diorex
ARTUKBEY

Ernst Cassirer kimdir? Ernst Cassirer kitapları ve sözleri

Alman Filozof Ernst Cassirer hayatı araştırılıyor. Peki Ernst Cassirer kimdir? Ernst Cassirer aslen nerelidir? Ernst Cassirer ne zaman, nerede doğdu? Ernst Cassirer hayatta mı? İşte Ernst Cassirer hayatı... Ernst Cassirer yaşıyor mu? Ernst Cassirer ne zaman, nerede öldü?

  • 10.08.2022 16:00
Ernst Cassirer kimdir? Ernst Cassirer kitapları ve sözleri
Alman Filozof Ernst Cassirer edebi kişiliği, hayat hikayesi ve eserleri merak ediliyor. Kitap severler arama motorlarında Ernst Cassirer hakkında bilgi edinmeye çalışıyor. Ernst Cassirer hayatını, kitaplarını, sözlerini ve alıntılarını sizler için hazırladık. İşte Ernst Cassirer hayatı, eserleri, sözleri ve alıntıları...

Doğum Tarihi: 1874

Doğum Yeri:

Ölüm Tarihi: 1945

Ölüm Yeri:

Ernst Cassirer kimdir?

20. yüzyılın önemli filozoflarından biri olarak gösterilen Ernst Cassirer, 1874'de Breslau'da doğmuştur. 1892'de Berlin'de hukuk öğrenimine başlamış, ancak daha sonra eğitim alanını Alman Edebiyatı ve felsefe olarak değiştirmiştir. 1894'de hocası George Simmel vasıtasıyla, Hermann Cohen'in yazılarıyla tanıştıktan sonra Cassirer 1896'da Marburg Üniversitesi'nde Cohen'den felsefe eğitimi almaya başlar. 1899'da Cohen'in yanında doktorasını Descartes' Kritik der mathematischen und naturwissenschaftlichen Erkenntnis (Descartes'ın Matematiksel ve Doğabilimsel Bilgi Eleştirisi) tezi ile tamamlar. Bu süreçte, Yenikantçı Marburg okuluna katılır ve Cohen'in yanında, Paul Natorp ile de çalışır. Onun 1902'de yazdığı ve önemli bir Leibniz yorumu olarak kabul edilen Leibniz' System in seinen wissenschaftlichen Grundlagen (Bilimsel Temelleri İçinde Leibniz'in Sistemi) eseri, Cassirer'in ilk bağımsız çalışmasıdır. İlk cildi 1906'da yayınlanan ve bilgi probleminin tarihi üzerine aydınlatıcı bir eser olan üç ciltlik Das Erkenntnisproblem in der Philosophie und Wissenschaft der neueren Zeit (Yeniçağ Bilimi ve Felsefesinde Bilgi Problemi) çalışması Cassirer'in doçentlik tezidir. Bu eserin ilk iki cildi felsefî ve doğabilimsel bilgiyi, 1920'de yayınlanan üçüncü cildi Kant sonrası sistemleri konu alır. 1906 da doçent olan Cassirer, Hamburg üniversitesine çağrıldığı 1919 yılına kadar, Berlin Üniversitesi'nde görev yapmıştır. Zamanının düşünce perspektifine göre çığır açıcı olarak görülebilecek ve bilgi ve bilim teorisi nitelikli bir inceleme olan Substanzbegriff und Funktionsbegriff (1910) (Töz ve Fonksiyon Kavramları), onun kendi bilgiteorisel düşüncelerini yansıtır. Yine bu bağlamda o, fizikteki gelişmeleri, klasik fizikten modern fiziğe geçişi çok ayrıntılı inceler ve bilgi teorisi açısından yorumlar. Zur Einstein'schen Relativitatstheorie (1921) (Einstein'ın Rölativite Teorisi Üzerine) eseri, modern fizikteki gelişmeleri bilgi teorisi açısından inceleyen ve bu gelişmelerin bilgi teorisine etkilerini yorumlayan ilk felsefî çalışmalardan biridir. O, bu çalşmasını yaparken, Einstein ile de yazışmıştır. Berlin'de bulunduğu süre içinde Cassirer 1912'den itibaren Kant'ın eserlerinin basımı ile uğraşmıştır. Bu esnada yazdığı Kants Leben und Lehre (Kant'n Yaşamı ve Öğretisi) (1918), Kant üzerine derinlemesine ve ayrıntılı bir