Ali Şeriati Kimdir? İslam Dünyasının 'Fikirleriyle Rahatsızlık Veren' Önemli Düşünce Adamı

1933-1977 yılları arasında yaşamış İranlı sosyolog Ali Şeriati, çağdaş İslam düşünce dünyasının en önemli isimlerinden biridir. Çağdaş İslam üzerine verdiği eserlerde devrimci düşünce ile birlikte ortaya koyduğu sonuçlar, bazı eserlerinde görebileceğiniz Marksizmden alıntılar onu farklı kılan noktalardandı. Bu yönüyle ve yazdığı kitaplardaki bazı konular sebebiyle İslam dünyasında "aydın, çağdaş, kamil bir filozof" ve "kafir bir Şii" gibi birbirine tamamen uzak değerlendirmelere muhatap olan Ali Şeriati kimdir? Ali Şeriati nerelidir? Ali Şeriati nerede, nasıl öldü?

"Zenci Bilal'in kalbinin fethi; Endülüs kıyılarının fethiyle yanyana düşünülemeyecek kadar büyüktür!"

"Müslümanın tevhidi, filozof'un tevhidi, sufi'nin tevhidi ve kelamcının tevhidi yoktur. İbrahim'in tevhidi vardır ve onu gerçekleştirmenin yolu."

"Sizi rahatsız etmeye geldim!"

"Sadece devletin konuşma hakkına sahip olduğu bir memlekette hiçbir söze inanmayın."

"Bir yerde yangın varken biri seni ibadet etmeye çağırıyorsa, bil ki bu bir hainin davetidir."

"Kuran'ın ilk emri Oku'dur, 'işit' değil."

"Düşünme, itaat et diyenlere değil; düşün, sor, sorgula diyenlere kulak ver."

"Şimdiki köleler taksitle yaşayıp borçlu ölüyor."

"Allahım! İnancımı kompleksimden koru."

Ali Şerîatî Kimdir?

  • 23 Kasım 1933'te
  • İran'ın Sabzevar kentinde doğmuştur.
  • 19 Haziran 1977'de Southhampton, İngiltere'de vefat etmiştir.
  • İranlı Müslüman sosyolog, düşünür ve yazar olarak tanınır.

Özellikle din sosyolojisi ve çağdaş İslam düşüncesi üzerine eserler vermiştir. Marksist düşünceden yaptığı alıntılar ve türetmeler ve bunların kendi zamanındaki İran'a ve çevresine adapte edilmesi ve Marksizm kritiği ile birlikte çağdaş İslam düşüncesi ve devrimcilik açısından ortaya koyduğu çeşitli sonuçlar ve yarattığı ilgi sebebiyle, gerek önemli çağdaş İslam düşünürleri arasında gerekse İran'daki devrimci İslam'ın babası ve İran İslam Devrimi'nin baş düşünürü olarak anıldığı olmuştur. Düşünceleri genel olarak İslam'a dönüş ya da öze dönüş başlığı altında toplanabilir. Bilimsel kaynaklara dayanması, sosyoloji vurgusu yapması ve Batı metodolojisini, çeşitli açılardan eleştirmekle birlikte çeşitli açılardan yapıcı bir şekilde kullanması (ki sosyoloji gibi çeşitli bilimler ve Batı düşüncesinde ortaya çıkan çeşitli fikirlerin, örneğin bazı Marksist fikirlerin, İslam'ın özünde de daha farklı bir şekilde ortaya konduğunu da savunur) sebebiyle moderndir ve gelenekçilikten uzak olduğu gibi gelenekçi görüş ve kesimlere eleştirel yaklaşır nitekim bu sebeple eleştirildiği veya çelişki ile suçlandığı olmuştur. Bu tarzından yola çıkarak kendisi hakkında sosyolojiyi İslamlaştırmaktan ziyade İslam'ın sosyolojik bir okumasını yaptığı da söylenmiştir.

