Harold Lamb kimdir? Harold Lamb kitapları ve sözleri

BİYOGRAFİ

Amerikalı Tarihçi, Senarist, Kısa Öykü Yazarı ve Romancı Harold Lamb hayatı araştırılıyor. Peki Harold Lamb kimdir? Harold Lamb aslen nerelidir? Harold Lamb ne zaman, nerede doğdu? Harold Lamb hayatta mı? İşte Harold Lamb hayatı... Harold Lamb yaşıyor mu? Harold Lamb ne zaman, nerede öldü?

Amerikalı Tarihçi, Senarist, Kısa Öykü Yazarı ve Romancı Harold Lamb edebi kişiliği, hayat hikayesi ve eserleri merak ediliyor. Kitap severler arama motorlarında Harold Lamb hakkında bilgi edinmeye çalışıyor. Harold Lamb hayatını, kitaplarını, sözlerini ve alıntılarını sizler için hazırladık. İşte Harold Lamb hayatı, eserleri, sözleri ve alıntıları...

Doğum Tarihi: 1 Eylül 1892

Doğum Yeri: ABD

Ölüm Tarihi: 9 Nisan 1962

Ölüm Yeri: ABD

Harold Lamb kimdir?

Harold Lamb, 1892'de Amerika'da New Jersey'de doğmuştur. Gözleri, kulakları ve dili sakat bir halde dünyaya gelen bu çocuk, küçük yaştan beri kendisini okumaya vermiş, gözlerinin daha fazla bozulmasına sebep olduğu hâlde, amcasının kütüphanesindeki eserlerin hemen hepsini okumuştur. Columbia Üniversitesi'nde tahsil görürken de zamanının büyük bir bölümünü kütüphanede geçiren Lamb, Asya milletlerinin tarihine merak sarmış, yine o sıralarda bazı hikâyeler yazmaya başlamıştır.

Babasının ölümü üzerine hayatını kazanmaya mecbur olunca gazetelerde çalışmış, 1. Dünya Harbi'nden sonra kendisini daha fazla seyahate ve tarihî tetkiklere vermiştir. Bu arada Orta Çağ İran, Çin ve Rus¬ya tarihine ait birçok vesika toplamıştır. Yaptığı ilmî araştırmalardan dolayı 1932'de İran hükümetinden, 1933'te de San Francisco'daki Commonwealth Club'den madalya almıştır. Arapça ve Çince bilmektedir.

Harold Lamb Kitapları - Eserleri

  • Theodora ve İmparator
  • Konstantinapol
  • Muhteşem Süleyman Kanuni
  • Ömer Hayyam
  • Makedonyalı İskender
  • Tanrı'nın Krallığı
  • Emir Timur
  • Moğolların Efendisi Cengiz Han
  • Kanuni Sultan Süleyman
  • Timur
  • Dünyanın Kabusu Cengiz Han
  • Büyük İskender: Dünyanın Sonuna Yolculuk
  • Cengiz Han'ın Liderlik Sırları
  • Demir Adamlar ve Azizler
  • Selahaddin Eyyubi ve Haçlılar
  • Haçlı Seferleri
  • Timur Han'ın Liderlik Sırları
  • Haçlı Seferleri Demir Adamlar ve Azizler
  • Dünyanın Hakimi Büyük İskender
  • Timur-Bir Cihan İmparatoru
  • Theodora ve İmparator