çalışmadır. Cassirer'in Berlin dönemindeki eserlerinde biri de, Alman zihin tarihi üzerine farklı bir çalışma olan Freiheit und Form (Özgürlük ve Form) (1916)'dur. Cassirer'in asıl düşünce çizgisi, Hamburg Üniversitesi'nde göreve başladıktan sonra netleşir. Özellikle onun Warburg kütüphanesi çevresinde toplanan bilim adamlarıyla ve kütüphanenin kültürel ortamıyla tanışması, bu konuda asıl belirleyici faktör olmuştur. Onun felsefî sistemine de adını veren temel eserleri; Philosophie der symbolischen Formen I, Die Sprache, (1923) (Sembolik Formlar Felsefesi I, Dil); Die Philosophie der symbolischen Formen II, Das mythische Denken (1925) (Sembolik Formlar Felsefesi II, Mitik Düşünme); Philosophie der symbolischen Formen III, Phanomenologie der Erkenntnis, (1929) (Sembolik Formlar Felsefesi III, Bilginin Fenomenolojisi), bu ortamda en verimli zeminini bulmuştur. Cassirer'in Hamburg'ta yaşadığı süre içinde yaptığı çalışmalardan bazıları ise şunlardır: Die Begriffsform im mythischen Denken (Mitik Düşünmede Kavram Formu), Sprache und Mythos (Dil ve Mitos), Individuum und Kosmos in der Philosophie der Renaissance (Rönesans Felsefesinde Evren ve Birey), Die Philosophie der Aufklärung (Aydınlanma Felsefesi). Cassirer 1933'e kadar Hamburg Üniversitesi'nde felsefe profesörü olarak hayatını sürdürür. 1929-1930 yıllarında bu üniversitenin rektörlüğünü de yapar. Bu göreviyle o, bir Alman üniversitesindeki ilk Yahudi rektör vasfını da kazanır. Ancak nasyonal-sosyalistlerin iktidara gelmelerinden sonra İngiltere'ye göç eder ve misafir öğretim üyesi olarak 1933-1934 yıllarında Oxford'ta ders verir. 1935 yılında İsveç'e giden Cassirer Göteborg Üniversitesi'nde felsefe profesörlüğü yapar. 1939'da İsveç vatandaşlığına kabul edilir. ABD'ne göç edene kadar yaptığı çalışmalardan bazıları ise şunlardır: Determinismus und Indeterminismus in der modernen Physik (Modern Fizikte Determinizm ve İndeterminizm), Descartes, Zur Logik der Wissenschaften (Kültür Bilimlerinin Mantığı Üzerine), Die Platonische Renaissance in England und Schule von Cambridge (Cambridge ve İngiltere'de Platonculuğun Yeniden Doğuşu) Wesen und Wirkung des Symbolbegriffs (Sembol Kavramının Özü ve Etkisi) Philosophie und exakte Wissenschaft (Felsefe ve Kanıtlamacı Bilim). 1941'de ABD'ne göç eden Cassirer Yale ve Columbia üniversitelerinde felsefe dersleri verir. 1944'de İngilizce olarak yayınladığı An Essay on Man (İnsan Üstüne Bir Deneme) eserinde hem kendi felsefî düşüncelerinin çok genel bir özetini verir, hem de kültüre antropolojik açıdan bir bakış sergiler. Ölümünden bir yıl sonra yayınlanan The Myth of State (Devlet Efsanesi)'de, hem devlet kavramına farklı bir bakış, hem siyasal düşüncenin tarihsel gelişiminin farklı bir yorumu, hem de nasyonal sosyalizm üzerine felsefî değerlendirmeler yer alır. Cassirer 1945'te Amerika'da hayata veda etmiştir.

Ernst Cassirer Kitapları - Eserleri

  • Dil ve Mit
  • Rousseau, Kant, Goethe
  • Kant'ın Yaşamı Ve Öğretisi
  • Devlet Efsanesi
  • Sembolik Formlar Felsefesi 1 - Dil
  • İnsan Üstüne Bir Deneme
  • Sembol Kavramının Doğası
  • Sembolik Formlar Felsefesi II - Mitik Düşünme
  • Kültür Bilimlerinin Mantığı Üzerine
  • İnsan Nedir?
