Ali Özdemir kimdir? Ali Özdemir kitapları ve sözleri
Uzman Elektrik Öğretmeni, Yazar, Yayıncı Ali Özdemir hayatı araştırılıyor. Peki Ali Özdemir kimdir? Ali Özdemir aslen nerelidir? Ali Özdemir ne zaman, nerede doğdu? Ali Özdemir hayatta mı? İşte Ali Özdemir hayatı...
Doğum Tarihi: 1 Ekim 1968
Doğum Yeri: Kıbrıscık, Bolu, Türkiye
Ali Özdemir kimdir?
Ali Özdemir, 1 Ekim 1968 yılında Bolu'nun Kıbrıscık ilçesinde dünyaya gelmiştir. Bölücekkeya Köyü İlkokulu, Kıbrıscık Orta okulu, Bolu İzzet Baysal Endüstri Meslek Lisesi Elektrik Bölümü, Marmara üniversitesi Teknik Eğitim Fakültesi Elektrik Öğretmenliği bölümünü bitirmiştir.
1989 yılında Üniversiteyi bitirdikten sonra Edirne Uzunköprü Endüstri Meslek Lisesinde öğretmen olarak çalışmaya başlayan Ali Özdemir, 1990 yılında İzmir'in Gaziemir ilçesindeki Ulaştırma Okulunda temel yedek subaylık eğitimi aldıktan sonra Tokat Erbaa Endüstri Meslek Lisesinde yedek subay öğretmen olarak askerlik görevini tamamlamıştır.
Askerliğin ardından tekrar Uzunköprü Endüstri Meslek Lisesinde çalışan Ali Özdemir, 1991 yılında Manisa Merkez Endüstri Meslek lisesine tayin olmuş, 1995 yılına kadar bu okulda çalıştıktan sonra kendi isteği ile Bolu İzzet Baysal Endüstri Meslek Lisesine nakil olmuştur.
Evli ve bir çocuk babası olan Ali Özdemir, kitaplarını kazanç düşüncesi ile değil,ülkenin bilimine, kültürüne katkı sağlamak için maliyet fiyatına sunmaktadır.
Ali Özdemir Kitapları - Eserleri
- Beden Dili
- Aşk Şiirleri Antolojisi
- Girişimcilik
- Arkasından Ne Yazdılar?
- Kalite Güvence Ve Standartlar
- Adaletsiz Dünya Düzeni
- Siz de Başarılı Olabilirsiniz
- Acı Vatanda Bir Garip Kul
- Yol Gösteren Öyküler
- Şiir Dünyası
- Sağlıklı Yaşam
- Adını Saklı Tuttum
- Biraz da Gülelim
- Mikrodenetleyiciler
- Yusuflar Kitabı
- Kadim
- Tanrı Gökte Sen Yerdesin
- Eşik
- Lirikler ve Hüzünler
- Otomatik Kumanda
Ali Özdemir Alıntıları - Sözleri
- Varsın yine bir yudum su veren olmasın, Baş ucumda biri bana 'su yok' desin de! (Aşk Şiirleri Antolojisi)
- Gerçek bir vatanseveri ve yürekli bir savaşçıyı kaybettik... Zaman zaman “Keşke onun gibi bir cumhurbaşkanımız olsaydı” denildiğini hatırlarız... Bir toplantıda kendilerini Eskimolarla karşılaştırmıştı: - Onlar buzun üzerinde biz ateşin üzerinde yaşıyoruz, demişti. Sonra da ekledi: - Neden ateşin üzerinde yaşıyoruz biliyor musunuz? Neden Ada'yı bırakıp İngiltere'de veya Türkiye'de keyfimize bakmıyoruz? Çünkü Ada'daki varlığımız Türkiye'nin ve Türk ulusunun savunması için hayati önemdedir. Biz mücadelemizi Türk olarak görev sayıyoruz... Ermeni soykırımı iddialarına karşı kurulan Talat Paşa Komitesi'nin başkanıydı Denktaş... Ecevit'in deyimiyle yalnızca Kıbns'ın değil, Türkiye'nin de lideriydi. Son 60 yılda gördüğümüz kendini davasına ve halkına adayan tek lider... Kıbrıs davasını dirençle savunduğu için cumhurbaşkanlığından düşürüldü. Sözde