akademi
diorex
Turkcella
ARTUKBEY

Gilles Deleuze kimdir? Gilles Deleuze kitapları ve sözleri

Filozof Gilles Deleuze hayatı araştırılıyor. Peki Gilles Deleuze kimdir? Gilles Deleuze aslen nerelidir? Gilles Deleuze ne zaman, nerede doğdu? Gilles Deleuze hayatta mı? İşte Gilles Deleuze hayatı... Gilles Deleuze yaşıyor mu? Gilles Deleuze ne zaman, nerede öldü?

  • 10.06.2022 13:00
Gilles Deleuze kimdir? Gilles Deleuze kitapları ve sözleri
Filozof Gilles Deleuze edebi kişiliği, hayat hikayesi ve eserleri merak ediliyor. Kitap severler arama motorlarında Gilles Deleuze hakkında bilgi edinmeye çalışıyor. Gilles Deleuze hayatını, kitaplarını, sözlerini ve alıntılarını sizler için hazırladık. İşte Gilles Deleuze hayatı, eserleri, sözleri ve alıntıları...

Doğum Tarihi: 18 Ocak 1925

Doğum Yeri: Paris, Fransa

Ölüm Tarihi: 4 Kasım 1995

Ölüm Yeri: Paris, Fransa

Gilles Deleuze kimdir?

Gilles Deleuze, 18 Ocak 1925 - 4 Kasım 1995) yirminci yüzyılın ikinci yarısında yaşamış bir filozoftur. Kendi özgün düşüncesini oluştururken Spinoza, Leibniz, Hume, Kant, Nietzsche, Bergson ve Foucault üzerine monograflar yayımlamış, bu filozofların geleneksel felsefe tarihi izleğindeki konumlarına ve bu izlek dahilinde yorumlanma biçimlerine radikal eleştiriler getirmiştir. Çalışmalarında güzel sanatlar, edebiyat, matematik ve doğa bilimleri arasında çapraz geçişlerle bu farklı alanları birbirine indirgemeksizin yeni bir düşünme tarzının önünü açmıştır. Gerek kişisel çalışmalarında gerek 1969’da tanışıp uzun süre beraber çalıştığı psikanalist Félix Guattari ile birlikte rizom, çokluk, fark, olay, oluş, savaş-makinası, organsız beden, içkinlik, virtüel/aktüel, minör edebiyat, duygulam, göçebebilim gibi kavramlarla yirminci yüzyıl kıta felsefesi içerisinde yaygın düşünce hatlarının dışında özgün bir siyaset felsefesi ve etik ortaya koymuştur. Üstünde durduğu fark metafiziğinin felsefe tarihinin süregelen varsayımlarıyla olan ilişkisini tartıştığı Fark ve Yineleme (1968) ile anlamın ortaya çıkışını, biçimlerini ve yapısını incelediği Anlamın Mantığı (1969) yayımlandıkları dönemde ciddi bir yankı uyandırmış ve Michel Foucault, Anlamın Mantığı kitabını değerlendirdiği bir yazısında yirminci yüzyılın birgün Deleuzecü bir yüzyıl olarak anılacağını ifade etmiştir (Deleuze bir röportajında bu yakıştırmayı Foucault’nun kimilerini gülümsetmek kimilerini de kızdırmak amacıyla yaptığı ince bir espri olarak değerlendirecektir). Félix Guattari ile birlikte kaleme aldıkları çalışmalardan Anti-Oidipus (1972) ve Bin Yayla (1980) başlıklarıyla iki cilt halinde yayımladıkları Kapitalizm ve Şizofreni, psikanaliz, ekonomi, linguistik, antropoloji, ontoloji, etoloji, siyaset felsefesi, metalürji gibi çok geniş bir yelpazeye yayılan argümanları ve referanslarıyla yirminci yüzyılın en önemli çalışmaları arasında sayılabilir.