  • Rölativite Teorisi Üzerine
  • Rönesans Felsefesinde Birey ve Evren
  • Sembolik Formlar Felsefesi 3
  • Language and Myth

Ernst Cassirer Alıntıları - Sözleri

  • Inanan, kendi inancını başkalarına bildirmelidir. O, inancın gerçekten sağlam olması için, inancını kendi dini tutkusuyla ve heyeca­nıyla doldurmak zorundadır. (Kültür Bilimlerinin Mantığı Üzerine)
  • İnsan dili, asıl özünde mecazidir. Teşbih ve benzetmelerle doludur. İlkel anlığının bu teşbihleri yalnızca mecazi bir anlamda anlama gücü yoktur. O, onları birer gerçeklik olarak ele alır ve bu ilkeye göre düşünüp eylemde bulunur. İşte bizi atalara tapınmanın başlangıçtaki ilk biçimlerinden, insanlara tapınmadan bitki ve hayvanlara ve sonunda doğadaki büyük güçlere tapınmaya mecazi adların, bu sözcüğü sözcüğüne yorumu götürmüştür. İlkel toplumda yeni doğan bir çocuğu bitkilerin, hayvanların, yıldızların ya da öteki doğal nesnelerin adları ile adlandırmak, ortak ve yaygın bir alışkan­lıktır. Erkek çocuk, «Kaplan» ya da «Aslan», «Kuzgun» ya da «Kurt»; kız çocuk ise, «Ay» ya da «Yıldız» diye adlandırılır. Tüm bu adlar kö­kenlerinde, insanlara yüklenmiş bazı kişisel nitelikleri dile getiren epitheta ornantia'*lardan başka bir şey değildiler. İlkel anlığın, tüm te­rimleri sözcüğü sözcüğüne anlama eğilimi yüzünden, bu tamamlayıcı adların ve mecazi unvanların yanlış yorumlanması kaçınılmazdı. İşte, doğaya tapınmanın gerçek kaynağı budur. Örneğin, «Şafak» sözcüğü birisi için geçerli bir ad olarak bir kez kullanıldığında, bu şekilde dik­kati çekmiş olan kişi ile ilgili gelenekler, yabanılın eleştirici olmayan anlığında şafakla özdeşleştirilecek ve onun serüvenleri, şafak olayına en uygun bir biçim içinde yorumlanacaktır. Ayrıca, bu adın ya yakın kabilelerin üyeleri ya da aynı kabilelerin değişik zamanlarda yaşamış olan üyeleri tarafından taşınmış olduğu bölgelerde, şafağa ilişkin ay­kırı birtakım soy ilişkileri ve çelişkili bazı serüvenler anlatılacaktır (Devlet Efsanesi)
  • Mitoloji en yüksek anlamda, zihinsel etkinliğin tüm olası sahalarında dilin düşünce üzerine uyguladığı güçtür. (Dil ve Mit)
  • Modern "sembolik mantığın" kurucularından biri olan George Bole, "for­mel bilim" kavramının, daha sonra "soyut" matematiğin gelişimiyle tam olarak onaylanan anlamıyla belirledi. O, analiz süreçlerinin ge­çerliliğinin, mevcut sembollerin yorumlanmasına değil, onların bağlantı yasalarına bağlı olduğunu ifade eder. "Seyir" problemindeve kavramında özetlenen güçlüklerin hepsinin, son on yılda matematiğin içinde tekrar filizlenip burada önemli bir yer işgal etmesini, ilk başta çok hayret verici olarak görmek gerekir. Şimdilik ise bu kavganın nasıl sonuçlanacağı belli de­ğildir ve bu kavgayla, matematik ve mantığın ilişkisi, yeniden şüpheli ve yoruma açık bir hal almış gibi görünmektedir. Bir tarafta, saf matematiği hem mantıkta temellendirme, hem de onu tamamen mantığa geri götürme istekleri ve her ikisi arasında herhangi bir kesin sınır çizme imkanını ilkesel olarak reddetme anlayışı bulun­maktadır. (Sembolik Formlar Felsefesi 3)
