diorex
sampiyon

Farabi kimdir? Farabi kitapları ve sözleri

Ünlü filozof, bilim adamı, gökbilimci, mantıkçı ve müzisyen Farabi hayatı araştırılıyor. Peki Farabi kimdir? Farabi aslen nerelidir? Farabi ne zaman, nerede doğdu? Farabi hayatta mı? İşte Farabi hayatı... Farabi yaşıyor mu? Farabi ne zaman, nerede öldü?

  • 24.04.2022 20:00
Farabi kimdir? Farabi kitapları ve sözleri
Ünlü filozof, bilim adamı, gökbilimci, mantıkçı ve müzisyen Farabi edebi kişiliği, hayat hikayesi ve eserleri merak ediliyor. Kitap severler arama motorlarında Farabi hakkında bilgi edinmeye çalışıyor. Farabi hayatını, kitaplarını, sözlerini ve alıntılarını sizler için hazırladık. İşte Farabi hayatı, eserleri, sözleri ve alıntıları...

Tam / Gerçek Adı: Abū Nasr Muhammad al-Fārāb

Doğum Tarihi: MS 872

Doğum Yeri: Otrar, Kazakistan

Ölüm Tarihi: MS 950

Ölüm Yeri: Şam, Suriye

Farabi kimdir?

Farabi (Arapça: ابونصر محمد بن محمد فارابی‎ / Abū Nasr Muhammad al-Fārāb; Batı′da bilinen adıyla Alpharabius (d. 872 Fārāb – 14 Aralık 950 ile 12 Ocak 951 arası Şam), 8. ve 13. yüzyıllar arasındaki İslam'ın Altın Çağı'nda yaşamış ünlü filozof ve bilim adamı. Aynı zamanda gökbilimci, mantıkçı ve müzisyendir.

Yorumları ve incelemeleri sayesinde Farabi ortaçağ islam aydınları arasında Muallim-i Sânî ya da Hace-i Sâni (İkinci Üstad / Magister secundus) olarak bilinir. Hace-i Evvel (Birinci Üstad / Magister Primus) ise Aristo'dur. Farabi'nin hayatı selefi olduğu El-Kindi gibi çok az bilinir. Bağdat, Halep ve Mısır'da bulunduğu, hayatının önemli bir kısmında Halep'teki Şii Hamdani hanedanı tarafından desteklendiği bilinmektedir. Etnik kimliği tartışmalıdır. Kimi kaynaklara göre Fars kimilerine göre Türk kökenlidir. Ancak Farabi, bütün eserlerini Arapça yazmıştır. Farabi Aristo'nun temel eserlerinin birçoğunu Arapça'ya yeniden çevirmiş, bu eserlerin daha iyi anlaşılabilmesini sağlayan şerhler yazmıştır. Bu yanıyla hem İslam dünyasında antik felsefenin anlaşılmasını sağlamış, hem de Arapça'nın bir felsefe dili haline gelmesine büyük bir katkı yapmıştır.

Farabi'nin bu büyük katkısının yanında İkinci Üstad kabul edilmesinin ana nedeni İbn-i Haldun'a göre onun mantık alanında yaptığı çalışmalardır. Farabi, Aristo'nun 6 ciltlik temel mantık kitabı Organon'un tüm bölümlerini içeren çeviriler ve şerhler kaleme aldı ve Organon'u iki bölüm daha ekleyerek 8 kitaba çıkardı. Mantık ifadeleri, onu ifade etmek için kullanılan dil ve bilgi ile ilişkili olduğu için Farabi'nin mantık dışında dil felsefesi ve epistemoloji üzerinde de yoğun şekilde durduğu görülür. Farabi'nin diğer bir çalışma alanı Doğa felsefesi, Metafizik ve Psikoloji olmuştur. Doğa anlayışı dönemin Batlamyusçu dünya merkezli görüşüne uygundur. Farabi'nin geliştirdiği sudûr teorisi ise Neoplatoncu ve İsmaili kökenlere dayanır. Bu anlayış daha sonra İbn-i Sina tarafından geliştirildi. Farabi'ye atfedilen kitapların sayısı 100 ile 160 arasındadır.