Hayatı

Deleuze, 1925 yılında orta sınıf muhafazakar bir ailenin çocuğu olarak Paris’te dünyaya gelmiştir. Paris’te bir devlet okulunda başladığı eğitimine Almanların Fransa işgali üzerine Normandiya’da devam etmiş, işgal sona erdikten sonra seyehat etmek için bile olsa artık pek ayrılmayacağı Paris’e yeniden dönerek hayatı boyunca çalışmalarını burada sürdürmüştür. Söz konusu işgal sırasında Deleuze’ün erkek kardeşi çeşitli muhalif faaliyetlerde bulunduğu gerekçesiyle Nazilerce tutuklanmış ve daha sonra Auschwitz’e gönderilirken trende yaşamını yitirmiştir.

Deleuze, 1944 yılında Sorbonne’da üniversite öğrenimine başlamış, burada önde gelen felsefe tarihi profesörleri Jean Hyppolite, Georges Canguilhem, Ferdinand Alquié ve Maurice de Gandillac’ın öğrencisi olmuş ve hocalarından çalışmalarının ilk ilhamlarını almıştır. Deleuze bir röportajında öğrencilik yıllarından bahsederken akademi dışından bir figür olarak Sartre’ın düşüncelerinin de bu dönemde boğucu bir biçimde Husserl ve Heidegger’in düşünceleri etrafında dönen Fransız akademisi içinde ferah bir nefes gibi geldiğini belirtir. 1948 yılında agrégation derecesini aldıktan sonra 1956 yılına kadar uzun bir dönem çeşitli liselerde öğretmenlik yapmıştır. Bir çevirmen olan eşi Denise Paul “Fanny” Grandjouan ile 1956 yılında evlenmiştir. Lisede öğretmenlik yaptığı bu dönemde Hume’un amprizmine yoğunlaştığı Ampirizm ve Öznellik (1953) kitabını yayımlamıştır.

1957 yılında Sorbonne’da ders vermeye başlamış ve on iki yıl boyunca Paris’te değişik eğtim kurumlarında çalışmıştır. Üniversitelerde ders verdiği bu dönemde yayınlarına Nietszche çalışmalarına yeni bir soluk getirecek olan Nietzsche ve Felsefe (1962) ve kısa aralarla Kant’ın Eleştirel Felsefesi (1963), Proust ve Göstergeler (1964) ve Bergsonculuk (1966) ile devam etmiştir. 1968 yılında doktora derecesi için tamamladığı iki tez çalışmasını, Fark ve Yineleme (1968) ile Spinoza ve İfade Problemi (1968) kitaplarını yayımlamıştır. Deleuze’ün uzun yıllar sürecek olan akciğerleriyle alakalı rahatsızlığının başlangıcı da bu döneme rastlar.

Deleuze 1969 yılında bir eğitim reformunun denendiği dönemde Vincennes’te bulunan Paris VIII’de kalıcı olarak öğretim görevlisi pozisyonunda çalışmaya başlamıştır. Burada daha önceden tanıdığı Michel Foucault ile arkadaşlığı perçinlenecek ve Félix Guattari ile tanışacaktır. Deleuze 1987 yılında emekli olana kadar bu üniversitede çeşiti dersler ve seminerler vermiştir. Burada verdiği derslerin bir bölümü Richard Pinhas ve bazı diğer öğrencilerinin inisiyatifiyle kaydedilmiş, yazıya dökülmüş ve internet üzerinden paylaşıma açılmıştır.

Deleuze Paris VIII’de çalışmaya başladığı yıl Anlamın Mantığı (1969) isimli çalışmasını yayımlamıştır. Félix Guattari’yle uzun yıllar sürecek olan beraber çalışmaları da bu kitabın yayımlanması sonrasına rastlamış ve ortak çalışmalarının ilk ürünü üç yıl sonra yayımlanacak olan Anti-Oedipus (1972) olmuştur. Deleuze daha sonra Anlamın Mantığı’nın İtalyanca baskısı için kaleme aldığı sunuş yazısında bu kitabının kendisi için bir dönüm noktası teşkil ettiğini ifade ederken kimi psikanalitik kavramları yeterince eleştirel ele almadığını dile getirecek ve bu noktada Anti-Oidipus’ta ortaya koyacakları yeni kavramlarda Félix Guattari’nin dönüştürücü etkisinin altını çizecektir.