  • Tarihimde masalların yokluğu korkarım ki yazdıklarımın ilginç­liğini biraz azaltacaktır. Ama, eğer bu tarih insansal olayları çar­pıtmayıp aynen onlara benzeyeceği için tam bir geçmiş bilgisine sahip olmayı isteyen araştırıcılara yardımcı olur ve onlarca ya­rarlı diye değerlendirilirse sevineceğim. Benim tarihim, geçici bir zamanın gösteri-parçası olarak değil, tüm dönemlerin malı ola­cak şekilde yazılmıştır (Devlet Efsanesi)
  • "Dini duygu için bir tanrının gücü unvanlarının bolluğunda ifadesini bulur; çok-adlılık daha yüce olan, kişisel bir makama sahip bir tanrı için ön-koşuldur." Mısır yazılarında İsis, bin-isimli, on-bin-isimli, myrionyma olarak karşımıza çıkar; Kuran'da Allah'ın kudreti ifadesini "yüz isminde" * bulur. Tanrısal adların bu bolluğuna Amerikan yerlilerinde özellikle Meksikalıların dinlerinde de rastlanır. * İslam geleneğinde " Allah'ın yüz ismi " gibi bir tabirden ziyade " Allah'ın 99 ismi " tabiri mevcuttur. Ancak bazı sufi geleneklerde Allah'ın bir isminini gizli olduğu rivayeti yaygındır. Dolayısıyla yazar, bu gizli adla birlikte sayıları bu miktara ulaşan isimlere işaret eden " Allah'ın yüz ismi " ifadesine herhangi bir kaynakta rastlamış olabilir. (Dil ve Mit)
  • Doğruların bilgisine ancak binlerce kez yanıldıktan sonra erişilebilir... (Kant'ın Yaşamı Ve Öğretisi)
  • Her doğrudan duyumlara ve algılama olayın­ dan, bizzat bu gerçekliğin ifade vasıtası, nakil aracı olarak kullanıl­ması için, bilincin kendine özgü bir etkinliği, bağımsız bir şekillen­dirme biçimi ortaya çıkar. Bu etkinlik ve şekillendirme tarzı, bütün doğrudan duyumlama ya da algılama olgularından farklıdır. Bunun için, bizzat bilincin temel niteliğinde inşa edilmiş bulduğumuz "do­ğal" semboller, bir yönüyle kullanılır ve alıkonulurken, diğer yö­nüyle aşılır ve geliştirilir. Çünkü, bu "doğal" sembolik ifadelerde daima bilincin birimleri vardır. Bu birimler bütünden doğarlar ama buna rağmen bütünü temsil etme ve onu bu temsil vasıtasıyla doğ­ru anlamda yeniden kurma gücünü taşırlar. Var olan bir içerik, ken­di kendisinin dışında, doğrudan verili olmayan, sadece aracılık ya­pan başka bir şeye baş vurma yeteneğine sahiptir. Dilde, sanatta, mitosta karşımıza çıkan sembolik işaretler ise, bu varlık dışında, daha belirgin bir anlam kazanmak için "var" değildirler; tersine, onlarda her varlık öncelikle anlamdan doğar. Onların içeriği saf ve mükemmel şekilde anlam taşıma fonksiyonuna karışır. Bilinç, bu­rada bütünü tek olanda kavramak için, artık bu şekilde verilmiş ol­ması gereken tek olanın teşvikine muhtaç değildir; tersine, burada bilinç kendi kendine belirli anlam bileşimlerinin ifadesi olarak be­ lirli somut-duyusal içerikler oluşturur. Bilincin oluşturduğu içerikler olarak bu içerikler tamamıyla bilincin baskısı altında oldukları için, bilinç içerikler vasıtasıyla, işaret eden ifadede göründüğü gibi, bütün öbür anlamlarıda özgürlükle yeniden "oluşturmaya" muktedirdir. Mesela biz verili bir fikri ya da tasarımı iradi bir ko­nuşma sesine bağlamak suretiyle onun gerçek içeriğine asla bir şey ekleyemeyiz. Ve elbette keskin biçimde incelenince, dil işaretleri­nin oluşturulmasında, içeriğin kendisi de, bilinç açısından yeni bir kesinlik kazanmak için yeni bir karaktere bürünür. İçeriğin net ve apaçık zihinsel "taklidi"nin doğrudan doğruya dilsel "üretim" fiili­ne bağlanmış olduğu ortaya çıkar. Çünkü dilin görevi tasarımlarda var olan farklılıkları ve belirlemeleri yalnızca tekrar etmek olma­yıp, onları bu şekilde görülebilir ve bilinebilir yapmaktır. Ve böy­lece, duyusal izlenimlerin karmaşasını azaltan ve bu karmaşayı bi­zim için öncelikle kesin bir yapıya kavuşturmaya başlayan zihinsel faaliyet özgürlüğü ortaya çıkar. (Sembolik Formlar Felsefesi 1 - Dil)