Farabi, El-Kindi'nin kurucusu olduğu kabul edilen ve İslam felsefesi içinde rasyonal/Aristocu eğilimi ifade eden Meşşaîlik akımının ikinci kurucusudur. Pek çok takipçisi olduğu için bazı felsefe tarihçilerine göre bir Farabi okulundan söz edilebilir. Yahudi filozof Maymonides etkilendiği felsefeciler içinde en büyük övgüyü ona yapar: "Mantık hakkındaki eserlere gelince, sadece Ebu Nase el-Farabi'nin eserlerinin çalışılması yeterlidir. Onun tüm eserleri kusursuz ve mükemmeldir. O eserler incelenmeli ve anlaşılmalıdır. Çünkü o büyük bir adamdır." Batı'da Farabi'nin eserleri İbn-i Sina ve İbn-i Rüşd'ün eserlerinden daha az tercüme edilmişse de, Farabi'nin eserleri Aristo düşüncesinin yeniden anlaşılmasında merkezi bir öneme sahip olmuş, arkadan gelen felsefi zenginliğe ilk açılımı yapmıştır. İbn-i Rüşd ve Endülüslü filozoflar Farabi'yi mantık, psikoloji ve siyaset konularında önemli bir otorite olarak görürler.

Biyografi

Farabi'nin kökenine ve soyağacına ilişkin elde bulunan temel kayıtlar, diğer çağdaşlarında da olduğu gibi, onun yaşadığı dönemde yazılmış olan biyografiler değil, sonraki dönemlerde rivayetlerden veya tahminlerden yola çıkarak yazılmış olan belgelerdir. Yaşam öyküsüne ilişkin kaynaklar oldukça yetersiz ve ancak hakkında genel bir bilgi verebilecek düzeydedir. En erken ve güvenilir sayılabilecek kaynaklar ancak 6./12. yüzyıla kadar geriye gider. Farabi'nin, düşünce dünyası üzerinde önemli etkisi olmasına rağmen, ne ardılları ne izleyicileri ne de diğer araştırmacılar onunla ilgili bir biyografi hazırlamamışlardır. 6./12. yüzyıldan önceki kaynaklar iki gruptan oluşur.

(1) Farabi tarafından kaleme alınmış ve İbn Ebî Useybia (en:Ibn Abi Usaibia) tarafından saklanmış olan otobiyografik bir metin parçası. Bu metinde Farabi, antik çağdan o güne kadar mantık ve felsefe eğitiminin nasıl geliştiğini açıklar.

(2) El-Mesûdî, İbn Nedim ve İbn Havkal ile ona bir biyografi adamış olan Said el-Endülüsi'nin (d. 1070) notları.

Belli başlı Arap biyografi yazarları Farabi hakkında kapsamlı biyografiler oluşturmaya kalkıştıklarında, ellerinde o kadar az bilgi vardı ki, bu durum Farabi hakkında bilinen bazı küçük detayların üzerine kurulan tahmini öykülerden, taraflı şekilde yeniden kurulmuş yaşam öykülerine, hatta efsanelere kadar bir dizi uydurma öykünün ortaya çıkmasına neden oldu. Filozof'un sonraki dönemlerde yazılan birçok modern biyografisi de işte bu uydurulmuş malzemelerden yeniden türetildi. 6./12. yüzyıl ve sonrasına ait bu biyografiler esas olarak üç biyografi metninden oluşur, diğerleri ise bu üç metni esas alan ya da bunların sonraki yeniden kurgulamalarından ibarettir. (1) İbn Ebî Useybia tarafından temsil edilen Suriye ekolü (2) İbn Hallikan'a ait olan Wafayāt al-aʿyān wa-anbāʾ abnāʾ az-zamān (Ünlü kişilerin ölümleri ve çağın evlatlarının tarihi) adlı eseri (3) Ẓahīr-al-Dīn Beyhaki'nın (d.1097) temsil ettiği yetersiz ve efsanevi doğu ekolü.

