Ali Rıza Akgün kimdir? Ali Rıza Akgün kitapları ve sözleri
Yazar Ali Rıza Akgün hayatı araştırılıyor. Peki Ali Rıza Akgün kimdir? Ali Rıza Akgün aslen nerelidir? Ali Rıza Akgün ne zaman, nerede doğdu? Ali Rıza Akgün hayatta mı? İşte Ali Rıza Akgün hayatı...
Yazar Ali Rıza Akgün edebi kişiliği, hayat hikayesi ve eserleri merak ediliyor. Kitap severler arama motorlarında Ali Rıza Akgün hakkında bilgi edinmeye çalışıyor. Ali Rıza Akgün hayatını, kitaplarını, sözlerini ve alıntılarını sizler için hazırladık. İşte Ali Rıza Akgün hayatı, eserleri, sözleri ve alıntıları...Doğum Tarihi:
Doğum Yeri:
Ali Rıza Akgün kimdir?
Ali Rıza Akgün Kitapları - Eserleri
- Filistin Direnişinin Önderi ve Sembolü Şeyh İzzettin el Kassam
- Günümüz Selefî Hâricî Akımın Şiddet Teolojisi
Ali Rıza Akgün Alıntıları - Sözleri
- El- Kassam bu dünyadan göçtü. En büyük azığı ve bileti cebindeki ve kalbindeki mushafıydı. (Filistin Direnişinin Önderi ve Sembolü Şeyh İzzettin el Kassam)
- Kur’an’da anlatılan Hz. Yusuf kıssasındaki Mısır kralı, devlet hazinesinden kendisi ve çevresi için adaletsiz bir şekilde harcama yapmasına rağmen,1175 Hz. Yusuf’un o şartlarda malîye görevini üstlenmesi ve elinden geldiği kadar adaleti sağlamaya çalışması,1176 şartlara ve ihtiyaca binaen tedrîcî bir ıslahatın caiz olduğuna delildir. Yine Hz. Peygamber’in, kendisini kuşatan şer güçlerden çekindiği için Müslümanlığını açıkça ilan edemeyen ve İslamî hükümleri uygulama imkânı bulamayan Habeşistan kralı Necâşî'yi öldüğünde hayırla yâd etmesi ve gıyabi cenaze namazını kıldırması da,1177 tedrîcîliğin cevazına delildir. Kur’an’ın nüzûlünün tedrîciliğine paralel olarak İslam’ın hükümlerini tedrîcî olarak uygulamış ve uygulatmış olan Hz. Peygamber, Muaz b. Cebel’i Yemen’e vali olarak gönderirken ona şöyle demiştir: “Sen ehl-i kitap bir kavme gidiyorsun. Oraya gittiğinde onları Allah’tan başka ilah olmadığı ve Muhammed’in onun elçisi olduğu konusunda şehadet (iman) etmeye çağır. Eğer bunu kabul ederlerse onlara, Allah’ın her gün beş vakit namazı farz kıldığını bildir. Eğer bunu da kabul ederlerse, Allah'ın kendilerine, zenginlerden alınıp fakirlere verilecek olan zekâtı farz kıldığını bildir. Eğer bunu da kabul ederlerse, onların mallarının en iyilerini zekât olarak almaktan kaçın! Mazlumun bedduasından sakın! Çünkü o beddua ile Allah arasında perde yoktur.”1178 Hz. Peygamber’in burada Muaz b. Cebel’e İslam ahkâmını uygularken tedricîliğe riayet etmesini ve insanlara kolaylık sağlamasını vasiyet ettiği aşikârdır. Kur’an’ın nüzûlüne ve ilk teşriin tedrîciliğine şahit olan Hz. Ömer, hilafeti döneminde kıtlık sebebiyle hırsızlık cezasını “uygulamadan” kaldırarak,1179 ahkâmın uygulanmasında şartların ve ortamın uygunluğunun gereğine işaret etmiştir. Yine dinde fakih (derin anlayış sahibi) olma konusunda Hz. Peygamber’in duasına mazhar olan Abdullah b. Abbas, “Rabbaniler olunuz”1180 ayetinin tefsirinde “İnsanlara karşı yumuşak ve fakih kimseler olunuz. İnsanlara büyük ve zor şeylerden önce küçük ve kolay şeyleri öğretiniz” şeklinde bir yorum yaparak tedrîciliğin önemine işaret etmiştir.1181 Hz. Aişe de, “Kur’an’da ilk inen ayetler cenneti ve cehennemi anlatıyordu. Ta ki, insanlar İslam’a girip alışınca helal ve haramlarla ilgili hükümler indi. Eğer