Hayatı

Çocukluğu

Ali Şerîatî, 1933 yılında İran'ın Horasan bölgesinde, Sabzevar kentine bağlı Kahak köyünde doğdu. Babası eğitimli bir aileye mensup din öğretmeni Muhammed Tâkî Şerîatî'dir. İlk öğrenimine Mezînân’da başladı. Meşhed’de Firdevsî Lisesi’nden mezun olduktan sonra ve öğretmen okulunda okudu. 1958 yılında Meşhed Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nden mezun oldu.

Rıza Şah'ın 1944'te tahttan çekilmesinden sonra, babası İslamî Hakikati Tebliğ Merkezi adında bir dernek kurdu. Baba ve oğul, dönemin siyasî tartışmalarına etkin bir şekilde katıldılar ve Sadık Sosyalistler Hareketi adlı bir topluluğa üye oldular. Bu topluluğun fikir babası, Ebulkasem Şekipnî, sosyalizmi icat edenin ve onu Arap Yarımadası'na tanıtanın Hz. Muhammed olduğunu iddia ediyordu.

Eğitimi

Lisansını İran'da bitirdikten sonra, Paris Üniversitesi'nde doktorasına başladı. Burada, 1964 yılında Sayfuddin'den Belh'in Faziletleri Tarihi isimli bir el yazmasının notlandırılmış bir Farsça çevirisini yaparak edebiyat dalında doktor oldu. Daha sonra İran'a döndü, fakat şah yönetimi tarafından tutuklanıp hapsedildi. Yönetim onu Fransa'dayken devleti yıkıcı siyasi aktivitelerde bulunmakla suçlamıştı. Daha sonra 1965'te serbest bırakıldı ve Meşhed Üniversitesi'nde ders vermeye başladı.

Ölümü ve etkileri

Dersleri kısa sürede farklı toplumun farklı kesimlerinden öğrenciler tarafından beğenilmiş ve popülerleşmişti. Bunun sonucu rejim, üniversite yönetimine Şeriatî'nin derslerinin kaldırılması yönünde baskı yaptı. Bunun üzerine Şeriâtî de Tahran'a taşındı ve Hüseyniye-i İrşad Enstitüsü'nde ders vermeye başladı. Yine büyük bir popüleriteye ulaşan dersleri, yine toplumun her kesiminden öğrencileri etkilemiştir. Şeriâtî'nin görüşlerine ilginin arttığı orta ve yüksek sınıflardan öğrencilerin olması dikkat çekiciydi. Bu ilgi de şah rejiminin Şeriatî ile bazı öğrencilerinin tutuklanması emrini vermesine neden oldu. Kasım 1972'de Hüseyniye-i İrşad Enstitüsü kapatıldı. Eylül 1973'te Şeriâtî tutuklandı. 1975 yılı Mart ayında tahliye edildi.

Gerek yurt içinden gerekse yurt dışından gelen tepkiler üzerine yönetim onu serbest bıraksa da, çeşitli şartlarla tahliye edilmişti; kesinlikle herhangi bir eğitim aktivitesinde yer almayacak, hiçbir şey yayımlamayacak ve özel veya genel hiçbir toplantı yapmayacaktı. Ayrıca devletin güvenlik örgütlerinden SAVAK onun yakın çevresini yakın gözetim ve denetim altında tutacaktı. Şeriatî bu koşullar altında daha fazla İran'da kalamayacağını karşı çıkarak ülkesini İngiltere'ye gitmek üzere terk etmeye karar verdi. Kimi kesimler onu, İngiliz istihbaratıyla iş birliği yapan SAVAK'ın öldürdüğünü öne sürse de, ölümünden sonra yapılan otopside herhangi bir şüpheli ize rastlanmadı. Otopsi, kalp yetmezliğinden öldüğünü teyid etti.

Tahran'ın büyük hastanelerinden birine Şeriati'nin ismi verilmiştir.