Kapitalizm ve Şizofreni başlığı altında topladıkları iki ciltlik çalışmalarının ilk kısmı olan Anti-Oidipus (1972) Mayıs 68 atmosferi içerisinde siyasalın yeniden düşünüldüğü bir çalışma olarak öne çıkar. 1975’te yine Guattari ile birlikte kaleme aldıkları Kafka: Minör Bir Edebiyata Doğru çalışmalarının ardından toplam sekiz yıllık bir aradan sonra Kapitalizm ve Şizofreni çalışmalarının ikinci kısmı olan Bin Yayla'yı (1980) yayımlamışlardır. Bin Yayla’nın, Anti-Oidipus’ta çok temel önem arz eden bazı kavramlara neredeyse hiç değinmeden yeni problematikler, yeni sorular ve yeni kavramlar gündeme getirerek, kavramların durağan ve kopuk bir düzen arz ettiği kapalı bir sistemden ziyade farklı soruların ve bu soruların başlangıç, bitiş ve kesişme noktalarının durmadan yeniden tasarlandığı, bir bakıma tam da mevzubahis çalışmanın altını çizmeye çalıştığı şekliyle, “rizomatik” bir yazma ve düşünme şeklini hayata geçirdiği söylenebilir.

80'li yıllarda Francis Bacon’un resimlerini değerlendirdiği Francis Bacon: Duyumsamanın Mantığı’nı (1981), iki ciltten oluşan sinema çalışması Hareket-İmaj (1983) ve Zaman-İmaj’ı (1985) ve Leibniz monografı Kıvrım: Leibniz ve Barok (1988) çalışmalarını yayımlamıştır. Yine bu dönemde kaybettiği arkadaşı Foucault’nun ilerleme ve kırılmalarıyla düşünsel güzergahını inceleyip zaman zaman yeniden formüle edeceği Foucault (1986) monografını yayımlamıştır. Deleuze, Foucault’nun ölümünün ardından verdiği çeşitli röportajlarda Foucault’nun çalışmalarının ne denli ufuk açıcı olduğunu vurgulamış ve bir röportajında Foucault’ya onun kendisine duyduğu ihtiyaçtan çok daha fazla ihtiyaç duyduğunu ifade ederek Foucault’nun çalışmalarına duyduğu ilgi ve hayranlığı mütevazı bir şekilde dile getirmiştir.

1991’de Guattari ile son ortak çalışmaları olan Felsefe Nedir?’in (1991) yayımlamışlar ve bu yayından bir yıl sonra Guattari yaşamını yitirmiştir. Bu yıllarda Deleuze’ün akciğer rahatsızlığı da ağır ve çalışmalarını engelleyecek bir şekilde seyretmeye başlamış ve çoğunlukla edebi metinler üzerine değerlendirmelerinden oluşan Kritik ve Klinik (1993) kitabının yayımlanmasından iki yıl sonra Deleuze, 4 Kasım 1995’te evinde intihar ederek yaşamına son vermiştir.

Deleuze ölümünden kısa bir süre önce Claire Parnet ile birlikte Arte Channel için alfabe formatında kaydettikleri uzun bir söyleşi yapmış ve İçkinlik: Bir Hayat başlıklı kısa bir yazı yayımlamıştır. Yaşamının son yıllarında Deleuze’ün Marx’ın İhtişamı başlıklı bir Marx monografı üzerine çalıştığı bilinmektedir.

Deleuze’ün ölümünün ardından çağdaşları Deleuze’ün felsefe tarihini yorumlayışının ve kendi felsefesinin özgünlüğünü vurgulayan yas yazıları kaleme almışlardır. Bu yazılar arasında kuşkusuz en dikkat çekenlerden biri Jacques Derrida’nın Deleuze’ün çalışmalarıyla kendi çalışmaları arasında jestlerdeki aşikar uzaklığa rağmen tezlerde önemli bir yakınlık gözlemlediğini ve Deleuze’ün ardında tamamıyla kendisine özgü ve mukayeseye gelmeyen biz iz bıraktığını ifade ettiği 7 Kasım 1995’te Libération’da yayımlanan yas yazısıdır.