Harold Lamb Alıntıları - Sözleri

  • Teselli ve barışın işaretlerinin görünmeye başladığı makul bir zamandayız. Yeni bir hun doğuyor ve uzun sürmüş belaların gölgelerini kovarken, doğuya şafağı gösteriyor. (Haçlı Seferleri)
  • Kuzey Gobi’nin bu köşesindeki çocuklar güçlüklerle mücadeleye alışmıyorlardı; güçlüğün tam ortasına doğuyorlardı. Ana sütünü emmeyi bırakıp at sütünü içmeye başlayınca kendi başlarının çaresine bakmak zorundaydılar. (Dünyanın Kabusu Cengiz Han)
  • Bir kitap kurdunun savaşçıların arasında ne işi olur ki?" diye sormuştu Cengiz Han. Ye Liu Çutsay: "İyi yay yapmak için iyi bir ahşap ustası olmak gerekir; ama iş bir imparatorluğu yönetmeye gelince, bilge bir adama ihtiyaç doğar." (Dünyanın Kabusu Cengiz Han)
  • ...gidin ve korku duymayın... "Deus le volt!" "Tanrı böyle istiyor!" (Haçlı Seferleri Demir Adamlar ve Azizler)
  • Öyle anlaşılıyor ki uzun boylu, geniş omuzlu ve sarımsı esmer, soluk benizli idi. Geniş bir alın altında, gözleri birbirinden çok ayrıktı ve dik dik bakıyordu. Gözlerinin rengi yeşil veya yeşilimsi mavi, göz bebekleri ise simsiyahtı. (Dünyanın Kabusu Cengiz Han)
  • “Bir kölenin de en az bir sultanınki kadar duyguları vardı ama dile getirmesi yasaktı.” (Ömer Hayyam)
  • Bilinmeyen her zaman gizemli ve bunun için de korkunç ve muhteşem görünür. (Büyük İskender: Dünyanın Sonuna Yolculuk)
  • Dünyayı fethetmeye çıktığında Büyük İskender'in emrinde Makedonyalılar, Cengiz Han'ın emrinde ise Moğollar vardı. Timur'un elinde ise hiçbir şey yoktu. O, ancak büyük uğraşlar sonucu kendisine bir millet edinebilmişti. (Timur)
  • Büyük adamlar, dünyanın bir karar üzere dönmediğini bilirler. Arif olanlar boş şeylerle uğraşmazlar; kendilerini geçici zevklere vermezler; çünkü hepsinin fani olduğunu bilirler... (Emir Timur)
  • Timur Semerkant'ı, genç bir kadına gönül vermiş ihtiyar bir aşık gibi seviyordu. (Emir Timur)
  • " Düşünsene! Aşk bir insanın gövdesini nasıl güzelleştirir ve hiddet aynı gövdeyi nasıl çirkinleştirir..." (Ömer Hayyam)
  • Selim'in oğlu sıfatıyla Süleyman yalnızlık içinde büyümüştü. (Muhteşem Süleyman Kanuni)
  • Değerli bir bilgin şaşkınlığını, “Cengiz Han’ın kendisinden sonrasını belirlemiş olan kişiliği hakkında son kertede, Shakespeare’in dehası hakkında bildiğimizden fazla bir şey bilmiyoruz” diyerek ifade ediyor. (Dünyanın Kabusu Cengiz Han)
  • Tarih, Timur zamanının Avrupa’sını tüm olaylarıyla en ince ayrıntısına kadar sayfalarına kaydetmiştir. Venedik’in nasıl Onlar Meclisi’nin hâkimiyeti altında yaşadığını, Dante’nin ölümünden bir göbek sonra Rienzi’nin nasıl o çağın Musollinisi’ne dönüştüğünü çok iyi biliyoruz. O dönemde İtalyan şairi ve fikir adamı Petrarque yazılarını ve şiirlerini yazıyor; Fransa’da, Deli lakaplı VI. Charles’ın olup bitenlere aldırış bile etmeyen gözleri önünde Burgonyalılar ve Armanyaklar ile Paris kasapları çeteler halinde birbirleriyle vuruşurken, Yüzyıl Savaşı kısır bir şekilde uzayıp gidiyordu. Gelişimin başlangıcında olan Avrupa, Orta Çağ’ın karanlığından henüz sıyrılamamıştı. Rönesans ışığı daha parlamamıştı. (Timur)
  • Pek çokları, dünya­nın sona ereceğine inanmaya başladı. Geceler boyu karanlıkta oturup, kendilerini hesap vermeye çağıran boru sesini duymayı beklediler. Ama güneş yeniden doğdu ve dünya değişmedi. (Haçlı Seferleri)
  • Gözlerini kaybeden İngiliz şairi Mâlton, şeytanın harikuladeliklerini tasvir eden şiirlerindeki karanlık renkleri, büyük olasılıkla Timur hakkında anlatılan kahramanlık öykülerinin hayalinde yarattığı izlerden almıştır. (Timur)