Devrim öncesi İran'ın en önemli ve etkili felsefi liderlerinden sayılan Şeriati'nin görüşleri bugün hâlâ İran toplumunda popüler ve etkindir. Özellikle bugünkü İslamî cumhuriyet rejiminin biçimi, ruhban sınıfının konumu ve eşitlik anlayışına karşı çıkan kesimler tarafından beğenilmektedir.

Şerîatî'nin düşünsel çalışmaları sadece devrim öncesi ve sonrası İran'ı değil, dünya çapında İslamcı topluluk ve düşünceler başta olmak üzere birçok kişi ve grubu etkilemiştir. Çeşitli dini kavramlara yaklaşımı, ruhban sınıfının eleştirisi ve İslamcılık hareketinin içinde kabul edilen çeşitli çıkarımlarıyla ilgi çekmiştir.

Şerîatî, ayrıca Martinikli marksist düşünür ve şair Frantz Fanon'un Yeryüzünün Lanetlileri başlıklı eserini, Jacques Derrida'nın Şiir Nedir ve Fransız oryantalist ve aynı zamanda katolik papaz olan Louis Massignon'nun Selmân-ı Pak başlıklı eserlerini Farsça'ya tercüme etti. Ali Şerîatî'nin eserlerinin neredeyse tümü Türkçe'ye çevrilmiştir.

Kitapları

Kitabın adı
Dine Karşı Din
İnsanın Dört Zindanı
Hacc
Bir Kez Daha Ebu Zer
Medeniyet ve Modernizm
Muhammed Kimdir
Sanat
Öze Dönüş
Toplumbilim Üzerine
Yalnızlık Sözleri I-II
İslam'ı Anlamak
Kapitalizm Uyanıyor Mu
Kur'an'a Bakış
Medeniyet Tarihi
İdeallerin Yenilgisi
İktisat Sosyolojisi I / Kapitalizm
İktisat Sosyolojisi II / İslam ekonomisi
İktisat Sosyolojisi III / Marksizm
İslambilim / I-II
Dine Karşı Din
Aşk ve Tevhid
Dua
Ebu Zer
Fatıma Fatımadır
Kendini Devrimci Yetiştirmek
İslam ve Sınıfsal Yapısı
İnsan
Anne Baba Biz Suçluyuz

İlmi Çalışmaları

Ali Şerîatî’nin ilk öğretmeni olduğunu söylediği babası Muhammed Takī saygın bir âlim ve öğretmendi. Ulemâ geleneği içinde yetişmiş olmakla birlikte laik eğitim kurumlarında öğretmenlik yapan, daha çok Kur’an tahlillerindeki farklı açılımlarıyla dikkat çeken etkileyici bir kişiliğe sahipti. Muhammed Takī modernleşme politikaları karşısında toplumu uyarmayı bir görev sayıyor, Kur’an’dan ve Şiî tarihinden seçtiği metaforları kullanarak yozlaştığını düşündüğü gençliğe İslâmî kimlik kazandırmaya çalışıyordu. Bu amaçla, İran’daki ulemânın ve topluma yabancılaşmış aydınların metot ve çalışmalarından bağımsız yeni bir dinî yapılanmaya öncülük etmek üzere Kānûn-ı Neşr-i Hakāyik-ı İslâmî adıyla dinî bir öğretim merkezinin kurulmasına öncülük etmiştir (1947). Ali Şerîatî de gençliğinde bu merkezin çalışmalarına katılmış, dinî, millî ve ahlâkî vurgulardan oluşan belli başlı tezlerden bu çatı altında haberdar olmuştur. Ali Şerîatî’nin tasavvur dünyasına yön veren bu etkiler onda köklü bir müslüman söyleminin doğmasına yol açmıştır. Bu din algısını konuşmalarında sık sık tekrarladığı, “Hayat iman ve cihaddır” sözüyle ifade etmiştir. Ona göre öncelikle yapılması gereken şey, bir yandan dini dinamik bir ideal olarak tasavvur ederken bir yandan da ulemânın bilinen yöntemleriyle vakit kaybetmek yerine gençliğin dünyasına ulaşmak ve onu biçimlendirmenin yollarını keşfetmekti. Bunun için gelenekle modernliğin zihin ve bilgi dünyasını buluşturmak gerekiyordu. Şerîatî’nin fikirlerindeki ana tema, toplumun asıl benliğine dönmesini sağlayacak yeni bir İslâm söylemiyle müslümanları yüzleştirmekti. Ali Şerîatî’nin mevcut rejim, Şiî ulemâsı ve seküler aydınlar hakkındaki yaklaşımları her zaman eleştireldir. Bu hususta babasıyla çağdaş olan Seyyid Ahmed-i Kesrevî’nin etkisi önemlidir. Kesrevî, egemenliğe dayalı yapılarından ve zamanı yakalayamayan retoriklerinden dolayı İran ulemâsını ağır biçimde suçlamaktaydı. Ona göre Şiîlik zaman içinde mekanik, efsanevî, tarih dışı ve dogmatik bir yapıya dönüştürülmüştür. Şerîatî’nin Doğu-Batı çelişkisini aşma ve İslâm’ın çağdaş bir sunumunu gerçekleştirme konusundaki perspektiflerine Cemâleddîn-i Efgānî ve Muhammed İkbal’in de önemli etkileri olmuştur.