ilk olarak içki içmeyin ya da zina etmeyin gibi hükümler inseydi, insanlar biz bunları bırakamayız derlerdi” diyerek1182 tedrîciliğin hikmetini gayet açık bir şekilde ortaya koymuştur. Ömer b. Abdülaziz, halife seçildiğinde oğlu Abdülmelik tarafından, insanların hatalarını düzeltme konusunda hızlı hareket etmemekle eleştirildi. O kendisini eleştiren oğluna şu cevabı verdi: “Ey oğlum! Allah dileseydi Kur’an’ı bir defada, topluca indirirdi. Ancak öyle yapmadı, insanların kalbine yerleşmesi için onu peyderpey indirdi. Ey oğlum! Ben gereğinden fazla hızlı hareket etmenin ve güç yetirilemeyen şeylerin altına girilmesinin hayır getirmediğini gördüm”1183 Ömer b. Abdülaziz bu cevabıyla, insanların hatalarını ikaz etmede izlediği tedrîciliğe Kur’an’ın nüzûl sürecini delil getirmiş ve tedrîciliğin zıddı olan aceleciliğin kötü sonuçlarıyla ilgili derin tecrübesini ortaya koymuştur. (Günümüz Selefî Hâricî Akımın Şiddet Teolojisi)
- Müslümanı tekfir etmenin tehlikesi ve bu konuda titiz davranılmasıyla ilgili Kur’an’da ve Sünnet’te açık naslar mevcuttur. Allah Teâlâ, “Ey iman edenler! Allah için yola çıktığınız zaman iyi anlayıp dinleyin! Size selam verene, dünya hayatının geçici menfaatlerine göz dikerek, “Sen mü’min değilsin” demeyin”1227 buyurarak, İslam alametleri üzerinde olan bir Müslüman hakkında tam araştırma yapmadan, zanna dayanarak küfür hükmü verilmesini yasaklamıştır. Hz. Peygamber de, “Kim bir insana (Müslümana) -öyle olmadığı halde- “Ey kâfir” diye hitap ederse, yahut “ey Allah’ın düşmanı” derse, söylediği söz kendisine döner” diyerek,1228 bir Müslümanı tekfir etmenin tehlikesine dikkat çekmiştir. Bu hadisin dışında Müslümanı tekfir etmenin tehlikesini ve ağır sonuçlarını ifade eden pek çok hadis mevcuttur. (Günümüz Selefî Hâricî Akımın Şiddet Teolojisi)
- “Siz fakihleri (derin anlayış sahipleri) çok kurraları (maksadını yeterince anlamadan Kur'an okuyanlar) ve hatipleri az bir zamandasınız. İleride hatipleri ve kurraları çok, fakihleri az (kötü) bir zaman gelecek" İbn Mesud (Günümüz Selefî Hâricî Akımın Şiddet Teolojisi)
- Hâricîlerin, "Lâ hükme illâ lillâh" (hüküm ancak Allah'a aittir) sözünü sloganlaştırıp, olur olmaz yerlerde Hz. Ali'ye karşı kullanmalarına karşılık Hz. Ali "Bu hak bir sözdür. Ancak onunla batıl kastedilmektedir"149 diyerek, Hâricîlerin İslam anlayışlarındaki çarpıklığa dikkat çekmiştir. Hz. Ali, Hâricîlerin çok Kur'an okumalarına rağmen onu 'anlama ve fıkh etme’ problemlerini görünce şöyle demiştir: "Resûlüllah bize, anlayışsız ve bir takım olumsuz sıfatlara sahip insanların zuhur edeceğinden bahsetmişti. Ben o sıfatları bunlarda görüyorum. Hakkı söylüyorlar, ancak hak onların kalbine inmiyor. Onlar Allah'ın en çok kızdığı yaratıklardandır."150 Hâricîler Hz. Ali, Abdullah İbn Mes‘ud vb. fakih sahabîlerin olduğu bir ortamda, (Günümüz Selefî Hâricî Akımın Şiddet Teolojisi)
- İzzet ancak ve ancak Allah'ın, Rasulünün ve mü'minlerindir. (Filistin Direnişinin Önderi ve Sembolü Şeyh İzzettin el Kassam)
- O İslam'ı bir bütün olarak ele almış, ilim, amel, takva ve cihadı bünyesinde toplamış, İslam'ın yetiştirdiği nadir şahsiyetlerdendir. (Filistin Direnişinin Önderi ve Sembolü Şeyh İzzettin el Kassam)