  • Saray imparatora , kilise tanrıya , yarış yerleri (hipodrom) ise bize ait. dedi çocuk (Konstantinapol)
  • ''Ağzın kan dolsa da düşmanın yanında tükürme'' (Emir Timur)
  • Soyu Orta Asya'ya, fatihlerin ve büyük savaşçıların beşiği olan bu uçsuz bucaksız topraklara dayanıyordu; fakat o ne Büyük İskender ne de Cengiz gibi bir kral oğluydu. (Timur)
  • Buhara Şah, yüksek sıradağları indikten sonra, ordusuyla beraber kuzeye, Sir nehrine doğru yürüdü. Maksadı, nehri geçmeye teşebbüs etmeleri halinde savaşa tutuşmak için Moğolların gelişini beklemekti. Fakat boş yere bekledi. Bu sıralarda neler olup bittiğini anlamak için, haritaya bakmak gerekir. Muhammed Şah memleketinin bu kuzey kısmı, bereketli vadiler kumlu, otsuz ve tozla örtülü kırmızı kilden ibaret çor yaylalarla ayrılmıştı. Şehirlere ancak nehir boylarında ve tepeler arasındaki vadilerde tesadüf edilebiliyordu. Bu çöl bölgesinde kuzeydoğu yönünde akan iki nehir, dokuz yüz kilometre uzaktaki Aral denizine dökülüyordu. Bunlardan birincisi, eski adamların Iaksart dedikleri Sir nehriydi. Bu nehir boyunca da surla çevrilmiş, birbirlerine kervan yollarıyla bağlanmış, çöl ortasında insan ve mesken sıraları vücuda getiren şehirler vardı. Daha güneyde- ikincisi de, eskilerin Oksüs dedikleri Amu nehriydi. Sahillerinde Buhara gibi, Semerkant gibi Müslüman şehirleri yükseliyordu. Moğolların ne tarafa yöneldiklerini bilmeyen Şah, Sir nehrinin arkasında ordugah kurmuştu. Güneyden gelecek taze kuwetlerle yeniden tarh edilmiş vergi hasılatını bekliyordu. Bu seferberlik, gelen heyecan verici haberler arasında yarıda kaldı. Moğolların, sağdan, yani hemen ordunun arkasından üç yüz kilometre mesafedeki yüksek boğazlardan çıktıkları görünmüştü. Olay şöyle gerçekleşmişti: Cebe Noyan, Cüci’den ayrıldıktan sonra, güney yönündeki dağları geçmiş ve Harzem boyunu bekleyen Türk müfrezelerine baskın yaptıktan sonra, süratle Amu membalarındaki buzulları çevirmişti. Bu suretle yüz elli kilometre ötede, Semerkant şehri yolunun üstüne düşüyordu. Cebe Noyan’ın emri altında yirmi bin asker vardı, fakat Şah bunu bilemezdi. Şah takviye kuweti alacak yerde, Semerkant ve Buhara gibi şehirler ile Amu nehri üzerindeki başlıca savunma hattını kaybetmek üzereydi. Bu yeni tehlikeyi bertaraf etmek için, Mu-hammed Şah, Müslüman tarihçilerin acı acı tenkit ettikleri bir şeyi yaptı: Ordusunun yarısını korunaklı şehirlere taksim etti. Sir boyundaki kuwetleri takviye için kırk bin kadar asker gönderdi, kendisi de ordunun ana kütlesiyle ile güneye yürüdü, otuz bin kişiyi Buhara’ya gönderdi, kalan kuwetleri de tehdit altında bulunan Semerkand’a sevk etti. Şah, Moğolların kaleleri zapt edemeyerek, akın ve yağmadan sonra çekileceklerini düşünerek böyle hareket etmişti. Bu iki tahmininde de yanılıyordu. Şah’ın iki oğlu, valisinin Moğol tacirlerini idam ettiği Ot-rar’da, yani Sir nehrine doğru ve daha kuzeyde görünmüşlerdi. Tacirlerin idamını emreden İnalcık daha şehrin valisi bulunuyordu. Moğollardan bir zerre merhamet beklenemeyeceğini bildiği için, en iyi askerleriyle kaleye kapandı ve beş ay direniş gösterdi, sonuna kadar mücadeleyi bırakmadı. Moğollar son askerini de öldürdükleri veya esir ettikleri ve atacak oku kalmadığı zaman, kulelerden birine çekilerek onlara taşla karşılık verdi. Bu ümitsiz mücadeleye rağmen canlı olarak ele geçirildikten sonra, Han’a gönderildi ve Cengiz Han öç işkencesi olmak üzere kulaklarıyla