çözümsüzlüğü savunuyordu. Yerine gelenler de taviz vermekle kaldılar, bir milim ilerleyemediler... Her zaman neşeli, şakacıydı... Bir hastane ziyaretindeki esprisini bu sütunlarda yazmıştık. Onun da hoşuna gitmişti. Doktor hastaneyi gezdirirken hastalar hakkında izahat vermektedir. Hastalardan birinin sürekli ereksiyondan muzdarip olduğunu anlatır. Denktaş gidip adama sarılır, yanaklarından öper. Neden böyle yaptığı sorulunca Şöyle der: - Belki bulaşıcıdır bana da geçer... Son nefesinde Hristofyas diye bağırıp başucundaki kızına: “Söyle kendilerine, burası bağımsız bir cumhuriyettir” demesinde şaşılacak bir şey yoktur... Sahip olduğu unvanlardan daha büyük adamdı Denktaş... Tarihin soylu sayfalarında yerini şimdiden almıştır... Saygıyla... Melih Aşık - 15 Ocak 2012 - Milliyet gazetesi (TC) (Arkasından Ne Yazdılar?)
- ...Ancak, bu insanın bir buçuk yaşında annesini, on sekiz yaşında da babasını kaybederek, hayatı tek başına göğüslemiş bir adam olduğunu, hiç unutmamak lâzımdır, onun yaşamını değerlendirmeye çalışırken! Karkot Deresi'nde anlatır, babasının ölümünün ardından, neyi var neyi yoksa “alâ, düe” satıldığını ve kendisinin “dımdızlak” ortada kaldığını... Nasıl kendi gayreti ile Mağusa'da adliye memurluğu yaptığını, bitirdiği okula nasıl öğretmen girdiğini, Londra'ya hukuk okumaya gideceğinde, nasıl kefil aradığını... Babasının bir Rum dostu kefil olmuş sonunda... Kendisini tanıyanlar, kimseye hiçbir zafiyetini anlatacak kadar yaklaşmadığını ve hep tek başına kaldığını da anlatırlar! Çocukluktan kalmış bir duruştu belki de... Ve belki de lider olabilmenin gerek şartlarından biriydi, yalnızlığı... Dr. Nazım Beratlı - 16.01.2012 - Haberdar Gazetesi (KKTC) (Arkasından Ne Yazdılar?)
- Kıbrıs Türk'türe kefil olmam ama Denktaş bizimdir Rahmetli Denktaş... Rum'a karşı Türk'ü savundu. Rahmetli Lefter... Rum'du. Türk milli takımı kaptanıydı. İkisini de kalbimize gömdük. Filan. Bunu yazıyor herkes. Papağan gibi. Şu da var halbuki. Rahmetli Lefter... Büyükada doğumluydu. Büyükada'da defnedildi. Rahmetli Denktaş... Baf doğumluydu. Baf'a defnedilemiyor. Aynı güne denk gelen iki ölümü aynı paketle ambalajlayıp, Lefter'i bağrımıza bastık ayaklarıyla, bu topraklarda doğup büyüyen Rumlara ettiklerimizi unutturamayız. Ama görünen o ki... Rum'un Türk'e ettiklerini unuttuğumuz gibi, Kıbrıs Türkü'nün Denktaş'a ettiklerini de unutmuşuz. Statükocu dediler. Takoz dediler. Faşist dediler. Hatta, defol dediler. İstemiyorlardı onu. Yatacak yeri yok, ona bu muameleyi reva gören vefasızların... Ama, onun ilelebet var. Denktaş... Anıtkabir'e defnedilsin. En azından sembolik mozole öneriyorum. Çünkü, üç kuruş parayı bağımsızlığa tercih eden zihniyet nedeniyle, Denktaş'ın defnedileceği yerin de Türk toprağı olarak kalacağı meçhul. Yılmaz Özdil - 17.01.2012 - Hürriyet gazetesi (TC) (Arkasından Ne Yazdılar?)