- Cihatçı Selefiler olarak tanımlamaya başladılar. Bu yeni zihinsel yapılanmayla akımın mensuplarından birçoğu daha şedit bir anlayışa evrildi ve inançları bozuk olduğu gerekçesiyle Afgan mücahitlerle aynı cephede cihat etmeme kararı aldılar. Hatta birçoğu Afganların arkasında namaz dahi kılmamaya başladı. Çünkü onlara göre Afganlar Eş‘rî ve mutasavvıf oldukları için sapıktı.567 Hâlbuki İslam Dünyası’nın değişik yerlerincen mücahitler Afganistan’a gittiğinde, Afganlar Müslüman kardeşlerimiz yardıma gelmiş diyerek onları merasimle karşılamışlardı (Günümüz Selefî Hâricî Akımın Şiddet Teolojisi)
- Evlendirme yetkilisi olma sıfatıyla gündeme getirdiği başlıca mevzular şunlardır: 1-İngiliz ve Yahudilerin, Fısk/Fucur bataklığına çekmek istedikleri bekar gençleri, onların ellerinden kurtarıp, İslami bir aile yuvasına kavuşturmak. 2-Fakirlikten dolayı evlenemeyen gençlerin evlenip yuva kurmalarına yardımcı olmak. 3-Kız babasının mehir ve evlilikle ilgili isteklerini azaltıp, gençlerin evlenip yuva kurmasına yardımcı olmak. 4-Çıkar amaçlı evliliklere, özellikle yaşlı zenginlerin kendilerine denk olmayan küçük kızlarla evlenmelerine karşı çıkıp engel olmak. 5-Gayri meşru ilişkilerin önüne geçmek. (Filistin Direnişinin Önderi ve Sembolü Şeyh İzzettin el Kassam)
- Ondan bahsedildiğinde, Allah'ın dinini eğip bükmeyen, bir takım kaçamak teviller yapmayan, dünyasını ahirete tercih etmeyen ve davası uğrunda şehit olan örnek ve önder bir alim akla gelir. (Filistin Direnişinin Önderi ve Sembolü Şeyh İzzettin el Kassam)
- Kardeşler! Cihad kıyamete kadar devam edecek bir farzdır. (Filistin Direnişinin Önderi ve Sembolü Şeyh İzzettin el Kassam)
- Ceza olgusu ilk bakışta kötü bir şey olarak algılanabilir. Ancak işlenen suçla ve oluşan mağduriyetle karşılaştırıldığında, kötü bir şey olmaktan çıkar ve insanların akıl, din, can, nesil ve mal güvenliği gibi temel değerlerini110 koruma altına alma noktasında bir adalete ve koruyucu bir müeyyideye dönüşür.111 İslam'da suç ve ceza dengesinde adalet olduğu gibi, bazı suçlarda suçluyu af etme ve bağışlamaya teşvik de vardır.112 Allah Teâlâ konuyla ilgili, "bir kötülüğün (suçun) cezası, ona denk bir kötülük/cezadır. (Ancak) her kim bağışlar ve barışı sağlarsa, onun mükâfatı Allah'a aittir"113 buyurarak, suç-ceza dengesinin varlığını, cezalarda asla bir adaletsizliğin bulunmadığını beyan etmiştir. Ancak mevcut denge ve adalete rağmen kendisinin aftan yana olduğunu ve hak sahibinin suçluyu bağışlaması durumunda, onun mükâfatını kendisinin vereceğini belirterek özellikle affa teşvik etmiştir. (Günümüz Selefî Hâricî Akımın Şiddet Teolojisi)
- İslam öncesi Arap Yarımadası'nda yaşayan Arapların büyük çoğunluğu çok sınırlı su kaynakları çevresinde, sert çöl hayatı yaşayan ve geçim zorluklarından dolayı, zaman zaman çevre kabilelere saldırmak suretiyle yağmacılık yapan, gerektiğinde bu yolda karşı kabileden insanları öldüren ya da kaçırıp esir eden topluluklardı.24 Bütün bu olumsuzluklara zamanla oluşan kan davaları da eklenince aralarındaki kabile savaşları sonu gelmez bir hal alıyordu. Hatta bu savaşlar içerisinde çok kanlı geçen ve meşhur olanlarını ifade etmek için kullanılan "Eyyâmu'l-Arab" (Arapların önemli günleri) tabiri, Araplar arasında şöhret kazanmıştır.25 Yüzyıllar boyunca yaşanan bu olumsuzluklar dolayısıyla kabileler