Düşünmek için dil şartı mı? Dilin, düşünmede rolü nedir?

BİLİM

Yapılan bilimsel araştırmada dil ve düşünce arasındaki bağlantının nasıl olduğu, ne denli iç içe olduğu üzerine duruldu.

Bilim insanları uzun süredir dil ve düşünce arasındaki bağı ve ne derecede iç içe geçmiş olduklarını, dilin düşünmenin bir şekilde ön koşulu olup olmadığını sorarak sorguladılar.

İngiliz filozof ve matematikçi Bertrand Russell soruyu düz bir evet ile cevaplayarak dilin temel amacının “onsuz var olamayacak düşünceleri mümkün kılmak” olduğunu öne sürmüştü. Ancak doğaya üstünkörü bir bakış bile Russell’ın niye yanlış olabileceğini ortaya koyuyor: Hayvanların yüksek seviye billişsellik gösteren her türden problemi çözme çabaları için hiçbir sözcük gerekmiyor. Şempanzeler bir strateji oyununda insanları alt edebiliyor, New Caledonia’da yaşayan kargalar av yakalayabilmek için kendi aletlerini yapabiliyor.

Yine de insanlar şempanzelerde görülmeyen bir sofistikasyon seviyesinde kognitif görevler yerine getiriyor, diferansiyel denklemler çözebiliyor ya da görkemli senfoniler besteleyebiliyor. Bu türe özel başarılar için dilin bir forma sahip olması gerekli mi? Düşündüğümüz şeyleri inşa edebilmek için kelimelere ya da sentaksa yapı iskelesi olarak ihtiyaç mı duyuyoruz? Yoksa beynin kognitif bölgeleri tamamen hazır düşünceleri daha sonrasında kelimeleri iletişim yolu olarak kullanacağımız şekilde mi oluşturuyor?

Massachusets Teknoloji Ensititüsü’ndeki McGovern Beyin Araştırma Ensititüsü’nde dil üzerine çalışan bir nörobilimci olan Eveline Fedorenko bu soruları cevaplandırabilmek için yıllarını harcadı. 2000’lerin başında Harvard Üniversitesi’nde öğrenciyken, “Dil, düşünceyi doğurur.” hipotezinin akademide hâlâ önemli yer tuttuğunu hatırlıyor. Kendisi de bu görüşün taraftarı oluyor.

Fedorenko 15 yıl önce araştırmasına başladığında, yeni beyin görüntüleme tekniklerinin yaygınlaştığı bir dönemde, bu fikri gereken titizlikle değerlendirmeye karar veriyor. Kısa bir süre önce Nature dergisinde takip eden yıllardaki bulgularını özetleyen bir makalenin eş yazarlığını üstlenen Fedorenko’nun bakış açısında jürinin artık karara ulaşmış olduğu açık: dil ve düşünce aslında beynin ayrı şekilde işlediği apayrı bileşenler. Bilişselliğin yeni nesil problem çözmeden sosyal mantığa kadar uzanan en yüksek seviyeleri, kelimeler ya da dilbilimsel yapılar olmadan ilerleyebiliyor.

Dil, düşüncelerimizi diğerlerine iletmemizi ve hipersosyal türümüzün gelişmesi için vazgeçilmez olan bilgi ve yetenekleri gelecek nesillere aktarmamızı telepativari bir şekilde mümkün kılıyor. Fakat aynı zamanda afaziye sahip bir insan, bazen tek bir kelime bile sarf edemese de, düşüncenin temeli olan bir dizi kognitif işlevi yerine getirebiliyor. Scientific American, Fedorenko ile, dil-düşünce ayrımı ve büyük dil modelleri gibi yapay zekâ araçlarının düşünme ve konuşma arasındaki etkileşimi incelemek adına neler yapabileceği üzerine konuştu.

[Röportajdan düzenlenmiş bir kesit aşağıdadır.]

Dil ve düşüncenin ayrı bileşenler olup olmadığı sorusunu yöneltmeye nasıl karar verdiniz?

Dürüst olmak gerekirse, dilin kompleks düşünceler için elzem olduğuna dair oldukça güçlü bir içgüdüm vardı. 2000’lerin başında, insanların hiyerarşik yapıları işlemek için oldukça uygun olan bazı özel sistemlere sahip olduğu hipotezine çokça çekilmiştim. Dil hiyerarşik yapılara dayanan sistemlerin başlıca örneğidir: kelimeler kalıpları, kalıplar cümleleri oluşturur.

