Mardin’in dilleri ve taş evleri
Mezopotamya’nın verimli topraklarındaki bir tepenin eteklerinde kurulmuş Mardin’i layıkıyla anlatmak için sayfalar dolusu yazı bile yetersiz kalır.

Eğer bir gün yolunuz düşer de bu masal kentini gezip görme şansını bulursanız ne demek istediğimi anlayacaksınız. Mardin’in karşıdan görünüşü dahi insanı büyülemeye yeter. Yamacın üzerinde kademe kademe yükselen, rengini Mezopotamya güneşinden alan sarı taşlardan müteşekkil kadim evler ve doğanın güzel kokusu...
Sonra şehre girer ve gözlerinizi her biri ayrı bir tarih olan yapılardan alamazsınız. Binlerce yıldan beri envaiçeşit uygarlığın doğumuna, büyümesine ve geride izlerini bıraktıktan sonra yok olup gitmesine tanıklık eden kadim Mezopotamya coğrafyasının ayrılmaz bir parçasıdır o yapılar. Mesela minaresi kentin her noktasından görünen Ulu Cami, Artuklular tarafından inşa edildiği 1176 senesinden beri ayakta. Şehir merkezindeki, bir zamanlar Süryani Katolik Episkoposluk makamı olan Mardin Müzesi ise olağanüstü taş işçiliğiyle göz alıcı.
DİLLER HAVAYA KARIŞIR
Mardin’de insanı büyüleyen o kadar çok şey var ki: Dar sokakları çevreleyen Süryani kiliseleri, tarihî camiler ile medreseler, geniş avlulu taş evler ve asırlardır birarada yaşayan farklı diller... Burada hangi lisanların konuşulduğunu bilmek bile ildeki kültürel zenginliğin boyutlarını kavramanıza yeter. Arapça, Kürtçe, Türkçe, Süryanice kelimeler kentin çarşılarında, sokaklarında dolaşır ve insanların kulaklarına dokuna dokuna havaya karışır.
Mardin Müzesi’nin yanındaki merdivenli sokaklardan yukarı çıkıp biraz yürüdüğünüzde işlemeli cephesiyle Zinciriye Medresesi çıkar karşınıza. Eyyubiler’in 1406’da inşa ettiği bu kadim yapı şimdilerde Artuklu Üniversitesi’ne bağlı Yaşayan Diller Enstitüsü tarafından kullanılıyor. Yüksek lisans öğrencileri burada Kürtçeyi ve bölgedeki diğer kadim dilleri öğreniyor. Medresenin biraz ilerisinde ise kentteki onlarca Süryani kilisesinden biriyle karşılaşırsınız: Geniş avlunun etrafına dizilmiş taş yapılarıyla Kırklar Kilisesi. Bu ibadethanede hayat da dualarla birlikte akıp gider. Tütsü kokan ibadethanenin bahçesinden bisiklete binen, oyun oynayan çocukların neşeli sesleri yükselir.
MEZOPOTAMYA DENİZİ
Kent merkezinin biraz altındaki görkemli Kasımiye Medresesi ise Akkoyunlular’ıneseri. Bir de beş yıl önce açılan Sabancı Kent Müzesi’ni görmeden Mardin’den ayrılmamak lazım. Zira burası içerdiği eser ve objelerle kent tarihi ve kültürünün ayrıntılı bir özeti.
Mardin’de sadece bu yazıda bir kısmından söz edebildiğim tarihî yapılar ve farklı kültürler yok; Doğu’nun misafirperverlik geleneğini ilke edinmiş iyi niyetli, sıcakkanlı insanlar da var. Onlardan biri olan İshak Uran olmasaydı geçen hafta ziyaret ettiğimiz Mardin’i bu kadar iyi tanıyamazdık. Bizi kentin her köşesine götüren Mardin İl Belediye Meclis üyesi İshak Uran, kentin tarihî dokusunda çürük diş gibi görünen beton yapıları işaret ediyor ve “Bunların hepsi yıkılacak” diyor. “Şehirdeki eski, taş yapıların arasında kalan beton binalar ortadan kalkınca burası tam bir açıkhava müzesi olacak.”