  • Hakikat ve gerçeklik, yalnızca, imgenin aynen bir mozaik gibi uyuştuğu tözsel unsurlar için uygun olur. Fakat psi­koloji eleştiricisinin kazandığı bu kavrayışın, bizim gerçek psişik yaşantıda imgeyi kullanmamızı engelleme ve sınırlandırma zorun­luluğu yoktur. İmge en azından hayal olarak kabul edilse ve onun güya bilgi teorisi bakımından maskesi düşürülse bile, imgenin şim­di görünüş olarak gerçekliğe sahip olması, yani onun, "hayal gü­cü"nün belirli ve zorunlu yasalarına göre oluşması yeterlidir. Bilin­cin zorunlu ve düzenli mekanizmi, imgeyi duyusal yaşantılardan ve onların birleştirilmiş bağlantılarından çekip çıkararak ön plana getirir. Böylece imgenin hissesine, kendiliğinden mantıki hak ve salt duyumlarnadan ayrılmış kendine özgü anlam içeriği düşmez; ama şimdi ona, pratik bir faaliyet, biyolojik bakımdan önemli işleyiş hakkı tanınır. Bu işleyişte, onun ayırıcı niteliği bulunur. Bizim önceki incelemelerde algının "sembol değeri" olarak gösterdiğimiz şey, sensüalist düşünceye göre, saf bir ekonomik değerden başka hiçbir şey değildir. Bilinç kendini tamamen dolduran ayrı duyusal etkilere kendini her an aynı yoğunlukta veremez. O, etkileri hep birlikte aynı netlikte, aynı somutlaştırma ve bireyselleştirme içinde yaşayamaz. O zaman bilinç, kendine, içine tek tek içeriklerin girdiği ve bu içeriklerin farksız biçimde aktığı şemalar ve genel tablolar oluşturur. Fakat bu şemalar, izlenimlerin yoğunlaşmasından ve kı­saltılmasından başka bir şey olamaz ve olmak da istemez. Bilinç, görmenin keskinliğine ve yeterliliğine bağımlı olduğunda, bu kı­saltmalar tekrar ortadan kaldırılmak zorundadır. Orada sembol de­ğerleri yerine "gerçek" değerler, yani güncel duyum değerleri yer­leştirilmelidir. Buna göre, her sembolik düşünme ve algılama, salt olumsuz bir nitelik; üzerinden atmaktan ve üzerinden atma zorun­luluğundan doğan bir niteliktir. Bir bilinç, ayrıntılarda yaşama ve onların hepsini aynen doğrudan kavrama gücüne sahip olsaydı, sembolik birlik oluşumlarına ihtiyacı olmazdı. Bu bilinç tek tek parçalarda ya da bütünlükte temsili olarak kalmak yerine, tamamen "bilfiil bulunan" bir bilinç olurdu. (Sembolik Formlar Felsefesi 3)
  • Philolaos "sayının doğası ve gücü"nü, sadece tüm insani eserlerde ve sözlerde, tüm plastik sanatlarda ve müzikte değil, aynca tüm "doğaüstü ve ilahi şeyler"de100 arar. Öyle ki, sayının doğası ve gücü, burada, Platon'daki Eros gibi "büyük aracı" haline gelir; dünyevi ve ilahi olanın, ölümlü ve ölümsüzün yerlerini değiştirir ve onları dünya düzeninin birliği için bir araya toplar. (Sembolik Formlar Felsefesi II - Mitik Düşünme)