Gilles Deleuze Kitapları - Eserleri

  • Spinoza Üzerine Onbir Ders
  • Kant Üzerine Dört Ders
  • Spinoza: Pratik Felsefe
  • Proust ve Göstergeler
  • Nietzsche ve Felsefe
  • Nietzsche
  • Anlamın Mantığı
  • Liebniz Üzerine Beş Ders
  • Bergsonculuk
  • Kant'ın Eleştirel Felsefesi
  • Foucault
  • Kritik ve Klinik
  • Perikles ve Verdi
  • İki Konferans
  • Ampirizm ve Öznellik
  • Müzakereler
  • Fark ve Tekrar
  • Spinoza ve İfade Problemi
  • Sinema I - Hareket-İmge
  • Francis Bacon - Duyumsamanın Mantığı
  • Quad ve Diğer Televizyon Oyunları - Bitik
  • Bindirmeler
  • Sacher-Masoch’un Takdimi
  • Kıvrım
  • İki Delilik Rejimi
  • Issız Ada ve Diğer Metinler
  • Sinema 2: Zaman-İmge
  • Bilgi Foucault Üzerine Dersler
  • Spinoza: Düşüncenin Hızları

Gilles Deleuze Alıntıları - Sözleri

  • Ölümü yenmek söz konusudur, zira şimdiki zamandaki bu tarihten başka bir ölümsüzlük yoktur, Komşulukları ortak bir noktada birleştiren ve onları iletişime geçiren yaşamdan başka bir yaşam yoktur. (Perikles ve Verdi)
  • Filozof olarak filozof bir bilge değildir, itaat etmeyi bırakır, eski bilgeliğin yerine emri koyar, eski değerleri kırar ve yeni değerler yaratır; bütün bilimi de bu anlamda yasakoyucudur. “Onun için bilgi, yaratmadır, eseri yasa koymaktan ibarettir, onun hakikat istenci güç istencidir.” (Nietzsche ve Felsefe)
  • Bellek özünde konuşan, kendi kendine konuşan veya fısıldayan, olanları anlatan sestir. (Sinema 2: Zaman-İmge)
  • İnsan eylemleri içinde, genel bir görüşe karşıtlık yaratan her şey erdemsizlik olarak adlandırılır. (Ampirizm ve Öznellik)
  • En yüksek Prometheusçu günah budur, seçim yapmak. (Kritik ve Klinik)
  • Kant daha ilk baştan ampirik kararları ve kuramsal yargıçlığı geri çeviriyor. Salt aklın bize önerdiği tüm kavramlar hatta tüm sorular deneyimde degil, akılda bulunur... (Kant'ın Eleştirel Felsefesi)
  • “Seks, artık isminin doğrudan söylenemeyeceği şekilde saflaştırılmaya çalışılan bir dilin örtüsü altında, kendisine ne herhangi bir muğlaklık tanımak ne de soluk aldırmak isteyen bir söylem tarafından kontrol altına alınmış, adeta avlanmıştır. Modern toplumlara özgü olan şey seksi gölgede kalmaya itmiş olmaları değil, onu bir sır haline getirerek kendilerini sürekli ondan bahsetmeye adamış olmalarıdır.” Kısacası, sözce gizli kalır ama ancak çekilip çıkarılacağı koşulların seviyesine çıkmazsak; aksine, koşullarına vardığımızda sözce oracıktadır ve her şeyi söyler.. (Foucault)
  • Akıl bir süreç olarak politiktir. (Perikles ve Verdi)
  • "Kim gerçeği arar? "Gerçeği istiyorum" diyen kişi aslında ne demek ister? Proust insanın, hatta saf olduğu varsayılan bir ruhun bile doğal olarak bir doğruluk arzusunun, bir gerçeklik isteğinin olduğuna inanmaz. Gerçek yalnızca somut bir durumdan dolayı karar verdiğimizde, bizi böylesi bir arayışa iten bir çeşit şiddete maruz kaldığımızda ararız." (Proust ve Göstergeler)
  • Amprizme karşı Kant, kültürün ereklerini, akla özgü ereklerini onaylıyor. Ayrıca yalnız aklın kültürel erekleri, salt sonuncu erekler olabilir. " son erek, doğa'nın ide ile uyumu gerçekleştirme yetersiz olduğu erektir, çünkü bu erek, salt erektir". (Kant'ın Eleştirel Felsefesi)