- Sanmıştık ki ikimiz yeryüzünde ancak birbirimiz için varız İkimiz sanmıştık ki tek kişilik bir yalnızlığa bile rahatça sığarız. (Aşk Şiirleri Antolojisi)
- ...Daha önce de defaatle iftihar ederek yazdım: Ben Denktaş hayranıyım. O'nun hayatını, çektiği çileleri ve şanlı mücadelesini yakından takibe çalıştım. O'nu 1967'de tanımıştım. O sırada Ankara'da sürgündeydi. Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde düzenlediğimiz “Kıbrıs” konulu bir açık oturuma katılmıştı. Bana "12'ye 5 Kala Kıbrıs” adlı kitabını imzalayıp hediye etmişti. O'nun değerli bir hâtırası olan bu eseri kitaplığımın başköşesinde saklarım. Daha sonra aramızda yarım asra yakın devam eden bir dostluk gelişti. O'nunla müteaddit defalar yaptığımız görüşmelerde, hiç bıkıp usanmadan en açık ve gerçekçi şekliyle Kıbrıs dâvâmızı anlatmış; Rum tarafının tutumunu tarihi arkaplanıyla birlikte izah etmişti. Rauf Denktaş, bir gönül adamı, adeta mütevazı bir 'derviş'ti. Allah'a inancı tamdı. Daha çok genç yaşta yazdığı “Saadet Sırları" adlı ilk kitabında, “Saadetin yatağı ve kaynağı kendi kalbimiz, temeli fazilet ve ahlâktır” diyordu."Kur'an'dan İlhamlar” adlı eserinde, 'Karşımızda kilisenin etrafında örgütlenmiş bir kitle... Biz hâlâ laiklik okullarda din dersi verilmesine müsait mi? şamatası arasında yılları geçiriyoruz” şikâyetinde bulunuyordu. Özellikle ömrünün son döneminde tasavvufa merak salmıştı; bir Mevlânâ hayranıydı. Ben O'nun kadar mütevazı, terbiyeli, hoşsohbet ve sevimli insana az rastladım. O, son nefesinde dahi “Bağımsız Kıbrıs Türk Devleti'ni haykıracak kadar büyük bir idealistti. İrtihali, sadece Kıbrıs ve Türkiye için degil, bütün Türk ve İslâm Dünyası için de büyük bir kayıptır. Yaralı yüreğim ve göz yaşlarımla O büyük mücahide Allah'tan rahmet, yakınlarına ve Türk Milleti'ne başsağlığı diliyorum. Hasan Celal Güzel - 17.01.2012 - Sabah gazetesi (TC) (Arkasından Ne Yazdılar?)
- ...Katıldığım yönü vardı rahmetlinin, katılmadığım yönü de. Allah uzun ömür versin, biraz Süleyman Demirel'e de benzetirdim tavrını, Kızardım. Ama çok çok tatlı bir adamdı. Benim anlatacağım bambaşka bir Denktaş hikâyesi. Yıllar önce bir gün Kıbrıs'tayım. Haberi olmuş. Aradı. “Gel bir yemek yiyelim” dedi. “Emriniz olur, nerede?” dedim. “Başkanlık Sarayı'nda” dedi. Öğle yemeği için sözleştik. Kalktım gittim. Bir Kıbrıs baharında rahmetli bahçede. Önüne koymuş mangalı. Elinde bir karton parçası mangalı yelliyor. Pişirdi kebapları, afiyetle yedik. “Anlat bakalım eleştirilerini” dedi yemek sırasında. En ağır eleştirilerimi sıraladım. Ne kızdı, ne öfkelendi. Ne bir hiddet gösterdi. Dinledi. Bazılarına açıklık getirmek istedi. Eleştirdiğim davranışların nedenlerini açıkladı. Öyle bir siyasetçi, daha doğrusu öyle bir devlet adamıydı ki, “kızsanız bile seviyor, sevseniz bile kızabiliyordunuz”. O da bunu büyük bir olgunlukla karşılıyordu. Belki de cenazesi bu yüzden çok kalabalıktı. Artık hiç de güçlü olmadığı hâlde! Fatih Altaylı - 19.01.2012 - Habertürk gazetesi (TC) (Arkasından Ne Yazdılar?)