gözlerine erimiş gümüş dökülmesini emretti. Otrar şehrinin surları temellerine kadar yıkıldı ve ahalisi götürüldü. Bu olay cereyan ederken ikinci bir Moğol ordusu da Sir nehrine yaklaşmış ve Taşkent’i almıştı. Üçüncü bir kol da Sir’in daha yukarı taraflarını dolaşarak ikincil öneme sahip şehirleri birer birer zaptediyordu. Türk kıtası Cend’i terketti. Şehir halkı, Moğollar’ın merdivenlerle surlara tırmandıklarını görünce teslim oldular. Mücadelenin bu ilk senesinde ve böyle vaziyetlerde Şah'ın savaşçıları ve Türk kıtaları Moğollar tarafından katledilir ve çoğu İran yerlisi olan ahali, istedikleri gibi yağma ettikleri şehirden dışarıya çıkarılırdı. Ondan sonra esirler seçilir, güçlü kuwetli delikanlılar, ilk şehir önündeki kuşatma işlerinde kullanılmak, sanat erbapları da hünerlerinden yararlanılmak üzere alıkonulurdu. Bir defasında Moğollara elçilik vazifesini gören tacirlerden biri, bir şehir ahalisi tarafından parça parça edilmişti. O zaman durup dinlenmek bilmeyen müthiş bir Moğol hücumu başladı. Kale fethedilinceye ve şehrin ahalisi kılıçtan geçirilinceye veya okla vücutları delininceye kadar, ölenlerin yeri yeni savaşçılarla dolup boşandı. Cengiz Han, Sir boyunda hiç görünmemişti. Ordunun ana kütlesini beraberine alarak kaybolmuştu. Herhalde kızıl kumlu çölde geniş bir daire çizmişti. Çünkü çölden çıkıp göründüğü ve Buhara yolunu tuttuğu zaman batıdan geliyordu. Muhammed Şah’ın yalnız etrafı çevrilmiş değildi, güneydeki oğluyla, takviye kuwetleriyle ve hatta Horasan ve İran ile irtibatının kesilmesi tehlikesine maruzdu. Doğudan Cebe Noyan ilerlerken, Cengiz Han da batıdan geliyordu. Semerkant’ta bulunan Şah ise, demir bir mengenenin üzerine doğru kapandığını hissetmekteydi. Bu durumda atabeylerinin bir kısmını Buhara ile Semer-kant arasında taksim ederek, diğerlerini de Belh ve Kunduz’a gönderdi. Maiyetindeki asilzadelerle birlikte filleriyle, develeriyle ve savaş erkanıyla Semerkant'ı terketti. Bütün servetini ve ailesini de beraber götürüyordu. Amacı yeni bir ordunun başına geçmekti. Bu düşüncesinde de hayal kırıklığına uğradı. Milletinin kendisine İkinci İskender lakabını verdiği Cenga-ver Muhammed, askeri teknikte de çok geri kalmıştı. Han’ın oğulları tarafından idare edilen Moğollar, Sir nehri sahillerinde ateş saçarak, Cebe Noyan ile Cengiz Han tarafından doğrudan doğruya hedefe yöneltilen gerçek hücumları gizlemiş oldular. Han, bir an önce çölden çıkmak istiyordu. O sabırsızlık içinde yolunun üstüne çıkan küçük kasabalara dokunmadan geçti. Yalnız buralardan atlarına su istemekle yetindi. Muham-med Şah’ı Buhara’da bastırmak istiyordu. Fakat Buhara’ya gelince, Şah’ın kaçtığını öğrendi. Cengiz Han, tarihçinin söylediğine göre, daire şeklinde on beş fersahlık bir surla çevrilmiş, etrafı bahçeler ve sayfiyelerle kuşatılmış güzel bir nehrin geçtiği akademiler beldesi olan bir İslam kalesi önünde bulunuyordu. Şehirdeki kıtalar yirmi bin kadar Türk’ten ve birçok Acem’den oluşmaktaydı. Buhara, surlarının içinde bir çok imamlara ve seyitlere, İslam alimlerine ve mütercimlere sahip olmak şerefiyle seçkin bir şehirdi. Bu şehirde Müslüman zahitlerin hamiyeti gibi için için gizli bir ateş yanıyordu. Bunlar o sırada büyük bir tereddüt içindeydiler. Sur hücumla zaptedilemeyecek kadar dayanıklıydı ve halk kütlesi savunma yapmak isterse, Moğolların surda bir yarık açabilecekleri ana kadar aylar geçmesi lazımdı. Cengiz Han büyük bir hakikat olarak şunları söylemişti: “Bir surun kuweti, onu müdafaa