Şerîatî’nin üniversite yılları ona ülke içindeki belli başlı politik ve entelektüel gruplarla temas kurma imkânı vermiştir. O dönemde İran’da ülkenin geleceği hususunda üç ayrı yaklaşım tarzı mevcuttu. Bunlar, özellikle Şah karşıtlığı temelinde buluşmakla birlikte gündelik gerçekliği dönüştürme konusunda birbirleriyle kıyasıya rekabet içindeydi. Bu hareketlerden Tudeh Partisi, Marksist-materyalist bir yönelime vurgu yaparken çoğunluğunu Muhammed Musaddık’ın siyasetine angaje olmuş grupların oluşturduğu Millî Cephe Hareketi milliyetçi ve özgürlükçü bir vurguyla bireysel ve toplumsal hoşnutsuzlukları besliyordu. Daha köklü ve öteden beri etkili yapılarıyla bilinen ulemâ ise mevcut güçlerini her geçen gün biraz daha arttırmaktaydı. Bu politik çeşitlilik içinde Şerîatî, belli başlı siyasal oluşumlardan birine bağlanmak yerine öne çıkan tezleri toplumsal sorumluluk ve entelektüel duyarlılık temelinde yeniden ele almayı ve bütün bunlardan güçlü bir ideolojik formasyon elde etmeyi amaçlıyordu. Şerîatî’nin kendi diyalektiğinde aslolan İslâmî ve Şiî sosyal adalet içerikli kavramların terkip edilmesiydi. Çağdaş İran’da özellikle 1970’li yıllarda, laik ya da sol kanat ideolojilerine sapabilecek olan çok sayıda gencin İslâm’ı yegâne mücadele ideolojisi olarak benimsemesinde Şerîatî’nin geliştirdiği çözümlemeler başka dinî içerikli fikirlerden daha çok etkili olmuştur (Hamid İnayet, s. 290-291). Onun ezbercilik karşıtı görüşlerinin etkisi toplumun farklı kesimlerinde karmaşık sayılabilecek değişik tarzlardaki değerlendirmelere imkân vermiş ve artan bir ilgiyle takip edilmiştir. Yıllar sonra İran devrimini ortaya çıkaran dinamikler sıralandığında bu ilgi, Şerîatî adının Âyetullah Humeynî’nin adıyla aynı hizada yer almasına yol açacak kadar etkili ve belirleyici olmuştur.