Pek çok kompleks düşünce de hiyerarşik yapılara dayanır. O yüzden düşündüm ki “Öyleyse, beynin, dilin bu hiyerarşik yapılarını işleyen bölgesini bulmalıyım”. O zamanlar bunu yapan yapının sol ön korteksin bazı kısımları olduğuna dair birtakım iddialar vardı.

Ancak beyinde dil ve diğer alanlar arasındaki etkileşimi incelemek için kullanılan yöntemler o kadar iyi değildi. Bu yüzden ben de daha iyisini yapabileceğimi düşündüm. Ve sonra, bilimde sıkça olduğu gibi, işler pek de hayal ettiğim gibi gitmedi. Böyle bir beyin bölgesi için kanıt aradım ama yoktu.

Dildeki hiyerarşik yapıları işleyen beyin bölgeleriyle aynı şeyi matematik ya da müzikte yapmanızı sağlayan bölgeler arasında net bir ayrım olduğunu görürsünüz. Bilimin çoğu içgüdüye ya da önceki görüşlere dayanan hipotezlerle başlar.

Temel eğitimim, dil bilimci Noam Chomsky’nin temsil ettiği geleneğe dayanıyordu. Bu geleneğin dogmasına göre dili düşünmek için kullanıyorduk, türümüzde dilin evriminin sebebi düşünmekti. Dolayısıyla eğitimimden edindiğim beklentim buydu. Ama bilimle uğraşırken çoğu zaman yanıldığınızı öğreniyorsunuz ve bu harika bir şey çünkü işlerin gerçekte nasıl yürüdüğünü öğreniyoruz.

Düşünme ve dilin ayrı sistemler olduğuna dair ne tür kanıtlar buldunuz?

Kanıt iki ayrı yöntemden geliyor. Biri bilim insanlarının yüzyıllardır kullandığı, temelde oldukça eski bir yöntem: farklı yeteneklere sahip kişilerdeki, örneğin beyin hasarı olan insanlardaki eksikliklere bakmak.

Bu yaklaşımla afazinin bir türü olan dil bozukluğuna sahip bireylere bakabiliriz. Afazi, bir durum olarak yüzyıllardır inceleniyor. Dilin düşünce sistemleriyle nasıl ilişkili olduğu sorusu için en bilgilendirici vakalar, global afazi olarak adlandırılan ve beynin sol yarım küresinde meydana gelen büyük bir hasar sonucunda bireylerin temelde dili anlama ve üretme yeteneklerini tamamen kaybettikleri ciddi bozukluk vakalarıdır. Bu ciddi dil bozukluklarına sahip kişilerin düşünme gerektiren görevleri yerine getirip getiremeyeceklerini sorabilirsiniz. Onlardan bazı matematik problemlerini çözmelerini veya bir sosyal muhakeme testi yapmalarını isteyebilirsiniz. Elbette tüm talimatlar sözsüz olmak zorundadır çünkü bu kişiler dilsel bilgileri artık anlayamazlar. Bilim insanları dili olmayan popülasyonlarla çalışmak konusunda oldukça deneyimlidirler. Henüz konuşamayan bebekleri ya da insan olmayan hayvan türlerini çalışırlar. Yani talimatları sözsüz bir şekilde iletmek kesinlikle mümkün. Bu çalışmadan elde edilen en önemli bulgu, ciddi dil bozuklukları olan insanlar arasında şimdiye kadar test ettiğimiz tüm bilişsel görevleri gayet iyi yerine getiren kişiler bulunmasıdır.

Şu anda pek çok farklı türde görevde test edilen bireyler bulunuyor. Düşünme diyebileceğimiz bu görevler matematik soruları ya da mantık bulmacaları çözmeyi, başkasının ne düşündüğü ya da fiziksel dünya üzerine akıl yürütmeyi içeriyor. Dolayısıyla bu, afaziye sahip popülasyonlardan elde edilen büyük bir kanıt yığını.

Diğer yöntem nedir?