arasındaki var olan bu durum, şiddet ve düşmanlık ilişkisine dönüşmüştü. Kabile insanındaki baskın ruh; her hâlükârda kendi kabilesinin haklılığını savunmak ve kabilenin kazanması için ölümüne mücadele etmek esasına dayanan asabiyetti. İslam'ın zuhuru öncesi Câhiliye Arapları'nın kötü hasletlerinden sayılan kabile asabiyetçiliği, gasp, içki, kumar, fuhuş, kan davası gütme, faizcilik, hırsızlık, yetim malı gasp etme ve toplumdaki zayıfların haklarının hiçe sayılması gibi olumsuzluklarla beraber; yiğitlik, cesaret, saldırgana karşı koyma, cömertlik, ahde vefa, misafirperverlik, kanaatkârlık ve kendine sığınanı himaye etme gibi olumlu hasletleri de vardı.Ancak onlarda mevcut olan merhamet ve şiddet arasında bir değerlendirme yapıldığında, kesinlikle sertlik, şiddet ve sorunların çözümünde hemen kılıca sarılmanın o dönemin baskın anlayışı olduğu ortaya çıkacaktır. (Günümüz Selefî Hâricî Akımın Şiddet Teolojisi)
- İslam’a göre yöneticilerin aslî görevleri toplumun temel haklarını teminat altına almak, adaleti ikame etmek, yönettiği toplumun dünya-ahiret saadeti için çalışmaktır (Günümüz Selefî Hâricî Akımın Şiddet Teolojisi)
- Mühim olan illa da bu savaşı kazanmamız değildir. Asıl mühim olan bizim ümmete ve gelecek nesillere iyi bir ders vermemiz, onlarda cihad ruhunu diriltmemizdir. (Filistin Direnişinin Önderi ve Sembolü Şeyh İzzettin el Kassam)
- Değişil ilmi ve kültürel ortamlar insanın daha iyi gelişmesini ve ufkunun açılmasını sağlar. İnsan o zaman, dünyanın sadece kendisinden ve çevresinden ibaret olmadığını anlar ve ona göre hareket eder. (Filistin Direnişinin Önderi ve Sembolü Şeyh İzzettin el Kassam)
- İbn Receb el-Hanbelî’ye (ö. 795/1393) göre ise, “Hâricîlik, Müslümanları tekfir edip, kanlarını helal sayan bütün gruplar/fırkalar için kullanılmıştır.”131 İslam tarihîndeki ilk Hâricîler, daha çok kendilerine özgü katı dinî yorumları, Müslümanları tekfir edip kanlarını helal saymaları ve uyguladıkları bir takım şiddet eylemleriyle tanındıkları için, daha sonraki dönemlerde benzer dinî yorumları benimseyen, Müslümanları tekfir edip, kanlarını helal sayan ve karşı tarafa şiddet uygulayan bütün fırkalar Hâricîlik adıyla anılmıştır.132 (Günümüz Selefî Hâricî Akımın Şiddet Teolojisi)
- Selefî Hâricî akımın 'kendine özgü' dinî yorumlarla zihinlerinde oluşturdukları aşırı ve saldırgan algının köklerini ve bu algı doğrultusunda gerçekleştirdikleri yıkıcı ve haddi aşan eylemlerini göz önüne aldığımızda onların uyguladığı şiddeti şu şekilde tarif edebiliriz: “Müslümanların kahir ekseriyetince kabul ve nesilden nesile tevarüs edilene aykırı, “tekfirci” bir din anlayışı temelinde ve cihat adı altında kendilerine özgü anlayışlarını karşı tarafa kabullendirmek ve o doğrultuda bir yaşam tarzı oluşturmak için uyguladıkları aşırılık ve güç kullanımıdır. (Günümüz Selefî Hâricî Akımın Şiddet Teolojisi)
- Büyük kalabalıklardaki cezbedici gerçek, Filistin halkının, artık pasif siyasetten aktif siyasete geçtiği ve yeni bir ruhla ciddi faaliyete müthiş bir şekilde meylettiği gerçektir. (Filistin Direnişinin Önderi ve Sembolü Şeyh İzzettin el Kassam)
- Bu dünyada unutulup gitmek istemiyorsan, okunacak bir kitap veya yazılacak bir iş yap. (Filistin Direnişinin Önderi ve Sembolü Şeyh İzzettin el Kassam)