Ali Şerîatî’nin üniversitedeki öğrencilik yılları aynı zamanda onun irfanî düşünceyle sıkı temas kurduğu dönemdir. Aslında liseden itibaren başta Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin Mes̱nevî’si olmak üzere tasavvufun belli başlı klasikleriyle ciddi şekilde ilgilenmesi düşüncelerine mânevî bir zenginlik katmıştır. Şerîatî, tasavvufun kurucu metinlerinden aldığı imgelerle Şiî düşüncesinin belli başlı örneklerini İslâm’ın temel vurgusu ve modern argümanlarla ilişkilendirerek gündelik politik tartışmalara giren yeni bir okuma tarzı gerçekleştirmiştir. Onun için bu tarz, zamanla kendi sembolik üretimini sürekli tazeleyen verimli bir kaynağa dönüşecektir. Öte yandan tasavvuftan devşirip yenilemeye çalıştığı sembolik atıflara ve genel olarak İran toplumunda yaygın olan Kur’an okumalarının ürünü sayılabilecek kabullere karşı geliştirdiği eleştirel tutumu da onun derin huzursuzluğunu açığa vurmaktadır. Şerîatî, söz konusu imgeleri alışıldığı şekliyle tarihsel bir veri biçiminde kullanmak yerine yaşanan gerçekliği dönüştürecek birer bellek diye kodlamaya çalışmıştır. Nitekim onun dinî sosyolojisinin temel argümanları arasında yer alan tevhidî dünya görüşünü de bu niyet içinde anlamak gerekir. Şerîatî’ye göre insanın yaratılışı ve kendisine halifeliğin verilişi, yeryüzündeki otorite ve kulluk ilişkilerinin nasıl düzenleneceği konusunda müslüman topluma esaslı bir model sunmaktadır. Meselâ Kur’an’da zikredilen Hâbil-Kābil kıssasından hareketle hak ile bâtıl arasındaki gerilime tarihsel bir temel aramış, aynı şekilde Bel‘am b. Bâûrâ adlı yahudi bilgininin birikimini kullanma siyasetinden hareketle de pragmatik ulemâ tipolojisini anlamaya çalışmıştır. Aynı kaygılarla Hz. İbrâhim’in bilinen tevhid vurgusunu evrensel bir dünya görüşü için yeniden kurgulamış, yine Hz. Muhammed’in hicretini tarihsel dönüşüm fikrine elverişli bir sosyal teoriye dönüştürmüştür.

Şerîatî, Mısırlı yazar Abdülhamîd Cûde es-Sehhâr’ın Ebû Ẕer adlı biyografik çalışmasını Farsça’ya çevirmiş ve Ebû Ẕerr-i Ġıfârî: Ḫudâperest-i Sosyalist adıyla yayımlamıştı. Ebû Zerr’i kendi devrimci tasavvur dünyasının kurucu öğeleriyle buluşturan Şerîatî onu “Tanrı’ya tapan sosyalistlerin mükemmel bir modeli” şeklinde tasvir etmiştir. Aslında Ebû Zer, Şerîatî’nin hayatının her döneminde canlı bir karakter olarak yer alan bir yol göstericiydi. Ali Şerîatî aynı eşleştirme ve sembolik üretimini Selmân-ı Fârisî (Selmân-ı Pâk), Hz. Peygamber’in kızı Fâtıma, torunu Zeyneb ve sûfî geleneğinin önemli simalarından Hallâc-ı Mansûr üzerinde de deneyecektir. Fakat onun için asıl anahtar role Ehl-i beyt, özellikle de Hz. Ali ve Kerbelâ’da şehid edilen oğlu Hüseyin sahiptir. Her ikisi hakkında Şiî tarihinde üretilen gerçek dışı imajları reddeden Şerîatî bütün bu algılamaların ötesine giderek yaşayan Ali’yi ve Hüseyin’i bulmaya çalışmıştır.