  • «Bırakınız insan bana usunun gücüyle öteki yaratıklar üzerinde sahip olduğunu sandığı büyük üstünlükleri hangi te­meller üzerine kurmuş olduğunu açıklasın. Bu göksel dönüş deviniminin, başının üstünde çok yükseklerde dolaşan güneş, ay ve yıldızların bitimsiz ışıklarının, o sonsuz okyanusun olağanüstü ve korku verici devinimlerinin yüzyıllar boyu kendi rahatlığı ve yararı için oluşup süregitmekte oldukla­rına onu kim inandırdı? Dünyanın bütününe egemen olmak bir yana, en küçük bir parçasını bile bilme gücü olmayan, kendisinin efendisi olmak yerine başka şeylerin haksızlıklarının kölesi olan bu acınacak zavallı ya­ratığın kendini dünyanın efendisi ve imparatoru diye adlandırmasından daha gülünç bir şey düşünülebilir mi?» (İnsan Üstüne Bir Deneme)
  • Mitik düşünmede mevcut olan bu, bağıntı parçalarının somut­laşması veya cisimleşmesini düzenleyen kendine özgü ilke, bu dü­şünmenin tek tek tüm kategorilerinde izlenebilir. Nitelik kategori­siyle başladığımız zaman, mitik düşünmenin parça ve bütün arası­na asla kesin bir sınır ayrılığı yerleştirmediği, mitik düşünme açı­sından, parçanın, hem bütünü temsil ettiği, hem de doğrudan bütün olduğu görülmektedir. Niteliği, sentetik ilişki formu olarak kabul eden bilimsel düşünüş için, çoğul şeylerden biri, büyüklüktür; yani birlik ve çokluk, kendi içlerinde, aynı zorunluluğa sahip ve gerçek­ten bağıntılı olan unsurlar teşkil ederler. Unsurların bir "bütün"e bağlanması, onların kesin ayrılmışlığını, unsurlar olarak onların farklı olmalarını gerektirir. Bu bağlamda sayı, Pythagorasçılar tara­fından, ruhun içinde bütün şeylere uyan ve böylelikle şeylere ilk cismaniliği ödünç olarak veren, sınırlı ve sınırsız şeylerin tüm iliş­kilerini ayıran bir şey olarak tanımlanır. Her uyumun mümkünlüğü gibi zorunluluğu da, işte bu ayrılığa dayanır. Çünkü "benzeyen ve akraba olan şeylerin bundan böyle asla ahenge ihtiyacı yoktur; bu­na karşılık benzemeyen ve akraba olmayan ve benzemez şekilde bölünmüş olanlar, dünya düzeni içinde onları bir arada tutabilecek bir ahenk vasıtasıyla birleştirilmelidir."Mitik düşünme, "çok renkli karışık şeylerin uzlaşması ve farklı şeylerin bir arada uyumlu kullanımı" demek olan böyle bir ahenk yerine, sadece parçanın bütünle aynı düzeyde oluşu ilkesini tanır. Bütün parçaya, kendi tüm mitik-tözsel doğasıyla geçtiği ve adeta duyusal ve maddi olarak herhangi bir şekilde "sokulduğu" için, bu anlamda parçadır. Bir insanın saçlarında, tırnaklarında, elbisesinde ve ayak izinde, o insanın tümü sanki içerilmiş halde bulunur. İnsa­nın geride bıraktığı her izin, onun üzerinde bütün olarak etkide bu­lunabilecek ve onu bütün olarak tehlikeye sokabilecek gerçek bir parça olduğu kabul edilir. (Sembolik Formlar Felsefesi II - Mitik Düşünme)
  • “En çok anlatılan hikâye, tam bir dakikalık örneği olan ve günlük yaşam düzenini saate göre ayarlayan Kant’ın bu düzeni sadece bir kez bozmasıdır:?Rousseau’nun Emile’ yayımlandığında günlük yürüyüşlerinden vazgeçmişti, çünkü içine dalıp gittiği kitabı okumayı bırakamamıştı.” (Rousseau, Kant, Goethe)
  • "Yaygın bir adete göre, eğer bir çocuğa dedesinin adı veriliyorsa bu, dedenin çocukta dirildigine, yeniden bedenlendiğine yönelik inancın ifadesidir. Bir çocuk dünyaya gelir gelmez göçmüş atalarından hangisinin onda yeniden doğduğu sorunu ortaya çıkardı; ancak bu sorun rahipce çözüldükten sonradır ki bebeğin atasının adını aldığı tören icra edilebilirdi." (Dil ve Mit)
  • ...düşünmek, ölmüşlere ait olanı bazen 'benim' sanmaktır, ama bunun pek farkında değilizdir. (İnsan Nedir?)
