diorex
sampiyon

Hafız Hakkı Paşa kimdir? Hafız Hakkı Paşa kitapları ve sözleri

Osmanlı Türk Askeri Hafız Hakkı Paşa hayatı araştırılıyor. Peki Hafız Hakkı Paşa kimdir? Hafız Hakkı Paşa aslen nerelidir? Hafız Hakkı Paşa ne zaman, nerede doğdu? Hafız Hakkı Paşa hayatta mı? İşte Hafız Hakkı Paşa hayatı... Hafız Hakkı Paşa yaşıyor mu? Hafız Hakkı Paşa ne zaman, nerede öldü?

  • 06.07.2023 09:00
Hafız Hakkı Paşa kimdir? Hafız Hakkı Paşa kitapları ve sözleri
Osmanlı Türk Askeri Hafız Hakkı Paşa edebi kişiliği, hayat hikayesi ve eserleri merak ediliyor. Kitap severler arama motorlarında Hafız Hakkı Paşa hakkında bilgi edinmeye çalışıyor. Hafız Hakkı Paşa hayatını, kitaplarını, sözlerini ve alıntılarını sizler için hazırladık. İşte Hafız Hakkı Paşa hayatı, eserleri, sözleri ve alıntıları...

Doğum Tarihi: 1879

Doğum Yeri: Manastırda

Ölüm Tarihi: 15 Şubat 1915

Ölüm Yeri: Erzurum, Türkiye

Hafız Hakkı Paşa kimdir?

Hafız Hakkı Paşa (1879-1915) Manastırda doğmuştur. 1902 Enver Paşa ile aynı okuldan aynı yıl mezun olup kurmay yüzbaşı oldu.İttihad ve Terakki Partisi'ne girmiş ve 2.Meşrutiyet'in hazırlanmasında rol oynadı. 31 Mart Vaka'sı sırasında Hareket Ordusu'nda görev aldı.Daha sonra eski görevi Viyana Askeri Ateşeliği'ne döndü.Hafız Hakkı Paşa, Enver Paşa'yı dünya savaşına girmemesi için sürekli ikaz ettiği iddia edilir. Enver Paşa'ya Sarıkamış üzerinden Ruslara taarruz edilebileceği raporunu hazırlaması felaketinin başlangıcı oldu. 1915'te Erzurum'da tifüsten öldü.