- Kapımı çalıp durma ölüm, Açmam; Ben ölecek adam değilim… Cahit sıtkı Tarancı (Aşk Şiirleri Antolojisi)
- Çünkü ayrılıklar da sevdaya dâhil çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili (Aşk Şiirleri Antolojisi)
- ...Büyük Türk Mücahidinin ardından timsah gözyaşı döken iktidar... Denktaş hayattayken ona yapılan zulmün bir bölümünün canlı tanığı oldum. Türk milletinin bütün sembollerine havadan - karadan saldıran AKP, Kıbrıs Harekâtının sembol ismini, son görev için uçaklardan birine davet edemez miydi?.. Yağcılardan yine yer kalmadı herhalde!.. Ahmet Takan - 17.01.2012 - Yeni Çağ gazetesi (TC) (Arkasından Ne Yazdılar?)
- ... ...Şimdi merhum olan Vehbi Mahmutoğlu bana 2003'te şöyle anlatıyordu: “Kardeşim Celal'e gittim. Polis olarak çalışıyordu. “Silah getirmeliyiz buraya!' dedim. 70-80 Sterlin verdi. Rum'dan bir kayık aldım, kayığın üzerinde elefteria yazıyordu yani “hürriyet' Türkçe'si, Aldım o tekneyi Rum'dan, yalnız ileri vitesi vardı. Geriye gidişi yoktu.. Ufacık bir tekne. Düşünmeye başladık.. Her gün bir Rum'ları bir Türkleri vuruyorlar, yol kesiyorlar... Köyde teşkilatı kurmaya karar verdim. Erenköy'de (Goççina'da) mukavemet çalışmalarına başladım...” Lefkoşa'da Rauf Denktaş Türkleri örgütlemek için uğraşıyor, Türkiye'den yardım istiyordu.. Kıbrıslı Türkler, Akdeniz'in azgın sularında, gecenin kör karanlığında kürekle sahilden uzaklaşıyorlar, derme çatma motorlarla 24 saat süren yolculuklar yapıyorlar, Anamur, Tarsus, Taşucu'ndan BEREKET yani “silah” bulup geri dönüyorlardı.. Türkiye kıyılarına vardıklarında da her şey kolayca hallolmuyordu. Yakalanıp soruşturmaya alınıyorlar, kim olduklarını ispatlamak için günlerce uğraşıyorlardı. Geri dönerken İngiliz sahil botlarına yakalanmamak için motoru durdurup saatlerce kürek çekerek kutsal emanetlerini çanak denilen evlere ulaştırıyorlardı. Celal Mahmutoğlu, BEREKETÇİLİK nedir bana şöyle anlatmıştı: 'Bereketçi'ydi bereket'i sağlayanın adı. Getirdiğimiz silahlar gömülürdü. Ondan sonra TMT şifrelediği bereketçilerle temas ederdi. Ad söylenmezdi.'Git filan bereketçiyi bul' denirdi. Silah taşıyıcı demezlerdi bize, 'bereketçi' derlerdi. Çünkü silah bereketti. ... Banu Avar - 19.01.2012 (Arkasından Ne Yazdılar?)