eden insanların cesaretinden' ne büyük, ne de küçüktür.” Türk kumandanları, ahaliyi kendi talihlerine bırakarak, Şah’a katılmak üzere bir çıkış yapmayı tercih ettiler ve geceleyin Şah’ın askerleriyle, nehir arkının kapısından çıktılar, Amu nehrine doğru yol aldılar. Moğolları onların geçmesine izin verdi, fakat artlarından saldıkları üç fırka, nehir kenarında onlara yetişti. Türkler burada hücuma uğradılar ve hemen hepsi de kılıçtan geçirildi. Kıtaları tarafından terk edilen Buhara eşrafı, hakimleri ve imamları bir danışma meclisinde durumu tartıştıktan sonra kuşatmaya gelen garip Han’ı karşılamaya çıktılar ve şehrin anahtarlarını ona teslim . ettiler. Cengiz Han da buna karşılık halka bir şey yapılmayacağını vaat etti. Şehrin valisi, kendi askerleriyle kaleye kapandı. Moğollar hemen kaleye hücum ettiler ve kale çatısı ateş alıncaya kadar alevli oklar attılar. Şehrin geniş sokaklarını bir süvari dalgası doldurdu. Bunlar . ambarları ve erzak depolarını kırarak içeriye girdiler, atlarını kütüphanelere soktular. Keder ve ümitsizliğin son haddine gelen Müslümanlar, Kur’an sayfalarının at nalları altında parçalandığını gördüler. Bizzat Cengiz, atını şehrin büyük camiinin önünde durdurdu ve burayı Şah’ın sarayı zannederek sordu. Kendisine bunun Şah’ın sarayı değil, Allah’ın evi olduğunu söylediler. Derhal atını merdivenlere sürdü ve camiye girdi. Orada atından inerek, ön tarafında büyük bir- Kur’an duran kürsüye çıktı. Orada siyah lake zırhı ve kenarları meşinden miğferi içinde, toplanan ve bu acayip zırhlı nahoş adamı, yıldırımla vurmak için göğün ateşini bekleyen mollalara ve alimlere hitap etti: “Ben buraya, sizden orduma erzak bulmanızı emretmek için geldim. Ovada ne saman var, ne buğday! Askerlerimin de buna ihtiyacı var. Onun için ambarlarınızın kapısını açınız.” Fakat eşraf alelacele camiden çıktıkları zaman, Gobi savaşçılarını çoktan ambarlara girmiş, atlarını ahırlara sokmuş buldu-. lar. Ordunun bir kısmı çölde, içi dolu ambarın kapısında daha uzun bekleyemeyecek kadar uzun, günlerce devam eden zorlu bir yürüyüş yapmıştı. Cengiz Han camiden çıkarak, hatiplerin halkı toplayarak ilim ve mezhep meseleleri hakkında vaazlar verdikleri meydana gitti. Yeni gelenlerden biri muhterem bir seyide: “Bu adam kim?” diye sordu. Öteki sesini alçaltarak: “Sus!” dedi, “bu adam üstümüze inmiş ilahı gazaptır!” Tarihçinin anlattığına göre, Cengiz Han halka hitap^ etmesini bilen bir adamdı. Hatiplerin kürsüsüne çıktı ve Buhara halkının karşısına geçti. Önce Müslümanlara dinleri hakkında sorular yöneltti ve ağır bir tavırla da Mekke’ye kadar gitmenin hata olduğunu, zira Allah’ın kudretinin bir tek yerde değil, dünyanın her tarafında bulunduğunu izah etti. Kendisini dinleyenlerin ruh hallerini anlamakta usta olan ihtiyar Han, Müslümanların itikatlarını tahrik ederek korkularını artırdı. Cengiz, Buharalılar’a bir müşrik afet, vahşi ve garip bir kuwetin cisimleşmiş şekli gibi görünüyordu. Halbuki Buhara, surları içinde ancak zahit Müslümanlar görmeye alışmıştı. Cengiz: “Şahınızın günahları çoktur,” dedi, “ben, başka şahları nasıl ezdimse, onu da mahvetmek için Allah’ın gazabı ve afeti gibi buraya geldim. Ona ne yardım edin, ne de himayede bulunun. ” Buhara’nın zenginleri Moğolların koruması altına alındılar. Bu muhafızlar zenginleri ne gece ne gündüz yalnız bırakıyorlardı. Bunlardan bütün servetlerini getirmedikleri zannedilen bazılarına işkence edildi. Moğol zabitleri memleket şarkılarını dinlemek ve memleket