İyi bir tamamlayıcı yaklaşım ise 1980’lerde ve 90’larda başlayan beyin görüntüleme yaklaşımıdır. İnsanlar farklı görevlerle uğraşırken kan akışı değişikliklerini ölçebilir ve iki sistemin ayrı mı yoksa örtüşük mü olduğu üzerine sorular sorabiliriz; örneğin, dil bölgelerinizin matematik problemlerini çözmenize yardımcı olan bölgelerle örtüşüp örtüşmediği gibi. Söz konusu beyin görüntüleme araçları bu sorular için gerçekten çok iyi. Ama bu soruları sorabilmem için önce bireylerin beyinlerindeki dil bölgelerini tanımlamak için güvenilir ve sağlam bir yola ihtiyacım vardı, o yüzden kariyerimin ilk birkaç yılını bunu yapabilecek araçlar geliştirerek geçirdim.

Söz konusu dil bölgelerini bulmak için bir yolumuz olduğunda ve bu bölgelerin yetişkinlikte hasar gördüğünde afazi gibi durumlara yol açtığını anladığımızda, insanlar birçok düşünme eyleminde bulunduğunda bu dil bölgelerinin aktif olup olmadığını sorabiliriz. Yani laboratuvara gelebilirsiniz ve sizi bir tarama cihazına sokup dil bölgelerinizi size birkaç dakika süren kısa bir görev vererek bulabilirim. Sonra da bazı mantık bulmacaları ya da sudoku çözmenizi, karmaşık bazı işler bellek görevlerini yerine getirmenizi ya da planlama ve karar verme aktiviteleri gerçekleştirmenizi isteyebilirim. Ardından dili işlediğini bildiğimiz bölgelerin siz bu tür diğer görevlerle uğraşırken aktif olup olmadığını sorabilirim. Halihazırda birçok düşünme görevi de dahil olmak üzere her türlü dilsel olmayan girdiyi ve görevi incelediğimiz düzinelerce çalışma var. İnsanlar bu düşünme faaliyetlerine katıldıklarında dil bölgelerinin temelde sessiz olduğunu tekrar tekrar buluyoruz.

Eğer düşünmek için değilse, o halde dilin rolü nedir?

Şu anda yaptığım şey, sahip olduğum ancak sizin belki kısmi bir versiyonunu bildiğiniz bazı bilgileri paylaşmak. Bunu size dil aracılığıyla aktardığımda, kendi bilginizi güncelleyerek ona zihninizde de sahip olabilirsiniz. Yani temelde telepati için bir kısayol gibi. Birbirimizin zihnini okuyamayız. Ama içsel durumlarımızı birbirimize aktarmak için esnek bir yol olan dil denen bu aracı kullanabiliriz.

Hatta aslında dünya hakkında öğrendiğiniz pek çok şeyi muhtemelen direkt deneyimlemek yerine dil yoluyla öğrendiniz. Yani dil oldukça faydalı. Evrimsel avantajları nasıl sağladığını kolayca hayal edebilirsiniz: işbirliği gerektiren aktiveteleri kolaylaştırarak, araçların nasıl oluşturulacağı bilgisini aktararak ve sosyal bilgiyi ileterek. İnsanlar daha büyük gruplarda yaşamaya başladıkça çeşitli sosyal ilişkilerin kaydını tutmak daha önemli hale geldi. Örneğin size “O çocuğa güvenmiyorum,” diyebilirim. Ayrıca, gelecek nesillere bilgiyi aktarmak çok zor ve dil bunu çok daha işlevsel şekilde yapmamızı sağlıyor.

İletişim kurmak için dile sahip olduğumuz fikrine paralel olarak, son birkaç on yılda, insan dillerinin sahip olduğu çeşitli özelliklerin (dünya genelinde konuşulan ve kayıt altına alınan yaklaşık 7.000 dil vardır) bilgiyi verimli bir şekilde iletmek, algılanması kolay, anlaşılması kolay, üretilmesi kolay ve çocuklar için öğrenilmesi kolay hale getirmek için optimize edildiğini gösteren kanıtlar birikmektedir.

Dil, insanları özel yapan şey mi?