Kendi eserlerinden tesadüfen elde edilmiş bilgilere göre zamanının önemli bir kısmını Bağdat'ta Yuhanna bin Haylan, Yahya bin Adi ve Abu İshak İbrahim el-Bağdadi gibi hristiyan alimlerle geçirmiş olduğu rivayet edilir. Daha sonra ise Şam, Suriye ve Mısır'da yaşamış ve 950-1 yıllarında Şam'da ölmüştür.

Farabi'nin hayatı ve ölümü üzerine çok sayıda hikaye aktarılmış olmasına rağmen, bunların çoğu güvenilir değildir. Farabi'nin El-Medinetü'l-Fazıla (Türkçe: Fazilet Şehri:Toplumun İlkeleri Üstüne Kitap) adlı elyazmalarındaki bazı notlardan öğrenebildiğimiz kadarıyla 942 yılı Eylül'üne kadar Bağdat'ta kaldı, daha sonra Bağdat'tan ayrılıp Suriye'ye, Halep'e gitti, bir dönem Halep'te de yaşadı ve dersler verdi. Daha sonra Mısır'ı ziyaret etti ve El-Medinetü'l-Fazılasını özetleyen 6 bölümü 948'de Mısır'da kaleme aldı. Ardından Suriye'ye geri döndü. Suriye'deki Hamdani hanedanından Seyfüddevle'nin koruması altında kaldı ve onore edildi. Bu ilişki sonraki dönem biyografi yazarları tarafından süslenmiştir. Aynı dönemlerde yaşamış olan tarihçi El-Mesûdî'ye göre 339 yılı Recep ayında (14 Aralık 950 ile 12 Ocak 951 arası) Şam'da ölmüştür.

Bu dönemde Suriye'yi kontrolü altında tutan Hamdani hanedanı Şii eğilimli bir hanedandı. Seyfüddevle'nin Farabi'ye büyük saygı duyması ve onu koruması Henry Corbin'e göre nedensiz değildir. Farabi'nin felsefesi ile Şii imamların nübüvvet ve vahiy temelli öğretileri arasında önemli ortaklıklar vardır. Henry Corbin, bu tarihsel ve felsefi değerlendirmelerden yola çıkarak Farabi'nin Şii olduğunu ileri sürer.

Tam adı hemen tüm kaynaklarda, özellikle de en eski ve güvenilir olanlardan biri olan El-Mesûdî'nin kabul ettiği gibi Ebu Nasr Muhammed bin Muhammed el-Farabi'dir. Ancak Farabi'ye ait bazı el yazmalarında Ebu Nasr Muhammed bin Muhammed el-Tarkanî olarak da geçer. Buradaki Tarkan ailevi kökeni ya da bir unvanı belirtmekte kullanılan bir nisbet (en) gibi durmaktadır. Farabi'nin yaşadığı dönemde ve hemen sonrasında büyükbabasının adına ilişkin bir şey görünmemesine karşın, sonraki dönem metinlerinde şaşırtıcı şekilde Farabi'nin soyağacına ilişkin yeni bir isim belirir: Avzalağ. Avzalağ, İbn Ebî Useybia'ya göre Farabi'nin dedesinin adıyken, İbn Hallikan dedesinin babası olduğunu ileri sürer. Bu iki yazar aynı dönemlerde yaşamış olmalarına karşın Avzalağ ismini ilk kullanan İbn Ebî Useybia'dır, İbn Hallilan ise nasıl telaffuz edildiğini yazmıştır. Modern Türk yazarlar ve bazı başka kaynaklar ise, yeterli bir açıklama yapmaksızın ismin Avzalağ şeklinde değil Uyluğ şeklinde telaffuz edilmesi gerektiğini yazarlar.