Hafız Hakkı Paşa Kitapları - Eserleri

  • Bozgun
  • Rumeli Yağmalanan İmparatorluk
  • Şanlı Asker Ali Çavuş

Hafız Hakkı Paşa Alıntıları - Sözleri

  • Fransız İmparatoru Napolyon Bonapart: «Harbte rol oynayan kuvvetlerin dörtte üçü mânevidir» diyor. Ne kadar teknik üstünlüğe sahip olursa olsun mâneviyatsız ve inançsız ordular harp kazanamazlar. Bunu Allah'ı inkâr eden komünistler bile anlamışlardır. Kapattıkları kiliseleri İkinci Cihan Savaşında açarak halkı ibadetinde serbest bırakmışlardır. Harp kazanıldıktan sonra tekrar Allahsızlığa dönüldü tabi. İman bizim anladığımız mânâda, âlemlerin mutlak yaratıcısı olan Allah'a olan bağlılık ve teslimiyet olursa, hakiki yerini ancak o zaman bulmuş olur. Dini ve yatanı uğrunda şehitliğin en büyük mertebe olduğuna ve bunun Allah tarafından bir emir olarak bildirildiğine inanmış bir askerin harbte yapamıyacağı bir fedakârlık yoktur. Varlığımız için, dün olduğu gibi, bu gün de bu imanı yaşatmağa mecburuz. (Bozgun)
  • Fedakârlık ancak kuvvetli bir imandan doğar. (Bozgun)
  • Gençleştirilmiş olan ordumuzun, Hafız Hakkı Paşa'nın ölümüyle kıymetli bir uzvunu kaybettiğine şüphe yok idi. Herkes asker ve subay olabilirdi. Fakat bunların arasında kaç tanesi bilgili ve liyakatli, azim ve metanet sahibi, seciyeli bir kumandan olabilirdi. (Bozgun)
  • Üzülerek söylemek icap eder ki milletimizin ne münevverlerinde, ne de cahillerinde hakiki nurlu kuvvetli bir inan ve inanç birliği mevcut değildir. (Bozgun)
  • Hafız Hakkı Paşa «Bozgun» u Balkan Savaşı üzerine yazdığından, günün Türkiye’si hakkında kışa bir açıklama yapmak gerekmektedir. 1890 yılında II. Abdülhamid Han’ın idaresine karşı gizli bir cemiyet olarak kurulan İttihâd ve Terakki Cemiyeti, kısa zamanda gelişti. Balkanlarda en mühim kuvvet olarak II. Meşrutiyetten önce III. Ordu bulunuyordu. Balkan komitacılariyle uğraşan bu ordunun subayları çoğu genç idiler. Selânik ve Manastır'da şubeleri açılan İttihâd ve Terakki adlı bu gizli cemiyete III. Ordu'nun hemen hemen bütün subayları girdi. Binbaşı Enver, Yüzbaşı Niyazi, PostaTelgraf kâtibi Tal’ât cemiyetin en ileri kimseleriydiler. Orduya dayanmaları kuvvetlerini arttırıyordu. Kendilerine karşı gelenleri temizlemeye başladılar. Selânik Merkez Kumandanı vuruldu, Manastır Polis Şefi Sami Bey öldürüldü. Enver dağa çıkarak alenen isyan etti. Arkasından Niyazi Bey de kendi kuvvetleriyle dağa çıktı. II. Abdülhamid Han aleyhine, müthiş bir propagandaya giriştiler. İsyanı bastırmak için gönderilen Şemsi Paşa Manastır'da öldürüldü. Aynı görevle gönderilen Tatar Osman Paşa, İttihâdçılar tarafından dağa kaldırıldı. Bu hareketler üzerineII. Abdülhamid Han 23 Temmuz 1908'de II. Meşrutiyeti ilân ettiğini bildirmiştir, İlk seçimleri silâh ve dipçik zoruyla Ittihâdçılar kazandılar. Meclis-i Mebusan 17 Aralık 1908'de açıldığı zaman 266 milletvekilinden 140 tanesi Türktü. Geri kalanı azınlıkların çıkardığı milletvekilleriydi. Bunlar meclise gelince kendi emel ve gayelerinin tahakkuku için çalışmaya başladılar. Böylece Ittihâdçılarin, İttihâd-ı Anasır (İmparatorluk dâhilinde yaşayan bütün ırkları bir millet halinde birleştirme) düşüncelerinin boş olduğu görüldü. Bundan sonra Türkçülüğe sarılacaklardır. İttihâdçılar her işe karışarak, kendilerinden olmayan Kâmil Paşa'yı sadaretten uzaklaştırıp, Hüseyin Hilmi Paşa'yı tâyin ettirdiler. Bu arada ittihâdçılara karşı muhalefet genişliyordu. Muhalefete tahammülleri olmayan İttihâdçılar, gazeteci Haşan Fehmi Bey’i köprü üstünde vurdurdular. Nihayet İttihâd ve Terakki tarafından meşrutiyeti korumak üzere İstanbul'a getirilip, Taşkışla'ya yerleştirilen avcı taburları 