Ali Şerîatî’nin SAVAK’ın takibiyle üniversiteden uzaklaştırılmasından sonraki çalışmaları, kuruluşunda Seyyid Hüseyin Nasr gibi akademisyenlerin ve Murtazâ Mutahharî gibi din âlimlerinin yer aldığı Hüseyniyye-i İrşâd adlı sivil dinî kurumda geçmiştir. Kurum bir protesto ve reform platformu olarak değerlendirilebilirdi. Ancak buradaki faaliyetler de SAVAK elemanlarının sürekli takibine mâruz kalıyordu. Aslında Şerîatî’nin ilişkileri sadece şahla değil aynı zamanda ulemâ ile de problemliydi, çünkü her ikisi de onun ağır eleştirilerine konu oluyordu. Nitekim Teşeyyuʿ-i ʿAlevî ve Teşeyyuʿ-i Ṣafevî adlı kitabında dinin devlet gerekleri için nasıl elverişli ve kullanışlı bir hale getirildiğini inceliyordu. Şiîliğin özünü saptıran politik süreçleri ve bu bağlamdaki aktörleri sert bir dille eleştiriyor, tartışmalarında sık sık mevcut ulemâ kurumsallaşmasının tarihsel Safevî Şîası’yla olan ortaklıklarına işaret ediyordu. Meẕheb ʿaleyh-i Meẕheb’de aynı köklerden gelen dinî anlayışların gerçekte çok farklı amaçlar için istismar edilebileceğini ve bu yüzden kaçınılmaz biçimde birbirleriyle karşı karşıya gelebileceğini vurguluyordu. Benzer şekilde Peder Mâder mâ Müttehemîm’de Şiî-Sünnî ihtilâfının akıl dışı öğelerini tartışmakta ve Şiîliğin efsanevî dünyasıyla duygusal dozu oldukça yüksek bir hesaplaşmaya girmekteydi. Aslında Şerîatî’nin eleştirileri çok boyutluydu, söyleminin arka planına dikkat edilmeden değerlendirildiğinde bu eleştiriler yanlış yorumlanabilirdi. Çünkü Şerîatî, hem Batı’yı eleştirmeksizin taklit eden laik seçkinlere hem de geleneksel dinî liderliğe karşı çıkmaktaydı. Bu sebeple onun İslâm toplum bilimi, kendine yabancılaşan arayış içindeki gelişme kuşağına kapsamlı seçenekler sunmak üzere tasarlanmıştı.

Şerîatî’nin hayatına ilişkin ayrıntılar başta Kevîr adlı otobiyografisinde olmak üzere düşüncelerini kaygısızca dile getirdiği Güftegûhâ-yi Tenhâʾî adlı denemelerinde yer almaktadır. Eşi Pûrân Razavî’nin Ali Şerîatî’yi anlattığı Ṭarḥî ez Yek Zindegî (1996) ve Ali Rehnema’nın An Islamic Utopian: A Political Biography of Ali Shariati (1998) adlı biyografik çalışmaları da Şerîatî okumaları için giriş niteliği taşımaktadır. İran İslâm Devrimi’yle aynı tarihlerde tanınmaya başlayan Şerîatî hakkında onu sağlıklı bir analize tâbi tutan çalışmalar Türkçe’de yok denecek kadar azdır. Genelde yapılan ya ondan aktarılan söylemler üzerinden bir Sünnî radikalizmi üretmek ya da onu bir Şiî fanatiği olarak görüp reddetmektir. Şerîatî’nin gelenekle modernliği uzlaştırma gayreti Cemil Meriç tarafından “göller bölgesinde bir ada” şeklinde tasvir edilmiştir. Türkçe’ye çevrilen kitapları arasında en çok tanınanları Hac, Dine Karşı Din, Medeniyet ve Modernizm’dir.