  • Bu bakımdan Kant'ın uslamlaması üç çeşittir. Değer uslamlaması: eğer akıl sadece doğanın ereklerini gerçekleştirmeye hizmet ediyorsa, o zaman basit hayvanliga göre niçin daha üstün değere sahip olduğu iyi anlaşılmıyor. (Kant'ın Eleştirel Felsefesi)
  • Venüs'te her şey, yarım kalmış bir Hegel okuması sırasındaki bir düşle başlar. Ama söz konusu olan özellikle Platon'dur; Sade'da Spinozacılık ve kanıtlayan bir akıl varsa, Masoch'ta da Platonculuk ve diyalektik bir imgelem vardır. Masoch'un bir novellasının adı "Platon Sevgisi"dir; bu öykü II. Ludwig'le olan maceranın kaynağında yer alır. Ve burada Platoncu gibi görünen yalnızca zihinsel olana doğru yükseliş değil, bütün bir diyalektik tersine çevrilme, yer değiştirme, kılık değiştirme, ikizini ortaya çıkarma tekniğidir. II. Ludwig'le olan macerada, Masoch, başlangıçta yazıştığı kişinin erkek mi kadın mı olduğunu bilmez; sonunda bir kişi mi iki kişi mi olduğunu bilmez - ama karşısındaki fırsatın, kairos'un farkına varmış bir diyalektikçi olarak her şeye hazırdır. Platon, Sokrates'in seven gibi göründüğünü, ama daha derinlere bakıldığında sevilen olduğunun ortaya çıktığını gösteriyordu. Başka bir şekilde, mazohist kahraman otoriter kadın tarafından eğitiliyor, yetiştiriliyor gibi görünür, ama daha derinlerde kadını yetiştirip kılığını değiştiren ve kadının kendisine yönelttiği sert sözleri ona fısıldayan kendisidir. Kendini sakınmadan, işkencecisinin ağzından konuşan kurbandır. Diyalektik basitçe, söylemin bir gidiş gelişi anlamına gelmez, rollerin ve dilin dağılımındaki tepetaklak dönüşleri ve ikizini ortaya çıkarmaları izleyerek, aynı sahnenin eşzamanlı olarak birçok düzeyde oynanmasını sağlayan bahsettiğimiz türden aktarımlar veya yer değiştirmeler anlamına gelir. (Sacher-Masoch’un Takdimi)
  • Leibniz’in görkemli bir açıklaması vardır: “Bir şeyleri oturttuktan sonra limana vardığımı sanıyordum ki, ruhla beden birliği hakkında yeniden düşünmeye koyulduğumda, kendimi yeniden denizin ortasına fırlatılmış buldum.” (Müzakereler)
  • Despotlarla köleler arasındaki derin ve örtük bağ Epikuros ve Lucretius'tan beri hiç bu kadar iyi gösterilmemiştir: "Monarşik yönetim biçiminin büyük sırrı ve derin çıkarı, insanları dizginlemesi istenen korkuyu din kılığına sokarak onları aldatmakta yatar; insanlar böylece sanki kurtuluşları için savaşıyormuşcasına kölelikleri için savaşırlar." Gerçek şu ki, kederli tutku, arzuların sonsuzluğunu ruhun huzursuzluğuyla, açgözlülüğü de hurafeyle birleştiren bir karmaşadır. "Her türden hurafeyi benimsemeye hevesli olanlar, dışsal mal mülkü en ölçüsüzce arzu eden kişiler olmaktan da kurtulamazlar." Kederli ruhların desteklenmek ve yaygınlaşmak için bir despota ihtiyaçları olduğu gibi, despotun da başarıya ulaşmak için ruhların kederlenmesine ihtiyacı vardır. Her durumda onları birleştiren şey, hayata yönelik nefret ve hayata dönük hınçtır. Etika hınç insanının bir portresini çizer: her mutluluğu bir günah sayan ve sefillik ya da güçsüzlüğü biricik tutkusu haline getiren insan. "Ruhları kuvvetlendirmek yerine kırmayı bilenler, başkaları için oldukları kadar, kendileri için de katlanılmaz insanlardır. Bu nedenle pek çoğu, insanlar arasında değil de hayvanlar arasında yasamayı tercih etmiştir. Yine ebeveynlerinin azarlarına eşit bir ruh haliyle katlanamayan çocuklar ve gençler, askerlik mesleğine sığınırlar; savaşın sakıncalarını ve bir despotun otoritesine bir evin rahatlığına ve bir babanın paylamalarına tercih ederek, ana babalarından öç alabilmek uğruna omuzlarına vurulan her yükü taşırlar". (Spinoza: Pratik Felsefe)