Doğum yeri

Doğum yeri bazı kaynaklarda Büyük Horasan'daki Faryab olarak bazı kaynaklarda ise bugün Kazakistan topraklarında bulunan Seyhun kıyısındaki Farab şehri olarak gösterilir. Farabi ile hemen hemen aynı dönemlerde yaşamış olan İbn Havkal Farabi'nin ölümünden 27 yıl sonra yazdığı Yollar ve ülkeler (el-mesâlik-ü ve 'l-memâlik) adlı eserinde Farabi'nin küçük bir kale olan Vesic'de doğduğunu söyler. Vesic küçük bir yer olduğu için nisbesinde bağlı olduğu Farab şehrini kullanmış olmalıdır. Buna karşın İbn-ül Nedim ve Beyhaki Horasan'daki Faryab'ı işaret ederler. Farabi'nin etnik kökeninin Türk mü Fars mı olduğu çerçevesindeki tartışmaya benzer şekilde doğum yeri konusunda da bir tartışma süregelmiştir. Buna göre Fars kökenli olduğunu söyleyenler Büyük Horasan'daki Faryab'da doğduğunu, Türk kökenli olduğunu söyleyenler de daha doğuda, şimdiki Kazakistan'daki Farab'da doğduğunu ileri sürerler.

Eski Farsça'da Pārāb (Hudûd el-âlem'de belirtildiğine göre) ya da Fāryāb (Pāryāb da denilir), "nehir yatağını değiştirerek sulanmış toprak" anlamında kullanılan yaygın bir yer adıdır. 13. yüzyılda ise Farab, Seyhun kıyısındaki Farab şehrinin adı olarak bilinir.

Etnik kökeni

Farabi'nin etnik kökenine ilişkin farklı görüşler vardır. Dimitri Gutas'a göre "[...] sonuç olarak, Farabi'nin etnik kökenini bulmaya çalışmak, bu konuda karar vermek için yeterli delil olmadığı için, yararsız bir çabadır." David C. Reisman'a göre [...] bu biyografik olgular karanlıkta kalmış, önemli olmayan ayrıntılardır, ancak yine de ortaçağ biyografi yazarlarının yaptığı gibi hayali öykülerle bezenmiş abartmalara veya modern yazarların yaptığı gibi eserlerinin uydurma yorumlarından yola çıkarak Farabi'nin etnik kimliği ve dinsel aidiyetine ilişkin bir çekişmeye girilmesine karşı durmalıyız." Oxford Encyclopaedia of African Thought 'a göre ise "[...] Farabi'nin kökeni kendi yaşadığı dönemde veya 950'deki ölümünden kısa süre sonra kimse tarafından kayda geçirilmemiş olduğu için, onun etnik kökenine ve doğum yerine ilişkin kayıtların hepsi rivayetlere dayanmaktadır."

Fars kökeni teorisi

Ortaçağ Arap tarihçisi ve Farabi'nin "ʿOyūn" adlı ilk biyografisinin yazarı olan İbn Ebî Useybia, Farabi'nin babasının Farslı olduğunu yazar. Yine 13. yüzyılda yaşamış olan ve Farabi'nin erken dönem biyografilerinden birini yazan Şemseddin eş-Şehrezûrî''ye göre Farslı bir ailede dünyaya gelmiştir. Ayrıca Farabi'nin, eserlerinde Farsça ve Soğdca çok sayıda kaynak ve dipnot kullanmasına, hatta Yunanca'dan alıntılar yapmasına karşın, ilginç şekilde Türkçe'den hiçbir alıntı yapmamıştır. Farabi'nin ana dili Soğdca veya Türki dillerden biri de olabileceği gibi Farab'ın ahalisinin konuştuğu dil de olabilir. Muhammad Javad Mashkoor ise Farsça konuşan Orta Asya kökenli olduğu şeklinde bir argüman geliştirmiştir. Fars kökeni benzer şekilde başka kaynaklarda da ileri sürülmüştür.

Türk kökeni teorisi

Farabi'nin Türk kökenli olduğunu ileri süren en eski kaynak İbn Halikan (ö. 1282) olmuştur. Farabi'nin Fars kökenli olduğunu ileri süren Useybia'nın çağdaşıdır ve 669/1271'de tamamladığı ""Wafayat" adlı eserinde Farabi'nin bugün adı Otrar olan Farab kenti yakınındaki Wasij köyünde, Türk bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldiğini yazar. İbn Halikan'ın takipçisi olan modern yazarlar İbn Halikan'ı referans alarak Farabi'nin Türk olduğunu yazarlar. İbn Halikan'ın Farabi için "el Türk" lakabını kullanmış olması Dimitri Gutas gibi yazarlar tarafından eleştirilmiştir. Bu eleştirilerde Farabi'nin hiçbir zaman böyle bir lakap kullanmadığı ileri sürülmüştür. Halbuki, İbn Halikan'ın izleyicisi Ebu el-Fida aslında İbn Halikan'ın kullandığı "el Türki" ifadesinin sadece "o bir Türk idi" "wa-kāna rajolan torkīyan" şeklinde tanımlamak için kullanılmış olduğunu yazar. "