  • Her şeyden önce ise, tanrının ismi olan kelime, onun özünün ve etki gücünün bilfiil bir parçasını teşkil eder. İsim, içinde her özel tanrının varlığını sürdürdüğü ve etkili olduğu bir güç-alanına işaret eder. O zaman, duada, ilahide ve bütün dini konuşma formlarında, her tanrının, onlara tahsis edilmiş olan isimlerle adlandırılmasına özen gösterilip dikkat edilmesi gerekir. Çünkü tanrı, ona sunulan istekleri, sadece doğru biçimde çağırılırsa kabul eder. (Sembolik Formlar Felsefesi II - Mitik Düşünme)
  • "Annemi asla unutmayacağım" der Jachmann'a ; "çünkü benim içimde iyiliğin ilk tohumunu o ekip yeşertmiştir ;kalbimi doğanın etkilerine o açmıştır; benim kavrayışımı o uyandırıp geliştirmiştir ; ve onun öğrettikleri yaşamımda daima olumlu bir etkiye sahip olmuştur." (Kant'ın Yaşamı Ve Öğretisi)
  • Homeros ve Hesiodos, tanrılarına ölümlüler arasında ayıp ve yüz karası olan tüm şeyleri yüklemişlerdir: Hırsızlık, zina, birbirini aldatma gibi... Xenophanes bu yalancı tanrıların karşısına kendi yeni ve yüce dinsel ülküsünü koymaktadır. Bu, tüm söylencebilimsel ve insanbiçimsel dü­şünce sınırlamalarından bağımsız bir tanrı anlayışıdır. İnsanlar ve tanrılar arasında en büyük olan ve ne biçim ne de düşünce yönün­den ölümlülere benzemeyen bir tanrı vardır. O, her şeyi görür, her şeyi düşünür ve ne olursa olsun her şeyi duyar. Bu tanrı, anlığının düşünme gücü aracılığıyla tüm şeylere zahmet çekmeksizin egemen olur (Devlet Efsanesi)
  • "Yalın" sayıların taşıdığı aynı niteliğin Grekler' den Cermenler'e aynen taşındığı; o halde mesela sadece üç, yedi, dokuz ve on ikiye değil, aynı zamanda onların çarpımıyla elde edilen sayılara da özel mitik-dini güçlerin tahsis edildiği iyice düşünülürse, o zaman en sonunda bu "kutsallaştırma" sürecine karışmamış olan herhangi bir sayısal nitelikli belirlemenin neredeyse hiç mevcut olmadığı görülür. Burada, mitik şekil verme dürtüsüne sınırsız bir oyun alanı açılır ki, bu oyun alanında mitik şekil verme dürtüsü, kesin ve mantıki nitelikli norm ve "nesnel" deneyim ilkelerinin hiçbirini dikkate almadan, serbestçe dolaşır. (Sembolik Formlar Felsefesi II - Mitik Düşünme)
  • Modern dil felsefesi, dile, felsefi bir bakışa gerçek bir hareket noktası bulmak için nasıl "içteki dil formu" kavramını yerleştiri­yorsa, aynı şekilde benzer bir "içteki form"un bilimsel bilgi ve sa­nat için, mitos ve din için de kabul edilebileceği ve aranabileceği söylenebilir. Ve bu form, doğrudan doğruya, bu alanların tek tek olgularının tamamlayıcı özeti veya toplamı anlamına gelmez; aksi­ne, bu alanların inşası için onlara gerekli olan yasa anlamına gelir. Elbette bu yasanın doğrulanma yolu, sadece yasayı olgularda gös­termek ve onlardan "soyutlamak"tır; fakat aynı zamanda bu soyut­lama, yasayı, tek olan şeyin içeriksel mevcudiyeti için zorunlu ve temel unsur olarak gösterir. Kendi tarihsel akışında felsefe, her za­man böyle bir özel kültür formları analizi ve eleştirisi görevinin az ya da çok bilincinde olmuştur. Fakat elbette felsefe bu göreve ço­ğunlukla olumlu olmaktan çok olumsuz bir maksatla girişmiştir. Felsefenin bu çabası bu eleştiride, daha çok her ayrı formun olum­lu neticelerinin temellenmesinden ve tasvirinden ziyade, yanlış ta­leplerin savunulmasına yaklaşır. Grek sofistlerinden itibaren septik mitos ve bilgi eleştirisi var olageldiği gibi, septik dil eleştirisi de var olmuştur. Zihnin bütün temel formlarının, gerçekten ortaya çık­mak ve gelişmek için, kendilerini bir parça olarak değil, bir bütün olarak ifade etme ve bu nedenle kendileri için sırf bir göreli geçer­lilik yerine mutlak bir geçerlilik talep etme çabasını titizce sürdür­dükleri iyice düşünülürse, bu önemli olumsuz düşünüş biçimi anlaşılabilir hale gelir. Bu formlar, kendi özel alanlarının içine kapanıp kalmazlar, aksine, zihinsel yaşantının ve varlığın tamamım ifade et­meye yönelen