Hakkındaki Yorumlar

Ümit Aktaş;

"Şeriati’nin kitapları, 1980’lerden itibaren, Türkiyeli Müslüman okura, ihtiyaç duyduğu devrimci ruh ve coşkuyu kazandırmanın yanı sıra, devrimci bir İslam tarihi okumasının ya da İslam’ın devrimci bir okumasının imkAnını ve yolunu da öğretecektir.

Beri yandan Şeriati, aydınlatmaya çalıştığı kalabalıkların asla gideremediği o kökensel ve olanca yalnızlığına rağmen, bu yalnızlığın fildişi kulesinde sonu gelmez ve bencil bir uzlete çekilmeyi yeğlemedi ve çağdaş bir münzevî olarak, aşkı ve şiiri, felsefeyi ve sanatı ve bir dizi Batılı düşünürü de tanıtarak sevdirdi okurlarına.

Ardından gelen nesiller, “devrim” ve “aydın” terimlerinin olumlu anlamı kadar, iman etmenin olumluluğunu da büyük ölçüde ondan öğrendi. 

Malûm, “dindar” olmak çoğunlukla neşesiz, ciddi, tutucu, gelenekçi, mesafeli, soğuk, felsefe ve şiire uzak, aşka ve tutkulara karşı kuşkulu bir yaklaşım anlamına gelmektedir.

Özellikle ‘80’ öncesi yıllarda, bir yandan muhafazakarlığın ve gelenekçiliğin etkileriyle, öte yandan ise sözgelimi Gazali okumalarıyla “yaşlanan”, tüm olumlu katkılarına rağmen Seyyid Kutup ve Mevdudi’nin Batılı literatür ve düşüncelere karşı yarattığı olumsuz havayla Batılı düşünürlerden uzak duran genç kuşak, bir ölçüde Sezai Karakoç ve Cemil Meriç, ama büyük ölçüde de Ali Şeriati’nin etkileriyle bu taassubunu yenebilecektir."

--------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Ömer Faruk Korkmaz;

"Ağzından çıkan ve kalemine dökülen sözlerin Kur’an’a, Sünnet’e ve ümmetin akidesine uygunluğunu hiç mi hiç gözetmeyen Şeriati, bu ölçüsüzlüğünü Allah (azze ve celle) hakkında konuşurken de devam ettiriyor. Ölçüsüzlüğün tespiti için öncelikle ölçünün tespit edilmesi gerektiğinden hareketle Kur’an ve Sünnet’in bu konuda oluşturduğu çerçeveyi ortaya koymak gerekmektedir. Zira doğrunun tam anlamıyla tespit edilmediği yerlerde yanlış doğrunun öğrenilmesine engel olacaktır. Şu halde biz Allah (azze ve celle) ve Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün bu noktada tayin ettiği çizgiyi ortaya koyalım. Allah (azze ve celle) Kur’an-ı Hakim’de “Hiçbir şey onun misli değildir” buyurarak zatı hakkında bu şekilde itikatta bulunmamızı emir buyurmaktadır.

Buna göre bir Müslüman itikaden Cenab-ı Hakk’ın cevher olmadığı, araz olmadığı, bölünebilen bir nesne olmadığı, cisim olmadığına inanması farzdır. Bunun dışındaki bir itikat insanı uhrevi anlamda kurtuluşa erdirmez. Bu yüzden ulemamız, bu hususları akide metinlerimizde tahrir etmişler ve güzelce zapt etmemiz için telkinlerde bulunmuşlardır. Allah (azze ve celle)’ı mahlukatına benzetmek “tecsim ve teşbih” cürmüne düşmek anlamına gelir ki bu da büyük bir bidattir. Bu nokta üzerinde hassasiyetle durulması gereken ve zerre kadar esneme payı bulunmayan bir noktadır. Bu sınırı aşan bir Müslümanın ifade etmek istediği meramın hiçbir kıymeti yoktur.