31 Mart ayaklanmasını yaptılar. Mahmut Şevket Paşa kumandasında Selânik'ten gelen Hareket Ordusu, İstanbul’a ulaştı. Hareket Ordusunda uzun yıllar Türk askerleriyle çarpışmış ve binlerce masum halkın kanına girmiş Yunan, Bulgar, Sırp çetecileri vardı. İstanbul'daki Birinci Ordu kumandanları bu durumda Sultan Abdülhamid'den Hareket Ordusunu dağıtmak için izin istediler, hattâ ayaklarına bile kapanan paşalar olduğu halde Sultan Abdülhamid, asla Müslüman kanı dökemeyeceğini bildirmesi üzerine karşı durulmadı. Hareket Ordusu tarafından, binlerce insan öldürüldü. Yıldız Sarayı yağma edildi. 31 Mart (13 Nisan 1909) vak'ası bir çok kimseler tarafından Ittihâdçıların, SultanAbdülhamid'i devirmek için başvurdukları bir tertip olarak kabul edilmektedir. Ve ayrıca siyonizmin, İttihadçılar üzerindeki tesirine dayanarak, Filistin'in Yahudiler eline geçmesinin ancak Sultan Abdülhamid'in yıkılmasiyie mümkün olacağı noktasına işaret edilir. Hareket Ordusu Kumandanı Mahmut Şevket Paşa, duruma hâkim olunca Padişahın hal'i için karar alındı. Hal'i tebliğe memur heyet arasında Selânik milletvekili Yahudi casusu Emanuel Karaso'nun, Ermeni ihtilâlcilerinden Aram, daha sonra isyan eden Arnavut Esad Toptani Paşa gibi hainlerin bulunması, millî tarihimiz için hakikaten bir yüz karasıdır, ittihatçıların bundan sonra yaptıkları Sultan Abdülhamid'i kötüleme gayretleri zamanımıza kadar gelmiştir. Biraz sonra eserini okuyacağımız Hafız Hakkı Paşa da İttihadçılardan olduğu için, bazı yerlerde Sultan Abdülhamid'e çatmaktan kendini alamamamıştır. Bunun yanında Sultan Abdülhamid'in açtığı çeşitli okullar, kurduğu müesseseler, bayındırlık eserleri, su tesisleri, yol, köprü, İstanbul ve Çanakkale boğazları tahkimatları, dış borçların çoğunun ödenerek devleti büyük bir yükten kurtarması gibi büyük ve faydalı işlerine hiç dokunmamıştır. Sultan Abdülhamid Han'ın yerine geçen V. Mehmed Reşad, İttihatçıların her isteğine boyun eğmiştir. Bu arada emperyalist İtalya, hiç bir hakkı ve selâhiyeti olmadığı halde Trablusgârp ve Bingazi bölgemize asker çıkararak fiilen savaşa girişti. İttihadçılar’ın tecrübesizlikleri ve bilgisizlikleri yüzünden memleketöyle karışık bir hale gelmişti ki, Sultan Abdülhamid idaresi çoktan aranır olmuştu. Tarafsız münevverler bu hale sebep olan İttihadçılar’ın derhal çekilmelerini istiyorlardı. Orduda da bazı subaylar İttihadçılardan soğumuşlar ve «Halâskârân-ı Zabitân Gurubu» adiyle onlara karşı bir teşekkül meydana getirmişlerdir. Bunlara göre «Osmanlı Devleti, süratle yıkılmaktadır. Meşrutiyet gerekli şekilde tatbik edilmemektedir. Ordu siyaset dışına çıkmalıdır.» Bilhassa Rumeli'deki Arnavut subaylar bu Halâskârân Grubuna girdiler. İttihadçılar’ın daha önce yalnız Müslüman Amavutlardan silâh toplaması onları soğutan sebeplerin başında geliyordu. Sadrazam Said Paşa istifa edince, Gazi Ahmed Muhtar Paşa 22 Temmuz 1912'de Sadrazamlık mevkiine getirildi. Durumun nâzikliği dolayısiyle îttihadçı mebuslar, Muhtar Paşa'ya güven oyu vermek zorunda kaldılar.Balkan devletlerinin ittifak İçin çalışmaları Bilhassa Bulgarlar, Osmanlı Devleti'nin bu karışık durumundan faydalanıp Edirne ve Makedonya gibi yerleri almak istiyorlardı. Bunu yalnız yapamayacaklarını bildikleri için, Yunanistan, Sırbistan, Karadağ nezdinde teşebbüse geçti. Bulgaristan'ın büyümesini istemeyen Sırbistan ve Yunanistan bu teklifi önce iyi karşılamadılar. Hattâ Osmanlı Devleti ile anlaşmak istediler. Osmanlı Devleti başındakilerin ilerisini göremeyişi bu anlaşmaya mâni oldu. Osmanlı Hükümeti 1910 yılında çıkarmış olduğu kiliseler kanunu ile Sırp, Bulgar ve Yunanlıları anlaştırması