kendine özgü şekillendirme çabası içindedirler. Kültürdeki çatışmalar ve kültür kavramındaki karşıtlıklar, ayrı ayrı yö­nelişleri içinde barındıran bu sınırsız-olana doğru çabadan ortaya çıkar. Bilim bir araştırma formu içinde oluşur; bu araştırma formu, bilim henüz yerleşemeden ve kendini kanıtlamadan önce, onu her konuda düşünmenin ilk ayırma ve bağlama fiiline dayanmaya zorlar. Sözü edilen bağlama ve ayırmalar ise, kendi ilk ifade ve kalın­tılarını dilde ve genel dilsel kavramlarda bulan durumlardır. Fakat bilim, dili temel ve malzeme olarak kullanmak suretiyle, aynı za­manda zorunlu olarak, bağlama ve ayırmanın dışına çıkar. Bundan böyle, dilsel düşünmenin ilkesinden daha başka bir ilke tarafından yönetilen ve bu ilkenin egemen olduğu yeni bir "logos" ortaya çıkar ve bu logos tam net ve tam bağımsız biçimde oluşur. Logosla karşılaştırılınca, artık dilin oluşumları sadece, yeni ilkenin özelliği ve gücü vasıtasıyla ilerleyerek aşılması gereken sınırlar ve engeller gibi görünür. Dilsel düşünme formlarının ve dilin eleştirisi, gittikçe ilerleyen bilimsel ve felsefi düşünmenin tamamlayıcısı durumuna gelir. Ve geri kalan diğer alanlarda da aynı tipik gelişim seyri tekrarlanır. Ayrı zihinsel yönelimler, barışçı biçimde birbirini ta­mamlamak için, bir arada ortaya çıkmaz. Her biri ancak diğerlerine karşı ve diğerleriyle kavga içinde kendi gerçek gücünü göstererek, oldukları şey haline gelirler. Din ve sanat, kendi saf tarihsel fa­aliyetlerinde, birbirine o kadar yakınlaşır ve o kadar nüfuz ederler ki, her ikisi zaman zaman kendi içeriklerine ve içteki oluşum ilkesine göre de ayırt edilebilirler gibi görünür. Oluşumlarını Homer ve Hesiod'a borçlu olan Grek tanrılarından bahsedilmektedir. Ve diğer taraftan, yine de Greklerin dini düşüncesi, kendi ilerleme süre­cinde bu estetiksel başlangıcından ve ilk kaynağından kesin olarak ayrılır. Xenophanes'ten itibaren, insan-biçimcilik olarak bilinen ve yararsız bulunan mitik-şiirsel, duyusal-görsel tanrı kavramına, her zaman kesin bir karşı duruş sergilenegelmiştir. Tarihte daima yeni yükseliş ve artışları görülen bu gibi zihinsel kavga ve çekişmelerde yegane son karar, en yüksek birlik makamı olarak felsefeden bekle­nebilir gibi görünüyor. Fakat dogmatik metafizik sistemler, bu bek­lenti ve talebi yanlış biçimde yerine getirirler. Çünkü onlar, burada gerçekleşen kavganın üzerinde değil, çoğunlukla ortasında bulunurlar. Onlar, erişmeye çalıştıkları soyut evrenselliğe rağmen,' karşıtlı­ğın kendisini tüm boyutları ve derinliği içinde kavramak ve bu kar­şıtlıklarda aracı olmak yerine, karşıtlığın sadece bir yönünü temsil ederler. Çünkü, metafizik sistemler, belirli bir mantıki, estetik ya da dini ilkenin metafiziksel dayanaklarından başka bir şey değildirler. Metafizik sistemler bu ilkenin soyut genelliğine ne kadar çok kendi­lerini kapatırlarsa, bunu yapmakla, zihinsel kültürün farklı tarafları­na, bu kültürün formlarının somut topyekünlüğüne karşı kapılarını da o kadar çok kapatırlar. Felsefi bakış eğer bu formların hepsinin üzerinde olan ve diğer taraftan kesin olarak onların ötesinde bulun­mayan bir bakış açısı; yani formların bütününü bir bakışta kuşatıp kavramayı ve bütün bu formların dıştaki bir aşkın varlık ya da ilkey­le olan ilişkisini değil de sadece birbiriyle saf içkin ilişkisini incele­meyi mümkün kılan bir bakış açısı elde etmeyi başarırsa, o zaman böyle bir sonucun tehlikesini atlatabilir. O zaman zihnin felsefi bir sistematiği; içinde her özel formun kendi anlamım saf biçimde ken­di konumu vasıtasıyla elde edebileceği; formun içeriğinin ve anla­mının, ilişkilerin ve iç içe geçmişliklerin özgülüğü ve zenginliği va­sıtasıyla gösterilebileceği; formların, diğer zihinsel enerjilerle ve ni­hayet onların tümüyle birlikte bulunduğu bir zihin sistematiği orta­ya çıkar. (Sembolik Formlar Felsefesi 1 - Dil)

Yorum Yaz