Yaşadığı dönemin kültürel iklimi

Farabi'nin nasıl bir fikir çerçevesinde yetiştiği açık değildir. Ancak memleketi Samanîlerin kontrolü altında bulunuyordu. Bu sülaleye mensup hükümdarların himayesinde Maveraünnehir'de Yeni İran edebiyatı ortaya çıkmıştır. Bu dönemde Fars edebiyatının kurucusu sayılan Rudeki (en:Rudaki) başta olmak üzere pek çok şair yetişmiştir. Bunların arasında eserleri bugüne ulaşmamış olan Şehid-i Belhi gibi şair filozoflar da bulunur. Ülke bu dönemde düşünsel akımların gelişmesi açısından son derece verimli idi. Farabi'nin doğum yeri olan Farab da (eğer bu iddia doğruysa) yazar yetiştirmek açısından oldukça bereketliydi. Örneğin Sahâh-ül-Cevheri adlı Arapça sözlüğün yazarı İsmail bin Hammâd-il-Cevher'î (ö. 1003) ve Dîvân-ül-edeb yazarı Ebû İbrahim İshak bin İbrahim-il-Farabi (ö. 961) de bu şehirden çıkmıştır. Farabi islam ülkelerinin merkezi Bağdat'tan uzak, fakat düşünce hareketleri bakımından çok canlı ve verimli bir bölgede yetişmiştir.

Farabi ve sonraki dönemin kültürel atmosferi oldukça kozmopolittir. Bu atmosferde inanç farklılıklarına bakmaksızın, müslüman, hıristiyan, yahudi ve paganların düşünceleri yer edinebiliyordu. Farklı inançlardaki alimlerin ortak paydaları kadim ilimlerin (el-ulûmu'-evâil) tüm insanlığın ortak malı olduğu ve hiçbir gruba maledilemeyeceği şeklindeki bir düşünce biçimiydi. Hristiyan alimlerden ders alan Farabi, başka hristiyan alimlere de dersler verdi. Örneğin önemli bir hıristiyan çevirmen ve mantıkçı Yahya bin Adiyy'in (ö. 974) öğretmenidir. Yine dilbilimci İbn Serrac'a da mantık ilmini öğretmiştir, ondan da gramer (nahiv) öğrenmiştir.

Eğitimi

Farabi,

Farabi Kitapları - Eserleri

  • Var mısın ki Yok Olmaktan Korkuyorsun?
  • İdeal Devlet
  • Mutluluğun Kazanılması
  • İlimlerin Sayımı
  • Es-Siyasetü'l-Medeniyye veya Mebadi ül-Mevcudat
  • Farabi'nin Üç Eseri - Mutluluğu Kazanma, Eflatun Felsefesi, Aristo Felsefesi
  • Kitâbü’l-Burhân
  • Harfler Kitabı
  • İlimlerin Sayımı
  • Din Üstüne
  • Füsusü'l Hikme - Hikmetin Özleri
  • Eflatun Kanunlarının Özeti
  • Âdabu'l-Mulûkiyye Ve'l Ahlaku'l-İhtiyariyye
  • El-Medinetü'l-Fadıla (Felsefi Piyes)
  • Mantığa Giriş Risaleleri
  • Mantıkta Kullanılan Lafızlar
  • Kategoriler ve Retorik
  • Uyünu'l-Mesail
  • Fusulü’l - Medeni
  • Felsefenin Temel Önermeleri