- ...Doktor Küçük ve Rauf Denktaş'ın rol ve katkılarını ihmal edemeyiz, ama önemli olan Türk Mukavemet Teşkilatı'dır ve Köprülü'den sonraki Dışişleri Bakanı, Tevfik Rüştü Aras'ın damadı, Fatin Rüştü Zorlu'ya borçluyuz. Zorlu, Menderes'i, Kıbrıs'ta bir gerilla örgütü kurmaya ikna eden adamdır. Tek kızı Sevin sınıf arkadaşımdı, kaybettik. Elli yılların ortasına doğru “Kıbns Türktür” Cemiyeti ile Ankara'nın Kıbrıs ile ilgi ve teması yükselmişti; Dr. Küçük ve Denktaş, ayrılmaz şekilde, sık sık Ankara'ya geliyorlardı. Ancak Başbakan Menderes'in kabulü çok dalgalıydı; Londra ile görüşmelere göre değişiyordu. O sırada her iş ve Başbakanlık Ulus'taydı; Küçük ve Denktaş, Ulus'ta, Merkez Bankası'nın karşısında, Park Otel'de kalıyorlardı. Menderes'in çağrısını beklerlerdi; Menderes'in çağırmadığı zamanlar, canları sıkılırdı ve beni çağırırlardı, giderdim. Küçüktüm, ama büyüklerle sohbeti becerebiliyordum. O rolü oynamaya başlamıştım. Yıllar sonra tesadüfen buldum, işte bu sırada Dışişleri Bakanı Zorlu, TMT'yi kurmuş ve başına “Özel Harpçı” Albay Rıza Vuruşkan'ı getirmişti. Daha sonra Albay Kenan Çoygun, kod adı Kemal Coşkun “Bayraktar” oldu, gerilla komutanına bu ad veriliyordu. Öyle sanıyorum, Cumhuriyet'in ilk özel harp örgütüdür... Prof. Dr. Yalçın Küçük - 20.01.2012 - Aydınlık gazetesi (TC) (Arkasından Ne Yazdılar?)
- ...O, çocuk dünyamın 3 büyük adamından birisi idi. “Doktor Küçük, Rauf Denktaş, Osman Örek. Üç arkadaş, birleşmişler gardaş, gardaş...” diye şarkı söyleyerek, ellerimizde bir gece evvelden özene bezene kâğıttan yaptığımız ve kusursuzca boyadığımız Türk bayraklan ile karşılardık kendilerini. Türk bayrağı ne gezerdi İngiliz döneminde. Değil asmak, taşımak bile yasaktı. Bir keresinde hocamız Kıbrıs adası haritasını çizmek ödevini vermişti bize. Ben haritayı çizmiş, orta yerine de kocaman bir Ay Yıldız da koyunca, hocamız kâğıdımı hemen elimden almış, “Yasaktır. Umarım kimse görmemiştir” demişti. Anlayan kim... Benim için “yasak” sadece, ellerim ve üstüm başım kir pas içinde çamurlu ayakkabılarla eve gitmemek, bir de önüme konan yemeği yememek için bahaneler üretmemekti. Gerisi benim “yasak” algılamalarımın içine girmezdi. Bana neydi İngiliz'in yasağından. Defterimin her sayfasına çizmeye başladım ortasında Ay Yıldız olan Kıbrıs haritasını. Neyse ki başıma pek bir bela gelmedi bu yüzden. Rahmetli ağabeyim (Mimar) Bora (Atun), bir gün gaşa (kasa) tahtalarını kesip bir şeyler yapmaya başladı. Uzun gaşa tahtalarını çeşitli Şekillerde kesiyordu ama kesilenler de hiçbir şeye benzemiyordu. Oyuncağa benzer bir şey olsa, dayak pahasına hemen alıp götürece. gim ama oyuncağa da benzemiyordu kestikleri. En sonunda kestiklerini üst üste koyup çakınca kocaman bir Kıbrş haritası çıktı ortaya. Bana göre kocamandı tabii. Uzunluğu bacaklarımın boyu kadar vardı. Tahtaları da iyice cam kâğıtlamıştı (zımparalamıştı) ama sanki bir gariplik vardı bu Kıbrıs haritasında. Soldan sağa, boylu boyunca tam orta yerinde tahtalar birleşmemiş ve ayrık duruyordu. Sorunca da “çivim bitti” demişti bana. Ertesi gün anladım o tahtaların niye ayrık olduğunu. Mahalledeki bütün evlerin