onların birleşmesine âdeta yardım eder bir hareket oldu.Hâlbuki Sultan Abdülhamid Balkan milletleri arasında böyle mühim ve büyük bir ihtilâfın mevcut bulunmasa için yıllarca bu kanunu çıkarmamıştı. Kiliseler kanunu Balkan milletlerinin ittifakını temin etmiştir. İttihadçılar’ın adamı Said Paşa’nın sadaretinde yapılan gaflet ve hatalardan biri de, Sırbistan'ın Avrupa'dan getirmek istediği modern topların, Avusturya'nın geçişine izin vermemesi üzerine Selânik'ten Belgrad'a geçişine Osmanlı Hükümetinin müsaade etmesidir. Bu toplar Balkan Savaşında Türklere karşı kullanılmıştır. Bu arada ezelî düşmanımız Rusya, Balkan devletlerini, Osmanlı Devleti aleyhine kışkırtarak, onların birleşmelerini sağlamaya çalışıyordu. Bu hâdiseler cereyan ederken Harbiye Nâzırı Nâzım Paşa Rumeli'deki 120 tabur askeri (75 bin kişi) terhis etti. İtalyan savaşının devam etmesi de Balkan devletlerine cesaret verdiğinden nihayet aralarında 1912'de gizli bir anlaşma yaptılar. Bu ittifaka Bulgaristan, Sırbistan, Yunanistan ve Karadağ hükümetleri katılmışlardır. Hariciye Nâzırı Asım Bey, Balkanlıların asla tecavüz etmeyeceklerini Mecliste söylemişti. Daha sonra onun yerine geçen Ermeni Gabriel Noradunkiyanı'n da Rumeli'deki askerin terhis edilmesinde rolü vardır. Türkiye işte bu şartlar altında Balkan Savaşına giriyordu. İttihad ve Terakki, şiddetle savaşa taraftardı. Hâlbuki Gazi Ahmed Muhtar Paşa Hükümeti, Arnavutluk'ta asayişi temin edip, Makedonya'da ıslahat yaparak, Balkan devletlerine savaş bahanesi bırakmamak niyetindeydi. Balkan devletleri bunu haber alınca, derhal seferberliklerini ilân ederek sınırlarımıza asker sevkine başladılar, İtttihad ve Terakki Partisi de İstanbul'da talebeyive halkı tahrik ederek harb lehinde nümayiş yaptırdı. 8 Ekim 1912'de Karadağ Hükümetinin Türkiye'ye savaş açmasiyle, Balkan Savaşı başlamış oldu. Daha sonra Bulgaristan, Sırbistan, Yunanistan Türkiye'ye savaş açtılar. Bu durum karşısında hükümet iki cephede savaşmamak için İtalya ile 15 Ekim 1912'de Uşi anlaşmasını yaparak Trablusgarp ve Bingazi'yi onlara bırakmıştır. Bundan sonra Balkan Savaşı bütün şiddetiyle başladı. Bulgarlara karşı hazırlanan ordunun kumandanlığına Abdullah Paşa, Edirne müdafaasına Şükrü Paşa tâyin edildiler. Müttefiklerin askerî kuvveti beşyüz bin'in üzerinde olduğu halde Türk askerinin mevcudu ancak ikiyüz elli bin civarında bulunuyordu. Bulgar Başkumandanı Savof, Kırcaali bölgesindeki Türk kuvvetlerini yenerek, Kırklareli civarına yaklaştı. Burada Abdullah Paşa idaresindeki Türk kuvvetleriyle yaptığı savaşı kazanarak, Lüleburgaz'a doğru ilerlemeye başladı. Ordumuzda savaş gayretini particilik yok etmişti. Subayların politikaya karışmaları ordumuzu temelinden sarsmıştı. Bazı ittihâdçı subayları politika o hale sokmuştu ki, bunlar Başkumandan Nâzım Paşa İttihâdçı olmadığı için, muvaffak olmasın diye savaşmıyorlardı. Vatanın elden gitmesi bile onların ihtiraslarını dindiremiyor, zavallı asker arada eriyip gidiyordu. Bulgarlarla Lüleburgaz'da yapılan savaşta da mağlûp olduk. Düşman Çatalca'ya doğru ilerlemeye başladı. Diğer cephelerde durum da aleyhimizde idi. Yunanlılar kuvvetlerimizi yenip, Selâniğe girdiler. Selânik Kumandanı Haşan Tahsin Paşa, tek kurşun atmadan, kolordusu ile beraber teslim oldu.Sırplar Arnavutluğu işgal ettiler. Kasım 1912’de cephelerimiz çökmüş bulunuyordu. Yalnız Yanya, İşkodra, Edirne kahramanca müdafaada bulunuyorlardı. Türk Ordusu Çatalca hattında toplanmıştı. Bulgarlar müteaddit defalar burasını zorladılar. Fakat her defasında püskürtülüp geri çekildiler. Bu arada Yunanlılar Ege adalarını işgal ettiler. Aralık 1912'de