dansçılarını görmek için musiki bilenlerle rakkaseleri buldurmuşlardı. Camilerde ve saraylarda ağır bir tavırla bağdaş kurmuş, ellerde kadeh, hayatları şehirde ve bahçelerde geçen bu insanların eğlencelerini seyrediyorlardı. Kaledeki muhafızlar kahramanca karşı koydular ve Moğolları gazaba sevk eden zayiata uğrattılar. Nihayet vali de, adamları da öldürüldü. Son servetler mahzenlerden, kuyulardan, gömüldükleri topraklardan çıkarıldıktan sonra, şehir halkı ovaya götürüldü. Müslüman tarihçiler, kendi milletlerinin geçirdiği bu felaketi şöyle anlatıyorlar: “Bu, müthiş bir gündü. Her tarafta birbirlerinden ebediyen ayrılmaya mecbur edilen erkeklerin, kadınların, çocukların iniltileri geliyordu. Kadınlar barbarlar tarafından kaçırılmıştı. Bu sahneleri seyreden aciz insanların ıstıraptan başka tesellileri kalmamıştı. Erkeklerden bazıları ailelerinin başına gelen bu utancı görmektense, savaşçıların üzerlerine atılmayı tercih ettiler ve mücadele ederken öldürüldüler.” Moğollar şehrin muhtelif aksamına ateş vermişlerdi. Alevler, kurumuş kilden yapılmış ve ahşap evler arasında süratle yayıldı ve Buhara’nın üzerinden güneşi örten bir duman perdesi yükseldi. Ata binmiş Moğolları yalınayak takip edemeyen esirler, yolda müthiş ıstıraplar çekerek Semerkant’a sevk edildiler. Cengiz Han, Buhara’da iki saat kalmış ve Şah’ı takip için Semerkant’a koşmuştu. Yolda Sir ordusundan bir müfrezeye ve oğullarına rast geldi. Kuzey cephesinde zapt edilen şehirleri birer birer saydılar. Semarkant, Şah’ın en korunaklı şehirlerinden biriydi. Hatta şehri çeviren bahçelerin etrafına yeni bir sur inşa etmeğe başlamıştı. Fakat Moğolların seri yürüyüşü, bu işi yarıda bıraktı. Zaten eski surlar bile oldukça korkunçtu. Bu surların kulelerle sağlamlaştırılmış on iki demir kapısı vardı. Şehri müdafaa için yirmi zırhlı fil ile yüz on bin savaşçı orada kalmıştı. Moğol ordusu, sayı bakımından muhafızlardan daha azdı. Cengiz Han, köylüleri ve Buhara’dan getirilen esirleri kendi işinde kullanmak amacıyla oraya topladı. Eğer Şah’ın adamları orada kalsaydı ve Timur Malik gibi bir adam savunma komutasını eline almış olsaydı, Semerkant daha uzun süre karşı koyardı. Fakat Moğolların seri ve düzenli hazırlıkları, Müslümanları dehşete düşürdü. Bunlar, uzaktan esir kafilelerini görünce, orduyu olduğundan çok fazla kuwetli zannettiler. Mahsurlar bir dışarı çıkma hareketi yaptılar ve Moğolların alışılmış tuzaklarından birine düştüler, hayli hırpalandılar. Bu karşılaşmada verdikleri zayiat, muhafızların maneviyatını bozdu ve imamlarla hakimler, Moğolların, surun bir kısmına hücuma hazırladıkları günün sabahı, şehrin teslimini bildirmek üzere dışarı çıktılar. Otuz bin Kankalı Türk, kendiliklerinden Moğollara katıldılar ve iltifatla karşılandılar. Bunlara da Moğol askeri elbiseleri verildi, fakat bir iki gece sonra da hepsi katledildi. Moğollar, Harzem Türklerine, özellikle kendilerine ihanet edenlere hiç güven duyamamışlardı. Moğollar, kuşatma işleri için sağlam yapılı, seçme ve usta sanat adamlarım orduya aldıktan sonra, halkın geri kalanını evlerine. dönmek üzere salıverdiler. Fakat yaklaşık bir sene sonra, bunlar da orduya davet edildiler Ye Liyu Çu Tsay, Semerkant hakkında şunları yazar: “Şehrin etrafında, birkaç yüz kilometre mesafeye kadar, meyvelikler, ormancıklar, çiçekli bahçeler uzanıyor. Su kemerleri, dereler, dört köşe havuzlar, yuvarlak göller birbirini izliyor. Semerkant hakikaten güzel bir yer... ’ ’ (Moğolların Efendisi Cengiz Han)