Farabi Alıntıları - Sözleri

  • İçinde olanı veya içinde amaçladığını başkasına bildirme ihti­yacı duyduğunda ilk önce istediği şeye delalet etmek için onu anlatmayı istediği kimseler karşısında -şayet anlatmayı istediği kimse onun işaretini görecek durumdaysa- işareti kullanmıştır; sonra da seslenmeyi (tasvit) kullanmıştır. Seslenmelerin ilki, nidadır. Kuşkusuz maksadını anlatmak istediği kimse, nida sayesinde, anlatmayla kastedilen şeyin başkası değil de o olduğunun farkına varır (Harfler Kitabı)
  • ... Nihai mükemmellik mutluluktur. (İdeal Devlet)
  • Hakkında tasdik oluşturulması amaçlanan şeyde zorunlu olarak onun daha önceden tasavvur edilmiş olması gerekmektedir. Tasavvuru amaçlanan her şeyin daha önceden tasavvur edilmiş olmasının gerekmediği zannedilebilir. (Kitâbü’l-Burhân)
  • "Emir Seyfüddevle oturmasını söyler. Fârâbi, "Nereye oturayım, benim yerime mi senin yerine mi?" Diye sorar. Emir Seyfüddevle de "Layık olduğun yere otur" der. Fârâbi gider emirin yanına oturur." (Uyünu'l-Mesail)
  • diğer bir kısmı için sebeptir. Çoğu zaman bir şeyin yakın sebebi verilir ama orada hala o şeyin niçin olduğuna ilişkin soru varolmayı sürdürür. Bunun örneği şudur: "Niçin ikiz- kcnarın açılan iki dik açıya eşittir?" Bunun yakın sebebi, onun üçgen oldu­ ğunu söylemekle belirtilmiş olur. Fakat hala şu açıklamayı yapana kadar so- ru varlığını sürdürür: "Çürıkü ikizkenarın açıları, diğer kenarı çıkartıldığın- da, kenarlarından birinin iki yanından çıkan iki açıya eşittir; [zira) düz bir çizgi üzerinde dik olan düz bir çizginin iki yanında oluşan her iki açı, iki dik açıya denktir." Böylece konu hakkında onun niçin böyle olduğu şeklinde bir soru kalmamış olur. Bundan dolayı sebebi bilinmek istenen hiçbir şeyde, onun niçin olduğu sorusunun devam ettiği bir cevapla yetinmemek gerekir. Ya mutlak olarak ya da her hangi bir şeyde varlığı zorunlu olmayana ge- lince, bu, iki sınıftır. Bunlardan biri, çoğu zaman varolan ya da çoğu konu için varolan yahut da her iki durumu birden kendisinde toplayandır. lkinci- si ise, daha az ya da eşit olarak varolan dır. Bu ikincinin iki kısmını kesinlikle hiçbir ilim incelemez. Çoğunlukla varolanı ise, pek çok ilim inceler. Bu nite- likteki öncüllerin bizzat sonuçlan da bu niteliktedir. Bu nitelikteki sonuçları bizzat intaç eden kıyasların öneilileri de bu niteliktedir. Bunlar, pek çok di- siplinde zorunlularla birlikte düşünülür ve onlar gibi işlev görür. Bunlarda sadece zatiliğin gerçekleşmesi ve ilimlerde kullanılmaları gerekir. (Kitâbü’l-Burhân)
  • Dünyayı güzelleştirebilmek için ne olmamız gerekiyorsa mutlaka ve mutlaka o olmamız gerekiyor. (Var mısın ki Yok Olmaktan Korkuyorsun?)
  • İnsani amel; dünya hayatında amaçlanan hedefe ulaşmak için güzeli ve faydalıyı seçmek ve zararlı şeylerin yolunu kapatmaktır. İnsani amele akıl kılavuzluk eder ve yol gösterir. Bu akıl ise tecrübeler ve insanlarla olan ilişkiler neticesinde elde edilir. (Füsusü'l Hikme - Hikmetin Özleri)
  • Mutluluk, insan ruhunun varlık bakımından, güç alacağı bir maddeye ihtiyaç duymadığı bir mükemmellik derecesine ulaşmasıdır. (İdeal Devlet)