Şeriati ise akaid ilminin ibtida kitaplarında yer alan Allah Teâlâ ile, Hz. Peygamber veya sahabe ile ilgili durmamız gereken noktanın sınırlarını devamlı aşmaktadır. Ümmet-i İslam, mahlukatına benzeme olmasın diye Allah (azze ve celle)’a “suret” kelimesini dahi izafe etmekten sakınmışlar ve bunu söylemenin Allah (azze ve celle)’a cismiyet isnat etmek anlamına geleceğini savunmuşlardır.

Hal böyleyken, Ali Şeriatî’nin süslü cümleler kurmak veya toplumun sosyolojik sıkıntılarını dillendirmek maksadıyla kalemine yansıttığı hezeyanlarına nasıl sükut edilebilir? Şahıslara duyulan hayranlığın ve tarafgirliğin Allah (azze ve celle)’tan yana olmaya tercih edilmesi bir cinnetten başka ne olabilir? Sözü daha fazla uzatmadan Şeriatî’nin bir cinnet eseri olarak Allah hakkında kullandığı ifadelere bir göz atalım: İslam Nedir ve Muhammed Kimdir isimli eserinde şöyle diyor Şeriatî:

Allah Gerçek Bir Janustur

“İslam, tek kelimeyle, dünyanın çok boyutlu olan tek dinidir. Topluma uyguladığı güç tek yönlü değil, çok boyutludur. Hem de birbirine karşıt olan boyutlar. Bireyin ve toplumun duygu ve düşüncesine değişik ve hatta birbirine zıt yönlerde uygulandığı için doğal olarak topluma bu güçlerin geleceği üzerinde daima dengeli bir yön kazandırır. Bunun sonucu olarak saptırıcı bir güce dönüşmesi ve toplumun doğru yönden sapması imkansız hale gelir. Böyle bir ilkeyi nasıl keşfettim? Her dinin tanınması, izlenmesi için gereken yolu takip ettim. Yani Allah, Kur’an, Muhammed, özel olarak eğittiği ashabı ve Muhammed’in Medine’sini tanıyarak ve karşılaştırarak. Çünkü Muhammed, dünyada kendi toplumunu bizzat inşa edip yöneten tek peygamberdir.

İslam’ın bu beş boyutu ilmî ve mantıkî olarak incelenip mukayese edildiğinde bu hakikat açığa çıkıyor: Allah gerçek bir Janustur. İki çehreli tanrı! Yehova çehresi, Teos çehresi. İki seçkin ve çelişik sıfatı “Kahhar” ve “Rahman”dır. Yahova gibi intikamcı, müstebit, cebbar, mütekebbir ve azabı şiddetli olan, muhteşem arşına yaslanmış, melekût örneklerine bürünmüş, makamı fizikötesidir, onun dışındaki her şey mutlak saltanatının hükmü altındadır. Aynı zamanda Teos gibi “Rahman”, “Rahim”, “Rauf” ve Gafûr” dur. Yeryüzüne inerek insanla, topraktan olan halifesi ve akrabası ile dostluk bağı kuruyor. Onu kendi suretinde yaratıyor. Onu kendisi gibi yapacağı müjdesini veriyor. İnsanla öylesine samimi ve dost oluyor ki ona şah damarından daha yakın olduğunu açıklıyor.”

Şeriatî’nin dile getirmek istediği maksut mana açık. Ancak bu manayı dillendirebilmek bir Müslüman şuuruyla temel akidevî esasları yıkmadan olmalı değil midir? Bir yanda Cenab-ı Hakk’a en ufak cisimliği vehmettirecek şeyleri izafe etmekten sakınan bütün bir ümmet, diğer yanda bir noktayı tespit ederken teşbîhî bir üslupla Allah (azze ve celle)’ı çift çehreli roma putuna benzeten, bu habis ismi Allah (azze ve celle)’a ıtlak edebilen Ali Şeriatî. Şu sözlerin ucunun küfre kadar varacağını ibtidâî bir akaid talebesi dahi bilir."