yabanlık " sözcüğü; 'bayram gibi önemli günlerde ve ya konukların yanına çıkarken giyilen yeni bir giysi, adamlık' anlamına gelir. Yani "kişilik" yaban olana, dışarıdan gelene ya da ele güne karşı giyilen yeni elbisedir. Halk, gündelik kullanımdan esirgenmiş yeni bir giysi olarak kişilik giyinmekte, ancak bu şekilde yabancı olana güzel gözükeceğini düşünmektedir. Halk arasında söylenen , " işte şimdi adama döndün!" lafına da yakın bir anlamdır bu. (Türkiye'nin 1950'li Yılları)
- ...işçi sınıfının ana gövdesinin tipik oy verme davranışı en başta Demokrat Parti kimliği ile damgalandı; merkez sağ eğiliminin altında yola çıkıldı. Bu kimlik, adeta bir doğum lekesi olarak günümüze kadar varlığını sürdürdü. (Türkiye'nin 1950'li Yılları)
- Türkiye Cumhuriyeti siyasi tarihi, Osmanlı İmparatorluğu'ndan bir kopuştur. Tam da " kopmak " fiilinin anlamında mündemiç olduğu üzere, kopma, kopan(parça)ların, öncesindeki aynılıklarını ve kopuştan sonra -hâlâ devam eden- benzerliklerini içerisinde taşır. (Türkiye'nin 1960'lı Yılları)
- Yassıada komutanlığına Tarık Güryay getirilir. Güryay'ın Yassıada'daki ilk icraatı ise henüz mahkumlar adaya getirilmeden önce dinleme cihazlarının koğuşlara ve hücrelere yerleştirilmesi emrini vermek olmuştur. (Türkiye'nin 1960'lı Yılları)
- 1936 İş Kanunu'nda açıkça yer verilen grev yasağı, 1947'de çıkan Sendikalar Kanunu'nda sendikacılara greve teşvik cezası getirilerek pekiştirilmişti. 1950'de seçimler öncesinde grev hakkını savunan, hatta programında yer veren Demokrat Parti, iktidarda olduğu yıllar boyunca bir kaç kez hazırladığı grev kanun taslaklarını hiçbir zaman meclis gündemine taşımadı ve "henüz Türkiye sanayinin ve işçi sınıfının grev için gerekli güce, olgunluğa ulaşmadığı" biçiminde özetlenebilecek argümanlarla grev yasağını devam ettirdi. ...... 1954 yılında Demokrat Parti iktidarda iken CHP'nin seçim afişleri ise şöyleydi : " İşçi ! Hür dünya işçilerinin bütün haklarına sahip olacaksın ! " (Türkiye'nin 1950'li Yılları)
- Resmî ideolojinin zihinleri iğdiş ederek tartışmanın yerine itâati, düşünmenin yerine inanmayı koyduğu yerde siyaset, ancak, resmî ideolojinin farklı kutupları arasındaki bir çekişme şeklinde tezahür edebilir. Siyaset, resmî ideolojinin yurttaşları çepeçevre sardığı bir toplumda da (gerçek anlamıyla değilse de) mevcuttur, hattâ serbesttir; ancak, sadece resmî ideolojinin vazettiklerinin terennüm edilmesi koşuluyla. Ermeni soykırımının olmadığı yönündeki her türlü siyasî faaliyet serbesttir böylesi bir toplumda; ancak, bunun tersini söylemek, söyleyeni öteki ve hâin kılar. Böylesi bir ortamda hâinlik, satılmışlık yaftasını taşımayı kabul etmeden, resmî ideolojinin vazettiği kavramlar setinin dışına çıkılarak siyaset yapmak mümkün değildir: Resmî ideolojiye göre Ermeni soykırımı “sözde”dir. Siyaset imkânı sadece onun sözdeliğini teyit edecek faaliyetlerle sınırlıdır. Tersini söylemek, iddia etmek, eğer söyleyen öteki ve hâin olmayı göğüsleyebilecek ve “denizden kovulmayı” göze alabilecek cesarette ise kanunen yasak değildir. (Resmi Tarih Tartışmaları 10 : Rejim ve Ritüelleri)
- Hatta daha da ilginç bir örnek, Menderes'in 27 Mayıs'ın yıl dönümünde ada komutanlarına tebrik mesajı göndermesidir. (Türkiye'nin 1960'lı Yılları)
- Bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti 16 Ağustos 1960'ta ilan edilir. Türkiye altmışlar boyunca, 1959 Londra Antlaşmaları'nın Kıbrıslı Türklere tanıdığı kurucu ortak statüsünün sürebilmesi için bu anlaşmaların kurduğu Bağımsız Kıbrıs'ı destekler. Buna karşılık Yunanistan ve Kıbrıslı Rumlar Londra Antlaşmaları'nın öngördüğü güç paylaşımına dayanan yapıyı bozacak, dolayısıyla Kıbrıslı Türkleri azınlık statüsüne indirgeyecek politikalar izler. (Türkiye'nin 1960'lı Yılları)
- 22 Şubat 1962 ve 21 Mayıs 1963 darbe girişimleri kamuoyunda pek bilinmemektedir. Bu bilinmezlik onların başarıya ulaşamamasında saklı olabilir. Çünkü tarih, olmaya çalışanla değil; olanla, olup bitenle ilgilenmektedir. (Türkiye'nin 1960'lı Yılları)
- ... 1957 seçimlerinde Celal Bayar : " Öyle ümit ediyoruz ki, 30 sene sonra bu mübarek memleket 50 milyon nüfusu ile küçük bir Amerika olacaktır. " (Türkiye'nin 1950'li Yılları)
- Özellikle futbol stadyumlarının tribünlerinde 1992 yılından bu yana tüm liglerde İstiklal Marşının okunması, saygı duruşu gibi ritüeller, törenselliği milliyetçi kalıplar içinde yaygınlaştırmaya başlamıştır. Toplumsal bir makine gibi çalıştırılan bu milliyetçi tören ve ritüeller, akla değil duygulara seslenerek düzenle ilgili hemen her şeyi kutsallaştırıp meşrulaştırmaktadır. Bell'İn de belirttiği gibi, düşünmeden, rutinleşmiş, alışılmış, saplantılı ya da taklitçi (mimecik) bir şekilde hareket eden (Bell, 1992’den aktaran Meşecî, 2007) bir kitle, statükonun istediği şekilde davranmaktadır. Devletin statükocu törenleri ve ritüelleri karşısında halkın demokrasiyi geliştirici tören ve ritüellerinin değişim yaratma potansiyeli her zaman vardır. Önemli olan, tören ve ritüellere sembolik düzeyde bir bağlılık geliştirmek değil, aksine bu tür bir bağlılığın neye yaradığını sorgulamaktır, Elitist, hiyerarşik ve biçimci olan bu etkinliklerde halkın toplumsal, kendiliğinden, özgürce ve dayanışmacı bir şekilde yer almadığı açıktır. Asıl sorun da budur. (Resmi Tarih Tartışmaları 10 : Rejim ve Ritüelleri)
- Anti-komünizm politikaları çerçevesinde sola sürekli baskının olduğu bu dönemde, onca tutuklamalara rağmen pek çok olayda sol, günah keçisi ilan edilir. ....Hatta hükümet daha da ileri giderek gericilik olaylarının arkasında dahi komünistlerin olduğunu ileri sürer . (Türkiye'nin 1950'li Yılları)