Bulgarlarla mütareke yapıldı. Barış için Londra'da bir konferans yapılması kararlaştırıldı. Türkiye evvelce büyük devletlerin verdiği garantiye dayanarak eski sınırları üzerinde duruyordu. Savaştan önce İngiltere olsun, Fransa olsun, «Savaş sonunda hangi taraf galip gelirse gelsin, sınırlar aynı kalacaktır» demişlerdi. Bunu söylerken savaşı Türklerin kazanacağını tahmin etmişlerdi. Balkan devletleri kazanınca verdikleri bu sözü unutuverdiler. Konferans dağıldı. Edirne'de Şükrü Paşa hâlâ dayanıyordu. Halk açlıktan perişan olmuştu. Ot, kedi ve fareler bile yeniyordu. 29 Ekim 1912'de Ahmed Muhtar Paşa istifa edip, yerine Kâmil Paşa sadrâzam olmuştu. Bundan endişelenen İttihâdçılar Hükümeti yıkmaya giriştiler. Evvelâ tarafsız plan Nâzım Paşa'yı elde ettiler. Orduda nüfuzları olduğundan idareyi tamamen ele almak istediler. Bu maksatla 23 Ocak 1913'te tarihe Bâb-ı Âlî Baskım diye geçen olayı tertiplediler. Enver Bey sekiz on fedai ile bir baskın yaptı. Harbiye Nâzırı Nâzım Paşa da böyle bir şey beklemiyordu. Sert bir çıkış yapınca, bir kurşunla yere serildi. Sadrâzam Kâmil Paşa zorla istifa ettirildi. İttihâdçılar’ın isteği ile Mahmut Şevket Paşa sadarete geçti. Savaşlar tekrar başladı. Mahmut Şevket Paşa'nınsadrâzamlığı devresinde Edime, Işkodra ve Yanya kaleleri düştüler. Edirne Kalesi Kumandanı Şükrü Paşa tam 155 gün şehri kahramanca müdafaa etmiş sonunda açlık sebebiyle teslim olmuştur. Bulgar Kralı Ferdinand, kendisini tebrik edip kılıcım iade etmiştir. Esaretten kurtulduktan sonra İstanbul'a dönen Şükrü Paşa Ittihâdçı olmadığından emekliye sevkedilmiştir. Bâb-ı Âlî baskınından sonra bütün kuvvet ve kudret Ittihâdçıların eline geçmiş oldu. Fakat düşmanlara karşı hiçbir şey yapamadılar. Nihayet 30 Mayıs 1913'te tarihimizin en kötü anlaşmalarından biri olan Londra Muahedesi imzalandı. Bu muahede ile bütün Balkanlar ve Edirne elimizden çıkmış oluyordu. 11 Haziran 1913’te Sadrâzam Mahmud Şevket Paşa öldürülünce yerine Ittihâdçı Sait Halim Paşa getirildi. Mahmut Şevket Paşa'nın öldürülmesi Ittihâdçılara aradıkları fırsatı vermiş, kendilerine muhalif olanları idam ve sürgün gibi cezalarla sindirerek memlekette tam bir istibdat ve terör havası meydana getirmişlerdir. (Bozgun)
  • " İnsanların tabiatında büyük bir gaye için ölüme yürümek cüreti ve yeteneği bir değildir ." (Bozgun)
  • "İleri, daima ileri koş ki, zafer, şan, şehadet hep oradadır. Sen öyle ileri koşarsan, ruhları göklerden sana bakan ecdadının; arkandan bakan milletinin yüzü güler, sevgili vatanın şenlenir." (Şanlı Asker Ali Çavuş)
  • Asker için en kısa yol, düşmana varan yoldur. (Şanlı Asker Ali Çavuş)
  • Cenab-Hak insanları bütün hayvanlardan büyük yaratmış büyüklüğü itaat ve cesaret gibi iki kıymetli cevher ile temin etmiştir. İnsanlar ne zaman ki cesareti bırakarak itaat ile kalmış ise inek ve öküz gibi boyunduruk altına girmiş insanlığı kaybetmiştir. Ne vakit ki itati bırakarak yalnız cesaret ile kalmış ise kaplan, ayı, kurt gibi yırtıcı bir hayvana benzemiştir. (Şanlı Asker Ali Çavuş)
  • Vatanı için canını verenlere ne mutlu. (Şanlı Asker Ali Çavuş)
  • Benliğini kaybeden fertlerden meydana gelmiş böyle bir topluluk bazen bir hayal, bir orman hışırtısı, bir kasırga karşısında bile ürker. Yaprak hışırtısından darmadağınık olan kuş sürüleri gibi dağılır. (Bozgun)
  • Erkeklerimizi her vasıta ile tam sıhhatli, kuvvetli yapmağa gayret ederken, kadınlarımızın sihhati, kuvveti unutulmamalıdır. Çünkü hiçbir zaman cılız, kansız, sinirli analar sağlam evlât doğuramazlar. (Bozgun)
  • Allah bize yardım etmiyor diye kendi kusurumuzu yaradana atarız. (Bozgun)

Yorum Yaz