duvarlarına kocaman yeşil renkli bir Kıbrıs haritası mührü vurulmuştu. Kıbrıs adası tam ortadan enlemesine ikiye ayrılmış vaziyetteydi ve altında da elle “Volkan” imzalı, “Ya Ölüm, Ya Taksim” ile yazıyordu. Rauf beyin kahvede söyledikleri yavaş yavaş anlam kazanmaya başlamıştı küçücük beynimin içinde. Ağabeyim ise artık “Volkan”ın faal bir üyesi olmuştu. Ben ise aralarına katılabilmek hayalleri içinde büyümek için sabırsızlıkla gün sayıyordum. Aradan geçen yıllardan sonra ilk kez Rauf Beyi yakından 22 Aralık 1963 günü gördüm. Artık bıyıklarım da terlemeye başlamıştı. Okula gelip bize hitap etmiş, mücadeleye hazır olmamızı söylemişti. Birkaç gün sonra da hayatımda ilk kez gerçek bir silahla tanışmış, eğitim aldıktan sonra da nöbetlere girmeye başlamıştık. Kıbrıs Türk halkı olarak soykırıma uğradığımız ve korkunç bir mücadele verdiğimiz yıllar başlamıştı artık. Kaderim Rauf beyle 1970 yılında kesişti. Artık büyümüş genç bir delikanlı olmuştum. Yıllar sonra ilk kez seçimler yapılıyordu ve Rauf Beyin halka hitabını ik kez dinlediğimde de âdeta büyülenmiş, Kıbrıs konusunun özünün ne olduğunu artık iyice anlamaya başlamıştım. Mücahitlik dönemimde uzun bir uğraşıdan sonra hazırladığım RMMO kamplarını ve mevzilerini gösteren harita nedeniyle beni tebrik etmiş, birlikte bir öğle yemeği yemekle ödüllendirmişti. 1976 seçimlerinde de beni seçimlere katılmaya ve aday olmaya teşvik etmişti. Katıldım ve UBP Gazi Mağusa milletvekili seçildim. İngilizce'min ana dilim kadar iyi olması nedeniyle Dışişleri Komisyonu na seçilince Rauf Beyle yakından çalışmak olanağım oldu ve bu birliktelik yıllarca devam etti. Çok zeki bir insandı. Büyük çoğunluğumuzun “enine boyuna” düşünüp karar vermek yeteneğine karşın Rauf beyin başka hiç kimsede görmediğim, geometrik olarak küre şeklinde diye tanımlayabileceğim bir düşünme ve analiz yeteneği vardı. Olayları ve kelimeleri, beyninde âdeta bir kürenin üzerine konmuş gibi çevirir ve her açıdan bakarak artılarını ve eksilerini görürdü. Prof. Dr. Ata Atun - 16.01.2012 - Kıbrıs Gazetesi (KKTC) (Arkasından Ne Yazdılar?)
- Ne zaman yolda bir hana rastlasam irkilirim, Çünkü sizde gizlenen dertleri ben bilirim. Ey köyleri hududa bağlayan yaşlı yollar, Dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar! Ey garip çizgilerle dolu han duvarları, Ey hanların gönlümü sızlatan duvarları!.. (Aşk Şiirleri Antolojisi)
- Terketmedi sevdan beni, Aç kaldım susuz kaldım, Hayın,karanlıktı gece, Can garip,can suskun, Can paramparça… Ahmedit Arif (Aşk Şiirleri Antolojisi)
- Ve yalnızlık,sigara külü kadar yalnızlık ve toprağın rüyaya yılan gibi girişi sana da Mona Roza,taşbebeği bıraktık ellerinde kılıçlı balıkların bir dişi senin hatıran kadar büyük,yeni,karanlık senin hatıran kadar Allah ve şeytan işi ve yalnızlık,sigara külü kadar yalnızlık.... (Aşk Şiirleri Antolojisi)
- Keşke seni tanımamış Keşke sevmemiş olsaydım Zincire vurulmuş gibi Sana bağlı kalmasaydım Aşkın mapushane İçinde ben mahkum Saçların parmakların Gözlerin gardiyan olmuş İçinde ben ziyan oldum Haluk Levent.. (Aşk Şiirleri Antolojisi)
- Ümitsiz kaldıkça seni düşündüm (Aşk Şiirleri Antolojisi)