  • Sonunda bize bir şey katmayacak olanın peşine neden takılalım? (Var mısın ki Yok Olmaktan Korkuyorsun?)
  • Var mısın ki yok olmaktan korkuyorsun? (Var mısın ki Yok Olmaktan Korkuyorsun?)
  • "Demek ki mükemmelliğe bir nebze olsun erişebilmek için, her insan diğer insanlar arasında yaşamaya ve onlarla ilişki kurmaya mecburdur." (Mutluluğun Kazanılması)
  • Bu kentin yöneticisi, öteki mevcudatın varlığı kendisi sayesinde olan İlk Sebeb’e benzer. (Es-Siyasetü'l-Medeniyye veya Mebadi ül-Mevcudat)
  • “Kötü şehir ve kötü halkın oluşturduğu topluluk, servet ve zenginliği, zorunlu şeyleri veya onların yerine geçen altın ve gümüş parayı bolca elde etmek, sırf zenginlik tutkusundan ve cimrilikten dolayı ihtiyaçların ötesinde bir birikim sağlamak için işbirliği yapan, insanın bedeni varlığı için zorunlu olanın dışında herhangi bir harcamada bulunmayan topluluktur...Onlara göre en üstün kişi, zenginlikte en ileriye gitmiş ve zenginliğin elde edilmesinde en becerikli olan kişidir....Zenginliğin kazanılması, zorunlu ihtiyaçların sağlanmasındaelverişli olan yollar yani çiftçilik, hayvancılık, avcılık soygun gibi bütün yöntemler ile ticaret ve kiralama gibi iradi anlaşmalar kanalıyla olur. (Es-Siyasetü'l-Medeniyye veya Mebadi ül-Mevcudat)
  • Birleşimi “sınırlama” veya “haber verme” birleşimi olup da parçası bütünün bir parçasını gösterenleri, mantıkçılar, “söz” diye adlandırmaktadırlar. Birleşimi “haber verme” birleşimi olanlara ise mantıkçılar “kesin söz”, “önerme” ve “hüküm/yargı” adını verirler (Mantığa Giriş Risaleleri)
  • Hakiki filozof, daha önce zikredilendir. Eğer bu mertebeye ulaştıktan sonra kendisinden yararlanılmazsa, faydalı olmaması onun hatası değildir; bu onu dinlemeyen veya dinlemesi gerektiğini düşünmeyenlerin hatasıdır. (Mutluluğun Kazanılması)
  • "Özgür insan hiçbir şeyi köle gibi öğrenmemeli. Bedene zorla yaptırılan işlerin bedene bir zararı olmasa da zorla öğrenilen hiçbir şey kafada kalmaz.” (İdeal Devlet)
  • "Bir ayıba alışmak o ayıptan daha kötüdür." (Âdabu'l-Mulûkiyye Ve'l Ahlaku'l-İhtiyariyye)
  • Sorgulama ve eleştiri; çoban-sürü metaforu ile yetiştirilmek istenen gençlere başta oldukça yadırgatıcı gelir. Felsefeyi kaygıları paylaşmak ve düşünce tarihinin seçkin zihinleriyle yolda/ş olmak olarak tanımlayan bizler için bu yadırgatıcı tutumun aslında müspet bir yanı vardır. (İlimlerin Sayımı)
  • noksandır. çünkü bir zıdda sahip olan her şey, bir eksikliğe ('adem) sahiptir. iki zıd­dın anlamı bu olduğu için, onlar karşılaşırsa veya birleştirilirse, onların her birisi, diğerini iptal eder. bu bakımdan o, kendi varlığı için, zıddının yokluğuna (zeval) muhtaçtır. aynı şekilde. onun varlığı için bir engel mevcuttur; dolayısıyle, o, bizzat tek başına. kendi varlığı bakımından ye­terli değildir. hiçbir eksiği ('adem) bulunmayanın, hiçbir zıddı da yok­tur. kendi zatı dışında herhangi bir şeye asla ihtiyacı olmayanın da hiçbir zıddı yoktur. (Fusulü’l - Medeni)
  • "Hareket için bir zaman başlangıcı ve sonu olması uygun değildir, devridaim hâlinde olması gerekir ve devingen hâl için de onu harekete sevk edecek bir hareket ettiriciye ihtiyaç vardır." (Uyünu'l-Mesail)

Yorum Yaz