  • Böylece yadsıma ve askıya alma süreci olarak tanımlanmış olan fetişizm, esasen mazoşizme aittir. Sadizme de ait olup olmadığı sorusu çok karmaşıktır. Şu kesindir ki, birçok sadist cinayete ritüeller eşlik eder, örneğin giysilerin, mücadele etmek dışında bir sebeple yırtılması. Ama fetişistin fetişine karşı sergileyeceği sado-mazoşist bir ikircilikten söz etmekle hata edilir; bu şekilde kolay yoldan sadist mazoşist bir kendilik edinilir. Çok farklı iki şiddeti birbiriyle karıştırmaya çok eğilimliyiz, yani fetiş karşısında mümkün olan bir şiddet ile fetişin yalnızca fetiş olarak seçimine ve fetiş haline getirilmesine yön veren bir başka şiddeti ("saç örgüsü kesenler"de olduğu gibi). Her halükarda bize öyle geliyor ki, fetiş sadizme ancak ikincil bir şekilde ve biçim değiştirmiş olarak aittir. Bu şu anlama gelir; fetiş bambaşka bir bağlama, olumsuz ile olumsuzlamanın bağlamına geçmek ve sadist yoğunlaşmaya hizmet etmek için, tek özsel ilişkisi olan yadsıma ve askıya almayla ilişkisini koparması ölçüsünde ikincil ve biçim değiştirmiş bir halde sadizme dahil olur. (Sacher-Masoch’un Takdimi)
  • Yaşamı bizzat insanın içinde özgürleştirmek gerekir zira insanın kendisi insan için bir hapsetme biçimidir. (Foucault)
  • algılanmış olmanın kendisinde tüyler ürpertici bir şey vardır, ama ne? (Kritik ve Klinik)
  • Sakin ateizmden, Tanrı’yı, onun na-mevcudiyetini ve hatta ölümünü bir sorun olarak değil, gerçek sorunların ortaya çıkarılmasının koşulu olarak ortaya koyan ve bu anlamda bunları birer kazanım olarak gören bir felsefe anlıyoruz. (Perikles ve Verdi)
  • Düşünüyorum, varım, burası tamam. Ama neyim ben; ne olarak varım? Descartes cevap veriyordu: Belirlemeyi belirlenmemişe uyguladığı için... hah işte bakın— söylediklerim çok açık hale geliyor... Descartes belirlemeyi belirlenmemiş varoluşa doğrudan uyguladığı bir işlem yapıyordu. Çabuk kurtulmak için belirlemeyi doğrudan uyguluyordu. Kant ise diyor ki: Tamam, düşünüyorum, varım. Ama neyim ben, ne olarak varım? Düşünen bir şey mi? Ama bunu hangi hakla söylüyor? Descartes duysa çok öfkelenirdi... Kant ona diyor ki: Ama sıkışıp kaldınız, elinizde belirlenmemiş bir varoluşun konması var ve onu belirlemeyle belirleyeceğinizi iddia ediyorsunuz. Bunu yapmaya hiç hakkınız yok. Elinizde bir belirleme var, elinizde belirlenmemiş varoluşun bir konumu var —hep dönüp durursunuz, ama tek bir adım ilerleyemezsiniz böyle. Burada tıkanıp kaldınız. Niçin? Çünkü buradan bir sonuca varmak için belirlenmemiş varoluşun bir töz gibi, bir şey gibi belirlenebilir olduğunu varsaymanız lazım —ve işte bu varsayıma hakkınız yok. Latincede düşünen şey (res cogitans)... (Kant Üzerine Dört Ders)
  • Sessiz kalmak çok güzel bir şey ama kalınan sessizliği de düşünmesi gerek insanın.. (Quad ve Diğer Televizyon Oyunları - Bitik)

Yorum Yaz