Sonra akşam çöküyor ve Mardin’in eteklerinde uzanan siyah boşluğa dikkatimizi çekip şöyle diyor İshak Uran: “Bakın, Mardin’in de denizi var.” Gerçekten de Mezopotamya ovası akşam karanlığında deniz gibi görünüyor. Uçsuz bucaksız düzlüğe dağılmış köyler ise koyu renkli sularda ilerleyen ışıklı gemiler...
[email protected]
twitter:@ozlemertan
Sonra şehre girer ve gözlerinizi her biri ayrı bir tarih olan yapılardan alamazsınız. Binlerce yıldan beri envaiçeşit uygarlığın doğumuna, büyümesine ve geride izlerini bıraktıktan sonra yok olup gitmesine tanıklık eden kadim Mezopotamya coğrafyasının ayrılmaz bir parçasıdır o yapılar. Mesela minaresi kentin her noktasından görünen Ulu Cami, Artuklular tarafından inşa edildiği 1176 senesinden beri ayakta. Şehir merkezindeki, bir zamanlar Süryani Katolik Episkoposluk makamı olan Mardin Müzesi ise olağanüstü taş işçiliğiyle göz alıcı.
DİLLER HAVAYA KARIŞIR
Mardin’de insanı büyüleyen o kadar çok şey var ki: Dar sokakları çevreleyen Süryani kiliseleri, tarihî camiler ile medreseler, geniş avlulu taş evler ve asırlardır birarada yaşayan farklı diller... Burada hangi lisanların konuşulduğunu bilmek bile ildeki kültürel zenginliğin boyutlarını kavramanıza yeter. Arapça, Kürtçe, Türkçe, Süryanice kelimeler kentin çarşılarında, sokaklarında dolaşır ve insanların kulaklarına dokuna dokuna havaya karışır.
Mardin Müzesi’nin yanındaki merdivenli sokaklardan yukarı çıkıp biraz yürüdüğünüzde işlemeli cephesiyle Zinciriye Medresesi çıkar karşınıza. Eyyubiler’in 1406’da inşa ettiği bu kadim yapı şimdilerde Artuklu Üniversitesi’ne bağlı Yaşayan Diller Enstitüsü tarafından kullanılıyor. Yüksek lisans öğrencileri burada Kürtçeyi ve bölgedeki diğer kadim dilleri öğreniyor. Medresenin biraz ilerisinde ise kentteki onlarca Süryani kilisesinden biriyle karşılaşırsınız: Geniş avlunun etrafına dizilmiş taş yapılarıyla Kırklar Kilisesi. Bu ibadethanede hayat da dualarla birlikte akıp gider. Tütsü kokan ibadethanenin bahçesinden bisiklete binen, oyun oynayan çocukların neşeli sesleri yükselir.
MEZOPOTAMYA DENİZİ
Kent merkezinin biraz altındaki görkemli Kasımiye Medresesi ise Akkoyunlular’ıneseri. Bir de beş yıl önce açılan Sabancı Kent Müzesi’ni görmeden Mardin’den ayrılmamak lazım. Zira burası içerdiği eser ve objelerle kent tarihi ve kültürünün ayrıntılı bir özeti.
Mardin’de sadece bu yazıda bir kısmından söz edebildiğim tarihî yapılar ve farklı kültürler yok; Doğu’nun misafirperverlik geleneğini ilke edinmiş iyi niyetli, sıcakkanlı insanlar da var. Onlardan biri olan İshak Uran olmasaydı geçen hafta ziyaret ettiğimiz Mardin’i bu kadar iyi tanıyamazdık. Bizi kentin her köşesine götüren Mardin İl Belediye Meclis üyesi İshak Uran, kentin tarihî dokusunda çürük diş gibi görünen beton yapıları işaret ediyor ve “Bunların hepsi yıkılacak” diyor. “Şehirdeki eski, taş yapıların arasında kalan beton binalar ortadan kalkınca burası tam bir açıkhava müzesi olacak.”
Sonra akşam çöküyor ve Mardin’in eteklerinde uzanan siyah boşluğa dikkatimizi çekip şöyle diyor İshak Uran: “Bakın, Mardin’in de denizi var.” Gerçekten de Mezopotamya ovası akşam karanlığında deniz gibi görünüyor. Uçsuz bucaksız düzlüğe dağılmış köyler ise koyu renkli sularda ilerleyen ışıklı gemiler...
[email protected]
twitter:@ozlemertan