Beyinsel evrimimizden biliyoruz ki kortikal tabakanın [beynin dış katmanının] birçok kısmı insanlarda oldukça genişledi. Beynin bu kısımları birçok farklı fonksiyonel sistem içeriyor. Dil bunlardan biri. Ama ayrıca diğer zihinler üzerine akıl yürütmemizi sağlayan bir sistem var. Yeni nesil problem çözmeyi destekleyen bir sistem var. Bilgiyi uzatılmış zaman aralıklarıyla entegre etmemizi, örneğin,birkaç olayı birbirine bağlamamızı sağlayan bir sistem var. Bizi insan yapan şey büyük olasılıkla bazılarının dediği gibi tek bir “altın bilet” değil. Olan tek bir şey değil: muhtemelen birçok sistem daha sofistike hale geldi, daha büyük bir korteksi kapladı ve daha karmaşık düşünce ve davranışlara imkân verdi.

Dil ve düşünme sistemleri birbiriyle etkileşime giriyor mu?

Nörobilimin elinde dil ve düşünce arasındaki sistemlerarası etkileşimi incelemek için harika araçlar yok. Ama yapay zekâdaki ilerlemelerle ortaya çıkan ilginç yeni fırsatlar var; artık dili incelemek için GPT-2 ve halefleri gibi büyük dil modelleri şeklinde bir model sistemimiz var. Bu modeller gerçekten iyi dil oluşturuyorlar, gramatik olarak mükemmel ve anlamlı cümleler ortaya koyuyorlar. Düşünmede o kadar da iyi değiller, bu da dil sisteminin tek başına sizi düşündüren şey olmadığı fikriyle iyi uyum sağlıyor.

Ama biz ve pek çok farklı grup, insan dil sisteminin bir modeli olarak yapay sinir ağı dil modelinin bir versiyonunu ele aldığımız çalışmalar yapıyor. Sonra da bunu, insan düşünce sistemlerine daha çok benzediğini düşündüğümüz bir sistemle, örneğin matematik uygulaması gibi sembolik bir problem çözme sistemiyle ilişkilendirmeye çalışıyoruz. Bu yapay zekâ araçlarıyla en azından şunu sorabiliyoruz: “Bir düşünce sisteminin, bir mantık sisteminin, dilsel temsilleri depolayan ve kullanan bir sistemle etkileşime girmesinin yolları nelerdir?” Bu nörosembolik yaklaşımlar, bu soruları ele almaya başlamak için heyecan verici bir fırsat sunuyor.

Büyük dil modelleri, nörobilimsel açıdan dilin nasıl işlediğini anlayabilmemize yardımcı olmak için ne yapıyor?

Bunlar esasen dilin nörobilimini inceleyen araştırmacılar için ilk model organizmalar. Biyolojik bir organizma değiller ama bu modellere dek, insan beyninden başka dil oluşturan bir şeyimiz yoktu. Dolayısıyla olup bitenler inanılmaz derecede heyecan verici. Anlamaya çalıştığınız gerçek biyolojik sistemler üzerinde yapamadığınız şeyleri modeller üzerinde yapabiliyorsunuz. Daha önce tamamen ulaşılmaz olan pek çok soruyu artık sorabiliyoruz: örneğin, gelişimle ilgili sorular.

İnsanlarda, tabii ki, çocukların aldığı dilsel girdiyi manipüle edemezsiniz. Çocukları dilden yoksun bırakarak ya da girdilerini bir şekilde kısıtlayarak nasıl geliştiklerini gözlemleyemezsiniz. Ne var ki sadece belli türde dilsel girdiyle eğitilen ya da metinsel girdilerle değil, konuşma girdileriyle eğitilen bu modelleri inşa edebilirsiniz. Sonra da , belirli şekillerde eğitilen modellerin, dilsel davranışlar veya beynin dile verdiği tepkiler açısından insanlarda gördüklerimizi daha iyi yansıtıp yansıtmadığını görebilirsiniz.

Yani nörobilimcilerin uzun süredir fare ya da makakları model organizma olarak kullandığı gibi, biyolojik olmayan ama kendi tarzlarında çok güçlü olan bu silikon modelleri artık, dilin nasıl geliştiği, işlendiği ya da yaşlanmayla birlikte nasıl bozulduğuna dair bazı yönleri anlamaya çalışmak için kullanabiliriz.

Bu modellerin iç kısımlarına çok daha fazla erişimimiz var. Beyinle, en azından insan beyniyle uğraşmak için sahip olduğumuz yöntemler bu modellerle yapabildiklerimizle kıyaslandığında çok daha sınırlı.